Etiket arşivi: Emel

Sağlıklı bir hayat için B12 tüketimi şart!

 

B12 eksikliği son dönemlerde sıklıkla karşılaştığımız ve her yaşta görülebilen bir durum. Ancak B12 vitamini vücutta depolanabildiği için eksikliğinin hissedilmesi bazen uzun zaman alabilir. Hafif derecede olan B12 eksikliği unutkanlık, yorgunluk gibi belirtilerle kendini gösterebilir. Görülen diğer belirtilerin ise halsizlik, baş ağrısı, baş dönmesi, dikkat dağınıklığı, çarpıntı, hafızanın zayıflaması, yaşlılarda bunama, el ayak parmaklarında karıncalanma ve uyuşma gibi semptomlar olduğunu belirten Sofra/Compass Group Türkiye Ülke Diyetisyeni Emel Terzioğlu Arslan, B12 vitamininin vücutta kırmızı kan hücrelerinin üretilmesi, sinir hücrelerinin sağlığının korunması ve DNA üretimi konusunda kilit bir rol üstlendiğinin altını çiziyor. Bu nedenle B12 eksikliğinin mutlaka giderilmesi gerekiyor.

Kan oluşumu ve beyin sinirleri için son derece önemli olan B12 vitamini eksikliğinin giderilmesinde en temel nokta eksikliğin nedenini tespit etmek. Sofra/Compass Group Türkiye Ülke Diyetisyeni Emel Terzioğlu Aslan, B12 vitamininin emiliminde bir problem varsa B12 vitamininden zengin beslenmenin ya da takviye almanın bu eksikliği gidermeyeceğine dikkat çekiyor. B12 yetersizliğinin en önemli nedenlerinden biri de diyetle yetersiz B12 alımı.

Özellikle vegan ve vejeteryan beslenme, düşük sosyoekonomik koşullara bağlı kötü beslenme ve malnütrüsyona (kötü/yetersiz beslenme) bağlı olarak B12 eksikliği görülebilir. Bunun dışında B12 vitamininin emilimini sağlayan “İntrinsik Faktör” yetersizliği de B12 eksikliğinin nedenlerinden biri. Ayrıca bağırsaklarda herhangi bir hastalığa bağlı olarak emilim bozuklukları da önemli sebepler arasında yer alıyor. Eksikliğin nedeni tespit edildikten sonra tedavi planı oluşturmalı ve uygun bir beslenme tedavisi programı ile eksiklik giderilmeli.

B12 yetersizliğini engellemek için dengeli beslenmek şart

 

B12’nin en önemli kaynakları arasında hayvansal kaynaklı gıdalar bulunduğunu ifade eden Arslan; özellikle kırmızı et, tavuk, balık, hindi gibi etler, yumurta, kabuklu deniz ürünleri, süt ve süt ürünleri gibi hayvansal kaynaklı gıdaların hem bol miktarda B12 içerdiğini hem de vücutta kullanımının (biyoyararlılığı) bitkisel kaynaklı gıdalara göre çok daha yüksek olduğunu söylüyor. Bu nedenle özellikle vegan ya da vejeteryan beslenme tarzını benimsemiş bireyler, bu besinlerden bir veya birkaçına alerjisi olanlar ya da tüketmeyi tercih etmeyen kişiler, mutlaka doktor veya diyetisyen gözetiminde beslenmesini planlamalı ve gerekiyorsa takviye almalı.

Kalbinizi Koruyun

 

                                                                                                                                                                

Kalp ve damar hastalıkları, son yıllarda görülme sıklığı giderek artan ve tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ölüm nedenleri arasında ilk sıralarda yer alan kronik bir hastalık. Maalesef artık çok küçük yaşlarda bile ortaya çıkıyor. Değişen yaşam koşulları ile birlikte hareketsizlik, kötü beslenme, stres ve sigara kullanımı gibi etkenler, kalp hastalıkları riskini önemli ölçüde artırıyor. Sofra/Compass Group Türkiye Ülke Diyetisyeni Emel Terzioğlu Arslan, sağlıklı bir beslenme şekli ile birçok hastalıkta olduğu gibi kalp hastalıklarında da rahatsızlıkların görülme riskini önemli ölçüde azaltmanın mümkün olduğunu söylüyor. Özellikle bazı besinler kalbimizi korumada bize büyük bir destek sağlıyor.

 

Sağlıklı bir kalp için dikkate edilmesi gereken konulardan biri de sağlıklı beslenme. Çünkü pek çok besin, doyurmanın yanı sıra damarları temizleme, kan basıncını düşürme vb. yetenekleriyle kalp sağlığımıza da destek oluyor. Sofra/Compass Group Türkiye Ülke Diyetisyeni Emel Terzioğlu Arslan, kalp dostu besinleri beslenme düzenimize eklemenin önemine dikkat çekiyor.

Yağlı balıklar; içerdikleri omega-3 sayesinde kanda kolesterol ve trigliserit düzeylerinin düşmesini sağlayarak damar tıkanıklıklarını önlüyor. Ayrıca kalp ritmini de düzenliyor. Ceviz de yağlı balıklar gibi iyi bir omega-3 kaynağıdır. Yüksek polifenol içeriği de kalp hastalıklarından korunmada önemli bir rol oynuyor.

Sarımsak damar tıkanıklığı riskini azaltıyor

 

Sarımsak; damar içinde pıhtılaşmayı önleyerek damar tıkanıklığı riskini azaltıyor. Ayrıca kalp hastalıkları riskini artıran önemli nedenlerden olan kan basıncı ve kan yağlarının da düşürülmesinde etkili oluyor.

Brokoli, brüksel lahanası, karnabahar, karalahana gibi lahanagiller; damar elastikiyetini artırarak ve damar yapısını incelterek kan akışının kısıtlanmasını önüne geçiyor. Böylece kalp krizi riski azalıyor. Ayrıca yüksek lif içerikleri sayesinde kolesterol düşürücü etki görülüyor.

Yulaf kalp sağlığını koruyor

 

Yulaf; içerdiği lif sayesinde LDL kolesterolde ve total kolesterolde düşüş sağlayarak kalp sağlığını koruyor. Ayrıca içerdiği betaglukan, bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Yeşilçayın içerdiği polifenolik bileşikler, pıhtı oluşumunu önlerken, kolesterolün düşmesine yardımcı oluyor. Dolayısıyla kalp hastalıklarının görülme riski azalıyor.

 

Fındık ve zeytinyağı mucizesi

 

Fındık ve zeytinyağı; omega-9 (oleik asit) içerikleri sayesinde kan basıncını düzenliyor ve damar sertliğini önlüyor.

Domates ise; içerdiği likopen ile birlikte antioksidan etkisi gösteriyor. Ayrıca lif, potasyum ve C vitamini içeriği de domatesi kalp sağlığı için koruyucu bir besin haline getiriyor.

Kırmızı et tüketirken dikkat!

 

 

Kurban Bayramı denilince akla ilk gelen şeylerden biri kırmızı et tüketimi. Tüm bayramlarda olduğu gibi Kurban Bayramı’nda da tüm aile bireyleri bir araya geliyor, geniş sofralar kuruluyor ve bu sofralarda sohbet uzadıkça tüketilen besinlerin miktarı artıyor. Bu besinlerin arasında ön plana çıkan da kuşkusuz kırmızı et. Ancak et tüketiminin arttığı bu dönemde Sofra/Compass Group Türkiye Ülke Diyetisyeni Emel Terzioğlu Arslan, özellikle kalp damar hastalıkları, diyabet, hipertansiyon ve böbrek hastalıkları gibi kronik hastalığı olan bireyler ile yaşlılar ve çocuklar gibi yüksek risk grubunda olan bireylerin çok dikkatli olması gerektiğinin altını çiziyor.

 

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ve Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 1998-2017 yılları arasındaki verilerine göre Türkiye’de et tüketimi son 20 yılda kademeli şekilde artış gösterdi. En büyük artış büyükbaş hayvan eti tüketiminde görüldü. 1998’de 4.2 kilogram olan yıllık kişi başı büyükbaş hayvan eti tüketimi 2017’de 10.4 kilograma yükseldi.

Türkiye genelinde özellikle Kurban Bayramı kırmızı et tüketiminin en yüksek olduğu dönemlerin başında geliyor. Kırmızı et vücut tarafından iyi bir şekilde kullanılabilen kaliteli bir protein kaynağı ancak görünür yağlarından ayrıldığı takdirde bile yağ içeriği yaklaşık %20 civarında. Bu yüzden yüksek miktarda kırmızı et tüketimi, kolesterol ve trigliserit gibi kan yağlarının yükselmesine ayrıca kalp damar hastalıkları riskinin artmasına neden oluyor. Bunun yanı sıra özellikle akut böbrek yetmezliği olan hastalarda, böbrek fonsiyonlarının daha fazla bozulmasına neden olabiliyor. Beraberinde sindirim güçlüğü, kabızlık, hazımsızlık, mide yanmaları ve ağrıları gibi birçok sindirim sorunlarına yol açabiliyor. Peki özellikle bu dönemde et tüketiminde nelere dikkat etmeliyiz?

Kurban etleri en az 24 saat dinlendirildikten sonra tüketilmeli

Sofra/Compass Group Türkiye Ülke Diyetisyeni Emel Terzioğlu Arslan, bu dönemde en sık yapılan hatalardan birinin kesilen etlerin hiç bekletilmeden aynı gün içinde tüketilmesi olduğunu söylüyor. Yeni kesilen etlerde “rigor mortis” adı verilen bir katılık oluyor ve bu şekilde tüketilen etler hazımsızlık ve şişkinlik gibi sindirim problemlerine yol açıyor. Bu nedenle kurban etlerinin en az 24 saat dinlendirdikten sonra tüketilmesi gerekiyor.

Haşlama, Fırınlama ve Izgara tercih edilmeli

Pişirme yöntemi olarak daha çok haşlama, fırınlama ve ızgara gibi pişirme yöntemleri tercih edilmeli, kavurma ve kızartmalardan ise kaçınılması gerekiyor. Kırmızı et yüksek miktarda doymuş yağ içerdiği için Arslan, ekstra tereyağ, kuyruk yağ, iç yağ gibi yağlar eklenmeden kendi suyunda pişirilmesi gerektiğini öneriyor.

Böbrek hastalıkları, gut, diyabet, hipertansiyon ve kalp damar hastalıkları gibi kronik hastalığı olan bireyler günde 1 öğün et tüketmeli ve porsiyon miktarına mutlaka dikkat etmeli. Bu dönemde sakatat tüketimi de artıyor. Ancak sakatatların doymuş yağ ve kolesterol içeriği yüksek olduğundan özellikle kolesterolü yüksek olan bireyler, kalp damar hastaları ve bu riski taşıyan bireylerin sakatat tüketiminden mümkün olduğunca kaçınması gerekiyor.

Etin yanında ne yediğiniz çok önemli!

Etlerin yanında pilav, makarna, beyaz ekmek gibi rafine edilmiş tahıllar tüketmek yerine sebze yemekleri ve salatalar tercih edilmeli. Ayrıca koyu yeşil yapraklı sebzeler, sivri biber ve yeşil salata gibi C vitamini içeriği yüksek sebzeler tüketilmeli. Gün içinde mutlaka bol miktarda su içilmesi de önemli noktalardan biri.

‘’Bayramdır yenir’’ deyip geçmeyin beslenmenize dikkat edin!

Bayram denilince ilk olarak tüm aile bireylerinin bulunduğu geniş birbirinden lezzetli, enfes yemeklerin bulunduğu sofralar akla geliyor. Ancak her ziyarette tüketilen tatlılar, şekerli gıdalar ne yazık ki vücuda zarar verebiliyor. Sofra/Compass Group Türkiye’nin Ülke Diyetisyeni Emel Terzioğlu Arslan, özellikle bayramlarda ikramlara “Hayır” demeyi bilmek gerek diyor, bayramda dikkat edilmesi gereken beslenme önerilerini sıralıyor.

Kurban bayramı denilince kavurma, ciğer, et sote gibi pek çok et yemeği, ardından da bayramların olmazsa olmazı baklava gibi şerbetli gıdalar akla geliyor. Ancak çok fazla et tüketimi veya açken tükettiğiniz tatlılar ne yazık ki sağlık açısından pek de güvenli olmayabiliyor. Henüz yemek yemeden tükettiğiniz şerbetli tatlılar kan şekerinizin aniden yükselmesine neden oluyor.

Sofra/Compass Group Türkiye’nin Ülke Diyetisyeni Emel Terzioğlu Arslan, “Bayram denilince Türk halkı olarak ilk aklımıza gelen yemekler ve tatlılar oluyor. İkram edilen yiyecekleri geri çevirmek bir hayli zor oluyor ancak, her ikrama evet demek sağlık açısından doğru değil. Yapılan çalışmalar, ağır bir öğün sonrasında kalp krizi geçirme riskinin arttığını gösteriyor. Ancak bazı önemli noktalara dikkat ederek bayramı herhangi bir sağlık sorunu yaşamadan ve keyifli geçirmeniz mümkün” diyor.

Aç karnına şekerli gıda tüketmeyin!

Bayramın gelişiyle birlikte özellikle tatlı tüketiminde artış yaşanıyor. Şeker, çikolata ve şerbetli tatlıların çok tüketilmesi, Kan şekerinizin hızla yükselip ardından hızla düşmesine neden olur. Bu da daha erken ve daha fazla acıkmanızı sağlıyor. Gereğinden fazla tatlı gıdalar tüketmek, asıl besin ihtiyaçlarımızı karşılamaya da engel olabilir. Bayramlarda kan şekerlerini dengeleyebilmek için tatlı tüketimine sınır getirmek şart.

Fazla kırmızı et tüketimine dikkat!

Kurban bayramında tatlı ve şeker tüketimine ek olarak kırmızı et tüketiminin sıklığı ve miktarı da oldukça artıyor. Özellikle sağlıksız pişirme yöntemleri ile pişirilen etleri tüketmek, kolon ve mide kanserine yakalanma riski artırıyor. Bayramlarda kırmızı et tüketiminin sıklığı azaltılıp, etin pişirilmesinde de haşlama, fırın ve ızgara yöntemlerinin kullanılması sağlık açısından daha güvenli olacaktır.

Bayram boyunca sağlıklı beslenmeniz için ipuçları;

Ø  Öğün atlamayın ve 3 ana öğünü mutlaka tüketmeye çalışın. Öğün atlamak kan şekerini düşürerek daha fazla aç hissetmenize yol açar.

Ø  Verilen ikramları kibarca reddedin ya da çok küçük porsiyonlar halinde tüketmeye çalışın.

Ø  Özellikle baklava başta olmak üzere şerbetli tatlılar ve şekerlemelerden mümkün olduğunca uzak durun. Tatlı tükettiğiniz öğünlerden sonraki öğünlerin sebze ağırlıklı, daha az kalorili ve daha hafif olmasına dikkat edin.

Ø  Şerbetli tatlılar yerine ikram olarak taze meyve isteyin ve kan şekerinin daha dengeli yükselmesi için yanında mutlaka ayran, yoğurt, kefir ya da çiğ badem, ceviz, fındık gibi gıdaları tüketmeye çalışın.

Ø  Etleri görünür yağlarından mutlaka ayırın. Et, görünür yağlarından ayrılsa bile yine de %20 oranında yağ içermektedir. Bu nedenle kırmızı et tüketiminin sıklığını ve miktarını azaltın.

Ø  Etleri yavaş ve düşük ısıda pişirin ve yanında mutlaka C vitamininden zengin sebzeler ve salatalar tüketin.

Ø  Kavurma ve kızartma ile hazırlanmış yağlı etlerden uzak durun.

Ø  Günde en az 8 bardak su için.

Ø  Öğünlerde asitli ve gazlı içecekler yerine yoğurt, ayran, cacık tercih edin.

Ø  Çay ve kahve tüketimini sınırlandırın. Bu içeceklerin kafein içeriği yüksek olduğu için uykusuzluk, çarpıntı gibi birçok probleme neden olabilir.

Egzersizi artırın. Gideceğiniz yerlere yürüyerek gidin ve asansör yerine merdivenleri kullanmaya deneyin.

Bir Devrin Son Sultanı II. Abdülhamid

 

Marmara Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vahdettin Engin, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi ve Tarih Kültür Topluluğu tarafından düzenlenen konferansa konuşmacı olarak katıldı.

Prof. Dr. Vahdettin Engin ile eşi emekli tarih öğretmeni Emel Engin, “Evimizde Tarih” konseptini “Bir Devrin Son Sultanı II. Abdülhamid” başlıklı konferans ile İKÇÜ’lülerle paylaştı.

Moderatörlüğünü Emel Engin’in üstlendiği konferansta Prof. Dr. Engin, II. Abdülhamid dönemiyle ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

Konferansı Rektör Yardımcısı, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turan Gökçe, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Saffet Köse, Turizm Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Atilla Akbaba, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ertuğrul Deliktaş, akademisyenler ile çok sayıda öğrenci takip etti.

Konferansın açış konuşmasını gerçekleştiren Prof. Dr. Gökçe, II. Abdulhamid hakkında doğru bilgi edinmek için başvurulacak en önemli isim konumunda olan Prof. Dr. Vahdettin Engin’i İKÇÜ’de ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti ifade etti. Prof. Dr. Gökçe,  “Hem Abdülhamid Dönemi öncesi, hem Abdülhamid dönemi, hem de sonrasını mukayese ettiğimizde daha çok bilgi edinme ihtiyacı hissediyoruz.  Prof. Dr. Vahdettin Engin Hocamızı dinleyerek Abdülhamid’i anlamak için önemli bir fırsat yakalamış oluyoruz. Eşi Emel Hanım da bir tarih öğretmenidir. Fiili öğretmenlik yıllarında bunu layıkıyla yaptığı gibi onun dışında gençlerimize yararlı olabilmek için bir konsept geliştirmiş, ‘evimizde tarih’ programlarını kayda alarak önemli bir hizmeti gerçekleştirmiştir.” diye konuştu.

Abdülhamid’in 33 yıllık iktidar döneminin geneline bakıldığında, bir başarı hikâyesinin görüldüğünü kaydeden Prof. Dr. Vahdettin Engin,  “33 yıllık bir iktidardan bahsediyoruz. 33 yıl az değildir, o yıllardaki icraatları önemsemek lazım. Bu icraatların günümüz Türkiye’sini de etkileyecek icraatlar olduğunu da bilmek lazım. İç politikada, dış politikada hayata geçirdiği uygulamalara baktığımızda gerçek bir başarı hikâyesi görüyoruz.” dedi.

“Hiçbir zaman padişahlık beklentisi içinde olmamıştır.”

Uzun yıllar Kızıl Sultan, “Müstebid (Diktatör)”olarak adlandırılan bir bakış açısının kendisine yöneltilen yanlış bir tanımlama olduğunu belirten Prof. Dr. Engin, Abdulhamid’in hiçbir zaman padişahlık beklentisi içine giren bir şehzade olmadığını vurguladı. Prof. Dr. Engin,  “Sultan II. Abdülhamid hiç bir zaman padişahlık beklentisi içinde olmamıştır. Ticaretle uğraşan bir kişiydi, ata biniyor, yüzüyor, spor yapıyordu. Şehzadeliği döneminde aldığı maaşını iyi değerlendirmiştir. Başka şehzadeler maaşları yetiremez, sürekli borçlanırlardı. Şehzade Abdülhamid ise devletin verdiği maaşla geçindiği gibi, ticaretle uğraşır, para kazanırdı. Şehzadeliğinde böyle bir hayat tarzı vardı. Şartlar öyle bir gelişti ki; 1876 yılında peş peşe gelen hadiseler sebebiyle bir anda kendini padişah olarak buldu.”diye konuştu.

Tahta çıktığı dönemin hem ekonomik yapısı hem de siyasi zorluklarına işaret eden Emel Engin’in, “Tahta çıktığından bir yıl sonra 93 Harbi ile karşı karşıya kalıyor, 1 yıl öncesinde de iflas etmiş bir maliye var. Devleti kısa süre de toparlayabildi mi, başarılı olabildi mi? sorusunu Prof. Dr. Vahdettin Engin şöyle cevapladı:

“Burada Abdülhamid’in şehzadeliğinde edindiği tecrübelerin işe yaradığını görüyoruz. İflas etmiş bir ülke var. Kırım Savaşından itibaren borç alan bir Osmanlı Devleti’ni görüyoruz. Diğer taraftan kapıya kadar dayanmış bir Osmanlı-Rus Savaşı var. Tahta çıktığında ülke siyasi, iktisadi ve askeri bakımından uçurumda. Abdülhamid genç, tecrübesiz olmasına rağmen ülkeyi düzlüğe çıkarmıştır” dedi.

“Uluslararası ilişkiler de hep kendinize yontamazsınız.”

Abdülhamid’in eleştirilen dış politikalarının arkasında payitahtı kurtarmak için alınan önlemlerin yer aldığını ifade eden Prof. Dr. Vahdettin Engin,  Rus Orduları Yeşilköy’e kadar gelmişti. Ruslar savaşı kazanmış olmanın getirdiği bir şımarıklıkla bir anlaşma yapıyor. Anlaşmadan 3 ayrı bağımsız devlet çıkıyor. Esas sıkıntı yaratacak olan Bulgaristan’ın kurulması oldu. Rusya’nın dayatmasıyla Büyük Bulgaristan Prensliği kuruldu. Burada imparatorluğun bir nevi uçurumun kenarına getirildiğini görüyoruz. Burada İkinci Abdülhamid’in başarılı bir operasyonunu görüyoruz. O dönemde İngiltere ile yürütülen başarılı müzakereler neticesinde Kıbrıs Adası ile ilgili bir anlaşma yapıldı. Kıbrıs Adasının idaresi İngiltere’ye bırakıldı. Bırakılırken Ayastefanos Anlaşmasının hükümleri geçersiz sayılıp Berlin Anlaşması yapıldı. Buna göre burası Osmanlı toprağı sayılacak ama idare İngilizlerde olacaktı. Berlin Anlaşmasında da yine üç bağımsız devlet vardı. Fakat ülkenin geleceği adına esas önemli olan coğrafi bütünlüğün sağlanarak Bulgaristan’ın küçülmesiydi. En azından İstanbul’un tehdit altında kalması önlenecekti. Bunu yaptığınızda bir başarı kazanmış oluyorsunuz. Çünkü uluslararası ilişkiler de hep kendinize yontamazsınız. Biraz vereceksiniz, biraz alacaksınız. Önemli olan ne kadar verdiniz neler kazandığınızdır.  Burada bana göre devlet kurtarılmıştır. Ayastefanos’taki Bulgaristan olsaydı, İstanbul tehlikede olacaktı. Abdülhamid’in ilk başarılı operasyonu bana göre budur” şeklinde konuştu.

“İki kişi yan yanda yürüyemezdi.” gibi absürd ithamlar

Abdulhamid’e uymayan yanlış ithamlarla yargılandığını kaydeden Prof. Dr. Vahdettin Engin, “Hala bazı tarihçiler tarafından Müstebid Padişah ve İstibdat Dönemi şeklinde tanımlamalar yapıldığını görüyoruz.  Abdülhamid döneminde iki kişi yan yanda yürüyemezdi şeklinde söylemler bile var. İmparatorluğa baktığımızda bir taraf Yemen, bir taraf Adriyatik Kıyıları, bir tarafta Kafkasya coğrafyası. Bu coğrafyanın neresinde iki kişi yan yana yürüyemiyordu? Bunlar birike birike Kızıl Sultan’a kadar ulaşan bir portre ortaya çıkmış. Bunlar çok absürd ithamlar.” dedi.

“Öyle bir meclisten ülke lehine kararların çıkması zordu.”

Abdulhamid’in meclis ve mebuslarıyla yaşadığı siyasi anlaşmazlıklara da değinen Prof. Dr. Vahdettin Engin, “İlk meclis 19 Mart 1877’de açıldı. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başladı. İlk dönem 119 mebus var, 47’si gayr-i müslim, 72’si Müslümandı. Müslüman olanların da hepsi Türk kökenli değildi. Yorgi, Selanikli Dimitri gibi isimler var. Bunlar Bulgar Çetelerinin liderleriydi.  O dönemde çete dediğimizde terör örgütlerini anlamamız lazım. Sonuç olarak 93 Harbinden önce faaliyet gösteren çeteler meclise girmişlerdi. Agop Efendi var, gizli bir Ermeni teşkilatının lideriydi.  Böyle bir meclisten ülkenin lehine kararların çıkması haliyle zordu. Gerçekleşen ilk toplantıda Osmanlı-Rus Savaşı görüşülürken bütün mebuslar savaş taraftarıydı. Bu saydığım mebuslar da daha çok savaş istiyorlardı. Mithat Paşa ‘Biz Anadolu’ya dört yüz çadırla geldik, gerekirse 400 çadır kalana kadar savaşırız’ diyordu. İyi de savaş bu kadar kolay mı? 30 milyon insanın kaderi var. 30 milyon insanın kaderiyle oynamak kolay olmamalı. Neticede savaşa girildi. Yeşilköy’e gelmiş Rus askerleri. Onları ordan çıkarmak Abdulhamid’e düştü. Savaş devam ederken seçimler yenilendi, meclis değişti, 47’si gayri müslim, 59’u Müslüman toplam 106 milletvekili var. 59 Müslümanın hepsi yine Türk kökenli değildi. Yine sağlıklı bir yapı oluşmadı” diye konuştu.

“2 yılda 3 darbe girişimi”

Abdulhamid’in içte ve dışta bölücü faaliyetlerle karşı karşıya kaldığını belirten Prof. Dr. Vahdettin Engin,  “Bir tarafta meclisin faaliyetleri, bir tarafta Rus Orduları Yeşilköy’de, diğer taraftan padişah olur olmaz iki yıl içinde üç defa darbe girişimi… Böyle bir gerçek var. Haliyle Padişah olduktan sonra güvenlikçi politikalar yürütmek zorunda kaldı. V. Murad masondu. O’nun padişah olmasını isteyen mason taraftarları üç ciddi darbe girişimi gerçekleştirdi. Bu girişimlere maruz kalan Abdulhamid haliyle güvenlik tedbirlerini arttırmak zorunda kaldı. Güvenliği nedeniyle yönetim merkezini Dolmabahçe Sarayından Yıldız Sarayı’na taşıdı” dedi.

“Tarafsız, bağlantısız ve bağımsız bir dış politika”

Abdulhamid’e yöneltilen “Hiçbir Osmanlı padişahının kaybetmediği kadar toprak kaybetti” söyleminin yanlış olduğuna işaret eden  Prof. Dr. Vahdettin Engin, “Kıbrıs’ın idaresini İngiltere’ye bıraktı dedik. Bunun altında başkenti kurtarmak adına bir operasyon vardı. Mısır’ı İngilizler 1882 yılında işgal etti. İşgal ettiği zaman Mısır ne kadar Türkiye coğrafyasına ait bir toprak parçasıydı? Toprak kaybı evet var ama hiçbir padişahın kaybetmediği kadar toprak kaybı oldu ifadesi yerine oturmuyor. Padişahlığın ilk dönemlerinde bir dış politika stratejisi geliştirdi. Osmanlının toprak bütünlüğüne karşı Avrupa ülkeleri var. Ayrıca topraklarımıza Ruslar ve İngilizlerin öncülüğünde topyekûn bir saldırı var. Bu anlamda güçlü bir ordunun da olması lazımdı. Abdulhamid’in güçlü bir kara ordusu meydana getirdiğini de biliyoruz. O’nun dış politikası sadece kendi gücüne güvenme ilkesine dayanıyordu. Hiçbir ülkeye bağımlı olmayacaksın, hiçbir ülkeyle askeri ittifak içinde olmayacaksın. Ülkelerle yakın ilişkiler içinde olmayacaksın, mesafe koyacaksın. O, dış politikasını bağımsızlık ilkesi üzerine bina etti. Yoğun iç ve dış saldırıların olduğu bir dönemde bu prensiplerle ülkesini ayakta tutması dış politikadaki prensiplerinin bir başarısıdır.” şeklinde konuştu.

Abdulhamid’in ekonomideki başarısı…

1903 yılında gerçekleştirdiği bir operasyonla o dönemdeki dış borcun 75 milyondan 32 milyona düşürüldüğünü kaydeden Prof. Dr. Vahdettin Engin, “Tahttan ayrılırken dış borcu 25 milyona kadar düşürmüştür. Bu da devletin bir yıllık gelirine denk gelir. Devralırken bir yıllık gelirin 15 katı bir dış borç devralmıştı. Devrederken bir yıllık geliri kadar borçlu bir ülke devretti. Bu da o’nun başarı hikâyesidir.” dedi.

“Her fenalık cehaletten gelir.”

Abdulhamid’in eğitime verdiği öneme de değinen Prof. Dr. Vahdettin Engin, “Açtığı okulların önemini, oralarda yetişen nesillerin Cumhuriyeti kurduğunu birçok kişi biliyor. Abdulhamid, ‘Ben elimden geldiği kadar cehaleti yok etmeye çalıştım. Çocuklarımızı tahsile sevk etmeye çok uğraştım.’ der. Onun dışında,  ‘Erkekler için ilmi zenginlikler kazanmak şan ve şeref olduğu gibi, kadınların da bilim ve marifet öğrenmesi şarttır. Çünkü her fenalık cehaletten gelir’ der. Eğitim reformunu hayat geçirmesi önemli, ama bu reformlarda kadınların da eğitim alması Abdulhamid tarafından oldukça önemseniyordu. ‘Ben terakki taraftarıyım. Avrupa’da ne icat olmuşsa memleketimizde de yapılmalıdır’ der. 33 yıllık iktidarının geneline baktığımızda bu çabayı görüyoruz.” şeklinde konuştu.

Klinik Psikolog Emel Güler; Dijital Dünyada Ailelerin Vakitsizliği Çocukların Mutsuzluk Sebebi

Okan üniversitesi Hastanesi Uzm. Klinik Psikolog Emel Güler, yapılan bir araştırmaya dikkat çekerek, dikkatin tamamen çocuğun üzerinde ve farkındalığın olduğu sürenin düşünülenden çok daha kısa olduğunu, bu durumun çocukların mutsuzluğuna yol açtığını söyledi.EMEL GÜLER

Günümüz koşullarında, modern yaşamın getirdiği olanaklar ve çalışma hayatıyla birlikte ebeveynlik farklı yönlere doğru eviriliyor. Okan üniversitesi Hastanesi Uzm. Klinik Psikolog Emel Güler, teknolojinin hayatın her alanında var olmasıyla birlikte, babaların gün içerisinde çocuklarıyla elli saniye, annelerin ise en fazla beş dakika birebir zaman geçirmekte olduğunu, bu sürenin çocukları mutlu etmek için yeterli olmadığını belirtiyor.

Günümüzde yetişkinleri dahi esir alan teknolojinin çocukların psikolojisi üstünde de çok ciddi etkileri bulunuyor. Bunun sonucunda ortaya çıkan olumsuzlukların üzerinde durulması gerektiğini söyleyen Güler,  “Hasta bir çocuğun ihmal edilmeden doktora başvurulmasının önemli olduğu gibi; psikolojik ve sosyal gelişimi için de benzer yaklaşıma sahip olunması gerekiyor”  dedi.

Aynı Ortamı Paylaşıyor Olmak Birlikte Vakit Geçirildiği Anlamına Gelmiyor

Tüm yönüyle dengeli ve uyumlu bir çocuk yetiştirmek için sadece biyolojik ihtiyaçların karşılanması yerine psikolojik ve sosyal yönünün gelişimine yönelik etkileşimler oldukça önem kazanıyor. Çocukların psikolojik ve sosyal yönünün gelişimi de ailesine ve çevresine bağlı olarak değişiyor. Psikolojik ve sosyal yönünün kuvvetlenmesi de, çocukla kurulan ilişki ve ilişkinin niteliğine bağlı.

Uzm. Klinik Psikolog Emel Güler’e göre, birlikte geçirilen zamana yapılan vurgu son dönemde sıkça karşımıza çıkıyor. Güler bu durumun önemini şöyle açıklıyor:  “Her ne kadar birlikte uzun zaman geçirildiği düşünülse de etkileşimin ve dikkatin tamamen çocuğun üzerinde olduğu süre, düşünülenden çok daha kısa. Aynı ortamda bulunuyor olmak aynı ortamı paylaşıyor olmak birlikte vakit geçirildiği anlamına gelmez. Zamanın sadece süresi değil, niteliği de önemli.’’

Çocuklara Verilmesi Gereken Mesaj: Seni Önemsiyorum

Çocukla geçirilen süre zarfı boyunca, çocuklara verilen mesaj da oldukça önem taşıyor. Uzm. Klinik Psikolog Emel Güler, çocuklarla birlikte geçirilen süre içerisinde çocuklara, ‘senin için buradayım’, ‘seni dinliyorum’, ‘seni anlıyorum’, ‘seni önemsiyorum’ mesajlarının verilmesi gerektiğini belirtiyor.

Ayrıca, ailelerin çocukla paylaştığı süre kısa olsa bile etkileşimin ve farkındalığın olması, çocukla olan birlikteliği anlamlı kılmak için önemli. Çok pahalı ve karmaşık oyuncaklar yerine birlikte zaman geçirmek çocukluk anılarında daha fazla yer alıyor.

“MUTLU ETMEK İÇİN ONU DİNLEYİN”

Güler, son olarak ailelere şu tavsiyelerde bulundu:

​Çocuğumuzla duygu paylaşımında bulunun, mutluluğunuzu onunla paylaşın.

Çocuğunuzla konuşurken göz teması kurarak O’nu dinleyin.

Dikkatiniz farklı bir yerde olmadan tamamen çocuğun ne söylediğine odaklanın.

Çocuğun güçlü yönlerini takdir edin.

Yemeğe ailece birlikte oturun.

Başkalarının hislerine önem vermeyi öğretin.

Çocuğun duygularını ifade etmelerine imkân sağlayın.

Çocuğunuza sevginizi gösterin.

Başka çocuklarla arkadaşlık kurmalarına olanak sağlayın.

Ekrana bakma süresini azaltın.

Okulun İlk Günü Anne ve Babalar Daha Kaygılı!

 

 

Okulların açılmasına sayılı günler kaldı, Hatta özel okulların bazıları açıldı bile… Hepimizin bildiği gibi Eylül ayı okul ayı!

Aileler telaşlı, çocuklar heyecanlı. Koskoca bir yaz dönemini geride kaldı. Çocuklar yaz tatilinde okul düzeninden uzaklaştı; uyku saatleri değişti, yemek saatleri değişti ve birçok konuda daha serbestçe hareket edebildiler. Şimdi yeniden okul düzenine geri dönme zamanı geldi. Okula başlamadan önce, uyku ve yemek saatlerinin okul düzenine göre ayarlanması ilk günlerde sorun yaşamamak için çocuklara kolaylık sağlar. Çocuklar için bu önemli geçiş dönemini kolaylaştırmak için başka neler yapılabilir?

EMEL GÜLEROkan Üniversitesi Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Emel Güler, okula yeni başlayacak öğrenciler konusunda önemli bilgiler verdi.

Okula Alışma:  Okullar açılmadan, öncesinde okul hakkında konuşmak, çocuğun okul hakkındaki duygu ve düşüncelerini ifade etmesine yardımcı olmak önemlidir. Okulla ilgili kaygı, korku ve endişeleri varsa eğer herhangi bir eleştiri yapmadan, yargılamadan, dalga geçmeden sadece iyi bir dinleyici olarak orada bulunmak ve anlattıklarını önemseyerek dikkate almak gerekir. Duygularını çocuğa yansıtmak ‘…bu seni korkutuyor’ gibi, konu hakkında daha çok şey anlatmasına yardımcı olur ve bu çocuğu rahatlatır.

Okula başlamadan önce, okula gidilerek nasıl bir yer olduğunun görülmesi, imkan varsa öğretmenlerle tanışma, orada biraz zaman geçirme aşinalik sağlayacağı için uyum sürecini kolaylaştırır.

Okul alışverişinin çocukla birlikte yapılması, çocuğun okula motivasyonuna katkı sağlar. Okul, ayakkabısı, çanta, kalem kutusu, boya kalemleri gibi gerekli araçlar mümkün olduğunca çocuğun isteği doğrultusunda seçilmelidir.

Okul Hakkında Bilgi: Alışılmışın dışında olan her yeni durum, çocuklar için endişe yaratıcıdır. Özellikle okula yeni başlayacak olan ve daha önce okul öncesi eğitim kurumuna gitmemiş çocuklar için ‘okul’ hakkında detaylı bilgilendirme yapılmalıdır.

– Okulun nasıl bir yer olduğu,

– orada kimlerin olduğu,

– okulda neler yapılacağı,

– okula nasıl gidileceği,

– okula başlama saati,

– teneffüsler,

– yemek saati

– tuvalet ihtiyacı

– okuldan ayrılma saati gibi okul ve işleyişi hakkında çocukla konuşmak önemlidir.

Okulun İlk Günü: Yıllar sonra bile hatırlanması, bir milat olması bakımından okulun ilk günü hem çocuk hem de anne baba açısından önemlidir. Bu önemli gün için olağandışı duygular da yaşanabilir. Aşırı heyecanlanma, kaygılanma, korkma gibi. Ancak kaygı ve korkunun gereğinden fazla olması okula uyumu ve eğitim sürecini olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle özellikle anne babaların telaşsız, sakin, kararlı olmaları ve çocuğu da bu yönde rahatlatmaları önemlidir. İlk gün okula gitmek için yapılan hazırlıklar eğlenceli ve çocuk için cazip olmalı, tartışma ve çocuğun olumsuz duygular yaşamasına neden olabilecek durumlardan kaçınılmalı.

Okan Üniversitesi Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Emel Güler, ‘’Çocuktan ayrılma aşamasında ebeveynlerin tutumu oldukça etkilidir. Anne ve baba bu konuda net olmalılar. Özellikle ayrılık kaygısı yaşayan çocuklar için bu sürecin iyi yönetilmesi gerekir. Kesinlikle çocuğa haber vermeden, gizlice oradan ayrılmamalı. Ebeveyn, kaygı ve korku dolu yüz ifadesiyle çocuktan ayrılmamalı. Ebeveynin yüz ifadesi çocuk tarafından çok iyi anlaşıldığı için çocuktan ayrılırken okulun ‘güvenli’ bir yer olduğu mesajı çocuğa aktarılmalı. Ayrılma anını çok uzatmadan, ne zaman ve nereden alınacağı bilgisi çocuğa verilmeli. Kararlaştırılan saat ve zamanda anne ya da baba mutlaka çocuğu almak için orada olmalılar’’ dedi.

Alışma süresi çocuğa göre farklılaşır, bu aşamada öğretmenlerle işbirliği içerisinde olmak gerekir. İlk başlarda ebeveyn okulda kalabilir, ancak bu süre giderek azaltılmalı. Çocuğun okula gitmeye yönelik davranışlarını pekiştirerek, destekleyerek ve çocuğu cesaretlendirerek alışma sürecinin tamamlanması sağlanır. Alışma ve uyum sürecinin uzaması, okul reddi gibi durumlar için mutlaka bir uzmandan destek alınmalıdır.

 

Çocuğunuz Okula Hazır Mı?

Çocuğunuz Okula Hazır Mı?

 

 

Aileler telaşlı, çocuklar heyecanlı. Koskoca bir yaz dönemini geride kaldı. Çocuklar yaz tatilinde okul düzeninden uzaklaştı; uyku saatleri değişti, yemek saatleri değişti ve birçok konuda daha serbestçe hareket edebildiler. Şimdi yeniden okul düzenine geri dönme zamanı geldi. Okula başlamadan önce, uyku ve yemek saatlerinin okul düzenine göre ayarlanması ilk günlerde sorun yaşamamak için çocuklara kolaylık sağlar. Çocuklar için bu önemli geçiş dönemini kolaylaştırmak için başka neler yapılabilir?

Okan Üniversitesi Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Emel Güler, okula yeni başlayacak öğrenciler konusunda önemli bilgiler verdi.

Okula Alışma:  Okullar açılmadan, öncesinde okul hakkında konuşmak, çocuğun okul hakkındaki duygu ve düşüncelerini ifade etmesine yardımcı olmak önemlidir. Okulla ilgili kaygı, korku ve endişeleri varsa eğer herhangi bir eleştiri yapmadan, yargılamadan, dalga geçmeden sadece iyi bir dinleyici olarak orada bulunmak ve anlattıklarını önemseyerek dikkate almak gerekir. Duygularını çocuğa yansıtmak ‘…bu seni korkutuyor’ gibi, konu hakkında daha çok şey anlatmasına yardımcı olur ve bu çocuğu rahatlatır.

Okula başlamadan önce, okula gidilerek nasıl bir yer olduğunun görülmesi, imkan varsa öğretmenlerle tanışma, orada biraz zaman geçirme aşinalik sağlayacağı için uyum sürecini kolaylaştırır.

Okul alışverişinin çocukla birlikte yapılması, çocuğun okula motivasyonuna katkı sağlar. Okul, ayakkabısı, çanta, kalem kutusu, boya kalemleri gibi gerekli araçlar mümkün olduğunca çocuğun isteği

doğrultusunda seçilmelidir.

Okul Hakkında Bilgi: Alışılmışın dışında olan her yeni durum, çocuklar için endişe yaratıcıdır. Özellikle okula yeni başlayacak olan ve daha önce okul öncesi eğitim kurumuna gitmemiş çocuklar için ‘okul’ hakkında detaylı bilgilendirme yapılmalıdır.

– Okulun nasıl bir yer olduğu,

– orada kimlerin olduğu,

– okulda neler yapılacağı,

– okula nasıl gidileceği,

– okula başlama saati,

– teneffüsler,

– yemek saati

– tuvalet ihtiyacı

– okuldan ayrılma saati

– gibi okul ve işleyişi hakkında çocukla konuşmak önemlidir.

Okulun İlk Günü: Yıllar sonra bile hatırlanması, bir milat olması bakımından okulun ilk günü hem çocuk hem de anne baba açısından önemlidir. Bu önemli gün için olağandışı duygular da yaşanabilir. Aşırı

heyecanlanma, kaygılanma, korkma gibi. Ancak kaygı ve korkunun gereğinden fazla olması okula uyumu ve eğitim sürecini olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle özellikle anne babaların telaşsız, sakin, kararlı olmaları ve çocuğu da bu yönde rahatlatmaları önemlidir. İlk gün okula gitmek için yapılan hazırlıklar eğlenceli ve çocuk için cazip olmalı, tartışma ve çocuğun olumsuz duygular yaşamasına neden olabilecek durumlardan kaçınılmalı.

Okan Üniversitesi Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Emel Güler, ‘’Çocuktan ayrılma aşamasında ebeveynlerin tutumu oldukça etkilidir. Anne ve baba bu konuda net olmalılar. Özellikle ayrılık kaygısı yaşayan çocuklar için bu sürecin iyi yönetilmesi gerekir. Kesinlikle çocuğa haber vermeden, gizlice oradan ayrılmamalı. Ebeveyn, kaygı ve korku dolu yüz ifadesiyle çocuktan ayrılmamalı. Ebeveynin yüz ifadesi çocuk tarafından çok iyi anlaşıldığı için çocuktan ayrılırken okulun ‘güvenli’ bir yer olduğu mesajı çocuğa aktarılmalı. Ayrılma anını çok uzatmadan, ne zaman ve nereden alınacağı bilgisi çocuğa verilmeli. Kararlaştırılan saat ve zamanda anne ya da baba mutlaka çocuğu almak için orada olmalılar’’ dedi.

Alışma süresi çocuğa göre farklılaşır, bu aşamada öğretmenlerle işbirliği içerisinde olmak gerekir. İlk başlarda ebeveyn okulda kalabilir, ancak bu süre giderek azaltılmalı. Çocuğun okula gitmeye yönelik davranışlarını pekiştirerek, destekleyerek ve çocuğu cesaretlendirerek alışma sürecinin tamamlanması sağlanır. Alışma ve uyum sürecinin uzaması, okul reddi gibi durumlar için mutlaka bir uzmandan destek alınmalıdır.

 

Olba Antik Kenti’nde Kazı Çalışmaları Aralıksız Sürüyor

 

Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, Mersin’in Silifke İlçesi’ne bağlı Uzuncaburç beldesinin doğusunda bulunan Olba Antik Kenti’nde 2017 yılı yaz döneminde başlayan arkeolojik kazıları inceleyerek, görevlilerden çalışmalar hakkında bilgi aldı.BAŞKAN KOCAMAZ, OLBA KAZILARINI İNCELEDİ (1)

Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin 3 yıldır sağladığı maddi desteği bu yıl da devam ettirdiği ve 60 bin TL destek verdiği kazı çalışmalarını inceleyen Başkan Kocamaz, “Mersin’in turizm hayatına, kültürel değerlerine yeni değerler katmak istiyoruz” dedi.BAŞKAN KOCAMAZ, OLBA KAZILARINI İNCELEDİ (7)

Göreve geldikleri günden bu yana destek verdikleri kazı çalışmalarından bahseden Başkan Kocamaz, verilen desteğin devam edeceğini belirterek, “Bu bölgede 8 ayrı yerde kazı çalışmalarımız devam ediyor. Müze müdürümüz, kazı başkanımız ve kazı heyetimiz burada. Bu bölge tarihte çok önemli bir yerleşim birimiydi. Bunların kalıntılarını hep birlikte gün yüzüne çıkaracağız. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Bu tür yerler çok fazla ilgi görüyor. İlgi görürken de bölgede yaşayan insanların günlük hayatına da bazen engeller çıkarabiliyor. Ama Devletimiz büyük devlet, güçlü devlet. İnşallah bu konuyu Bakanlık yetkilileri ile görüşüp en kısa sürede çözmek istiyoruz” şeklinde konuştu.BAŞKAN KOCAMAZ, OLBA KAZILARINI İNCELEDİ (17)

Roma mozaiği gün yüzüne çıkarıldı

Silifke İlçesi’ne bağlı Olba Antik Kenti’ndeki kazılar, Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emel Erten başkanlığında ve Gazi Üniversitesi ile Mersin Üniversitesi doktora, yüksek lisans ve lisans öğrencilerinden oluşan 20 kişilik bir ekip ile sürdürülüyor. Arkeolojik kazılarda aynı zamanda ilgili alanlardaki uzmanlar, eğitim için gelen öğrencileri de yetiştiriyor.

Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin 3 yıldır destek verdiği kazılarda ortaya çıkarılan mimari eserlerin görsel belgelemeleri yapılırken, eski eser restorasyonu ve küçük eser konservasyonunun yerinde yapılabilmesi adına kurulan laboratuvar ile eserlerin ön temizlikleri ve bakımı sağlanabiliyor.

Dağlık Kilikya olarak adlandırılan bölgenin önemli bir merkezi olan Olba Antik Kenti’nin yerleşim tarihine ışık tutmak amacıyla 17 yıldır devam ettirilen kazılar, her yıl olduğu gibi bu yıl da hız kesmeden sürdürülüyor. İlk olarak 2001 yılında yüzey araştırmaları olarak başlayan çalışmalar, 2010 yılında arkeolojik kazı çalışmalarına dönüştü. 2017 yılı kazı çalışmaları, daha önceki yıllarda başlamış olan Roma Dönemi tiyatrosunda, Hıristiyanlık Dönemine ait manastırda ve kentin akropolisinde devam ediyor. Geçtiğimiz yıllarda kazı alanında devam eden çalışmalar sırasında, MS. 2. yy sonu 3. yy başlarına ait bir Roma mozaiğine rastlandı. Olba’da rastlanılan ve değerli, seçkin bir eser olan Roma mozaiği, Silifke Müzesi’ne kaldırıldı ve sergilenmeyi bekliyor.BAŞKAN KOCAMAZ, OLBA KAZILARINI İNCELEDİ (29)

“Arkeolojik kazılar için ilk defa yerel yönetimden böyle bir destek aldık”

Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz’ın kazı çalışmalarına verdiği desteğin önemine değinen Olba Antik Kenti Kazı Başkanı Gazi Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emel Erten, “Sayın Başkan, göreve geldiği tarihten itibaren kazılara destek vermekte. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Çünkü yerel yönetimlerden ilk defa böyle bir destek aldık. Bu sadece Mersin ve bölge arkeolojisi değil aynı zamanda ülkemizin tarihinin, kültürünün aydınlatılması açısından çok değerli bir destek. Sayın Burhanettin Başkanımıza huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum. Yardımlarının her kuruşunun bizim için çok kıymetli olduğunu, çok önemli işlerimizi bu sayede hallettiğimizi belirtmek istiyorum” şeklinde konuştu.BAŞKAN KOCAMAZ, OLBA KAZILARINI İNCELEDİ (35)

Silifke Müzesi Müdürü Nilgün Yılmazer, “Ben öncelikle Mersin Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Burhanettin Kocamaz Bey’e bölgemizdeki kazılara, yüzey araştırmalarına verdiği destekten dolayı sonsuz teşekkür ediyorum. Büyükşehir Belediye Başkanımız bu konuda oldukça duyarlı. Büyükşehir Belediye Başkanımız Burhanettin Bey’in, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği ile bölgede çok güzel çalışmalar yapılacağı inancındayım” diye belirtti.

Bakın Bugün Sizi Kiminle Tanıştıracağız

Bireysel terapi hizmeti, aile danışmanlığı gibi konularda hizmet veren bir Psikoloğu bugün sizlere tanıtacağız. Aile danışmanlığı, aileyi oluşturan bireylerin bir araya gelmesi ve paylaştıkları sorunları birlikte çözmeye çalışmaları üzerine kurulan ve bu doğrultuda Aile Yasası (Family Law Act) çerçevesinde gerçekleştirilen psikolojik danışmanlık hizmetidir. Bu anlamda sözü daha fazla uzatmıyor ve bu hafta ki konuğumuzu size kısaca tanıtmak istiyoruz:

didem dörtkolDidem ÜNGÖR DÖRTKOL Kimdir?

Doğuş Üniversitesinde üstün başarı bursu ile başladığı psikoloji lisans eğitimini birincilikle tamamlamıştır. Okan Üniversitesi klinik psikoloji yetişkin odaklı yüksek lisans programına başlamış, orada gördüğü öğrenimin ve Dr. Emel Stroup’tan almış olduğu süpervizyon eğitiminin ardından uzmanlığını almıştır. Aynı yıl Kadir Has Üniversitesi Aile Danışmanlığı programını da başarı ile tamamlamış olup Aile Danışmanı ünvanını da almıştır.

     

Lisans eğitimi süresince İstanbul Bahçelievler Bakım, Rehabilitasyon ve Aile Danışma Merkezinde psikolog olarak görev almış; farklı gelişim özellikleri olan çocuklara yönelik çeşitli meslek elemanları rehberliğinde mesleki bilgi ve beceri kazanmış ve bunları uygulama imkanı bulmuştur. Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde ve NPİstanbul Nöropsikiyatri Hastanesinde gönüllü olarak görev almış; psikiyatri servisinde vizitlere ve grup çalışmalarına gözlemci olarak katılmıştır.

John Hopkins University tarafından yürütülen toplum sağlığına yönelik bir araştırmanın “Water Pipe Secondhand Smoke Exposure: Characterization of Environmental Toxicants and Tobacco Biomarkers” Türkiye örnekleminde araştırmacı olarak saha çalışmalarında görev almıştır.

Mesleki yaşamına özel bir merkezde başlamıştır. Merkeze gelen danışanların görüşmelerini yaparak gerekli görülen kişilik (MMPI), zeka (WISC-R), dikkat (COGNIPLUS), bellek (NPT) ve semptom tarama testlerini uygulayarak ilerleyen seanslarda psikoterapilerinde yer almıştır. Ayrıca öğrenciler ve aileleri için eğitim danışmanlığı yapmış; sınav kaygısı, dikkat eksikliği üzerine çalışmalarda bulunmuş ve Viyana Test Sistemini kullanmıştır. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ve davranış bozukluğu tanısı alan çocuk danışanlar ve aileleriyle çalışmalar yapmıştır. Aynı zamanda panik atakla birlikte süren kaygı bozuklukları ve fobilerin tedavisinde sistematik duyarsızlaştırma yöntemini kullanmıştır.

Fransız Lape Hastanesinde ve Türkiye Hastanesinde yatan hastalara (özellikle depresyon, bipolar bozukluk ve şizoafektif bozukluk) terapi sürecinde psikolojik destek sağlamıştır.

Eğitim dönemi boyunca pek çok ulusal lisans ve lisansüstü psikoloji kongrelerine katılmış olup çok sayıda değerli uzmandan Kognitif Terapi, Aile ve Çift Terapisi, EMDR, Depresyon ve Travmatik Stres Bozukluğuna dair eğitimler almıştır.

Almış olduğu eğitimler doğrultusunda Türk Psikologlar Derneğinden onaylı Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri (MMPI), WISC-R Zaka Testi, Nöropsikolojik Testler, Çocuk Değerlendirme Testleri, Cogniplus, Viyana Test Sistemi uygulayıcı sertifikasına sahiptir. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Nöropsikoloji Laboratuvarında test uygulamaları yaparak eğitimini tamamlamıştır.

2016 yılında çalışmaya başladığı Memorial Şişli Hastanesinde halen çalışmakta olup danışan kabul etmektedir.

 Not:Konuyla ilgili yayınlar devam edecektir!

Haber Yayın: Yusuf Ünel