Etiket arşivi: Dokuz

YALANLA YAŞARKEN GERÇEK DÜNYADA

 

 

 

DOĞRUDAN BIKMIŞIZ HABERİMİZ YOK

VİCDANLA YÜZYÜZE GELDİK AYNADA

AHLÂKI YIKMIŞIZ HABERİMİZ YOK”

Derdi mağfur Ser-i Beyzâgillerden Nefs-i Fısdık karyeli Ebâ-yı Müslim Hazretleri. Pîr-i fâni dedemiz Lâzutî Kıpçak Hoca da işbu Halfetengiz Baba’ya bağlı idiler.

Biz dahi o Savt-ı Kesif’e merbutuz. Gür-ses’li birini dinlemekten damar yollarım genleşebiliyor ve bazen dilini merkep arısı sokmuş gibi beyân-ı lisanda bulunabiliyoruz. Hâlbuki güzel Türkçemizde ne duru, ne sade deyimler ve anlatımlar var.

Misal: “Yalanın bini, bir para.” Yani o kadar ucuz..

Misal: “Yalanın kemiği yok ki boğazına bata.” Di mi yani, Allah vergisi..

Misal: “Bin yalan söyle, bir kuruş kaybetme!” Emriniz olur efêm, partimizin mottosudur.

Misal: “Doğruluk minarede kalmış, onun da içi eğri.” Meğer ki neymiş; herkes yamuk..

Misal: “Bana yalan söyleyenlere kızmıyorum, yeter ki inandırsınlar.” Tabiî üstad, sanata saygımız sonsuz..

Misal: “Yeterince büyük bir yalan söylerseniz ve bu yalanı sürekli tekrar ederseniz insanlar sonunda buna inanmaya başlayacaktır.” İmza; Goebbels Reis..

Misal: “Sultan Süleyman öldü, yalan öldü mü?” Başiskele versiyonu: “Atatürk öldü, yalan öldü mü?” Cevap veriyorum: Yalan ölümsüzdür, yalancılıktan kim ölmüş?!

Bahçecik deyince aklıma geldi; Gürcü kökenli bir abimiz bilardo oynadığımız kahvede hep onu derdi: “Eyda, benum çok pis bi huyum var; yalan soyliyemuyorum, dilum donmuyor.” (Not: Harfler doğru yazılmıştır, ‘r’leri vurgulu okuyabilirsiniz.)

Valla, biz de öyleyiz. ‘Yalan Dünya’ falan diyoruz ya; aslında tek gerçeğimiz dünyalıklarımız.. Ahiretmiş, Mahkeme-i Kübra’ymış; eldeki somut verilere göre varsayım.. Ne demişiz atalar boyu: “Bugünkü tavuk yarınki kazdan iyidir.

Para, elinin kiriymiş’; pöh! Para günahları yıkayan en iyi sabundur. Parayı bulursanız bu dünyada cenneti yaşayabilirsiniz; muhtemelen öbür dünya için de cennette, denize nâzır ve lâtif bir köşkte ebedî yaşamı satacak bir din bulacaksınızdır. Helbet paranız yetiyorsa..

Ne çok severiz yalancıktan Yunus’u ve 7’den 77’ye herkesin gevişlediği o sözleri:

Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi?

                        Mal da yalan, mülk de yalan / Var biraz da sen oyalan

Hadi oradan! Oyalanma beşikten mezara kadar.. “Mal, canın yongasıdır” kardeşim. Mülkler ise devremülk, özel mülk diye ikiye ayrılsa da çoğumuz ikisine de sahip olmak isteriz. Bi de “MülkSûresi var ki onu da ‘Tebâreke’ diye okuyu üfleyip geçelim.

Türk’ün iş zihniyetinde “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar”. Dolayısıyla eğer varsa onuncu köye mülteci olmaktan başka şansı yok doğru sözlü olanın. Bu arada TUİK verilerine göre 9 köy ülke nüfusunun yüzde 90’ını oluşturuyormuş. Ben istatistik ilminin yalancısıyım.

Yalan deyince aklıma geldi: “Yalancılık artık meslek dalı olarak ilan edilmeli çünkü çok fazla ustası var.” Balzac Emice ancak söyler ama biz tatbik ederiz hamdolsun.

Sivrikayalardan bir arkadaşım çizgisinde çok ilkeli (!) ilerleyen bazı tipleri görünce “Yalana hiç doğru katmıyor” derdi. ‘O tipleri ölene kadar görmekle cezalandırma beni Tanrım’ diye arak ve muharref bir mısra kurmayı denesem de ölüm kurtuluş değil; cenaze namazına da, defin merasimine de gelirler.

Offf! Sıkıldım bu mevzudan… “Yalan da olsa mutluyum ya, bu bana yetiyor.”

KOCA PİRİ REİS GEMİSİ 40. YAŞINI KUTLUYOR

 

Dokuz Eylül Üniversitesi, Koca Piri Reis Araştırma Gemisi’nin 40. yılını kutlamaya hazırlanıyor. Almanya’da deniz araştırmaları için inşa edilen gemi, 1978 yılından bu yana aktif olarak hizmet veriyor. Bilimsel araştırmaların yanı sıra Türkiye için önemli stratejik görevler icra eden Koca Piri Reis, Dokuz Eylül Üniversitesi’nin ‘yüzen üniversite’ hedefine ulaşmasına katkı sağlıyor.

Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü’ne bağlı 4 araştırma gemisinden biri olan K. Piri Reis, 40 yıldır Türkiye’nin deniz araştırmalarında, bilimsel çalışmalarında aktif rol alıyor. Herhangi bir limana yanaşmadan 15-20 gün aralıksız seyir yapabilme kapasitesine sahip olan K. Piri Reis, konumlama sistemine, oşinografik, biyolojik, jeolojik-jeofizik ekipmanlara ve bir laboratuvara sahiptir. 15 Kasım 2018’de 40. yılını geride bırakacak olan emektar gemi, başta deniz jeolojisi, jeofiziği olmak üzere, deniz kimyası, fiziksel oşinografi, canlı deniz kaynakları, kıyı mühendisliği ve sualtı arkeolojisi alanlarında Dokuz Eylül Üniversitesi’nin ve Türkiye’nin imzasını denizcilik dünyasına atıyor.

 

TÜRKİYE’DE İLK SIRADA

Dokuz Eylül Üniversitesi’nin sahip olduğu bilimsel ve akademik altyapısı ile Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen üniversiteleri arasında yer aldığını kaydeden Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü yetkilileri, “Enstitümüz, Türkiye’nin deniz araştırmaları konusunda dünya çapında stratejik öneme sahip çalışmalarını yürütmektedir. 40. yaşını kutlayacağımız K. Piri Reis gemimiz ile Türkiye’nin etki alanını Akdeniz, Karadeniz, Ege denizinin ötesine götürerek 35 milyon kilometrekarelik bir alana yaymış durumdayız. TÜBİTAK’ın yaptığı değerlendirmede Türkiye’de deniz araştırmaları konusunda da birinci sıradayız. Bu noktaya gelmemizde bize destek veren üniversite yönetimimize teşekkür ediyoruz” şeklinde açıklama yaptılar. Yetkililer, Türkiye’nin; bölgesel araştırmaların yanında dünya çapında araştırmaları yürütebilecek güce sahip olduğunu belirterek, “Kutuplarda üs kurulmasına yönelik bir proje var. Üniversitemiz olarak bu projede yer alıyoruz. Bu noktada kutup bölgelerinde çalışabilecek yeni gemiler de Türkiye’ye kazandırılmalıdır. Böylece ülkemiz, sadece Akdeniz ve Karadeniz havzalarında değil ülke politikaları doğrultusunda okyanuslarda da yer alacak” ifadelerini kullandılar.    

Tanju Okan Beste Yarışması finalistleri belli oldu

Urla Kaymakamlığı, Urla Belediyesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Konservatuvarı Müzik Bölümü Kompozisyon ve Orkestra Şefliği Ana Sanat Dalı Başkanlığı işbirliği ve Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü’nün medya sponsorluğunda gerçekleşecek olan  “ Tanju Okan 3. Pop Müzik Beste Yarışması ”nın finalistleri belli oldu.

Yarışmanın finalistleri arasında Abdullah Şimşek, Çağrı Çığ Sığırcı, Onur Yıldızdoğan, Çağlar Yıldırım, Cihangir İncemen, Recep Uluçay, K.Emrah Erginer, Ziya Ümit Özbakır, Mustafa Erkan Özdemir ve Sefa Böke oldu.

Final Urla’nın Kurtuluş Günü’nde

TRT Türk Pop Müziği Repertuarı’nı geliştirmek, bestecileri ve söz yazarlarını nitelikli yeni eserler vermeye teşvik etmek, eserlerinin tanıtılmasına katkıda bulunmak ve yeni bestecilerin yetişmesini sağlamak ve üniversite gençliğini müzik alanında çalışmaya teşvik etmek amacıyla düzenlenen yarışmanın finali Urla’nın Kurtuluş Günü olan 12 Eylül 2018 tarihinde gerçekleşecek.

Beste Yarışması’nda birinci 12 Bin 500 TL ödülü almaya hak kazanırken, finalistler ise 1.250 TL mansiyon ödülüne sahip olacaklar.

Trafik Otoritmi Açıklandı: Bakın Hayatınız Boyunca Kaç Gününüz Yolda Gidiyor?

 

 

Beykoz Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi ve Yeditepe Üniversitesi akademisyenleri bir araya gelerek İstanbul trafiğindeki 500 bin aracın koordinatlarını ve hızını 5 yıl boyunca takip etti. Raporun sonuçlarına göre İstanbul’da yaşayanlar hayatlarının ortalama 3.5 yılını trafikte geçiriyor. Bu da haftada bir iş günü mesai fazladan yapmış etkisi yaratıyor. Beykoz Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Serkan Gürsoy, trafik nedeniyle kısa vadede zaman, enerji ve fırsat kaybı; orta vadede çevre kirliliği ve sağlık kayıpları; uzun vadede ise sosyoekonomik ve sosyokültürel kayıplar yaşattığını söyledi 

 

Beykoz Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi ve Yeditepe Üniversitesi’nden akademisyenler bir araya gelerek, ‘İstanbul Trafik Otoritmi 2017’ raporunu açıkladı. İstanbul ili ana arterlerindeki trafik yoğunluğuna bağlı gecikmelerin düzeylerini ölçerek kent sakinlerinin hareketlilik kabiliyetlerini konu alan rapor, çarpıcı bilgileri ortaya koydu.

Raporun sonuçları, trafiğin insanı çevreleyen insanlar ve diğer unsurları anlatmak için kullanılan ‘Bir şehirde trafik yoksa, hayat da yoktur’ sözünün anlamını resmen değiştirdi. Trafikteki yoğunluktan kaynaklanan gecikmeler ilişkileri de olumsuz etkiledi. Girilen zahmetin, gidilecek yere değip değmeyeceği ikilemleri de artış gösterdi.

Rapora göre; İstanbul’da yaşayanlar hayatlarının ortalama 3,5 yılını şehir trafiğinde yaşanan yoğunluktan kaynaklanan gecikmelere feda ediyorlar.

 

Zamanın yüzde 67’si trafikte geçti

2017 yılında İstanbul ana arterlerinde hareket eden sürücüler ve yolcular seyahatleri süresince harcadıkları zamanın yaklaşık yüzde 55’ini trafik yoğunluğu nedeniyle kaybettiler. Açık trafikte 20 dakikada alacak mesafeleri yaklaşık 45 dakikada ancak kat edebildiler. Ortalama sürüş hızı 36 km/saat olarak belirlendi. Trafik yoğunluğu sabah ve akşam saatlerinde daha da arttı. Hafta içi sabahları ortalama hız ana arterlerde yaklaşık 27 km/saate indi, trafikte kaybedilen süre toplam zamanın yüzde 67’sine ulaştı. Açık trafikte 20 dakika süren mesafe, sabah ve akşam saatlerinde yaklaşık 1 saat sürdü. Hafta içi sabah ve akşamlarında 30 km araç kullanan kişiler yaptıkları her seferde 40’ar dakika kaybettiler. Günde 2 saatlerini harcadıkları trafikte, 1 saat 20 dakika yoğunluktan dolayı harcandı. 5 gün boyunca benzer yoğunluk seviyelerinin yaşanmasından dolayı haftalık kayıp 7 saate başka bir ifadeyle neredeyse 1 iş günü mesaisine yaklaştı.

 

 

10 dakikalık yol 47 dakika sürdü

Raporun verilerine göre;

– 7.5 km’lik Maslak-Mecidiyeköy arası 2017 yılı sabahlarında ortalama 25 dakika sürdü, tersi yönde aynı rota 23 dakika sürmüş. Trafik açık olsaydı yalnızca 12 dakika sürecekti.

– 17 km’lik Taksim-Kozyatağı arasında 2017 akşamlarında sürüş hızı ortalama 15 km/s olmuştur. Açık trafikte yaklaşık 15 dakika sürmesi gereken yol bir saatten fazla sürmüştür (69 dk). Aynı saatlerde tersi yönde hareket eden sürücüler ise aynı mesafeyi yaklaşık 45 dakikada almışlardır.

– 10 km’lik Mecidiyeköy Bakırköy arası açık trafikte 10 dakika sürebilecekken, sabahları 17 dakika akşamları ise yoğunluktan dolayı 47 dakika sürmüştür. Tersi yönde hareket eden sürücüler Bakırköy’den Mecidiyeköy’e giderken yolda sabahları 42 dakika akşamları ise yaklaşık 30 dakika harcamışlardır.

 

500 bin araç 5 yıl takip edildi

Trafipper ve Başarsoft iş birliği ile desteklenen çalışma 500 binden fazla aracın 5 yıl boyunca kesintisiz takip edilmesi sonucu elde edilen koordinat ve hız verilerinin analiz edilmesi ve işlenmesiyle oluşturuldu.

Bu çalışma için işlenen veriye İstanbul’da yaklaşık 4 bin km’lik bir yol ağı takip edilerek ulaşıldı. Bu uzunluk İstanbul ile Atlantik Okyanusu’na kıyısı olan Lizbon arasındaki karayolu mesafesine (4.092 km) eşit. 5 yıl boyunca, 120 arterde her 2 saniyede bir bu mesafedeki hareket kayıt altına alındı. Çalışma, trafiği 3 farklı hareketlilik üzerinden değerlendirmeye aldı: Ana Koridor, Doğu-Batı Aktarma Koridoru ve Batı-Doğu Aktarma Koridoru.

 

Orta vadede sağlık kaybı uzun vadede ekonomik ve kültürel kayıp

Trafik yoğunluğunun yarattığı gecikmelerin neden olduğu kayıpların kısa, orta ve uzun vadede değerlendirilmesi gerektiğini belirten projenin sorumlusu Beykoz Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Serkan Gürsoy, “Kısa vadede ortaya çıkan zaman, enerji ve fırsat kayıpları orta vadede genişleyerek çevre kirliliği, sağlık kayıpları, aşınma ve yıpranma artışları olarak ortaya çıkıyor” dedi. Gürsoy, uzun vadede ise kent insanın eş zamanda erişebileceği çevrenin giderek küçülmesinin yaratacağı sosyoekonomik ve sosyokültürel kayıpların boyutlarına dikkat çekti.

 

www.türkiyeokuyor.com Okuruna Önemli Not: İstanbul Kavacık’ta 2016 yılında kurulan Beykoz Üniversitesi’nin temeli, 2008’de Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu’nun kurulması ile atıldı. Rektör Prof. Dr. Mehmet Durman’ın yönetimindeki Beykoz Üniversitesi’nde; ‘İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi’, ‘Sanat ve Tasarım Fakültesi’, ‘Sosyal Bilimler Fakültesi’, ‘Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi’ olmak üzere dört fakülte, ‘Yabancı Diller Yüksekokulu’, ‘Sivil Havacılık Yüksekokulu’ olmak üzere iki yüksekokul, ‘Meslek Yüksekokulu’, ‘Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu’ olmak üzere iki meslek yüksekokulu ve yüksek lisans ve doktora programlarının sunulacağı bir ‘Lisansüstü Programlar Enstitüsü’ yer almaktadır.

17. Yılında, 17 Ağustos Depremini Unutmadık, Unutturmayacağız!

 

17 Ağustos Marmara Depreminin 17. yılında İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi tarafından bir basın toplantısı yapıldı.

 16-19 Ağustos 2016 tarihleri arasında TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu, Bornova Belediyesi, Karşıyaka Belediyesi ve Konak Kent Konseyi ile birlikte gerçekleştirilen toplantıda İnşaat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Gürkan Erdoğan bir basın bildirisi yayınladı. Bildiride şu ifadelere yer veridi;

 

17 ağustos izmir.jpg217 Ağustos 1999 tarihinde, son yüzyılın en büyük felaketlerinden birini yaşadık. Doğu Marmara’da büyüklüğü 7.4 olan ve yaklaşık olarak 45-50 saniye devam eden bir deprem oldu. Merkez üssü GÖLCÜK olan bu deprem büyük bir afet ortaya çıkardı.

17 Ağustos 1999 Kocaeli ve 12 Kasım Düzce depremleri binlerce insanımızın ölümüne ve yaralanmasına, milyarlarca liralık mal kaybına neden oldu. En doğusundan en batısına, en kuzeyinden en güneyine kadar ülkemizde yaşayan uzak veya yakın her aileyi bir ölçüde etkiledi, herkesi ayağa kaldırdı. Depremin yol açtığı yıkımlar Kocaeli, Yalova, Bolu, Düzce illeri başta olmak üzere İstanbul, Bursa, Tekirdağ, Eskişehir, Zonguldak illerinde de çok büyük ölçüde can kaybına ve yapı hasarlarına neden oldu. Ayrıca, yapılarda meydana gelen yangın ve kimyasal madde sızıntıları nedeniyle insanlar zehirlendi, bir çevre felaketi ortaya çıktı.

Sadece Adapazarı ve Yalova’da ortaya çıkan yıkımın ulaştığı boyut son 35 yılda ülkemizde yaşanan depremlerin her birinin birkaç katına çıkmıştır. Büyük yıkımın merkezi olan GÖLCÜK’te ise 1939 Erzincan Depremi ile kıyaslayabileceğimiz bir yıkım yaşanmıştır.

Kentleşmenin ve sanayileşmenin çok yoğun olduğu; ticaret, eğitim ve sağlık yapıları ile birlikte altyapının gelişmiş olduğu, sanayide yaratılan katma değerin oldukça yüksek olduğu bu bölgenin birinci derece tehlikeli deprem kuşağında olduğu biliniyordu.

Deprem, Türkiye nüfusunun 1/3’nün yaşadığı bir bölgede etkisini göstermiş, on beşten fazla il ve ilçe merkezinde önemli ölçüde hasara neden olmuştur. Bu depremler önemli ölçüde can ve mal kayıpları ortaya çıkarmakla kalmamış bizlere çok daha büyük bir tehlikenin henüz yaşanmadığını da hatırlatmıştır. Bu tehlike Marmara Denizinin içinde olacak bir depremdir ve İstanbul’u ve çevre illeri büyük ölçüde etkileyecektir. Bu nedenle İstanbul Depremi üzerinde bilim insanları çeşitli çalışmalar yaptılar, yapmaya da devam ediyorlar. Yaşanacak olan İstanbul Depremini ve ülkemizin diğer yerlerinde yaşanacak olan depremleri afet yönetimi açısından inceleyerek gerekli önlemlerin alınması gerektiğini de ortaya koydular. Biz de İnşaat Mühendisleri Odası olarak genelde deprem zararlarını azaltmak, özel olarak da İstanbul Depreminin ortaya çıkaracağı kayıplara ilişkin birçok çalışma yaptık.

17 ağustos izmir.jpg1Daha önce de ülkemiz büyük depremlere tanık olmasına rağmen 1999 depremleri, ülke için önemli bir dönüm noktası olarak düşünüldü. 17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli deprem bir MİLAT olarak kabul edildi.

Yapı üretim sürecindeki eksiklikler, mevcut yapıların durumu ve ülkemizin kentleşme ile ilgili politikaları, afete hazırlık konusu ve ilgili mevzuatlar olmak üzere geniş bir yelpazede ortaya çıkan yetersizlikler ve hatalar gözler önüne serildi. Ne yazık ki 1999 depremlerinin ortaya çıkardığı ağır bedellerden yeterli ölçüde ders çıkarılmaması, 2011 Yılında yaşamış olduğumuz Van depreminin acı yüzüyle bir kez daha anlaşıldı.

Konunun tüm ilgili tarafları, Van Depremi nedeniyle ülkemizin deprem gerçeğini bir kez daha hatırladılar. Ülkemizin en yıkıcı fay hattı olan “Kuzey Anadolu Fay Hattı” başta olmak üzere farklı bölgelerimizin deprem tehlikesi altında olduğu Van Depremi ile bir kez daha gözler önüne serildi.

Ülke topraklarının yüzde 66’sı 1. ve 2. derecede deprem bölgesinde yer almaktadır. Ülke nüfusunun yüzde 70’i ve büyük sanayi tesislerinin yüzde 75’i deprem tehlikesi altındadır. Türkiye çok sık deprem yaşayan ve bu depremlerde can ve mal kayıpları olan bir deprem ülkesidir.

Elbette, deprem bir doğa olayıdır. Bir doğa olayının afete dönüşmesi insan kaynaklı eksiklikler ve hatalar zincirinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde 6 ve üzeri büyüklükteki her deprem önemli ölçüde can ve mal kayıplarına neden oluyor. Sorun bir doğa olayı olan depremin kendisinde değil, depreme dayanıklı yapı üretilmemiş olmasında yatmaktadır. Gerekli önlemleri almamaktan ya da denetimsizlikten kaynaklanan olumsuzlukları “kader” olarak değerlendirmemek gerekir. Bunun yerine mühendislik bilimine uygun hareket edilmeli, deprem büyüklükleri dikkate alınarak yapı üretim yerleri ve yapı üretim süreci bilime ve bilgiye dayalı olarak yönetilmelidir.

Mühendislik bilimi, yöneticilerin ve siyasi sorumluların doğa olaylarını doğru bir biçimde ele almalarıyla, deprem bir afet olmaktan, masum insanların can ve mal güvenliği tehlike altında olmaktan çıkarılır. Doğa olaylarının doğal afet halini almasına neden olan ihmaller, hatalar ve eksiklikler zincirinin kırılması, akla ve bilime dayalı bir yol izlenmesiyle mümkün olabilir.

Afet, bir olayın kendisi değil insan veya doğa kaynaklı olayların ortaya çıkarmış olduğu bir sonuç olarak bilinmektedir. Doğa olaylarını başta deprem olmak üzere afete dönüştürenler yöneticilerdir, yöneticilerin hatalarına göz yuman insanlardır.

Bilimi, planlamayı ve denetimi dışlayan, planlı bir üretim ekonomisi yerine ranta ve spekülasyona dayalı bir ekonomiyi egemen kılan bir anlayışın sonucu olarak kentlerimiz; sağlıksız, deprem güvenliği olmayan kaçak ve mühendislik hizmeti almayan bir yapı stoku ile karşı karşıya kalmıştır.

Yapı Stokumuzun Durumu

17 Ağustos 1999 Gölcük Merkezli Deprem, yapı stokunun %6’sının yerle bir olduğunu, %7’sinin ağır hasar aldığını, %12’sinin de orta ölçekte hasar aldığını ortaya koymuştur. Açıkçası depremden önemli ölçüde etkilenen Yalova, Adapazarı ve Kocaeli’nde bulunan yapı stokunun %25’i oturulamaz hale gelmiştir. Okullar, işyerleri, endüstri tesisleri, köprüler, hastaneler, diğer kamu yapıları ve konut nitelikli yapılar önemli ölçüde hasar alarak can ve mal kayıplarına neden olmuştur.

Gerek 17 Ağustos Depreminin ortaya çıkardığı gerçekler gerekse diğer depremlerde karşılaştığımız durumlar yapı stokumuzun büyük ölçüde risk taşıdığını, yani deprem güvenliklerinin olmadığını, açıklıkla ortaya koymuştur.

Deprem, diğer doğa olaylarından farklı olarak çok sayıda yerleşim yerlerini etkilemekte ve daha büyük hasarlara neden olmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde topraklarımız büyük ölçüde depremlerden etkilenmiştir. Çoğunlukla kırsal alanları etkileyen depremlerin yaşandığı ülkemizde, ilk kez 1999 Doğu Marmara depremleri yoğun yerleşim alanlarının bulunduğu metropol alanları önemli ölçüde etkilemiştir.

Deprem sonrası ortaya çıkan zararları azaltmak için sadece yara sarma anlayışı ile hareket etmek sorunun ana kaynağını ortadan kaldırmıyor. Sorunu sorun olmaktan çıkaracak olan deprem yaşanmadan önce alınacak önlemlerde saklıdır. Deprem öncesi alınacak önlemler deprem riskinin azaltılacağını ortaya koyuyor.

1999 Marmara Depremi sonrası geçici ve kalıcı konut uygulamalarına yönelik olarak yapılan çalışmalar diğer yapılarla birlikte konutun insan için özel anlam taşıyan bir yapı olduğunu ortaya koymuştur. Konutu; insanın fiziksel, psikolojik ve sosyal olarak daha üst seviyede ihtiyaçlarını karşılayan özellikleriyle birlikte ele almak gerekiyor. Konut yapmak sadece bina yapmak değil, binadan da önemli olan yaşamı biçimlendirmektir.

Deprem Gerçeği İle Yüzleşelim

Bugüne kadar ülkemizin deprem gerçeğinin bilinmesine yönelik birçok çalışma yapılmıştır. İnşaat Mühendisleri Odası olarak deprem gerçeği ile ilgili hazırlamış olduğumuz raporu TBMM Deprem İnceleme ve Araştırma Komisyonuna kapsamlı bir sunumla anlattık. Bu raporla yapı denetimi ve mühendislik eğitiminin eksikliğine plan kavramı ve kentsel planlamanın nasıl olması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Ayrıca mesleki etik ve mesleki yeterlilik üzerinde durularak yetkin mühendislik konusuna da dikkat çekilmiştir.

17 Ağustos 1999 Depreminden sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi İTÜ, ODTÜ, YTÜ ve BOĞAZİÇİ Üniversitesine, “İstanbul Deprem Master Planı” adı altında oldukça kapsamlı bir çalışma yaptırmıştır. 2004 yılında Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, “1.Deprem Şurası” adı altında ülkemizin bilim ve bilgi insanlarını bir araya getirerek önemli bir çalışma yaptırmıştır. Yine Bayındırlık ve İskan Bakanlığı 2009 yılında çok sayıda bilim insanı ve uzmanın katıldığı “Kentleşme Şurası”nı toplamış, çok değerli raporların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Odamız da bu çalışmalara katılarak bilgi ve deneyimini tüm katılımcılarla paylaşmış, depreme ve deprem zararlarının azaltılmasına ilişkin çok sayıda panel, sempozyum ve konferans düzenlemiştir. Yapılan bu çalışmaların ortaya çıkarmış olduğu gerçekleri sıralarsak:

-Mevcut yapı stokunun deprem güvenliği yoktur. Bu yapıların güçlendirilmesi gerekir.

-Onarım ve güçlendirme çalışmaları rasyonel değilse yıkılıp yeniden yapılmaları gerekir.

-Yeni yapılan yapıların yeterli ölçüde mühendislik hizmeti alması ve denetlenmesi gerekir.

-Mal sahibi adına kendisini denetleyecek olan yapı denetim kuruluşunu müteahhitler belirlemektedir. Bu sistemin değişmesi gerekir.

-Yapı denetim ücreti son derece yetersizdir.

-Denetim sürecinde bulunan meslek insanlarının mesleki yeterlilikleri, meslek odası tarafından belgelenmemektedir.

-Meslek odaları yapı üretim sürecinin dışına itilmiştir.

-Yetkin mühendislik yasası tüm uğraşılara rağmen çıkarılmamıştır.

-1938 yılında çıkarılan, sadece diploma almaya bağlı olarak hizmet üretilmesini sağlayan  “Mühendislik Mimarlık Hakkında Yasa” değiştirilmemiştir.

-Kentleşme süreci ile ilgili olarak ya sağlıklı planlar üretilmemiş ya da üretilmiş olsalar bile uygulama dışı bırakılmıştır.

Ne yazık ki yapılmış olan bu çalışma ve ortaya çıkarılan raporlarda bulunan değerli bilgiler dikkate alınmamış ve bu çalışmaların yapılmasına öncülük eden kadrolar da ilgili bakanlıklardan ve yerel yönetimlerden tasfiye edilmişlerdir.

Deprem ve Kentsel Dönüşüm

Kentsel dönüşümün sosyal boyutu, kentsel boyutu, finansal boyutu, yasal boyutu, yıkım ve geri dönüşüm boyutu son derece önemli konulardır. Kent yaşamına sadece mekânsal ölçekte bakmamak gerekir.

2009 yılında gerçekleştirilen Kentleşme Şurası’nda, kentsel dönüşüm konusu şu şekilde açıklanmıştır: ”fiziksel mekanın dönüşümünün yanında sosyal adalet ve sosyal gelişim, sosyal bütünleşme; tarihi ve kültürel mirasın korunmasıyla birlikte zarar azaltma, risk yönetimi çerçevesinde kapsamlı ve bütünleşik bir planlama yaklaşımıyla, konu ele alınmalıdır.”

Oysa bugün kentsel dönüşüm YIK-YAP anlayışıyla bir müteahhit anlayışı ile ele alınmakta ve rantı yüksek olan yerlerde yapılmaktadır. Kentsel dönüşüm bütünlüklü bir planlamanın sonucu olarak değil, kent planlamasının kendisi olarak ele alınmaktadır. Ayrıca konuyu daha ilgi çekici kılabilmek için “deprem odaklı kentsel dönüşüm” adıyla sunulmaktadır.

Türkiye ekonomisi inşaata dayalı olarak yürütülmeye çalışıldığı için kamuya ait arsa ve arazilerin yapılaşmış olması yeni arsa ve arazilere duyulan ihtiyacı gündeme getirmiştir. Bu bağlamda “6306 sayılı Afet Riski Altında Bulunan Alanların Dönüştürülmesi Yasası” çıkarılmıştır.

Oysa bu uygulamalara ve yeni yapıların üretilmiş olmasına rağmen, 17 Ağustos 1999 yılında var olan yapılar bugün de varlıklarını sürdürüyorlar. Bu yapıların güçlendirilmesi gerekir.

Bugün özellikle rantı yüksek olan yerlerde yapılan kentsel dönüşüm uygulamalarıyla yıkılmaması gereken yapılar yıkılmaktadır. Daire alanları küçülmekte, daire sayısı artmakta, bu bağlamda nüfus oranı da %30 mertebesinde artmaktadır. Kentin fiziksel eşiklerinin aşılmış olmasının yanında demografik yapı da bozulmaktadır. Aynı alt yapının, aynı yolların olduğu yerlerde artan daire sayısı nüfusu artırmakta, nüfus artışı da otomobil sayısında artışlara neden olmaktadır. Özellikle İstanbul gibi metropol kentlerde sürdürülemez bir durumla karşı karşıyayız.

Sonuç olarak

17 Ağustos Depreminin üzerinden 17 yıl geçmiş olmasına rağmen İstanbul başta olmak üzere, kentlerimiz depreme hazır değil.

Odamız, bugüne kadar mühendislik eğitiminden yapı üretim sürecine kadar geniş bir yelpazede görüş ve önerilerini defalarca kamuoyuyla, ilgili idari ve siyasi birimlerle paylaşmıştır. Odamız tarafından bu konuya ilişkin çeşitli raporlar hazırlanmış, ilgili bakanlıkların düzenlediği bilimsel içerikli etkinliklere katılarak değerlendirmelerde bulunulmuş, deprem ve ilgili konularda çok sayıda bilimsel-mesleki etkinlikler, meslek içi eğitimler düzenlenmiş, depremin unutulmaması ve depreme yönelik duyarlılığın artırılması amacıyla kitlesel eylemler, yürüyüşler organize edilmiştir.

Ancak son yıllarda iktidarın mesleğimizi ilgilendiren konularda yaptığı değişikliklerle; meslek odalarının üyelerini denetlemesi, sicillerini tutması, mesleki faaliyetlerini kayıt altına alması engellenmiş, meslek odalarının üyeleriyle olan ilişkileri zayıflatılmıştır. “İmzacılık” ve sahte mühendisler mesleğimizin güvenirliğini aşağılara çekmiştir. Bu durum haksız bir rekabeti gündeme getirdiği için mühendislik hizmetlerinde kalite düşmüştür. Mevzuat ve uygulamaya ilişkin yapılan değişiklikler,  yapı üretim sürecini denetimsizliğe mahkum etmiştir.

İnşaat Mühendisleri Odası, yapı üretim süreci tüm eksiklerinden arındırılıncaya kadar, yapı stoku iyileştirilinceye, güvenli ve sağlıklı yapı üretilinceye ve mühendislik hizmeti almadan üretilmiş tek bir yapı kalmayıncaya kadar çalışmalarını sürdürecektir.

İnşaat Mühendisleri Odası depremi unutmama, unutturmama ısrarını sürdürmektedir. Güvenli ve sağlıklı yapı üretimi sağlanana kadar da depremi unutmamaya ve unutturmamaya çaba gösterecektir.

17 ağustos izmirTMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu

Unutulmamalıdır ki Afeti en aza indirgemenin yolu toplumumuzu afete hazırlıklı hale getirmekle mümkündür. Gelişmiş ülkelerde bu ilköğretim seviyesinde başlayıp yaşam boyunca devam etmektedir.

Ülkemizde 1999 Marmara Depreminden sonra bu konuda olumlu çalışmalar yürütülmüştür. Özellikle İzmir ilimizde depreme yönelik gerek Valiliğin gerekse Büyükşehir Belediyesinin öncülüğünde  İnşaat Mühendisleri Odası ile birlikte kapsamlı çalışmalar yapılmıştır. 1999 yılında tamamlanan Radius Projesi , 2009 yılında yapılan Afet Sempozyumu ve 2012 yılında iki ilçede yapılan Yapı Stoğu Envanter Çalışması bunlara birer örnektir. Bu projeler, şehrimizi yöneten idarecilerimize yol göstermiştir.

Depreme Hazırlık deprem bilincini geliştirme, afetzede ilk toplanma alanlarının ve çadırkentlerin belirlenmesi ve bu yerlerin broşürlerinin halkın bilgisine sunulması konusunda   İzmir Afet ve Acil Durum Yönetim Merkezi tarafından oluşturulan danışma kurulu  olumlu çalışmalar yürütmüştür. Ancak 2012 yılından beri bu kurulun çalışmalarına ara verilmiştir.

Valilik, üniversite, belediye ve sivil toplum kuruluşlarından oluşan bu topluluğun bilgi birikimlerinden faydalanılması ve sorunların tartışıldığı toplantıların en az ayda bir olarak düzenlenmesinin fayda sağlayacağını düşünüyoruz.

 

Gürkan Erdoğan

İnşaat Mühendisleri Odası

İzmir Şube Başkanı

Sağlık turizminde ilk adım

 

desem.jpg2Eşrefpaşa Hastanesi’nden örnek proje
İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Eşrefpaşa Hastanesi’nde görevli sağlık personeli, artık yabancı konuklarla İngilizce iletişim kurabilecek. Dokuz Eylül Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi (DESEM) işbirliğiyle düzenlenen “Sağlık Personeli İçin Temel İngilizce ve Yabancı Konuklar İle Etkili İletişim” programını bitiren ilk 8 personel törenle sertifikalarını aldı. Başhekim Serdar Pedükcoşkun, projenin devam edeceğini söyledi.desem

Sağlık turizminde önemli hedefleri bulunan İzmir, bu alanda çalışan personeliyle de fark yaratacak. İzmir Büyükşehir Eşrefpaşa Hastanesi yönetimi, hastanelerine başvuran yabancı konukların iletişim sorunu çekmemesi için örnek bir proje başlattı. Dokuz Eylül Üniversitesi Sürekli Eğitim Merkezi ile işbirliği yapıldı ve ilk etapta 35 personel pilot uygulama kapsamında İngilizce eğitimi aldı. İkinci aşamada ise mesai saatleri dışında 6 ay süren 80 saatlik eğitim programı başladı. Eğitimlerde aksanlara göre İngilizce ve beden dili dersleri de verildi. “Sağlık Personeli İçin Temel İngilizce ve Yabancı Konuklar İle Etkili İletişim” programını başarıyla tamamlayan ilk 8 personel törenle sertifikalarını aldı. DESEM’de düzenlenen törene DEÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Halil Köse, İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Pervin Şenel Genç, Eşrefpaşa Hastanesi Başhekimi Serdar Pedükcoşkun ile eşi Nazan Pedükcoşkun, eğitmenler ve eğitim gören hastane personeli katıldı.desem.jpg1

“Bu bir başlangıç, devamı gelecek”

İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Pervin Şenel Genç, örnek projede emeği geçenlere teşekkür ederek, “Böyle verimli çalışmaların devamını diliyorum. Umarım arkadaşlarımız yabancı dillerini daha da geliştirirler” diye konuştu. Eşrefpaşa Hastanesi Başhekimi Dr. Serdar Pedükcoşkun ise İngilizcenin önemine vurgu yaparak, “Bu bir başlangıç. Birlikteliğimiz inşallah devam edecek” dedi.
Yabancı dil ve sağlık turizminin önemine vurgu yapan DEÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Halil Köse de, sağlık turizminin önem kazandığı bir süreçte yabancı dil bilen personelin önemine vurgu yaptı. desem manşet

Hoşgeldin Tiyatro

zihni

27 Mart’ta başlayacak Uluslararası İzmir Tiyatro Günleri, kentte 10 gün boyunca tam bir tiyatro rüzgarı estirecek. 15 farklı mekanda sahnelenecek oyunların yanı sıra, sokak tiyatroları da etkinliğe ayrı bir renk katacak. Bu yılki Muhsin Ertuğrul Tiyatro Emek Ödülü ise tiyatro ve sinema sanatçısı Zihni Göktay’a verilecek.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde, Dokuz Eylül Üniversitesi ve ilçe belediyelerinin işbirliğiyle hazırlanan 33. Uluslararası İzmir Tiyatro Günleri,  27 Mart – 5 Nisan 2015 tarihleri arasında gerçekleşecek.  İtalya, Romanya, Arnavutluk ve Bulgaristan olmak üzere 4 uluslararası tiyatro gurubu ile ulusal, yerel tiyatro gruplarının oyunlarını sergileyeceği tiyatro günleri, İzmir’de tam bir festival havası yaratacak. 24 oyunun sahneleneceği Tiyatro Günleri, 27 Mart Cuma günü kortej yürüyüşü ile başlayacak. Alsancak Limanı ile Dominik Caddesi arasındaki yürüyüşün ardından saat 13.00’da Dominik Caddesi’nde açılış konuşmaları yapılacak ve tiyatro gösterileri olacak.genco

Tiyatro afişleri sergisi

  1. Uluslararası İzmir Tiyatro Günlerikapsamında Erdal Dinçer’in “…VE PERDE” adlı “Tiyatro Afişleri” sergisi ile Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Tasarımı öğrencilerinin hazırladığı  ‘33. Dekor Eskiz Maket Sergisi’   27 Mart – 5 Nisan 2015 tarihleri arasında İzmir Sanat’ta sanatsaverlerle buluşacak. Sergi açılışı 27 Mart tarihinde İzmir Sanat’ta saat 18.00’da gerçekleşecek.

 

Atölye çalışması da var

  1. Uluslararası İzmir Tiyatro Günleri kapsamında, 30 ve 31 Mart ile 1, 2, 3 Nisan günlerinde Tarihi Havagazı Fabrikası’nda İtalyan geleneksel tiyatrosu üzerine bir atölye çalışması gerçekleştirilecek. Atölye çalışmasını İtalya-Torino toplulukları uzmanları yönetecek. İzmir’deki profesyonel tiyatro topluluklarının oyuncuları ile lisans ve lisansüstü oyunculuk eğitimi alan öğrencilere yönelik olacak program ücretsiz gerçekleştirilecek.  tek

 

Emek ödülü Zihni Göktay’a verilecek

  1. Uluslararası İzmir Tiyatro Günleri kapsamında yaşamı boyunca tiyatroya üstün hizmet vermiş sanatçı ve bilim adamlarına layık görülen Muhsin Ertuğrul Tiyatro Emek Ödülü’nün 17.si tiyatro ve sinema sanatçısı Zihni Göktay’a verilecek. 1999 yılından bu yana verilen ödülü bugüne kadar, Münir Özkul, Duygu Sağıroğlu, Özdemir Nutku, Melih Cevdet Anday, Suna Pekuysal, Nur Uzmen, Sevda Şener, Güngör Dilmen, Osman Şengezer, Erol Keskin, Turgut Özakman, Prof.Dr. Ayşegül Yüksel, Rüştü Asyalı,  Hale Eren, Hidayet Sayın ve Nurhan Karadağ almıştı. Sanatçı ödülünü İzmir Sanat’ta saat 18.00’da düzenlenen törenle alacak.

 

Çocuklar unutulmadı

Tiyatro günleri kapsamında çocuklar için de birbirinden güzel oyunlar sahnelenecek. 31 Mart’ta Eskiizmir Semt Merkezi’nde Aslan ile Fare, 30 ve 31 Mart tarihlerinde Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi’nde Örümcek Adam ile Duman Avcıları, Güzelyalı Kültür Merkezi’nde 2 ve 3 Nisan tarihlerinde Barış Bahane, Nasrettin Hoca Gide Gide, D.E.Ü Buca Eğitim Fakültesi’nde Kırmızı Çizmeli Kedi Müzikali sahnelenecek.

 

Sokakta da tiyatro

Tiyatro günleri kapsamında Alsancak Dominik Caddesi, Bornova Küçükpark, Buca Forbes, Karşıyaka Çarşı, Kıbrıs Şehitleri Parkı, Agora Parkı, Kemeraltı, Konak Metro, Kıbrıs Şehitleri Caddesi, Göztepe, Konak, Üçyol Metro, Karşıyaka Çarşı, Göztepe Parkı, Konak, Karşıyaka, Alsancak, Bostanlı iskelelerinde açık alan tiyatro ve pandomim gösterileri olacak.

kuvayı

İzmirli gruplarının oyunları ücretsiz

İzmir’deki bu birbirinden güzel oyunlar İzmir Sanat, İsmet İnönü Sanat Merkezi, Tarihi Havagazı Fabrikası, Sabancı Kültür Merkezi, Karabağlar Halk Eğitim Merkezi, Çiğli Belediyesi Konferans Salonu, Uğur Mumcu KSM Sevda Şener Sahnesi, D.E.Ü Buca Eğitim Fakültesi Konferans Salonu, Eskiizmir Semt Merkezi Nikah Salonu, Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi, Güzelyalı Kültür Merkezi, Gaziemir Atatürk Kültür Merkezi, Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiytarosu, Ziya Gökalp Kültür Merkezi ve Urla Atatürk Kültür Merkezi’nde tiyatroseverlerle buluşacak. Bornova,  Buca, Çiğli, Karabağlar, Karşıyaka, Konak, Urla ve Gaziemir belediyelerinin de sahneleyecekleri oyunlarla etkinlik zenginleşecek. Festival kapsamında, ulusal ve uluslararası oyunların bilet fiyatları tam 15 TL., öğrenci 7.5 TL. olarak belirlendi.  İzmirli tiyatro gruplarının ve sokak tiyatrolarının gösterileri ise ücretsiz olacak. Biletler İsmet İnönü Kültür Merkezi, İzmir Sanat ve Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nin yanı sıra www.izmir.bel.tr/kultursanat adresinden 24 Mart Salı gününden itibaren satışa sunulacak. Ayrıntılı programa İzmirliler yine bu adrese girerek ulaşabilir.