Etiket arşivi: Doç.Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN Akademisyen

Orta Doğu’da Değişen Dengeler

Orta Doğu’da Değişen Dengeler

 

 

Orta Doğu’da asırlardır süren yaşam tarzı, yönetim ve idari dengeler, 1915 yılında İngiltere ve Fransa arasında gizlice imzalanan “Sykes-Pikot Anlaşması” ile temelinden sarsıldı ve bozulmaya başladı. O denli bozuldu ki, son bir asırdır, bölgede asırlardır yaşamlarını sürdüren kabileler, halklar ve sonradan kurulan devletler arasında hala daha kalıcı bir barış ve politik denge oluşmuş değil.

 

Bunun nedeni de I. Dünya savaşı devam ederken, Fransa Başbakanı Georges Clemenceau’nun söylediği “Bir damla petrol, bir damla kan değerindedir” görüşü olsa gerek.

 

Bilindiği üzere Avrupa’nın emperyal (yayılmacı) devletleri olan İngiltere ve Fransa, bir anda Orta Doğu’nun üzerine kara bulutlar gibi çöküştüler ve babalarından kalan bir mirasmış gibi aralarında bölgeyi bölüştüler. İlk yaptıkları iş, “Sykes-Pikot Anlaşması”nı temel alarak kendi hegemonik bölgelerini oluşturmak oldu. Büyük Suriye’yi (Suriye ve Lübnan bölgesi) Fransa alırken, geri kalan bölgeyi de İngiltere kendi sömürgesi yaptı.

 

İngiltere, Orta Doğu’daki sömürge topraklarını petrol yataklarına göre, başkaldıramayacak küçüklükte ve zayıflıkta bölgelere böldü ve Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Irak, Ürdün gibi yapay devletçikler oluşturdu. Bu yapay devletçiklerin sınırlarını, bölgede yaşayanların etnik ve kabilesel kökenlerine de bakmadan ve dikkate almadan, cetvelle çizen MI6 ajanı Gertrude Bell oldu. Gertrude Bell’in esas aldığı sınırlar, İngiliz ordusunun Hayfa’dan karaya ayak bastığı vakit, Basra’ya kadar karadan, hiçbir müdahaleye ve karşı koymaya maruz kalmadan gidebileceği şekilde çizildi.

 

Orta Doğu’da 1952 yılına kadar egemen olan ülke İngiltere ve -birazcık da- Fransa idi. Orta Doğu’nun ekseni bu iki ülkenin yönettiği sömürgelerden geçmekteydi. Süveyş krizinde, ABD başarılı bir siyasi manevra ile İngiltere ve Fransa ittifakını Orta Doğu’dan attı ve yerine kendi yerleşti. Her ne kadar sömürgeler bağımsız devlet statüsünde olsalar da, yönetimleri İngilizlerin ve Fransızların elindeydi. Bu iki devlet II. Dünya savaşından sonra tamamen ABD’in yönetimi altına girdiğinden, birkaç yıl gecikme ile Orta Doğu da yeni patronunu kabul etmek zorunda kaldı.

 

1948 yılının Mayıs ayında İsrail Devletinin ilanı sonrasında 1973 yılına kadar süren ABD destekli İsrail ile bölgedeki Arap ülkeleri arasındaki savaşlar, Orta Doğu’daki politik dengeleri tekrardan değiştirdi ve güç merkezi İsrail’e doğru kaymaya başladı. Yapay devletler arasında oluşturulmuş İsrail karşıtı birlikteki çözülme daha başından Ürdün’den başladı. Halen daha İngiltere tarafından yönetilmekte olan Ürdün, bir şekilde Arap-İsrail savaşlarına etkin bir şekilde dahil olmamak politikasını güttü. 1973 yılındaki Yom Kippur Savaşından yenilgi ile çıkan Mısır, İsrail’i tanıyarak diplomatik ilişki kurmasından sonra ABD hedefine, İsrail’e karşı mücadeleyi elden bırakmayan İran, Irak, Suriye ve Libya’yı aldı. İran ve Irak birbirlerine düşürülerek senelerce savaştırıldı ve askeri güçleri neredeyse yok edildi. Tunus’ta 2010 yılının son ayında başlatılan Arap Baharı ayaklanması ile Suriye ve Libya çökertilirken, Mısır ise tamamen CIA’nin yönetimi altına girdi. Geriye kalan Suudi Arabistan ve BAE’de, ABD’nin baskısı ile İsrail ile diplomatik ilişki kurarak, bölgedeki güç dengesinin tekrardan bozulmasının son çivisini çaktılar.

 

Orta Doğu’ya bakınca şimdi, ortada İsrail’e karşı olan tek devlet İran gözükmekte. İran, askeri gücü Irak savaşı ile iyice yıpratılmış, ambargolarla ekonomisi çökertilmiş, hazinesi de iflasa sürüklenmiş bir devlet. İsrail ile mücadele etmeyi, savaşmayı bir kenara bırakın, nefes alabilmek ve ayakta durabilmek için son gücünü harcamakta olan bir devlet şimdi. Eski gücünün yerinde yeller esmekte.

 

Bugün Yunanistan ile iyi ilişkiler içinde gibi görünen İsrail, an itibarı ile Türkiye’yi yakından izliyor. Türkiye’nin savunma sanayisini, ihracat yeteneğini, çalışkanlığını, üretkenliğini, ordusunun gücünü ve millileşmek yolunda gösterdiği çabayı çok takdir etmekte. İsrail basınında yer alan yerli yazarların köşe yazılarında ve yorumlarında bu görüş iyice ortaya çıkıyor.

 

İsrail’in, Orta Doğu’da Arap tehlikesini tamamen yok ettiği bu aşamadan sonra, Türkiye ile dost olmayı, güç birleşimine gitmeyi ve enerji ortaklığı yapmayı istediği veya da uygun bir zamanda isteyeceği çok açık. Aracısının da ABD olacağı kesin…

 

Orta Doğu’daki enerji, askeri ve siyasi güç ekseninin Türkiye’ye doğru yön değiştirdiği çok açık. Bakmayı bilebilirseniz, değişen dengeleri ve Türkiye’nin yıldızının nasıl parladığını görürsünüz…

 

Prof. Dr. (İnş Müh), Doç.Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN

Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi

KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

ABD Rumlara arka mı çıkıyor?

ABD Rumlara arka mı çıkıyor?

Prof. Dr. Ata ATUN, Kıbrıs İlim Üniversitesi

 

Çocukluğumdan bu yana, büyüklerimden çoğu zaman duyduğum “Tarih tekerrürden ibarettir” sözünün ne anlama geldiğini, yirmili yaşların ortasında milletvekili seçilince anlamıştım.

 

Tüm yaşadığımız politik olaylar hep, tarihin farklı bir şekilde aynı ana tema ile tekrarlanması şeklindeydi. Hala da tarihin tekrarı farklı şekil ve içeriklerde devam ediyor.

 

  1. Yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu sınırları içindeki isyanlar, bazen Osmanlı Devleti’nin kendi kolluk güçleri ile bazen de bölge Kaim Makam’larından (Kaymakam) yardım alınarak bastırılıyordu. Bu yıllarda, özellikle Hristiyan nüfusun başlattığı isyanlara karşı Osmanlı kolluk güçlerinin önleyici tedbir alması veya da bastırması, Avrupa devletlerinin tepkisini çekiyordu.

 

O dönem Avrupa’nın güçlü devletleri olan Rusya, İngiltere ve Fransa, 1821 Mora İsyanının Osmanlı İmparatorluğu tarafından bastırılmasından sonra, 1827 yılında kendi aralarında bir toplantı düzenleyerek, Osmanlı İmparatorluğunun idaresi ve yönetimi altındaki Balkan topraklarında yaşayan Hristiyan nüfusa bağımsızlık kazandırılması kararını aldılar. Bu kararlarını uygulamaya koymak için Hristiyanlık dinini de işin içine sokarak zincirleme bir başkaldırı operasyonunu uygulamaya koydular. Hedefleri, öncelikle bölgede yaşayan Helen ırkından olanlara, Yunan Krallığı adı altında otonom bir yapı kurmak ve bölgenin -yok edilerek veya göçe zorlanarak-, Türklerden arındırılmasıydı.

 

Önce aldıkları bu kararı Osmanlı Devleti’ne ilettiler. Padişah, dönemin Avrupalı güçlü devletlerinin bu kararını reddedince, İngiltere, Fransa ve Rusya deniz filolarını birleştirerek adeta bir Haçlı Donanması oluşturdular ve hiçbir sebep yokken 20 Ekim 1827 tarihinde Navarin’de Osmanlı Devleti’nin donanmasına saldırdılar. Navarin Deniz savaşı Osmanlı Donanmasının yenilgisi ile sonuçlandı. Osmanlı Devleti uluslararası hukuk sayılabilecek meşru zeminli hak arayışında, zararının tazmin edilmesini talep edince de Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş açarak yanıt verdi. Osmanlı Devleti bu savaşı da kaybetti. Rusya Erzurum ve Kars’ı işgal edip Trabzon’a doğru ilerlemeye başlayınca, Osmanlı Devleti Prusya İmparatorluğunu aracı koyarak Rusya’dan barış istedi. Kısa süren müzakerelerden sonra Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Edirne Antlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın içeriğinde Mora yarımadasında bağımsız bir Yunan Krallığının kurulması da yer aldı.

 

Bugüne gelecek olursak değişen bir şey yok. Yunanistan, annesi AB, üvey babası ABD olan, 5 yaşında şımarık bir çocuk gibi davranıyor. An itibarı ile 2011 yılında ekonomik bataktan kurtulmak için AB’nin 2060 yılına kadar geri ödenmesi koşulu ile verdiği borcu, 2100 yılına kadar bile ödeyemeyecek kadar mali açıdan kötü durumda. Donanmasının ortalama yaşı 22 ve yaşlılıktan savaşamayacak kondisyonda. Hava Kuvvetleri de aynı durumda. Fransa’dan 20 değil, 10 tane bile savaş uçağı alacak parası yok. Tek bir yöntemi var, o da 2011 yılından aynen AB’ye yaptığı gibi, taksitleri ödeme sözü verip tutmamak ve Fransa’yı dolandırarak savaş uçağı sahibi olmak.

 

Bu nedenle de Türkiye’den Ege ve Akdeniz’de taviz koparmak için Yunanistan ve gayrimeşru kardeşi Kıbrıs Rum Yönetimi, bazen ayrı ayrı, bazen de birlikte her kapıyı çalmaktalar ve iki asır öncesinde yaşandığı gibi arkalarına Haçlı güruhu toplayıp, güçlülermiş, arkalarında birçok ülke varmış gibi hava yaratmaya çalışmaktalar.

 

Dünyanın üç kutbunu oluşturan ABD, Rusya ve Çin, bölgesel ekonomik ve enerji çıkarlarının Türkiye olmaksızın gerçekleşemeyeceğinin bilincindeler. Bu nedenle uzun vadede Türkiye ile düşmanlığın Yunanistan’a kazanç yerine felaket getireceği kesin.

 

 

Prof. Dr. (İnş Müh), Doç.Dr. (Ulus İliş) Ata ATUN

Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi

KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı