Etiket arşivi: Ders

Geçmişten ders almak

 

 

ata-atun-HocaKKTC Meclisi Başkanı Dr. Sibel Siber Kıbrıs Türk gazetelerinin geriye dönük arşivi oluşturmaya başladıktan sonra bir araştırmacı olarak bu arşivden çok yararlanmaya başladım. Geçen aylarda Kıbrıs Rum Temsilciler Meclisinde 15-22 Ocak 1950 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş Plebisit kararının Rum okullarında anılması konusunda yasa yapılınca söz konusu arşivi karıştırmaya başladım. O günlerde Kıbrıs’ın durumu neydi, niye Plebisit yapılıyordu, Türk Rum ilişkileri ne düzeydeydi, sıkıntılar ne idi gibi sorular kafamda, arşivi taradım.

 

Türk Rum ilişkileri berbatmış 1950 yılında.

“Geçmişte Rumlarla birlikte mutlu yaşıyorduk” yalanını ve balonunu yaymaya çalışanların aksine hiçte iyi değilmiş ilişkiler. Rumlar çoğunluk olarak ele geçirdikleri işyerlerinde, kamuda, yarı kamuda ve benzeri yerlerde işe alınmış hiçbir Türk yokmuş. Sokak isimlerindeki Türkçe adlar kaldırılmış ve yerlerine Rumca adlar konarak sadece Rumca ve İngilizce yazılıymış sokak isimleri.

 

13 Ocak 1950 tarihli HÜRSÖZ gazetesindeki “Atina’dan gelen bir Yunan gazetecisi ile mülâkat” başlıklı yazı kelimesi kelimesine aşağıdadır.  Gerçekte bu yazı 67 sene evvelki durumu net bir şekilde gözler önüne sererken, aramızdan bazılarının da Rum ağzıyla konuşup, çanak tuttuğu “Türk askerinin adadan gitmesi” ve “Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması” durumda başımıza geleceklerin kehanetinde de bulunmaktadır.

 

HÜRSÖZ, 13 Ocak 1950:

“…. Dün gazetemizin imtiyaz sahibi ite Atina’da çıkan “ Akropolis” gazetesinin, plebisit için Kıbrıs’a göndermiş olduğu temsilcisi Bay Thom Tsakirides arasında bir konuşma yapılmıştır. 15’inde yapılacak plebisit için adaya gelmiş bulunduğunu belirten Bay Tsakirides, Kıbrıs Türklerinin neden Yunanistan’a İlhak istemediklerini öğrenmek istemiş ve gazetemiz imtiyaz sahibi tarafından verilen izahatı dinledikten sonra şu suali sormuştur.

–           Kıbrıs Türkleri ne istiyorlar? İlhak istemediklerine göre Kıbrıs’ın geleceği için ne düşünüyorlar?

İmtiyaz sahibimiz bu suali şu şekilde cevaplandırmıştır:

–           Kıbrıs Türk halkı bu günkü siyasî ahval tahtında statükonun muhafazası var. Fakat Kıbrıs’ın herhangi bir el değiştirmesi icap ederse burasının Türkiye’ye ilhakı talebindedir.

Bay Tsakirides bunun üzerine demiştir ki:

Kıbrıs Türkleri Türkiye’yi, Rumlar ise Yunanistan istediklerine bakılırsa (Türk – Yunan dostluğu ve sıkı münasebetlerini düşünerek) şu halde Adada müşterek ve sembolik bir Türk-Yunan idaresi kurulmasına ne dersiniz?

İmtiyaz sahibimiz bu sual üzerine böyle bir fikri ilk defa olarak işitmekte olduğunu ve sayın meslektaşımızın bu nokta-i nazarın İçendi gazetesinde Yunan halkına sunmasını ve neticesini görmesini tavsiye etmiş ve sözü başka bir safhaya intikâl ettirerek Türk-Yunan dostluğuna rağmen adadaki Rum unsurunun Türk halkından her zaman uzak ve iki cemaatin daima birbirlerine yaklaşmaktan kaçınmalarının sebeplerinden Rum ileri gelenlerini ve siyaset adamlarını mesul tutmuştur. Türk halkına reva görülen ayrı ve düşmanca muameleye küçük bir misal olmak üzere, Türk ve Rum halkının ödenekleri ile idame olunan Lefkoşa ve diğer kazalardaki elektrik şirketlerinde memur ve işçi olarak bir tek Türkün çalıştırılmamasını göstermiştir. Lefkoşa gibi nüfus bakımından önemli bir Türk varlığına sahip bulunan bir yerde bile Başkan Yardımcısı’nın Türklerden seçilmeyişini ve Türk sokaklarının imarının ihmali ile bazı sokak isimlerinin yalnız Rumca ve İngilizce yazılmış olmasını ve daha birçok bunlara benzer ufak ve fakat çok önemli meseleleri ve haksızlıkları zikreden başyazarınızın bu pek haklı tenkitleri karşısında Bay Tsakirides, Yunan iradesinde bunların olmayacağını tahmin ettiğini belirtmiştir!!

Adadaki müteaddit Yunan şirketlerinde de Türk işletmemek ve Türkü hakir görmek prensibinin esas tutulduğunu ve binaenaleyh Türk halkının bu gibi vaadlere asla aldanmayacağını açıkça belirten gazetemiz başyazarının kati ifadesi karşısında Yunan gazeteci dostumuz, genel politika mevzuuna geçmiş ve dünya keşmekeşi içerisinde Türk-Yunan dostluğunun lüzum ve ehemmiyetini belirterek kendisinin bu dostluğun şiddetli müdalilerinden olduğunu açıklamış demiştir ki:…”

 

“Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az” demiş atalarımız. Umarım bu yazıyı okuyan art niyetliler, geçmişimizden bir kesiti öğrenirken, geleceğimizin de nasıl olabileceğini ve Kıbrıs sorununun 1974 yılında değil, bundan bir asır önce başladığını, Kıbrıslı Türklere reva görülen zorluk ve mezalimi anlayabilirler.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

Rumlardan bir ders daha

 

 

 

yurdagül atun hanımefendi ÜstadımızAKEL’den dün iki basın açıklaması geldi. Kıbrıslılar bilir ama bilmeyenler için açıklayayım; AKEL, Rum siyasi parti. Bu parti, birçok Rum kuruluşu gibi sık sık Türkçe haberler gönderiyor. Tüm basın kuruluşlarının e mail adresi olsa gerek ki, hepimiz alıyoruz haberleri. Yayınlanır, yayınlanmaz, o basın kuruluşunun bileceği bir şey ama burada, AKEL’in nezdinde Rumlara imrenmemek mümkün değil.

E maille ilgili iki şey söyleyeceğim. Birincisi can yakan bir özeleştiri; Biz, -bizim partilerimiz- Rum haber sitelerine Türkçe basın açıklaması gönderiyor muyuz? Göndermiyorsak neden göndermiyoruz? Hadi akıl etmedik diyelim; Onlardan neden öğrenmiyoruz? Kıbrıslı Türklerin 1955-1974 arasında yaşadıklarını, gettolara hapsedilmelerini, ekonomik baskılara maruz bırakılmalarını, toplu katliamlara uğramalarını, diri diri toprağa gömülmelerini, yakılan yıkılan köylerimizi, Anavatan gelsin, bizi bu acılardan kurtarsın diye bekleştiğimizi, 1974’te Türkiye’nin, mecburiyetten adaya geldiğini anlatamadığımız için Avrupa, ABD ve diğerleri üzerimize çullanırken, hala daha öğrenemedik lobiciliği.

“Adamların genlerinde var” diyeceksiniz, doğrudur ama öğrenilen şeyler de var hayatta. Yazık ki biz görsek de öğrenemiyoruz. Millet olarak hafızamızın vahim durumda oluşu da, Rumlara inanmaya adanmışlara inanılmaz bir koz veriyor.

BM temsilcisi geliyor, AB Komiseri geliyor, müstemleke müfettişleri geliyor… Gelenin gidenin hesabı yok ama nedense ipe sapa gelmez haberler, ‘komşunun kızı demiş ki’ türünden tevatürlerle bunlar maniple ediliyor. Tahriklere varan yayınlarla da Rumları haklı addedip gidiyor. Biz ise sanal bir savaşın kurşun askerleri olarak içimizi rahatlatma adına kendi aramızda kalem oynatıyoruz, nutuk atıyoruz, politika yapıyoruz. Ki, birileri kalkıp Rum tezine çanak tutarsa, bir başkası anavatanımıza hakaret ettiği halde güllerle, barış güvercinleriyle karşılanırsa, dünyanın Rumlara destek vermesinde yadırganacak bir şey yok. Yadırganması gereken, bizim sergilediğimiz aymazlık.

İkincisi basın açıklamasının içeriğiyle ilgili. İçerikte Türkiye’nin NAVTEX yayınlaması eleştiriliyor ve “Türkiye ile Kıbrıs arasındaki münhasır ekonomik bölgenin belirlenmesi gerektiği, bunun da adadaki mevcut durum nedeniyle sadece Kıbrıs sorununun çözümünden sonra ve BM’nin deniz hukuku anlaşmasının maddeleri temelinde çözülebileceği” savunuluyor.
Aptal yerine koymaya devam yani. Şimdi sormak lazım; adadaki mevcut durum çözülmeden sen niye kafana göre imza atıyorsun? Fellik fellik gezip, çıkmamış doğalgazı pazarlamaya, sorunlu bir bölgeye insanları çekmeye çalışıyorsun? Sen yaparken iyi de, Türkiye yapınca mı kötü? Haritayı önüne bir koy, sahil şeridini hesap et. KKTC Türkiye arasındaki bölge de benim, Güney de benim diyemezsin kafana göre. Ha dersen ki biz gazla ilgili adımları çözümden sonra atalım, o olur. Yoksa sana mübah, Türkiye’ye günah! Ne ala memleket ama…

“ Kıbrıslı Türklere 60 Cumhuriyetinde fazla hak verildi”

Alithia gazetesinde, Panayotis Çangaris imzasıyla yayınlanan “neden korkuyorlar ve garanti istiyorlar” başlıklı yazı, Rumların, Kıbrıslı Türklere bakışını, azınlık olarak gördüklerini açık ve net olarak anlatıyor. 1960 Anayasası’nın Kıbrıs Türklere normal demokratik koşullarda sahip olamayacakları imtiyaz ve yetkiler verdiğini savunan Çangaris,  “Mustafa Akıncı ve Kıbrıslı Türklerin, istisna olarak verilen hiçbir imtiyaz ve yetkinin sonsuza dek süremeyeceğini anlamaları gerekecektir” diyor.

Sonuna kadar okumanızı rica edeceğim yazıda özetle şu ifadeler yer alıyor: “Geçmişte ne oldu? Ayrıntılara girmeyeceğiz ve öz-esas (Kasım 1963) üzerinde duracağız: Devleti aksak çalışan bir devlet yapan anayasanın Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasının yeniden düzenlenmesi çabasıydı (tarihte ‘Makarios’un 13 Maddesi’ olarak biliniyor.)

 

Öz; bir toplumun -Helen- anayasanın yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünmesi, diğer toplumun ise -Türk- önerilen düzenlemeyle 1960 Anayasası’nın verdiği imtiyazlarını ve yetkilerini kaybedeceğini ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kendisini azınlık olarak karşılayacak bir devlete dönüşeceğini düşünmesinden dolayı yeniden düzenleme gerekmediğini onaylamasıdır. (Şayet Türk toplumu bunu, çatışmaların provokasyona başlaması için bahane olarak yorumluyorduysa da çok az önemi var). İki noktanın önemi var:

1.1960 Anayasası’nın Türkleri azınlık olarak değil, Kıbrıs’ın Helenleri ile eşit toplum olarak karşılaması ve anayasamızın Türk toplumuna hem o zamanki hem bugünkü demokratik mantığın gerektirdiklerinin ötesinde çok güçlü anayasal yetkiler vermesidir.

2.Türk garantileri vasıtasıyla Kıbrıs’ın Türk toplumunun, Kıbrıs’ın Helen toplumunun hiçbir zaman demokratik mantığı uygulamaya kalkışmayacağına (kalkışsa bile önlem için emniyet sübabı olduğuna) dair korunmuş ve güvende hissetmesidir. ‘Kader’ er ya da geç gelecekti ve bunu biliyorlardı.

 

*İlk hüküm, Kıbrıs Türklerinin gerçekten, 1960 Anayasası’nın kendilerine normal demokratik koşullarda sahip olamayacakları imtiyaz ve yetkiler verdiğini bildikleridir.

 

*İkinci hüküm ise sana fazla gelen ayrıcalık ve yetkiler elde ettiğini bildiğin ve aynı zamanda bunları sürdürmeyi istediğin zaman, bu imtiyaz ve yetkilerin gelecekte hiçbir zaman kaybolmayacağına dair bir ‘koruma kalkanı’ talep etmen mantıklıdır.

*Üçüncü hüküm, ‘Gelecekte neden kaybetsinler’ sorusunun yanıtıdır. Yanıt ise; demokratik bir yönetim şeklinin normal gelişmesinin bir grup insana ırkçı imtiyaz ve yetkilerin verilmesi değil, ırk, din ve etnik kökeninden bağımsız olarak tüm insanların eşit imtiyaz ve yetkilerden yararlanması olduğudur. Yukarıdaki üç hükmü hem Kıbrıs Türkleri hem de Ankara biliyordu. Ve bunları bilmelerinden dolayı ‘demokratik mantıktan’ bağımsız olarak Türk garantilerinin sonsuza dek imtiyaz ve yetkiler sağlayacağını düşünüyorlar.

Söz konusu olan tam olarak budur. Mustafa Akıncı ve Kıbrıslı Türklerin, istisna olarak verilen hiçbir imtiyaz ve yetkinin sonsuza dek süremeyeceğini anlamaları gerekecektir.”

Rumların, dörde bir oranlamasının, dört özgürlüğün rahatlığıyla adaya yayılacak olmasının sakıncalarını, Kıbrıslı Türkleri ayrıcalıklı azınlık olarak gördüklerini dile getirenleri “barış düşmanı” olarak nitelendirenlere yukarıdaki yazıyı iki kez okumalarını tavsiye ediyorum. Bilsinler ki bu adada kan, gözyaşı istemediğimiz içindir tüm çabamız. Dili, dini, kültürü, ağladıkları-güldükleri günleri/bayramları ayrı iki toplumu zoraki biraraya getirmek için uğraşıyor, adadaki huzuru kıskanan savaş simsarları.

Yurdagül ATUN

TARİHTEN NİYE DERS ALAMIYORUZ?

 

 

süleyman pekin Çünkü ânı yaşamayı seviyoruz. Ânı yaşamak için anlık tecrübe sahibi olmak yeterli. Hatta o deneyimin bir kısmı da fıtratımıza yaşayakalmak bâbında dercedilmiş.

Tarihi anlamak içinse temel bir bilgi ve bu bilginin gevişi sayılabilecek bilinç gerekli. O da bizim işimize gelmez. Zira cesuruz ama tembeliz. Merhametliyiz ama vurdumduymazız. Şanslıyız ama istikrarsızız.

Kurduğumuz devletleri kendimiz yıkmışız. Göçlerle geldiğimiz coğrafyaların şeklini almışız. Yokluktan mucizevî bir devlet çıkarmışız ama kıymetini takdir edememişiz. Daralan zamanlarımıza kılavuzluk eden kurdolojik liderlerimizin sonuncusunu ve yaptıklarını anlamaya çapımız yetmiyor. Zaten öyle bir hesabımız da yok. Düştüğümüz kuyudan bizi çıkarmayı çalışanları ayaklarından asılıp aşağı çekmeye çalışmak nerdeyse millî hasletimiz olmakta.

90 küsur yıllık Cumhuriyet algımız hafızamızda Osmanlı esâtiri kadar var mı; şüpheliyim. Şurda daha 40 küsur yıl önce yaşadığımız Kıbrıs travması ve Barış Zaferi zihnimizden sabun köpüğü gibi kayıp gitmese 35 yaşında ikinci bir devlete sahip bizim millet ne diye bir ‘gâvur’ devletle birleşmeye çalışsın.

Irak’ı, Suriye’yi, Libya’yı, Yemen’i bölmeye alışanlar Kıbrıs’ın bıçaklanmış derisini niçin bize diktirmeye çalışıyorlar? Anavatan veya Yavruvatan; 30-40 yaş altındakiler için tarih bilinci aynı filmin aynı sahnede aynı acılarla tekrarlanmasıyla ancak kazanılacak. Ve 2 kuşak sonra bir daha.. Game over / film tekrarı..

Sağ & Sol olaylarının yasının artık kırk’ı çıktı. Az daha gayret etsek Evet & Hayır’dan bile benzer bir yarık, derin ayrılık çıkarabiliriz meselâ. O dönemin liderleri konuşabilme ortamı bulabilselerdi anlaşmaları muhtemeldi. Bu yüzden “Vurun, söyletmen!” politikası uygulandı.

Ya şimdilerde ne uygulanıyor? İlle dediklerimizin doğrulanması için üzerinden birkaç yıl ve bolca belâ geçmesi mi gerekiyor?! 7 yıl önceki Referandumda İsrafil’den rol çalarak ölüleri mezardan ‘evet’ dedirtmek için çıkartmaya çalışanların sonrasında niye patladığını nasıl unuttuk?!

15 Temmuz yaşanmasaydı bile aklın ve sorgulamanın olmadığı bir yapıdan FETÖ çıkması mukadderdi. Ya şimdi ne var; sorgulayan mı var?

Bizdeki Halk Oylaması için Avrupalılarla kapışmak neyin nesi? Bütün bunlar tarih olarak yazılmıyor mu? 18 maddeye bakıp altı – üstü bir “he” yada “ha‘a” diyeceğiz de bu savaş havası, bu kavga kokusu da ne?!

Lider gördükleri insanların emriyle gözünü bile kırpmadan harekete geçenler Fethullah Gülen’in tek talimatıyla herekete geçen üniformalılara niye saldırıyor o zaman; ya yarın kendi yaptıkları da hukuken patlarsa?

Saldırırız, savaşırız, silahlanırız” sözleri Türkçe sözlüklerde var da Türklerle mi savaşacaksınız merak konusu. Haç ile Hilâl’in kavgası diyorsunuz da Türkiye’nin yarısı Haçka’lı mı?

Müslümanlığımız, milliyetçiliğimiz, demokrasi alışkanlığımız, kurallara – kanunlara riayetimiz hep yüzeysel. Mış gibi yapmakta üstümüze yok. Ki sonra acı demetlerinden harman olacağımızı tahmin ettiğimiz halde.

Bindiğimiz at nereye giderse kısmetimiz kabul ediyorsak kader de bize eyer vurmuş biniyor demektir. Ne demiş Bayan Müslüm sıfatlı merhum Bergen:

“Kader diyemezsin, sen kendin ettin.”

İSTANBUL’DA DERSBAŞI ALARMI

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, okulların açılacağı 28 Eylül Pazartesi günü ulaşımda sıkıntı yaşanmaması için İstanbullulardan toplu taşıma araçlarını kullanmalarını istedi.

Toplu ulaşımda ek seferler konulduğunu belirten Topbaş, yeni eğitim sezonunda tüm öğrenciler ve öğretmenlere başarılar diledi.

 

İSTANBUL’DA PAZARTESİ ÖNLEMLERİ:

Okulların açıldığı gün toplu ulaşım araçları 06:00 -14:00 arasında ücretsiz hizmet verecek.

Yol-kazı çalışması yapılmayacak.

Kazalar için trafikte çok sayıda çekici hazır bulundurulacak.

Trafiğe çıkacak 19.536 okul servisi İSPARK otoparklarından Pazartesi günü saat 14.00’e kadar ücretsiz yararlanacak.

Metro, Tramvay, Metrobüs, Otobüs ek seferleri sayesinde 745 bin yolcu toplu ulaşıma yönlendirilecek ve 500 bin aracın trafiğe çıkmaması sağlanacak.

 

POLİS, JANDARMA VE ZABITA GÖREV BAŞINDA…

Trafik akışını sağlamak için 1.170 polis görev yapacak.

İl Jandarma Komutanlığı Sorumluluk Bölgesi’nde yaklaşık 1.000 personelle (Emniyet, Trafik, Asayiş) görev yapacak.

İstanbul genelindeki okullar çevresinde ara sokaklarda 1.000 Zabıta Memuru trafiğin sağlıklı işlemesine yardımcı olacak.

istanbulda_dersbasi_alarmi_1443273071_6227

AKOM’DA TOPLANTI

İstanbul’da okulların açılacağı gün alınacak tedbirler için AKOM’da ilgili tüm birimlerin katılımıyla toplantı yapıldı.

Toplantıya, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı birimlerin yanı sıra Emniyet Müdürlüğü, İstanbul Esnaf ve Sanatkarlar Odası ve Umum Servis Araçları Esnaf Odası temsilcileri de katıldı.