Etiket arşivi: Denge

Adalet Mülkün Temelidir Sözü Ne Anlama Gelir? (1)

 

Sevgili okurlarım.Bu ilk yazımla birlikte bayramınızı da kutluyorum.

Sözün Arapça aslı “El-‘adlü esâsü’l-mülk”tür

Türkçede ‘mülk’ kelimesi “Mahkeme kadıya mülk değil” deyiminde olduğu gibi genellikle taşınmaz (gayrimenkul) anlamında kullanılır.

Oysa Arapçada devlet, düzen, ülke, egemenlik, iktidar, saltanat anlamlarına da gelir.

Dolayısıyla “Adalet mülkün temelidir” sözüyle kastedilen şey şudur: “Devletin veya düzenin esası adalettir.”

“Adalet mülkün esasıdır” sözü, Hz. Ömer’indir ve bir devletin zulümle ayakta kalamayacağı, ‘ilelebet payidar olması’nın sırrının adalet esası üzerine kurulması olduğu fikrini ifade eder.

Sadece İslam tarihinde değil, dünya tarihinde de Hz. Ömer çapında adaletiyle öne çıkmış bir devlet başkanı bulmak kolay değildir. O, insanlık tarihinin adalet tahtını en iyi taçlandıranlardan biridir.

Hayatından pek çok örnek verilebilir ama şu çarpıcı sözü yeterlidir adalet anlayışının hangi noktalara ulaştığını göstermek için:

“Devlet malını “yetim malı” konumuna koydum. İhtiyacı olmayan yetim malına tenezzül etmesin. Muhtaç olansa meşru surette, ihtiyaç ve emeğine uygun olarak yararlansın.”

Adalet sözlükte: zulüm etmemek, hak sahibine hakkını vermek ve haksızları terbiye etmek gibi manalara gelmektedir

Genellikle düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yola iletme,dürüstlük, tarafsızlık gibi anlamlarda kullanılan “adalet”, yaradılışta da insanın fizyonomik yapısı ve kainattaki uyumu, ahengi ve estetik görünüşü ifade etmektedir.

Zulüm kavramı ise:bir hakkın kaybolması, çiğnenmesi ya da yok edilmesidir.

Zulüm ile adalet kavramı tam bir tezat içindedir. Adalet varsa zulüm yoktur, zulüm varsa adalet yoktur. Adalet ile zulüm kavramları bir arada bulunamazlar.

Adalet kavramı adalet-i mahza (katıksız/gerçek adalet) ve adalet-i izafiye (göreceli adalet) şeklinde iki cihetiyle tarif edilmektedir.

Katıksız/gerçek adalet, tam ve hakikî olan adalettir ki “Bir bireyin hakkını, bütün insanlar için de olsa, feda etmeyen adalet” manasına gelmektedir.

Katıksız/gerçek adalet hiç kimsenin en küçük hakkının bile çiğnenmemesine azamî dikkatle hüküm verilen bir adalet şeklidir.

Göreceli adalette ise, ekseriyetin yararı, selâmeti için bireyi feda edebilen bir adalet tarzı söz konusudur.

Buna göre göreceli adalet yaklaşımında, değişen şartlara göre farklılık gösteren bir adalet tecelli etmektedir.

Yani bu adalet stilinde ‘daha büyük bir zararı engellemek için daha küçük bir zarara razı olunabilir. Toplumun selâmeti söz konusuysa, ferdin hakkı feda edilebilir’ anlayışı hakimdir.

Ancak, katıksız/gerçek adalet sağlanabiliyorsa, göreceli adalet uygulanmamalıdır.

Adalet hakikati, yeryüzünde beşerî hayatın kaidelerini geliştirerek toplumun denge, düzen ve ahengini oluşturması özelliğiyle de sosyal hayatı güzelleştiren bir yapının olmasını gerektirir.

Adalet aslında ahlaki bir kavramdır. Ahlak “kişisel iyi”, adalet ise “toplumsal iyi” dir. Adalet de hukukun idesi ve idealidir.

Nasıl ki hava olmadan dünyada yaşamak, nefes almak mümkün değilse; adalet olmadan da yaşamak, dünyada bir nizam kurmak mümkün olmamaktadır.

Sosyal hayatta adalet, fiziki hayattaki hava kadar önemlidir. Çünkü adaletsiz bir hayat hayal bile edilemez.

Unutulmamalıdır ki, dünyanın en ideal ve mükemmel hukuk sistemi; adalet duygusu gelişmiş (ahlaklı) bir toplum ve yine adalet bilinci zirvede olan hakimler ve idareciler olmaksızın gerçek misyonunu ifa edemez.
DEVAM EDECEK …

Kahvemin Buharı

Kahvemin Buharı

Denge diye bir takıntım var, beynimde sürekli tekrarlıyorum bu kelimeyi. Belki de kendimi ıslah etmeye çalışıyorum zaman zaman, yükselen cadı huylarımı törpülerken. Tüm hayatım dengeyi aramakla, aradığımı bulmak sanmakla, buldum sandığımı zıvanaya oturtmakla geçiyor, ümitsizce… Tam buldum diye huzura ererken yeni bir duygu fırtınası, kasırga, yine alt üst olan yaşamlar.

Çalışma masamda bile dengeyi arıyorum, dağınık olsa da her şeyin birbirine mesafesi benim belirlediğim gibi ruhumu sıkmayan ölçüde olmalı.  Biyolojik sınırım ve haddini bilme kuralı hayatımın bu noktasında da geçerli. Kalemlerim ve not defterimi elime attığım noktada bulacağım, kahvemin buharı asla ekrana doğru esmeyecek ve hatta kuzey-batı koordinatlarına çevrilmiş olacak gibi psikopatça bir denge arayışı. Evimde özel benim diyebileceğim bir koltuğum yoktur, her yer benimdir, oturduğum yer yeryüzü koltuğumdur misali. İnanılmaz bir ait olma güdüsü. Ama nereye oturursam oturayım aynı konforu aramak gibi bir çelişkim de var. Kendimi yerleştirip huzuru bulana kadar sıkılıp kalkıyorum zaten. Sürekli bir rahatsızlık durumu ve değişme isteği. Bu da bir nevi dengesizlik aslında. Bütün hayatımız bu arayış, bu çabayla yitip gidiyor. İnsanoğlunun anlaşılamayan tutumu…

Dengeyi bulma çabamızda duygu ve mantık istisnasız savaş halinde. Ama bunun yanında duygularımız da kendi arasında mücadele ediyor. Herhangi bir şeye kahkahalarla gülerken beş dakika sonra başka bir şey için hüngür hüngür ağlayabiliyoruz. Hatta aynı şeye bile… Duygularımız sürekli oradan oraya sürükleniyor bütün gün. Gece yatağa girdiğimizdeki karakter ile sabah uyandığımızdaki karakterin aynı kişi olacağının bile garantisi yok. Bu yüzden insanı sabit varlık olarak ele almak büyük hata olur. İnsan, duygusal basıncı sürekli değişen, dengesiz süreçler bütünüdür. Bu yüzden her insan bir çeşit küçük evrendir ve kendi merkezinde salınır. Evrenin işleyişindeki disiplin insanlarda da mevcuttur. Evrende rastgele bir düzensizlik vardır, insanda da. Evrende çoğalan bir kargaşa vardır, hayatın her kademesinde de insanda da sürekli bir keşmekeş var. Evrende madde kararsız ve değişkendir. Misal su; yağmur olur toprağa düşer, gün gelir buhar olur tekrar gökyüzüne çıkar ve bulut halini alır. Değişir değişir değişir… İnsanın kararsızlığı efsanedir. Bütün hayatımız kararsızlıklar içinde yol almaya gayretlidir. Tam bir karar vermişken hemen yeni bir kararsızlık ortaya çıkar. Sonra tekrar ve tekrar… Duygu ve davranışlarımıza yansıyan karmaşa, hayatımızdaki o muhteşem dengesizliğin asıl kaynağıdır. Bizim DENGELİ diye adlandırdığımız kişiler duygularını ve mantığını yönetebilen kişilerdir. Burada da konu yine beyin loblarına gelir dokunur. Beynin sol tarafı matematiksel ve analitik işlerle uğraşırken sağ taraf daha çok yaratıcılık, tasarım, hayal etme gibi artistik işlerle ilgileniyor. Aslında mantık ve duygular arasındaki savaş bir nevi kalp ve beyin arasındaki savaştır. Galip tarafa göre kesin kararımızı alırız.

Dengede dediğimiz insan her iki tarafa da eşit derecede yakın olmalı ve bu durumdan faydalanabilmelidir. Süregelen mantık ve duyguları arasında bir denge olmalıdır. Fakat günümüzde daha çok mantığımızla hareket etmeye doğru toplumsal bir baskı hissediyoruz. Bu yüzden bugün duygularımız hiç olmadığı kadar acı çekiyor. Kendimizi bir türlü ifade edemiyoruz gibi hissediyoruz. Ya da ifade etsek dahi karşımızdaki kişi mantıksal bir umursamazlıkla değersizleştiriyor duygusal akımlarımızı. Duygularımızı bu kadar geri plana atmışken özümüzde var olması gereken duyguların eksikliği çoğalıyor ve duygusal keşmekeş büyüyor, mantıksal dünyamızda. Mantıksal başarı yakalanmışken duygusal boşluklar muazzam artıyor. Her şeye rağmen içeriden bir ses ısrarla bir yerlerde yanlış yaptım, hala eksik hissediyorum ama nerede? diye sorarken, o boşluğun materyal dünyaya değil, ruhsal dünyaya ait olduğunu bir türlü kestiremez. Bu döngü katlana katlana devam eder ve büyür.

Bu olgunlaşma yolculuğumuzda tüm bu dengesizlik içinde dengeyi ararken de aslında o büyük dengenin bir parçası olmaya devam ettiğimizi görürüz. Evreni açıklayan entropi (sistemdeki rastgelelik ) ve kaos (karmaşa) teorisi dengesizlik üzerine kurulu ve böylece evrende muazzam bir denge oluşuyor. Bu tanımdaki karşıtlık bile aslında kendi içinde bir denge halinde. Küçük kainat olan insan da kendi küçük dengeyi bulma çabalarıyla bu dengesizliğe ve kaosa hizmet etmekten başka ne yapıyor ki? O yüzden dengesizim diye üzülmeyin, rahat olun. Dengesizliğin kendisi de dengenin bir parçası bu karmaşık evrende.

Hassas terazili günler,
Dilek ALP

 

İnsanlar, denge(sizsiniz)…

Dilek Alp

 

O kadar çok şey oldu, o kadar çok şey oluyor ki ​gündelik akışımızda​… En beklemeyeceğimiz olasılıkları düşünmeye çalışsak bazen bu hızlı değişim şaşırtıyor. Tam olarak farkında olmasak da bir seviyede bunları kendimiz seçmiş ve yaratmış olmalıyız. Hoşlanmasak dahi sorumluluğumuzu her koşulda al​mak zorunda kalıyoruz​. Biliriz ki büyük dönüşümler bazen karmaşayla birlikte gel​ir​. “Büyük bir ressamın sergisinde bir tabloya baktığınızı düşünün. O tabloda savaş resmi varsa bu o tablonun muhteşemliğini değiştirmez.” mantığını sever ve ​gün içinde uygularız değil mi? ​Bu konu üzerinde çok da yorum yapmayız genelde, kabullenme yaşarız.​

Her sabah aynı enerjiyle uyanmak mümkün mü? ​Tabii mümkün…

Hayatın içindeki problem olarak bize yansıyan gerçeklere rağmen her an mutlu olmak mümkün mü? Evet o da mümkün…

Aslına bakarsanız bizi, ne bir şeylerin çok fazla olması, ne çok az olması mutlu ya da mutsuz eder. ​Sınırlar bizi mutlu eder, o sınırları aşmak bizi heyecanlandırır. ​Bizi dengeden uzaklaşmak mutsuz, dengeye yaklaşmak mutlu eder. Doğada bir denge olduğu kesin. Hiçbir şey bu dengenin dışında hareket etmiyor. Fakat insan için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil. İnsan evrende ki bu doğal dengenin dışında hareket ediyor. Çoğu zaman reddediyor. Bu dengenin dışında hareket edebilen ve doğanın dengesini bile olabildiğince bozan insan senin ruhsal dengeni mi bozmaya çekinecek? ​İstisnasız, insandır doğanın dengesini bozan. İnsandır insanın dengesini bozan. Ve yine insandır kendi dengesini bile bozan…

Haydi dürüst olalım​, aslında pek çoğumuz kabuk tutmuş yaralarımızdan ​​pek memnunuz… O yaralar bizim tembellik bahanelerimiz, kaçamak kapılarımız, küskünlük kalelerimizdir! Onlara sığınır, onlara sarınırız. Hayat gelip o kabuğu ​zorlamaya başlayınca veryansınlarımız başlar!

​Seçenekler her zaman vardır hayatımızda, iyi olmak mesela. İyilik​, alışkanlıklarımızdan vazgeçmekle başlayan zorlu bir yolculuktur. Hediyelerle, mucizelerle, karanlığın içine doğan bir güneş, çölde bulunan bir vahayla​, şatafatlı bir kaldıraçla sunulmaz bize iyi olmak. Çünkü​ ​öyle iyilikleri de biz ​aynı davranış kalıplarını yineleyerek ​bildik kötü hallere çevirmeyi pek güzel becer​iriz…

Mesela;​

Sabah tanımasanız da günaydın diyebilirsiniz, yerlere tükürmeseniz de olur, çılgınca korna çalmasanız, bağıra çağıra sokaklarda konuşmasanız, çöplerinizde bile bir düzen olsa, çevreci bir yapınız gelişse, doğayı tahrip etmeseniz ya da dokuyu bozmadan yapılaşsanız da yaşayabilirsiniz. Sevdiğinizi ​hesapsızca söyleseniz, ​her lafın altında bir çapanoğlu aramasanız da olur, ​temiz olmaya gayret etseniz, mis gibi koksanız, dişlerinize özen gösterseniz, dedikodu yapmasanız, kendi başarılarınızı yaratsanız, çalışkan olsanız, spor yapsanız, özgün düşünseniz, okusanız, müzik dinleseniz, yapabiliyorsanız bir enstrüman çalabilseniz, sanatı anlamaya gayret etseniz, hayvan sevginiz olsa, çocuklarla iletişim kurabilseniz, yaşlılarınıza özen gösterseniz, düşüncelerinizi çekinmeden ifade etseniz, sabır gösterebilseniz, ​dinlemeye tahammül edebilseniz, ​toplumsal kurallar diye bir şeyler olduğunu kabul etseniz, adalet duygunuz olsa mesela, vicdan sadece ​içsel gücün adı olmasa sözlüğünüzde, evrenin her zerresine saygı duyulmasının değişmez şart olduğunu kabul etseniz  ve her ne olursa olsun gülümseyebilseniz​ DENGE yatağında akan su olur, ​akar ​ne muhteşem ​olursunuz..​.

 

Sevgilerimle
Dilek ALP

 

 

Kalın’dan “Denge Politikası” Vurgusu

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Büyükelçi İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son dönemde gerçekleştirdiği yoğun diplomasi trafiğine dikkat çekerek,”denge politikası” vurgusu yaptı.ibrahim kalın cbs

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Büyükelçi İbrahim Kalın, “Bu trafik Türkiye’nin özellikle son dönemde hedeflediği denge politikasının önemli tezahürlerinden birisi. Aynı anda hem Batı’yla, hem İslam coğrafyasıyla dengeli, uyumlu, karşılıklı çıkara dayalı ilişkiler geliştirebileceğimizin önemli bir göstergesi. Hamdolsun bu ziyaretlerin neticelerini almaya başladık” diyerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son dönemde gerçekleştirdiği yoğun diplomasi trafiğine dikkat çekti.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Büyükelçi İbrahim Kalın, Ahmet Yesevi Üniversitesi mensuplarınca düzenlenen iftar programına katıldı. Düzenlenen programda Kalın’ın yanı sıra, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Yalçın Topçu, AK Parti Ankara Milletvekili Emrullah İşler, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Musa Yıldız ve çok sayıda davetli yer aldı.

 “YENİ BİR ATMOSFERİN İNŞA EDİLMESİ YÖNÜNDE HER TARAFTA BİR İRADE SÖZ KONUSU”

Programda konuşma yapan İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son bir iki haftadır yoğun bir programı olduğunu hatırlatarak, “Malum son bir iki haftadır Sayın Cumhurbaşkanımızın yoğun bir trafiği var. Hindistan’la başlayan, Rusya’yla devam eden, ardından Çin, Amerika ve son olarak da Brüksel’de AB ile NATO zirveleriyle sonuçlandırdığımız bir maraton yaptık. Bu trafik Türkiye’nin özellikle son dönemde hedeflediği denge politikasının önemli tezahürlerinden birisi. Aynı anda hem doğuyla, hem batıyla, hem kuzeyle, hem güneyle, hem Orta Doğu’yla, hem Avrupa’yla, hem Batı’yla, hem İslam coğrafyasıyla dengeli, uyumlu, karşılıklı çıkara dayalı ilişkiler geliştirebileceğimizin önemli bir göstergesi. Hamdolsun bu ziyaretlerin neticelerini almaya başladık. Özellikle Avrupa Birliği’yle ve Rusya’yla zirveler çok verimli geçti. Yeni bir atmosferin inşa edilmesi yönünde her tarafta bir irade söz konusu” şeklinde konuştu.

“FATİH SULTAN MEHMET’E, ONUNLA BİRLİKTE SAVAŞAN ŞÜHEDAYA VE BÜTÜN GAZİLERE SELAM EDİYORUZ”

İstanbul’un fethinin yıldönümü münasebetiyle başta Fatih Sultan Mehmet olmak üzere tüm hayatını kaybetmiş gazilere rahmet dileyen Kalın, “Bugün aynı zamanda İstanbul’un fethinin 564’üncü yıldönümü. Öncelikle İstanbul’u fethederek tarihin akışını değiştiren Fatih Sultan Mehmet’e, onunla birlikte savaşan şühedaya ve bütün gazilere selam ediyoruz. Onların hatırasını bundan sonra da yaşatmaya devam edeceğimizi, aynı fetih ruhuyla yarınlarımızı inşa etmeye devam etme yolunda olacağımızı da ifade etmek isterim” ifadelerini kullandı.