Etiket arşivi: Demirel

Sevda Demirel’in ”Sevda Tokatı” Şarkısı Çıktı!

 

Sevda Demirel’in uzun bir zamandan beri üzerinde çalışmalar yapıldığı bilinen ve müzik piyasasın büyük bir merakla beklenen ”Sevda Tokatı” isimli single çalışması, geçtiğimiz günlerde dijital platformlarda yer almaya başladı. Özdemir Müzik etiketiyle yayınlanan bu single, klip çalışmasıyla da Netd üzerinden izlenebiliyor. 

 

Söz ile müziği Hakan Verbiç’e ait olan şarkının düzenlemesi de Can Tosun imzasını taşıyor. Yönetmen koltuğunda ise Erkan Nas oturuyor.

İmamoğlu’ndan sürpriz ziyaret! 

İstanbul’un seçilmiş Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 21 Mayıs Salı günü, programında önceden ilan edilmeyen sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi.

İmamoğlu İstanbul’da DYP ve DP Eski Genel Başkanı ve TBMM E. Başkanı Sayın Hüsamettin Cindoruk’u ziyaret etti. 

31 Mart seçimleri öncesinde de Cindoruk’u Beyoğlu-Mısır Apartmanındaki bürosunda ziyaret eden İmamoğlu bu kez basına açık olmayan bir ziyaret yaptı.

Görüşmede Cindoruk’un Yardımcısı E. Devlet Bakanı Ufuk Söylemez de hazır bulundu. Başbaşa 1 saati aşkın süreyle yapılan görüşme sonrasında İmamoğlu, “Sayın Cindoruk gibi tecrübeli ve saygın bir siyaset ve devlet adamından tavsiye ve öğütlerini almaya geldim. Demokratların yaşayan en önemli kanaat insanını ziyaret etmekten mutluluk duydum” dedi.

Hüsamettin Cindoruk İmamoğlu’na, Demirel’in konuşmalarını ve bazı siyasi dergi ve kitapları hediye etti.

Türkiye’de yaşanan çirkin siyaset nedeniyle düşünemiyorum, yazamıyorum, zira yazma şevkim kırıldı

Sevgili dostlarım ve okurlarım,

Farkındaysanız, nisan ayı bültenimi yayınlayamadım
Mart ayı bültenimi yayınladıktan sonra 23 Mart’ta  Mersin’e geldim. Şimdi tam iki aydır Mersin’deyim. ‘Hollanda’yı özlemedin mi?’ diye soran dostlara şunu söyleyebilirim:

Özlemezmiyim hiç? Hele hele, burada haber bültenlerini izlerken Hollanda’yı çok özlüyorum. Daha doğrusu Hollanda’ya gıpta ile bakıyorum. Baksanıza, sevgili Kralımız Alexander, Lahey’de Müslüman toplumun iftar yemeğine katılmış. Güzel de laflar etmiş. Ne de olsa, oradaki Müslümanları da kendi vatandaşı olarak içine sindirmiş ve onlarla birlikte yemek yemiş. Hem de dini önemi olan bir yemeğe…

31 Mart seçimlerinden sonra Nisan ayı bültenimi hazırlayacaktım.
Ne var ki, 31 Mart seçimleri sonuçlarında, İstanbul muallakta kaldı.
İstanbul seçimini az bir farkla kazanan İmamoğlu’nun mazbatası çok geç verildi ama, yapılan itirazlar üzerine, mazbata verimi de şerhli olmuştu.

31 Mart seçimleri öncesinde, Türkiye’deki seçim atmosferi çok çirkindi. Politikacıların birbirlerine karşı hitap şekilleri, en ilkel Afrika ve Asya ülkelerinde bile yaşanmayacak cinstendi. Politikacıların bu  çirkin hali, ne yazık ki bizlere de sirayet etmişti. Biz de sosyal medyada birbirimize karşı çok kırıcı olmuştuk. Bırakın kırıcı olmayı, birbirimize karşı hakaretlerimiz edep sınırlarını aşmaya başlamıştı.
Ben şahsen bazen araya girip, ‘Yapmayın kardeşler’ diyordum ama, nafile…

Samimiyet ile şunu belirteyim ki, içinde yaşadığımız bu çirkin siyasi dönemden önce de, pek çok hoşnutsuzluklar yaşamışızdır. Ben şahsen çok genç yaşımda iken, politikacıların tasvip edilmeyecek hareketlerine şahit olmuştum. O dönemleri anlatmaya kalkışırsam, taraf olmama rağmen, gazetecilik tarafsızlığımı kaybedeceğimden korkarım. Bu nedenle, geçtiğimiz 3 mayıs tarihinde yayınlanan bir Rauf Tamer yazısı ile 8 mayıs ta yayınlanan bir Hıncal Uluç yazısını sizlere sunuyorum.

Bakın Rauf Tamer 3 Mayıs’ta neler yazmış:

‘Bizim kutuplaşmadığımız dönem var mı? Yok.

İnönü-Menderes.

Demirel-Ecevit.

Hatta, aynı blokta olmalarına rağmen:

- Demirel-Özal.

- Çiller-Yılmaz.

Neler neler.
Yandaşların, yoldaşların en âlâsı, o zaman da vardı.
Tuzlukların, fırıldakların en şahanesi, o zaman da vardı.
Hep vardı.

Bilenler bilmeyenlere anlatsın.

Vatan Cephesi’nden tutun milliyetçi cephe’ye kadar… Ne kutuplaşmalar yaşadı Türkiye.

İsmet Paşa’nın kafasına taş atıldı.

Demirel, Başbakanlık koridorunda yumruk yedi.

Özal’a suikast yapıldı. Kongre salonunda kurşun sıkıldı.

Mesut Yılmaz saldırıya uğradı, burnu kırıldı.

Tansu Çiller’e akıl almaz iftiralar atıldı.

Yani, kutuplaşmadığımız hiçbir dönem yok.

Lakin şimdiki kadar ağzı bozuk bir dönem de yok.’

Rauf Tameri tanıyanlarınız çoğunluktadır sanırım. Sağ görüşlülerin gazetesi olan Tercüman’ın en kıdemlilerindendir. İşte o Rauf Tamer bugün, ‘Yani, kutuplaşmadığımız hiçbir dönem yok.

Lakin şimdiki kadar ağzı bozuk bir dönem de yok.’ diye yazıyorsa, siz anlayın artık durumumuzu…

‘Durumumuz nedir’ diyeceksiniz şimdi…
Durumumuz, o kadar itici ki, 55 yıllık bir gazeteci-yazar olan şahsımın, yazma şevkini kıracak kadar kötüdür.
31 Mart seçimlerinden sonra, durumun şeffaflaşmasını bekledim. Ama, özellikle İstanbul seçimlerinin muallakta kalışı o kadar uzadı ki, kesin sonuç açıklanmadan önce hiçbir şey yazmamaya karar verdim.
İstanbul seçimlerinin kesin sonucu nihayet 6 mayıs pazartesi günü açıklandı.
Yapılan açıklama, Galatasaray-Beşiktaş maçındaki hakem taraflılığından farksız değildi.
Yukarıdaki sözü açayım isterseniz: İstanbul seçiminin kesin sonucu açıklanmadan bir gün önceki pazar günü Galatasaray-Beşiktaş derbi maçı oynanmıştı. Maç başlar başlamaz, hakemin Galatasaray’ı kayıracağı hemen anlaşılmıştı. Aynı hakem öyle kararlar verdi ki, Beşiktaş’ın maçı berabere bitirmesi bile ihtimal dışında kalmıştı. Hoş, Beşiktaş maçı kazanmak için pek hevesli görünmüyordu ama, hakemin taraflı kararları da Beşiktaşlı futbolcuların şevkini kırmıştı. Maçtan sonra, her gün gittiğim lokaldeki bir arkadaşım şunları söylüyordu: ‘Allah belasını versin böyle hakemin. Ben Galatasaraylıyım ama, böylesi bir hakem sayesinde kazandığımız bu maçtan hiç zevk almadım.’

İşte, nasıl ki Galatasaray-Beşiktaş hakeminin kararları herkesi çileden çıkarmışsa, İstanbul seçimlerini inceleyen Yüksek Seçim Kurulu’ndaki hakemler de, verdikleri seçim yenileme kararı ile insanları çileden çıkarmıştır. Bırakın insanlarımızı çileden çıkarmayı, dünyadaki politikacıları da çok kızdıran bu karar, zaten var olan Recep Tayyip Erdoğan aleyhtarlığını daha da güçlendirmiştir.

Şimdi, 23 Haziran’da tekrarlanacak olan seçimi kim kazanacak tartışması başladı. Yarın yine çirkinlikleri seyretmeye başlayacağız. Kimine göre AK Parti söylem değiştirecek ve seçmene daha sempatik görünecek ve seçimi kazanacak, kimine göre CHP bu kez daha çok oy toplayarak bir zafer kazanacak. Kimine göre de, AK Parti ne yapıp yapacak ve bu seçimi kaybetmeyecek.

Bu saatten sonra ne olursa olsun, seçimi AK parti’nin kazanması ve İmamoğlu’nun kaybetmesi, Türkiye’nin demokratik duruşunda yaralar açacaktır. Ne Türk halkının büyük çoğunluğu ve ne de dünya halkları, böyle bir sonucu kabul etmeyecektir. Bu da Türkiye’ye daha doğrusu recep Tayyip Erdoğan’a puan kaybettirecektir.

Dış basın, Erdoğan aleyhtarı yazıları yayınlamaya başladı bile…

Naçizane şahsım, polemik yaratacak tartışmalara girmeyeceğim ama, gönlümdeki düşünceyi açığa vurduğumu da fark etmişsinizdir. Bu da benim demokratik bir seçenek hakkımdır elbette.
Gerek AK Parti içindeki dost ve tanıdıklarım ve gerekse CHP içindeki dost ve tanıdıklarım, benim tarafsız yorumlarıma alışıktırlar. Benim tarafsızlığımdan yararlanmaya gelene kadar, her iki partiyi yönetenlerin, çok daha önemli yerlerden tavsiyelerine değer vermelerini diliyorum.

Aksi takdirde, 23 Haziran’a kadar devam edecek olan çirkin tartışmalar, o tarihten sonra da sürecek gibidir.

Madalyonun bir de ters tarafı var tabii…

İsterseniz ters tarafta neler var ona bakalım.

Değerli dostum Hıncal Uluç 8 mayıs Çarşamba günkü yazısında, Yüksek Seçim Kurulu’nun kararına isyan edenlere bir mesaj veriyor. Bu mesaj, CHP’yi yönetenlerin acizliğine vurgu yapıyor.

Yüksek Seçim Kurulu’na, ‘Sandık başkanları kanuna aykırı seçildiler’ başlıklı olağanüstü itirazı kimin düşündüğünü merak eden Hıncal dostum, işin püf noktasının pek anlaşılmadığını vurgulamış ve itirazı yapan AK Parti sözcülerinin bile işi doğru dürüst anlatamadıklarını, bunun için de  hemen herkesin, Yüksek Seçim Kurulu kararının siyasi olacağı düşüncesine kapıldıklarını belirtmiş.

Uluç şöyle devam etmiş:

‘Öğleden sonra evde tüm gazetelerimi bitirdikten sonra, Haber Türk yazarlarını okumak için Ipadimi açtım.
Nagehan Alçı, kararın “Hukuki” olacağını söylüyor, yaptığı araştırmaları özetliyordu.
2018 yılı mart ayında, Seçimlerin Genel Hükümleri Yasası’nda bir değişiklik yapılmış ve Sandık Kurulu Başkanlarının kamu görevlisi olmaları şartı getirilmişti.
İstanbul seçimlerinde bu şarta uyulmamıştı. Olağanüstü itiraz buydu.
Hemen gene  iPad’imden o değişikliği yayınlayan ve yürürlüğe sokan Resmi Gazete’yi buldum.
İlgili madde aynen şöyleydi..
MADDE 3- 298 sayılı Kanunun 22’nci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Sandık kurulu başkanının belirlenmesi
MADDE 22- İlçede görev yapan tüm kamu görevlilerinin listesi, mülki idare amiri tarafından yerleşim yeri adresleri esas alınmak suretiyle ilgili ilçe seçim kurulu başkanlıklarına gönderilir. İlçe seçim kurulu başkanı, bu kamu görevlileri arasından ihtiyaç duyulan sandık kurulu başkanı sayısının iki katı kamu görevlisini ad çekme suretiyle tespit eder ve bu kişiler arasından mani hali bulunmayanları sandık kurulu başkanı olarak belirler.”
Oysa İstanbul’un çeşitli ilçelerinde, eski usul seçilmiş sandık kurulları göreve devam etmişti. Pek çok başkan kamu görevlisi değildi.
Yani yasa net şekilde ihlal edilmişti.
YSK kararı hukukiydi ve doğruydu.
Muhalefet sözcüleri “Peki ama, 2018 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimleri de ayni kurullarla yapıldı” dediler.
Dediler, diyorlar ve diyecekler ama, o zaman kimse itiraz etmemişti. Kimsenin aklına bu maddeye dayanıp itiraz etmek gelmemişti. Trafoya giren kediye itiraz edenlerin bile.
İtiraz süresi sona erene dek yapılan itirazlar incelenmiş ve seçim sonuçları kesinleşmiş ve YSK tarafından ilan edilmiş ve o sayfa artık açılmamak üzere kapanmıştı.
İşte merakım buydu.
O zaman, medya dahil, hiç ama hiç kimsenin aklına gelmeyen “Sandık Kurulu Başkanları değişen kanuna aykırı. Ona itiraz edelim” fikri kimden çıkmıştı?
Bakalım siyasi muhabirler, bu sorunun yanıtını bulup verebilecekler mi?’

Hıncal Uluç’un ne demek istediği apaçık meydanda değil mi?
Çoğumuzun, ‘Bu antidemokratik bir karar’ diye itiraz ettiğimiz bu konuyu CHP’nin akıl hocaları neden düşünememişler? Daha önceki seçimlerde aynı hatalar yapılmışsa, CHP buna neden itiraz etmedi?
Yazımın başında Galatasaray- Beşiktaş maçında söz etmiştim. Maçlar tabii ki centilmence oynanmalı. Seçimlerde de centilmenlik aranmalı. Ama kazın ayağı öyle değil. Maçtaki futbolcuların çoğu, rakibe sarı kart veya kırmızı kart aldırmak için iğrenç maskaralıklar yapıyorlar. Bu centilmence bir davranış değil ama, maçın resmi olmayan kuralları arasında bu çirkinlik de varmış demek.
Seçim sonuçlarında da centilmenliğin dışına çıkılabiliyor. Hileler yapılıyor, oylar çalınıyor. Ama elde kesin delil olmayınca bir şey yapılamıyor.
Böyle olunca da itirazların haksızlığından söz ediliyor.

Bir şey daha var. Aslında birkaç şey.
Bu ‘şeyler’, CHP’ye puan kaybettiriyor ve toplumda infial yaratıyor. Böyle giderse CHP’ye oy vermeye başlayan seçmenlerde tereddüt doğacak.
Şöyle ki, CHP lideri Kılıçdaroğlu, seçimin yenilenmesi için oy veren Yüksek Seçim Kurulu üyeleri için ‘Çete’ deyimini kullanmış. Bu söylem bir siyasi parti başkanının ağzından çıkmamalıydı. Rakip politikacılar bunu tabii ki kullanacaklar ve halkta tepkiler doğurtacaklar.

Bir sanatçı, İmamoğlu için ‘İkinci Atatürk’ demiş. Yapmayın kardeşler, ‘İkinci Atatürk’ deyimi için İnönüler ve Ecevitler geldi geçti. İmamoğlu’na ‘İkinci Atatürk’ denebilmesi için, daha çok zamana ihtiyaç var.
Ne diyelim, hayırlısı olsun. Bakalım 23 Haziran’a kadar ve sonrasında daha neler yaşanacak?

Hıncal Uluç, Türkiye’deki seçim kararlarının dış basına nasıl yansıdığını da yazmış. İsterseniz ben size sadece Hollanda medyasında yayınlananları sunayım:

Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal etmesi Hollanda medyasında da geniş yer buldu.
Hollanda’nın önde gelen gazetelerinden Volkskrant, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın YSK kararı ile istediğini elde ettiği görüşüne yer verdi.

Haberde, Avrupa Parlamentosu (AP) Türkiye Raportörü Kati Piri’nin, “YSK’nın hükümetin baskısı altında karar aldığı ve 60 yıl sonra Türkiye’de seçimlerin meşruiyetinin sona erdiğine” ilişkin değerlendirmesi de yer aldı.

Ülkenin en çok satan gazetesi De Telegraaf ile AD gazetesi ise YSK’nın iptal kararını “Erdoğan’ın partisi istediğini aldı” başlığıyla okuyucularına duyurdu.

NRC gazetesi ise “AKP’nin baskısı ile İstanbul yeniden seçime gidecek” başlığıyla verdiği haberde, muhalefetin “boykot ya da umut” ikileminde olduğunu yazdı.

Haberde, YSK’nın seçimlerden 36 gün sonra aldığı kararın, Türkiye demokrasisi ve ekonomisi için geniş kapsamlı sonuçlar doğurabileceğine vurgu yapıldı.

Gazeteye göre, Türkiye’de bazı muhalifler, 23 Haziran’da yenilenecek seçimi AKP’yi daha büyük bir farkla yenmek için fırsat olarak görüyor. Bazı seçmenler ise yeni seçime katılmanın “demokratik olmayan bir kararı meşrulaştırmak” olacağını söyleyerek boykotu savunuyor.

NRC’nin haberinde 23 Haziran seçiminin, “AKP için politik açıdan büyük bir kumar olduğu” değerlendirmesi de yer aldı.

Hollanda Televizyonu NOS‘un haberinde ise AKP’nin son hamlesinin sonuç verdiği ve seçimin YSK tarafından iptal edildiği belirtildi, Türkiye’de muhalefetin kurulun kararından sonra “açık bir diktatörlükten söz ettiği” görüşüne yer verildi.

RTL Televizyonu’nun haberinde de, muhalefetin “diktatörlük” eleştirilerine vurgu yapıldı.

Hollanda medyasındaki haberlerde, YSK’nın kararı nedeniyle Türk Lirası’nın hızlı düşüş yaşadığına da dikkat çekildi.

*****

Şok Marketler, 2018’in ilk yarısında toplam satışlarını %34 arttırarak 5,5 milyar TL ciroya ulaştı

Türkiye’nin ciro bakımından en hızlı büyüyen gıda perakende zinciri Şok Marketler (SOKM), 2018 ikinci üç aylık sonuçlarını açıkladı. Şirket, halka arzdan elde ettiği gelirler ile borçluluğunu önemli ölçüde düşürerek bilançosunu güçlendirdi

Türkiye’nin satış gelirleri bakımından en hızlı büyüyen gıda perakende zinciri(*) olan Şok Marketler Tic. A.Ş. Kamuoyu Bilgilendirme Platformu’na (KAP) 2018’in ikinci çeyrek mali tablolarını açıkladı.

Yapılan açıklamaya göre Şok Marketler, yılın ilk yarısında 632 yeni mağaza açarak yıllık ortalama bin mağaza açma hedefine sağlam adımlarla yaklaştığını gösterdi ve yine aynı dönemde yaklaşık 3 bin kişiye daha istihdam sağlayarak, çalışan sayısını 27 binin üzerine çıkardı.

Buna paralel olarak Şok Marketler 2.çeyrekte net satışlarını yüzde 33 oranında arttırarak 2,9 milyar TL’ye çıkardı ve böylece şirketin ilk yarı yıl toplam satışları yüzde 34’lük artış ile 5,5 milyar TL’ye ulaşmış oldu.

Şirket Faiz Amortisman Vergi Öncesi Kârını (FAVÖK) geçen yılın ikinci çeyreğine göre yüzde 49 oranında arttırarak 138 milyon TL’ye yükseltti ve böylece yılın ilk yarısında FAVÖK’ünü yüzde 46 artırarak 227 milyon TL’ye çıkarmış oldu. Şok Marketler’in, finansal borçlarındaki azalma da halka arz gelirlerinin verimli kullanıldığına ve bilançosunun güçlendiğine işaret ediyor.

Mayıs ayında son 10 yılın en büyük halka arzlarından birini gerçekleştiren Şok Marketler CEO’su Uğur Demirel yarıyıl sonuçlarıyla ilgili olarak şunları söyledi:

“Halka arzımızda yatırımcılarımıza verdiğimiz sözleri yerine getirmenin gururunu yaşıyoruz. Halka arz sonrası ikinci bilanço dönemimizde çok daha sağlam neticeler ile yatırımcılarımızın karşısına çıktık.

Yılın ilk yarısında 632 mağaza açarak ve mevcut mağazalarımızın satış performansını arttırarak gıda perakende sektörünün en hızlı büyüyen oyuncularından biri olma özelliğini sürdürüyoruz. Bunun yanı sıra aynı dönemde FAVÖK karlılığımızı yüzde 46 arttırarak satış büyümemizin üstünde bir performans gösterdik. Halka arzdan elde ettiğimiz gelirler ile finansal borçluluğumuzu minimize ederek bilançomuzu çok daha güçlü bir hale getirdik.

Önümüzdeki dönemde de bu güçlü performansımızı devam ettirerek hissedarlarımıza ve paydaşlarımıza değer yaratmayı hedefliyoruz.”

(*)Bağımsız özel bir danışmanlık firması olan MK Novo’nun ŞOK Marketler için hazırlamış olduğu rapor verileri baz alınmıştır.

ŞOK Marketler Tic. A.Ş. Hakkında:

1995 yılında kurulan ŞOK Marketler Ticaret A.Ş., 2011’in Ağustos ayında Yıldız Holding bünyesine geçmiştir. 2011 yılında 1.200 mağaza ile faaliyet gösteren şirket Haziran 2018 itibarıyla Türkiye’nin 81 ilinde yaklaşık 5.750 mağazası, 27 binin üzerinde çalışanı, özgün iş modeli, modern perakendeciliğin gereklerine uygun dijital altyapısı, güçlü ve dinamik insan kaynağı ile müşterilerine hizmet vermektedir. 2016 itibarıyla mağaza konseptini tamamen yenileyen ŞOK Marketler, tüketicilerin temel ihtiyaçlarının tamamına yakınını, bilinen markalı ürünlerle ve uygun fiyatlarla, evlerinin yakınındaki mağazalarında müşterilerine sunmaktadır. Ayrıca, farklı nedenlerle ekonominin dışına çıkmak durumunda kalan Mis, Piyale, Mintax, Amigo, Evin gibi köklü ve bilinirliği yüksek, kaliteli ve uygun fiyatlı, tarihi geçmişi olan özgün markalarını ekonomiye kazandırarak Türkiye’nin bu değerli markalarını müşterilerine piyasanın tanınmış markalı ürünleriyle bir arada sunmaktadır. ŞOK Marketler, mağazalarına giren her bir müşterinin rahat, kaliteli ve hesaplı alışveriş deneyiminden memnun olarak ayrılmasını sağlamak vizyonuyla faaliyetlerini sürdürmektedir. Mayıs 2018’de halka arz edilen Şirket’in hisseleri SOKM koduyla BIST30’da işlem görmektedir.

Bu adamı tanıyor musunuz?

süleyman özışık yazdıCumhurbaşkanı Erdoğan’ın Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı yaptığı yıllar… Yani bundan 32 yıl önce…

O yılları Erdoğan’dan dinleyelim:

“Sene 1985. İstanbul’da İl Başkanlığı görevine getirildim. İstanbul’un o dönemde 19 ilçesi vardı fakat, biz toplam 8 teşkilat kurabilmiştik. İşin böyle gitmeyeceğini biliyorduk. Arkadaşlarla toplandık ve ne pahasına olursa olsun 19 ilçenin tamamında teşkilatlanmamız gerektiği kanaatine vardık. Yoğun bir gayret sonucu, 3 ay içerisinde 19 ilçenin tümünde teşkilatlarımızı kurduk.

Erdoğan’ın hikayesini anlattığı Abdülmecid Yücel

“Teşkilatlar her akşam 18 ile 22 arasında açık olacak” diye karar aldık. Teşkilatların açık olup olmadığını telefonlarla sürekli kontrol ediyorduk.
Bir akşam, nöbetlerin ne durumda olduğunu takip amacıyla il merkezine uğradım. Aksilik olup olmadığını sordum, “Şişli cevap vermiyor”dediler. Birkaç kez de ben aradım ve cevap alamadım. Bunun üzerine nöbetçi arkadaşıma, ”Sen aramaya devam et, ben de bir arabaya atlayıp bakayım” dedim.
Gittim ki, kapı açıldı, o zamanlar ismen tanımadığım, gözleri yaşlı bir kardeşimiz çıktı karşıma.

“Niye ağlıyorsun?” diye sordum. “Biraz kederlendim başkanım” diye cevap verdi. “Yahu neyin var, belki ben yardımcı olabilirim” dedim, “Sadece biraz kederlendim başkanım, hiçbir derdim yok” dedi.
“Peki, telefonla aradık ama cevap alamadık, neden?” diye sordum. Mahcup bir şekilde, “Başkanım bir işim vardı, onun için yarım saat geç açtım teşkilatı” dedi.

Biraz sohbet ettik ve ayrıldım. Ertesi sabah ağlamasının gerekçesini öğrendim.

Meğer bu kardeşimin eşi o gün doğum esnasında şehit olmuş. O da dünyaya yeni gelen yavrusunu yengesine teslim etmiş. Hanımını da hastanenin morguna indirmiş. “Nöbetim var” diyerek koşarak nöbete gelmiş.
O kardeşimin adının Abdülmecid olduğunu sonradan öğrendim. Sevgili kardeşlerim. Bu davanın mayasında Abdülmecitlerin bu imanı var. Bu davanın mayasında vefat eden eşini morgda, doğan çocuğunu başka bir kucakta bırakıp bir sefere çıkar gibi yola çıkan yiğitlerin inancı var, aşkı var, inancı var!”

Erdoğan’ın anlattığı hikaye burada bitiyor.

Ancak Abdulmecid’in hikayesi burada bitmiyor. Bir süre sonra, “Ben Demirel’in kalesini düşüreceğim” inancıyla, tek kuruş maddi destek beklemeden ve istemeden Isparta’ya taşınıyor Abdülmecid Yücel…

Refah Partisi’nin Isparta İl Teşkilatı’nın kurulmasında büyük rol oynuyor.

Arada bir İstanbul’a geliyor. “İstanbul’a neden bu kadar sık gidiyorsun?” diye soranlara, “Çünkü oradaki teşkilatlanma modelini buraya taşımadan başarılı olamayız” cevabı veriyor.

Davasına olan inancı ve ortaya koyduğu insan üstü gayret sayesinde partinin Ege Bölge Müfettişi oluyor. Kısa süre sonra verdiği sözü tutuyor ve Demirel’in kalesini düşürüyor. Hemen ardından Isparta Belediye Başkanı DYP’den istifa ederek Refah Partisi’ne geçiyor.

Yine bir gün, İstanbul’daki parti çalışmasına katılmak üzere 5 dava arkadaşıyla birlikte takaza bir otomobile binip yola çıkıyor. Kütahya sınırlarında geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybediyor.

Gerçek Hayat Dergisi’ne konuşan kızı babası Abdülmecid Yücel’i şu sözlerle anlatıyor:

“Babamı kürsüde hatırlıyorum özellikle. Babam eve geç saatte geldiğinde, gönlümüzü almak için dolu dolu sarılışını unutamıyorum.”

Bu hikayeyi bir kez daha gündeme getirme nedenime gelince…

Aylardır AK Parti’nin teşkilat ve belediyelerinde yaşanan nahoş olayları yazıp duruyorum. Üstüme vazife değil ama yapmaktan geri duramıyorum.

Hayatım boyunca görmediğim, belki de hayatımın sonuna kadar görmeyeceğim insanların öfkesini ve nefretini kazanıyorum bunları yazmakla…

AK Parti’ye gönül veren pek çok kardeşim, “Sen bu yazdıklarınla partiye zarar veriyorsun” diye azarlıyor beni…

Buna rağmen, bu mesele benim boynumun borcuymuş gibi, namus borcummuş gibi hissediyor, yine ve yeniden yazıyorum.

Aklıma 7 Haziran seçimleri geliyor.

Selahattin Demirtaş’ın, “Korkma, seni adil yargılayacağız” dediği, Fetö’cülerin, “Onursuzca indirip yargılamalıyız. Sarayı kuşatın ki kaçmasın” diye tweet attığı, CHP’lilerin HDP ile birlikte iyi salladığı 7 Haziran seçimleri…

O uğursuz gece, “AK Partililer neden ağlıyor?” başlıklı bir yazı yazmış ve şunları yazmıştım:
“Hale bakın. Yüzde 41 oy alan AK Parti seçmeni kan ağlıyor. Davası ümmet olanın, derdi de böyle büyük oluyor işte!
Sakın bir kaç puanlık oy için ağladıklarını düşünmeyin çünkü, kendilerini ağlatan bir seçimin kaybı değil. Niye ağlıyorlar biliyor musunuz?

Çünkü Filistin ağlıyor. Gazze, Ramallah, Kudüs, El Halil, Beytüllahim ağlıyor. Çünkü Somali ağlıyor. Çünkü Mısır, Irak, Suriye ve Arakan ağlıyor. Lübnan, Ürdün, Yemen ve Doğu Türkistan ağlıyor…

AK Partililer, yıllardır ateş ırmaklarında yakılan o mazlumların son umudu ellerinden kaydı diye ağlıyor. Onların hıçkırıklarına eşlik ediyor.”

Eleştirilere, kırgınlıklara ve kızgınlıklara rağmen yazmamın nedeni bu satırlarda yatıyor.

AK Parti’nin iktidarda kalıp kalmaması artık sadece Türkiye’nin ya da Türkiye sınırları içinde yaşayan insanların sorunu değil.

Türkiye sınırlarının dışında yaşayan ve Türk kimliği taşımayan milyonlarca insanın da sorunudur AK Parti. Onların da davası, onların da sevdasıdır AK Parti…

“Osmanlı’nın artığısınız dediklerinde kahroluyorum” diyen Kerküklü teyzenin… “Bizi kimlere bırakıp gittiniz be oğlum?” diye haykıran Halepli dedenin… “Siz çağrılan değil, beklenen milletsiniz” diyen Bosnalı annenin… Parmağını, kendisine silah doğrultmuş İsrailli askerlere cesaretle sallayıp, “Bir gün gelecekler” diye bağıran Gazzeli çocuğun, “Türkiye’nin nükleer silah üretmesine gerek yok. Çünkü onların nükleer silahı bizleriz” diyen Pakistanlıların umududur AK Parti…

Bana kızan, “Ama bu yazdıklarınla partiye zarar veriyorsun” diye azarlayan kardeşlerimin görüş ve itirazlarına saygı duyuyorum.

Ancak onlar gibi düşünmüyorum.

Çünkü ben AK Parti’yi değil, AK Parti’nin yürüttüğüne inandığım hak davasını destekliyorum. Hiç kimseye, AK Parti’yi koşulsuz şartsız destekleyeceğime dair söz vermedim.

Beni eleştirenlere soruyorum:

Hak davasını, para davasına, mücahit davasını, müteahhit davasına çevirenlere göz mü yumalım?

Fetö’cü isimleri bilerek ve isteyerek işbaşında tutup, onları koruyup kollayan nasipsiz belediye başkanlarını yazmaktan geri mi duralım?

Abdülmecid gibi parti ve dava yolunda can verenleri bir kenara itip, işe gitmediği halde belediyelerden ve bakanlıklardan dolgun maaş alan gençleri mi savunalım?

AK Parti’ye zarar gelmesin diye, AK Parti çatısı altında bulunup, HDP’yi destekleyici mesajlar atan içimizdeki hainleri görmezden mi gelelim?

Mülakat adı altında, liyakat ve sadakat sahibi insanları eleyip, kendi dost ahbap çevresini devlet kadrolarına doldurmak suretiyle kul hakkına giren bedbahtları mı savunalım?

Gözüne kestirdiğini, Fetö’cü diye yaftalayarak işinden, ekmeğinden edip, onun boşalttığı makama oturan iftiracıları mı destekleyelim?

Siyaset hayatına atılmadan önce çulsuz olan, siyasetçi olduktan sonra milyonlarla oynayan para tapıcılara mı destek verelim?

Bir tercih yapmamız lazım, söyleyin hangisini yapalım?

Efendim bu tür olaylar CHP’de ve diğer partilerde de oluyormuş. Bana ne CHP’den kardeşim? Onların, “Başörtüsü yeniden yasaklanacak. İmam Hatipler yine kapanacak. Katsayı zulmü yeniden gelecek. Suriyeli masumlar, Filistinli, Arakanlı, Somalili, Mısırlı mazlumlar ne olacak?” diye bir derdi yok ki…

Ben davama yanarım, bana ne ondan bundan, şundan…

Ben, inandığım davanın bayraktarlığını yapan partiyi, yaptığı hatalarla uçuruma sürükleyen insanları yazarım. Bana ne seks kasetleri marifetiyle lider değiştirenlerden…Bana ne hak yolunda davası, sevdası olmayanlardan…

Ya Allah’ı memnun etme için hak davasını, ya da içimizde olup bize en çok zararı veren nasipsizlerin maddiyat davasını savunacağız.

Ya; bu parti için, bu dava için parasını, malını mülkünü satan Abdülmecid Yücel gibileri savunacağız, ya da para için, mal, mülk ve şan için davayı satan hainleri savunacağız.

Ya yaşanan kokuşmuşluğu görüp kendi partisine muhalefet eden, “Biz bunlarla yola devam edemeyiz” diye isyan eden Erdoğan’ın yanında, ya da onun tam karşısında duracağız.

Karar verin, hangisini yapalım?

Dipnot 1: Şanlıurfa meselesini kapatmadım. Sosyal medya üzerinden yapılan gülünç açıklamalara ve yaşanan kepazeliklere hafta sonu özel bir yazı ile cevap vereceğim inşallah.

Dipnot 2: Dikkat ederseniz bugüne dek belediye ve teşkilatlardaki çarpıklıkları yazarken, imar yolsuzluklarına, ihale rantlarına hiç değinmedim. Milletin arazisine, “Bize vermezsen yeşil alan yaparım”diyerek mafyavari sistemle konan belediye başkanları ile o arazilerin peşkeş çekildiği müteahhitlere daha dokunmadım. Sırası gelmişken, onları da önümüzdeki günlerde aradan çıkaralım diyorum.
Süleyman ÖZIŞIK 

Ayastefanos Anıtı Yeniden Dikilemez

Ayastefanos Anıtı Yeniden Dikilemez

 

Alptekin CEVHERLİ

 

alptekin cevherliHer milletin kendi millî menfaatlerini ve değerlerini sembolleştirdiği çeşitli kutsalları vardı; bayrak, tarihteki çeşitli devlet adamları, sembol haline gelmiş mekân veya binalardır. Bunlar o milletin varlığının belki de yarı efsanevi, yarı gerçek devamını sağlayan figürlerdir. Milletlerin önüne birer hedef koyarak millî birliğin tesis edilmesini kolaylaştırırlar. Bu hedefe varmak için sonraki nesillere dinamizm katarlar.

Bu figürler, milletlerin ulaştıkları son noktayı veya çıkış noktalarını betimleyerek elde edilmesi gereken veya korunması gereken değerleri ortaya koyarlar. Bu anlamda ata mezarları da büyük önem taşır.

Sultan 1. Murat’ın Kosova Priştine’deki kabri, Macaristan’daki Gül Baba Türbesi, Bakü’deki Türk şehitliği, Enver Paşa’nın Kırgızistan’daki kabri (Ki bu mezar yanlış bir kararla Demirel tarafından Türkiye’ye geri getirilmiştir.) vd…

Aynı şekilde diğer milletlerin de ulaştıkları son nokta ve erek olarak aynen bizim gibi mezarlıkları vardır. Yoksa Anzakların (Avusturalya ve Yeni Zelandalılar) on binlerce kilometre öteden her yıl gelip Çanakkale’de dedelerinin mezarları başında “şafak ayini” yapmasını başka türlü izah edemezsiniz…t__rk __ehitlikleriyıkılmasıRussian_Monument_San_Stefano_Ottoman_Postcard

Bu mezarlar belki siyasi değil ama tarihi ve kültürel sınırları çizerler…

Bugün dünya üzerinde 34 ülkede (Almanya, Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Filistin, Güney Kore, Hindistan, Irak, İngiltere, İran, İsrail, İtalya Japonya, KKTC, Letonya, Libya, Lübnan, Macaristan, Malta, Mısır, Myanmar, Polonya, Romanya, Rusya, Sırbistan, Suriye, Suudi Arabistan, Ukrayna, Ürdün ve Yunanistan şehitliğimiz olan ülkelerdir.) 78 Türk (Osmanlı+Türkiye) şehitliği mevcuttur. Elbette 10 bin yıllık Türk tarihi ve 16 büyük Türk İmparatorluğunu göz önüne alırsak, gök yüzündeki yıldızlar kadar Türk şehitliğinin dünyanın dört bir yanına savrulmuş olduğunu unutmamamız gerekir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi olarak kabul ettiği Osmanlı’nın önemli bir kısım yeni sayılabilecek tarihlerdeki şehitlikleri ve Cumhuriyet dönemi şehitlikleri bunlardır.

Aynı şey diğer milletler, mesela Ruslar için de geçerlidir…

Sultan 2. Abdülhamit’in tahta geçişinden kısa bir süre sonra 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos (Yeşilköy)’da imzalanan antlaşmayla Osmanlı Devleti’ne bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna’dan Ege’ye, Trakya’dan Arnavutluk’a uzanacaktı. Bosna-Hersek’e iç işlerinde bağımsızlık verilecek, Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek, Bulgar ordusu kuruluncaya kadar iki yıl müddetle 50.000’i geçmemek üzere Rus askeri Bulgaristan’da kalacak, Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’ne vereceği yıllık verginin tutarı Osmanlı Devleti ile Avrupa devletleri ve Rusya arasında kararlaştırılacak, Osmanlı Devleti Rusya’ya “Savaş Tazminatı” ödeyecek, Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Beyazıt Rusya’ya verilecekti…

Bu antlaşma neticesi Osmanlı Devleti tarihinin en büyük toprak kayıplarından birini yaşamış, milyonlarca vatandaşımız sınırlarımız dışında düşmanın insafına kalmıştır.

Ruslar da Osmanlı Devleti için bir felaket olan bu 93 Harbi’nde (1877-78) İstanbul Yeşilköy’e kadar gelişlerini kutsamak, ulaştıkları son sınırı kalıcı kılmak ve orada ölen askerlerini yaşatmak adına İstanbul Yeşilköy’de (bugünkü Florya Ormanı’nda) kalan yerde Ayastefanos Anıtını dikmişlerdir. Bu anıt aynı zamanda bir kilise olup, İstanbul’u işgale gelirken ölen Rus askerlerinin anıt mezarlarıdır da…

Sultan 2’nci Abdülhamit’in bütün karşı çıkmasına rağmen kabul edilerek inşa edilmiş olan Ayastefanos Anıtı, Rusların Osmanlı ordusunu yenerek İstanbul kapısına dayandığının aynı zamanda resmidir de.

Bu utanç abidesi, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Rusya’ya savaş ilan edilmesi ardından İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından dinamitle patlatılarak yıkılmış ve bu yıkım sahnesi aynı zamanda filme çekilerek Türk Sinema tarihinin de doğumu olmuştur. Bugün Türk sinemasının eldeki en eski filmi Ayastefanos Utanç Abidesi’nin Yıkılması Filmidir. Ve ilk Türk filmi olarak kabul edilmiştir…

Peki, bu kadar anıtlardan, mezarlardan durduk yere niye bahsettik?

Şimdi sıkı durun…

Rusya, bu utanç abidesini yeniden inşa etmemizi istiyor!

Ayastefanos Anıtı’nın inşası Rusya Devlet Başkanı Putin’in 2012 yılındaki Türkiye ziyaretinde Ruslarca gündeme getirilmiş, Türkiye’nin de karşılığında Rusya’daki bir şehitliğinin onarılması önerilmişti.

“Söz konusu anlaşma 3 Aralık 2012 tarihinde Başbakanlar düzeyinde gerçekleştirilen Türkiye- Rusya Federasyonu Üst Düzey İşbirliği Konseyi 3. toplantısında dışişleri bakanları tarafından imzalanmıştı. Rusya, anlaşmaya ilişkin iç onay sürecini 11 Aralık 2013 tarihinde tamamlamıştı. Türkiye tarafı ise dönemin dış işleri bakanının imzaladığı anlaşmayı TBMM gündemine almayarak tasarıyı kadük bırakmıştır.

Ancak Rusya, şimdi ise kendi iç hukuk sürecinde belki tamamlanan; ancak TBMM’nin onaylamadığı için kadük kalan tasarıyı Türkiye’ye uygulatmak için baskı yapıyor.

Buna asla izin veremeyiz. Çünkü Yeşilköy, Rusya’nın ne kültürel ve ne de manevi sınırı değildir ve olamaz!

“Eğer İstanbul’da bir Rus anıtı dikilecekse bunun mütekabiliyet esasına göre karşılığı, yaklaşık 150 yıl Osmanlı himayesinde kalan Moskova’daki Kızıl Meydan’a Türk Şehitliği yapılmasıdır!”

Yoksa 93 Harbinde ve devamındaki Balkan Harbi’nde verdiğimiz milyonlarca şehidin kemikleri sızlar, ‘ah’larını hiçbir şekilde ödeyemeyiz.

 

 

 

 

Kazaları kurallara uyarak önleyebiliriz

kazaları

Büyükşehir Belediyesi ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü işbirliği ile düzenlenen ‘Trafikte Önce Can Güvenliği Resim, Afiş Tasarımı ve Kısa Film Yarışması’nda ödüller sahiplerini buldu. Ulaşım Dairesi Başkanı Fatih Pistil, “Kazaların yüzde 99’u insan kaynaklı. Araçların kalitesini arttırmakla değil, kurallara uymakla kazaların önlenebileceği burada ortaya çıkıyor” dedi.kazaları.jpg2

 

Sakarya Büyükşehir Belediyesi ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü işbirliği ile düzenlenen Trafikte Önce Can Güvenliği Resim, Afiş Tasarımı ve Kısa Film Yarışması ödül töreni AKM’de gerçekleştirildi. Sakarya’daki tüm devlet okulları ile İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı özel okullarda yer alan ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerine yönelik olarak düzenlenen yarışmanın ödül törenine Genel Sekreter Yardımcısı Zafer Poyraz, İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Engin Kahraman, Ulaşım Dairesi Başkanı Fatih Pistil, Emniyet Müdürü Hakan İzmir, daire başkanları, şube müdürleri, okul müdürleri, öğretmenler, öğrenciler ve veliler katıldı. Erenler Mehmet Gölhan Ortaokulu öğrencileri ve engelli öğrenciler tören öncesinde trafik ile ilgili olarak hazırladıkları gösterileri sahnelediler. Dereceye giren öğrencilerin hazırladıkları eserler tören sonrası AKM’de sergilenirken; kısa film yarışmasında birinci olan film salonda gösterildi.kazaları.jpg3

 

20 kişi hayatını kaybediyorkazaları.jpg4

Trafik kurallarına uymanın toplum olarak bir arada yaşamanın gereği olduğunu vurgulayan Ulaşım Dairesi Başkanı Fatih Pistil, “Bu konuda toplum olarak bir sıkıntımız var. Trafik kazası kaynaklı ölümlerin yarısı on ülkede meydana geliyor. Biz bu ülkelerin başında yer alıyoruz. Ülkemizde her gün ortalama 20 kişi trafik kazalarında hayatını kaybediyor. Kazaların yüzde 99’u insan kaynaklı. Araçların kalitesini artırmakla değil, kurallara uymakla kazaların önlenebileceği burada ortaya çıkıyor. Bu kurallara uyma konusunda geleceğimizin teminatı çocuklarımıza büyük görev düşüyor. Onlar bu şekilde büyürlerse yetişecek nesiller de trafik kurallarına uyan nesiller olacaklardır” diye konuştu.kazaları.jpg5

 

Amaç: Farkındalık oluşturmakkazaları.jpg6

Pistil, “Trafik kurallarının ihmali şehir yaşantımızı da olumsuz yönde etkilemektedir. Araç sayısının artması ile trafik sorunları da artmaktadır. Bizlerde Büyükşehir Belediyesi olarak bu sıkıntıların aşılması için birçok çalışma yürütüyoruz. İnsan faktörüne temas eden eğitim ve sosyal projeler çok önemli. İl Milli Eğitim Müdürlüğümüz ile birlikte düzenlemiş olduğumuz yarışmamız trafikte farkındalık oluşturmak, çocuklarımıza bu bilinci aşılamak amacıyla düzenleniyor. İnşallah bu yarışmamız hayırlara vesile olur” ifadelerini kullandı.kazaları.jpg7

 

Yarışma sonucunda dereceye girenlerin listesi şu şekilde oluştu:kazaları.jpg8

 

Resim Kategorisi

Birinci (Tablet ve Plaket)                   Irmak Göl                                          Evrenköy İlkokulu

İkinci (Resim Seti ve Plaket)             Mehtap Sena Kaya                            Bahçelievler Gazi İlkokulu

Üçüncü (Bisiklet ve Plaket)               Nisanur Keskin                                  Özel Erenler Güneş İlkokulu

Mansiyon (Plaket)                              Çağdaş Karaçam                                Şehit Abdullah Ömür İlkokulu

Mansiyon (Plaket)                              Didar Bayrak                                     Bahçelievler Gazi İlkokulu

Mansiyon (Plaket)                              Berrak Bilgin                                     Özel Erenler Güneş İlkokulukazaları.jpg9

 

Afiş Tasarımı Kategorisi

Birinci (Fot. Makinesi ve Plaket)       Berra Surmaz                                     Ali Dilmen Ortaokulu

İkinci (Tablet ve Plaket)                    Barancan Daş                                     Kazımpaşa Ortaokulu

Üçüncü (Bisiklet ve Plaket)               Nisanur Aydemir                               Ali Dilmen Ortaokulu

Mansiyon (Plaket)                              Alperen Avşin                                               Kazımpaşa Ortaokulu

Mansiyon (Plaket)                              Nisanur Saltan                                   İstiklal Ortaokulukazaları10

 

Kısa Film Kategorisi

kazaları20Birinci (Go Pro Hero 5 ve Yönetmene Plaket)

Baturay Tuncay, Ece Demirel, Mustafa Kemal Tarhan                                Sakarya Anadolu Lisesi

 

kazaları19İkinci (Laptop ve Yönetmene Plaket)

Mehmet Eray Akgün, Batuhan Nadi Kara, Ramazan Şan                           kazaları18Geyve Anadolu Lisesikazaları17kazaları15kazaları14

 

Üçüncü (Bisiklet ve Yönetmene Plaket)kazaları16kazaları13

Buse Bektaş, Hatice Karabektaş, Ruken Artunçkazaları12                                         Ali Dilmen Ortaokulukazaları11

 

 

 

 

Edirne Tema Vakfı Başkanı Çoğal; Orman Haftasın’da öğrencilerimize ,gençlerimize, ormanın, yeşilin ve doğanın ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışıyoruz

Orman varsa su da var!.

 orman

TEMA Vakfı Edirne İl Temsilcisi Şirin ÇOĞAL; 21 Mart Dünya Ormancılık Günü ve Orman Haftası ile 22 Mart Dünya Su Günü’nü Edirne’de  hafta boyunca  çeşitli etkinliklerle kutladıklarını belirterek şunları söyledi.orman.jpg3

 

   ÇOĞAL;TEMA Vakfı bu yıl 21 Mart Dünya Ormancılık Günü ve Orman Haftası ile 22 Mart Dünya Su Günü’nü “Ormanlar ve Su” temasıyla kutluyor. Edirne TEMA Vakfı gönüllüleri bu kapsamda fidan dikimi ve bakımı, tohum ekimi, yerel su varlıklarının korunması konusunda farkındalık yaratmak amacıyla ;Bahçeşehir  Okullarında ,Yüksel YEŞİL İlkokulu’nda ,75.YIL İlkokulu’nda,Özel BADEM Çocuk Akademisi’nde ,Plevne İlkokulu’nda ,İsmail Güner  Ortaokulu’nda  ,Edirne Süleyman Demirel Fen Lisesinde ve Uzunköprü Kırkkavak Köyünde  çeşitli etkinliklerde bulunduklarını açıkladı.orman2

      Edirne TEMA Vakfı İl Temsilciliği olarak  farklı etkinlikler gerçekleştirerek yaşamın temel kaynağı su ile orman ekosistemlerinin etkileşiminin önemini vurguladıklarını belirten  ÇOĞAL; “ Orman  Haftasın’da öğrencilerimize ,gençlerimize, ormanın, yeşilin ve doğanın ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Doğaya ve yeşile kıymet vermek için Fidan dikerek işe başlıyoruz” dedi.
Ormanın ağaçlar, hava, su, toprak ve diğer otsu ve odunsu bitkiler, mikroorganizma ve hayvanlarıyla kendine özgü bir ekolojik sistem olduğunu belirten ÇOĞAL, “Ormanlar sağladıkları ekonomik, ekolojik ve sosyal yararlar bakımından toplumların gelişmesinde, kalkınmasında, refahında ve sağlığında en büyük katkıyı sağlayan stratejik öneme sahip doğal kaynaklarımızdan biridir. Hele günümüzde karşılaştığımız en büyük çevre felaketlerinden biri olan küresel ısınma ve bunun sonucu oluşan iklim değişiklikleri ve kuraklık olguları ormanların önemini daha da artırmaktadır’’dedi.

Erişilebilir tatlı suların %75’i ormanlardan geliyororman1

Dünya Ormancılık Haftası  kapsamında konuşan TEMA Vakfı Edirne İl Temsilcisi Şirin ÇOĞAL, orman varlıklarının öneminin altını çizdi. ÇOĞAL, “Ormanlar tüm canlılara hiçbir karşılık beklemeden hizmetler sunuyor. Tarımsal, evsel, kentsel, endüstriyel ve çevresel amaçlı kullanılan erişilebilir tatlı suların yaklaşık %75’i ormanlardan beslenen su havzalarından sağlanıyor. Ormanlar ekolojik   işlevlerinin yanı sıra dünyada 1.6 milyar insanın geçimi için de önem arz ediyor. Ancak maalesef iklim değişikliği, orman yangınları ve ormansızlaşma gibi baskılar orman ekosistemlerini tahrip ediyor. Bu bakımdan ormanların korunması konusunda daha fazla hassasiyet gösterilmesi gerekiyor” dedi.

 

Türkiye’de Doğa Haklarının Gözetilmesi Gerekiyor

 orman.jpg4

Dünya Su Günü kapsamında bilgiler veren ÇOĞAL, “Ülkemizde suya ilişkin 40’tan fazla yasal düzenleme var. Yasal düzenlemelerin bir su yasası ile tek bir çatı altında toplanması gerekiyor. Türkiye’deki su varlığının korunması ve sürdürülebilirliğinin sağlanması için adım atılması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye’de üstün ekosistem yararını koruyacak nitelikteki bir su yasası çıkarılmasının önemine bir kez daha dikkat çekiyoruz. Öte yandan orman alanları için de gereken hassasiyetin gösterilmesini, doğa haklarının gözetilmesini istiyoruz” dedi.

Edirne Orman İşletme Müdürlüğü’nün Uzunköprü Kırkkavak Köyü BAL Ormanında ve Süleyman Demirel Fen Lisesi’nde  düzenlediği fidan dikim etkinliğine TEMA okulları olarak katıldıklarını belirten ÇOĞAL;,’’Etkinliğin düzenlenmesinde emeği geçen Edirne Orman İşletme Müdürü Önder TERZİ’ye ,Uzunköprü Kaymakamı Kemal YILDIZ’a müdür yardımcısı Nebi YAŞAR,’a şube müdür V. Ahmet KARA ‘ya,orman mühendisi Kamil ELİTEZ’e, Kırkkavak Köyü muhtarına ve Süleyman Demirel Fen Lisesi müdürü Kayahan ÇELİK ‘e teşekkür ederiz.’’dedi

ÇOĞAL’’ Ayrıca Orman Haftası Etkinlikleri kapsamında bizleri okullarına davet eden   Bahçeşehir Okulları müdürü Mahmut BOZTÜRK’e ve  öğretmenlerine ,Uzunköprü Kavacık Ortaokuluna, Badem Çocuk Evi  Akedemisine ,Plevne İlkokuluna,İsmail Güner Orta Okuluna,Yüksel Yeşil İlkokuluna ,75.YIL İlkokuluna Trakya Üniversitesi GENÇ TEMA’ya ,Süleyman Demirel Fen Lisesi öğrencilerine ,etkinliğe katılan tüm öğretmen,öğrenci ve velilerimize çevreye olan duyarlı yaklaşımlarından dolayı teşekkür ederiz.’’ dedi.

Bugün “ben çobanım” diyen Erdoğan dün “Çoban Sülü”Ye neler söylemişti

Bugün “ben çobanım” diyen Erdoğan dün “Çoban Sülü”Ye neler söylemişticoban-sulo

“Ben çobanım” diyen Erdoğan, Süleyman Demirel’e nasıl yüklenmişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Milli Tarım Projesi” toplantısında dikkat çeken açıklamalar yaptı. Erdoğan konuşmasında, “Çobanlığı hafife almayın. Çobanlığın felsefesini anlamayan, onun psikolojisini yaşamayan insan yönetemez. Ben de bir çobanım.” dedi.

Erdoğan bu sözleri, 2013 yılında 9. Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’e yönelik sert ifadelerini akıllara getirdi.

Süleyman Demirel, AKP ile HDP ve PKK arasındaki çözüm sürecine karşı hükümeti uyarmıştı. Demirel, 2010 yılındaki referanduma karşı da AKP hükümetini eleştirmişti. Bugün ise AKP hükümeti çözüm süreci konusunda hata yaptıklarını dile getirdiler. Yine 2010 yılındaki referandum sonrasında Gülen Cemaati’nin yargıyı ele geçirdiği kabul ediliyor.

O dönemde AKP’nin bu politikalarına karşı çıkan Demirel’e, 29 Mart 2013’te dönemin Başbakan’ı, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Dün lakabı ‘çoban’ olanlar, şimdi İşçi Partisi’nin koyunu oldular.” diyerek eleştirmişti.

Erdoğan 2013’te ise Süleyman Demirel hakkında şunları söylemişti:

“Geride bıraktığımız 10 yılı gözlerinizin önüne serin. Birkaç istisna dışında her uygulamamızın karşısında bir blok cephe oluştu. Her ne yaparsak yapalım karşımızda yer aldı. 2010 halk oylamasını hatırlayın, karşımızda durdular. Bir araya gelmeleri hayal edilemeyen uçlar AK Parti karşısında ittifak yaptılar. Milletim bunlara cevabı 27 Temmuz ve 12 Haziran’da verdiler. Şu anda, çözüm sürecinde aynı blok, aynı cephe, birkaç eksiğiyle, fazlasıyla, yine tespih taneleri gibi AK Parti’nin karşısına dizildiler. CHP, MHP, Türkiye Komünist Partisi, emekli siyasetçiler, milletin defterini dürdüğü siyasetçiler, sandığa gömülüp oradan çıkamayan siyasetçiler, dikkatinizi çekiyorum, İşçi Partisi’nin önderliğinde, yeniden kucaklaştılar. Dün lakabı ‘çoban’ olanlar, şimdi İşçi Partisi’nin koyunu oldular. Güya ulusalcı CHP, İşçi Partisi’nin piyonu oldu. Güya milliyetçi MHP, İşçi Partisi’nin yedeği haline geldi.”

Kaynak: Odatv.com

Konuşarak Zafer Kazanılmaz

alptekin cevherliHerkes barış ister, huzur ister. Kimse kavgadan ve savaştan hoşlanmaz. Ama savaşlar da hayatın bir gerçeğidir.
Hangi zafer vardır ki; konuşularak, lafla kazanılsın?
Bunu Türkçe’mizde “Lafla peynir gemisi yürümez” olarak anlatırız.
1990’lı yılların başından beri Ermenistan tarafından Azerbaycan topraklarının yaklaşık 1/5’i işgal altında tutuluyor.
Ve 1,5 milyonu aşkın savaş mağduru Müslüman Türk, “Kaçkın” adıyla Bakü’deki kamplarda, öz yurtlarına yani Karabağ’a dönecekleri günü bekliyor.
Azerbaycan’ın bağımsızlığının ilk yıllarında Rus ordusunun da desteğiyle Ermenistan kuvvetleri Karabağ başta olmak üzere Azerbaycan topraklarının bir kısmını işgal etmişti. Bir yandan İran, bir yandan Rusya ve bir yandan da Ermenistan’ın ablukasında kalan Azerbaycan, politik kargaşaya da düşünce ateşkesi kabul etmek zorunda kalmış, ancak BM ve AGİT tarafından Karabağ’ın Türk toprağı olduğu ve Azerbaycan’a ait olduğu defalarca hukuken tescil edilmişti.
O günlerden bugünlere köprülerin altından çok sular aktı. Ne o zamanki “Aman maazallah karşımıza Kızılordu çıkarsa ne yaparız?” diyen Demirel var. Ne de cepheden tankları çekip Bakü’de darbe yapmaya kalkan vatan hainleri…
Bugün Rusya’ya rest çeken bir Türkiye ve petrol zengini bir Azerbaycan var.
Ermenistan ise gittikçe azalan nüfusu ve tükenmiş gücü ile 1990’lı yıllarını mumla arıyor.
Ama bunlara rağmen her 24 Nisan’da dünya çapında Ermeni soykırımı yalanlarını allayıp pullayıp önümüze koymayı da ihmal etmiyorlar.
Hatta öyle ki, Türkiye’de hükümetin her şeye rağmen uzattığı dostluk elini kanlı ellerinin tersiyle itecek kadar da küstah tavırlarını sürdürüyorlar.
Üstüne üstlük, nüfusu 1,5 milyona düşmüş olan Ermenistan’ın 300 bin vatandaşı da Türkiye’de kaçak işçi olarak çalıştığı halde bu nankörlüğü yapmaktan da geri kalmıyorlar. Kimi çocuk bakıcısı, kimi, hayat kadını, kimi inşaat işçisi vs. olarak para kazanıp ülkelerinin ekonomisine Türkiye üzerinden katkı yapıyorlar. Soran olduğunda da kendilerini Gürcü, Rus veya Türkçe bilenleri de Azerbaycan Türk’ü olarak tanıtıyorlar. Ne diyelim nankörlüğün bu kadarına da ‘pes doğrusu’ denir…
Gelelim şu andaki Karabağ’daki çatışma ortamına…
Ermenistan kuvvetlerinin tacizini değerlendiren Azerbaycan ordusu birkaç saat içerisinde Ermenistan ordusuna ciddi zayiat verdirdiği gibi 1 yerleşim birimini ve 5 stratejik tepeyi geri aldı.
Elbette BM, AGİT, AB, ABD, Rusya, İran aklınıza kim gelirse, “Dur kardeşim ne yapıyorsun. Savaşla bu devirde sorunlar çözülür mü, gel sulh içinde hallederiz” deyip, Azerbaycan ordusunun ilerleyişini durdurdular.
Durdurdular durdurmasına da, Hatay hariç; hangi Türk devleti şimdiye kadar sulh ile topraklarını geri alabilmiştir?
Operasyonu 1 gün daha uzatıp, Karabağ’ın önemli bir kısmını kurtarabilme imkânı varken, 1 köy ve 5 tepeyle yetinilmesi doğru mudur?
Bu hal, Türkiye’nin de Kıbrıs konusunda düştüğü durumu anımsatıyor.
1. Kıbrıs Barış Harekâtında ufak bir bölgeyi kurtardıktan sonra ateşkesi kabul eden Türkiye, 40 bin askerini dar bir alanda yığmak zorunda kalmış ve ciddi anlamda hedef büyütmüş ve büyük bir riske girmiştir. Bu arada Rumlara ve Yunanlılara hazırlık yapma imkânı sağlanmıştır.
2. Kıbrıs Barış Harekâtı ile de bugünkü sınırların biraz fazlasına ulaşılmıştır.
Netice olarak ateşkes ile birlikte Kıbrıs’ın tamamına garantör olmamıza rağmen sadece 2/5’ine sulh getirebilmişizdir. Ve 1974’ten beri Türkiye her ortamda bu sorun ile ilgili olarak kendini anlatmak zorunda kalmış ve iradesiz davranmasının bedelini hep önüne çıkarılmakta olan bir Kıbrıs sorunuyla ödemektedir.
Şu anda Türkiye Azerbaycan’a 2’nci harekât öncesi şu yardımı kesinlikle yapmaldır: “Türkiye’de bulunan çalışma çağındaki 300 bin Ermenistan vatandaşının Karabağ’daki Ermeni işgali bitene kadar asla Ermenistan’a dönüşüne izin verilmemelidir. Bu 300 bin kişi çalışma çağında olup, ülkelerine geri döndüklerinde silah altına alınarak derhal Azerbaycan Türk Ordusunun karşısına çıkarılacaklardır. Buna asla izin veremeyiz. Ama savaş bittikten sonra bir tane bile kalmayacak şekilde bütün Ermenistan vatandaşlarını geri göndermemiz gerekir.
Azerbaycanlı kardeşlerimize de tavsiyemiz, yarım barış olmaz.
Karabağ’ın tamamını bir seferde alın ve ‘zaten’ dünya ile sürekli uğraşmak zorunda kalacağınız için bari değsin!