Etiket arşivi: Deliktaş

Bir Devrin Son Sultanı II. Abdülhamid

 

Marmara Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Vahdettin Engin, İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi ve Tarih Kültür Topluluğu tarafından düzenlenen konferansa konuşmacı olarak katıldı.

Prof. Dr. Vahdettin Engin ile eşi emekli tarih öğretmeni Emel Engin, “Evimizde Tarih” konseptini “Bir Devrin Son Sultanı II. Abdülhamid” başlıklı konferans ile İKÇÜ’lülerle paylaştı.

Moderatörlüğünü Emel Engin’in üstlendiği konferansta Prof. Dr. Engin, II. Abdülhamid dönemiyle ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

Konferansı Rektör Yardımcısı, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Turan Gökçe, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Saffet Köse, Turizm Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Atilla Akbaba, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ertuğrul Deliktaş, akademisyenler ile çok sayıda öğrenci takip etti.

Konferansın açış konuşmasını gerçekleştiren Prof. Dr. Gökçe, II. Abdulhamid hakkında doğru bilgi edinmek için başvurulacak en önemli isim konumunda olan Prof. Dr. Vahdettin Engin’i İKÇÜ’de ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti ifade etti. Prof. Dr. Gökçe,  “Hem Abdülhamid Dönemi öncesi, hem Abdülhamid dönemi, hem de sonrasını mukayese ettiğimizde daha çok bilgi edinme ihtiyacı hissediyoruz.  Prof. Dr. Vahdettin Engin Hocamızı dinleyerek Abdülhamid’i anlamak için önemli bir fırsat yakalamış oluyoruz. Eşi Emel Hanım da bir tarih öğretmenidir. Fiili öğretmenlik yıllarında bunu layıkıyla yaptığı gibi onun dışında gençlerimize yararlı olabilmek için bir konsept geliştirmiş, ‘evimizde tarih’ programlarını kayda alarak önemli bir hizmeti gerçekleştirmiştir.” diye konuştu.

Abdülhamid’in 33 yıllık iktidar döneminin geneline bakıldığında, bir başarı hikâyesinin görüldüğünü kaydeden Prof. Dr. Vahdettin Engin,  “33 yıllık bir iktidardan bahsediyoruz. 33 yıl az değildir, o yıllardaki icraatları önemsemek lazım. Bu icraatların günümüz Türkiye’sini de etkileyecek icraatlar olduğunu da bilmek lazım. İç politikada, dış politikada hayata geçirdiği uygulamalara baktığımızda gerçek bir başarı hikâyesi görüyoruz.” dedi.

“Hiçbir zaman padişahlık beklentisi içinde olmamıştır.”

Uzun yıllar Kızıl Sultan, “Müstebid (Diktatör)”olarak adlandırılan bir bakış açısının kendisine yöneltilen yanlış bir tanımlama olduğunu belirten Prof. Dr. Engin, Abdulhamid’in hiçbir zaman padişahlık beklentisi içine giren bir şehzade olmadığını vurguladı. Prof. Dr. Engin,  “Sultan II. Abdülhamid hiç bir zaman padişahlık beklentisi içinde olmamıştır. Ticaretle uğraşan bir kişiydi, ata biniyor, yüzüyor, spor yapıyordu. Şehzadeliği döneminde aldığı maaşını iyi değerlendirmiştir. Başka şehzadeler maaşları yetiremez, sürekli borçlanırlardı. Şehzade Abdülhamid ise devletin verdiği maaşla geçindiği gibi, ticaretle uğraşır, para kazanırdı. Şehzadeliğinde böyle bir hayat tarzı vardı. Şartlar öyle bir gelişti ki; 1876 yılında peş peşe gelen hadiseler sebebiyle bir anda kendini padişah olarak buldu.”diye konuştu.

Tahta çıktığı dönemin hem ekonomik yapısı hem de siyasi zorluklarına işaret eden Emel Engin’in, “Tahta çıktığından bir yıl sonra 93 Harbi ile karşı karşıya kalıyor, 1 yıl öncesinde de iflas etmiş bir maliye var. Devleti kısa süre de toparlayabildi mi, başarılı olabildi mi? sorusunu Prof. Dr. Vahdettin Engin şöyle cevapladı:

“Burada Abdülhamid’in şehzadeliğinde edindiği tecrübelerin işe yaradığını görüyoruz. İflas etmiş bir ülke var. Kırım Savaşından itibaren borç alan bir Osmanlı Devleti’ni görüyoruz. Diğer taraftan kapıya kadar dayanmış bir Osmanlı-Rus Savaşı var. Tahta çıktığında ülke siyasi, iktisadi ve askeri bakımından uçurumda. Abdülhamid genç, tecrübesiz olmasına rağmen ülkeyi düzlüğe çıkarmıştır” dedi.

“Uluslararası ilişkiler de hep kendinize yontamazsınız.”

Abdülhamid’in eleştirilen dış politikalarının arkasında payitahtı kurtarmak için alınan önlemlerin yer aldığını ifade eden Prof. Dr. Vahdettin Engin,  Rus Orduları Yeşilköy’e kadar gelmişti. Ruslar savaşı kazanmış olmanın getirdiği bir şımarıklıkla bir anlaşma yapıyor. Anlaşmadan 3 ayrı bağımsız devlet çıkıyor. Esas sıkıntı yaratacak olan Bulgaristan’ın kurulması oldu. Rusya’nın dayatmasıyla Büyük Bulgaristan Prensliği kuruldu. Burada imparatorluğun bir nevi uçurumun kenarına getirildiğini görüyoruz. Burada İkinci Abdülhamid’in başarılı bir operasyonunu görüyoruz. O dönemde İngiltere ile yürütülen başarılı müzakereler neticesinde Kıbrıs Adası ile ilgili bir anlaşma yapıldı. Kıbrıs Adasının idaresi İngiltere’ye bırakıldı. Bırakılırken Ayastefanos Anlaşmasının hükümleri geçersiz sayılıp Berlin Anlaşması yapıldı. Buna göre burası Osmanlı toprağı sayılacak ama idare İngilizlerde olacaktı. Berlin Anlaşmasında da yine üç bağımsız devlet vardı. Fakat ülkenin geleceği adına esas önemli olan coğrafi bütünlüğün sağlanarak Bulgaristan’ın küçülmesiydi. En azından İstanbul’un tehdit altında kalması önlenecekti. Bunu yaptığınızda bir başarı kazanmış oluyorsunuz. Çünkü uluslararası ilişkiler de hep kendinize yontamazsınız. Biraz vereceksiniz, biraz alacaksınız. Önemli olan ne kadar verdiniz neler kazandığınızdır.  Burada bana göre devlet kurtarılmıştır. Ayastefanos’taki Bulgaristan olsaydı, İstanbul tehlikede olacaktı. Abdülhamid’in ilk başarılı operasyonu bana göre budur” şeklinde konuştu.

“İki kişi yan yanda yürüyemezdi.” gibi absürd ithamlar

Abdulhamid’e uymayan yanlış ithamlarla yargılandığını kaydeden Prof. Dr. Vahdettin Engin, “Hala bazı tarihçiler tarafından Müstebid Padişah ve İstibdat Dönemi şeklinde tanımlamalar yapıldığını görüyoruz.  Abdülhamid döneminde iki kişi yan yanda yürüyemezdi şeklinde söylemler bile var. İmparatorluğa baktığımızda bir taraf Yemen, bir taraf Adriyatik Kıyıları, bir tarafta Kafkasya coğrafyası. Bu coğrafyanın neresinde iki kişi yan yana yürüyemiyordu? Bunlar birike birike Kızıl Sultan’a kadar ulaşan bir portre ortaya çıkmış. Bunlar çok absürd ithamlar.” dedi.

“Öyle bir meclisten ülke lehine kararların çıkması zordu.”

Abdulhamid’in meclis ve mebuslarıyla yaşadığı siyasi anlaşmazlıklara da değinen Prof. Dr. Vahdettin Engin, “İlk meclis 19 Mart 1877’de açıldı. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başladı. İlk dönem 119 mebus var, 47’si gayr-i müslim, 72’si Müslümandı. Müslüman olanların da hepsi Türk kökenli değildi. Yorgi, Selanikli Dimitri gibi isimler var. Bunlar Bulgar Çetelerinin liderleriydi.  O dönemde çete dediğimizde terör örgütlerini anlamamız lazım. Sonuç olarak 93 Harbinden önce faaliyet gösteren çeteler meclise girmişlerdi. Agop Efendi var, gizli bir Ermeni teşkilatının lideriydi.  Böyle bir meclisten ülkenin lehine kararların çıkması haliyle zordu. Gerçekleşen ilk toplantıda Osmanlı-Rus Savaşı görüşülürken bütün mebuslar savaş taraftarıydı. Bu saydığım mebuslar da daha çok savaş istiyorlardı. Mithat Paşa ‘Biz Anadolu’ya dört yüz çadırla geldik, gerekirse 400 çadır kalana kadar savaşırız’ diyordu. İyi de savaş bu kadar kolay mı? 30 milyon insanın kaderi var. 30 milyon insanın kaderiyle oynamak kolay olmamalı. Neticede savaşa girildi. Yeşilköy’e gelmiş Rus askerleri. Onları ordan çıkarmak Abdulhamid’e düştü. Savaş devam ederken seçimler yenilendi, meclis değişti, 47’si gayri müslim, 59’u Müslüman toplam 106 milletvekili var. 59 Müslümanın hepsi yine Türk kökenli değildi. Yine sağlıklı bir yapı oluşmadı” diye konuştu.

“2 yılda 3 darbe girişimi”

Abdulhamid’in içte ve dışta bölücü faaliyetlerle karşı karşıya kaldığını belirten Prof. Dr. Vahdettin Engin,  “Bir tarafta meclisin faaliyetleri, bir tarafta Rus Orduları Yeşilköy’de, diğer taraftan padişah olur olmaz iki yıl içinde üç defa darbe girişimi… Böyle bir gerçek var. Haliyle Padişah olduktan sonra güvenlikçi politikalar yürütmek zorunda kaldı. V. Murad masondu. O’nun padişah olmasını isteyen mason taraftarları üç ciddi darbe girişimi gerçekleştirdi. Bu girişimlere maruz kalan Abdulhamid haliyle güvenlik tedbirlerini arttırmak zorunda kaldı. Güvenliği nedeniyle yönetim merkezini Dolmabahçe Sarayından Yıldız Sarayı’na taşıdı” dedi.

“Tarafsız, bağlantısız ve bağımsız bir dış politika”

Abdulhamid’e yöneltilen “Hiçbir Osmanlı padişahının kaybetmediği kadar toprak kaybetti” söyleminin yanlış olduğuna işaret eden  Prof. Dr. Vahdettin Engin, “Kıbrıs’ın idaresini İngiltere’ye bıraktı dedik. Bunun altında başkenti kurtarmak adına bir operasyon vardı. Mısır’ı İngilizler 1882 yılında işgal etti. İşgal ettiği zaman Mısır ne kadar Türkiye coğrafyasına ait bir toprak parçasıydı? Toprak kaybı evet var ama hiçbir padişahın kaybetmediği kadar toprak kaybı oldu ifadesi yerine oturmuyor. Padişahlığın ilk dönemlerinde bir dış politika stratejisi geliştirdi. Osmanlının toprak bütünlüğüne karşı Avrupa ülkeleri var. Ayrıca topraklarımıza Ruslar ve İngilizlerin öncülüğünde topyekûn bir saldırı var. Bu anlamda güçlü bir ordunun da olması lazımdı. Abdulhamid’in güçlü bir kara ordusu meydana getirdiğini de biliyoruz. O’nun dış politikası sadece kendi gücüne güvenme ilkesine dayanıyordu. Hiçbir ülkeye bağımlı olmayacaksın, hiçbir ülkeyle askeri ittifak içinde olmayacaksın. Ülkelerle yakın ilişkiler içinde olmayacaksın, mesafe koyacaksın. O, dış politikasını bağımsızlık ilkesi üzerine bina etti. Yoğun iç ve dış saldırıların olduğu bir dönemde bu prensiplerle ülkesini ayakta tutması dış politikadaki prensiplerinin bir başarısıdır.” şeklinde konuştu.

Abdulhamid’in ekonomideki başarısı…

1903 yılında gerçekleştirdiği bir operasyonla o dönemdeki dış borcun 75 milyondan 32 milyona düşürüldüğünü kaydeden Prof. Dr. Vahdettin Engin, “Tahttan ayrılırken dış borcu 25 milyona kadar düşürmüştür. Bu da devletin bir yıllık gelirine denk gelir. Devralırken bir yıllık gelirin 15 katı bir dış borç devralmıştı. Devrederken bir yıllık geliri kadar borçlu bir ülke devretti. Bu da o’nun başarı hikâyesidir.” dedi.

“Her fenalık cehaletten gelir.”

Abdulhamid’in eğitime verdiği öneme de değinen Prof. Dr. Vahdettin Engin, “Açtığı okulların önemini, oralarda yetişen nesillerin Cumhuriyeti kurduğunu birçok kişi biliyor. Abdulhamid, ‘Ben elimden geldiği kadar cehaleti yok etmeye çalıştım. Çocuklarımızı tahsile sevk etmeye çok uğraştım.’ der. Onun dışında,  ‘Erkekler için ilmi zenginlikler kazanmak şan ve şeref olduğu gibi, kadınların da bilim ve marifet öğrenmesi şarttır. Çünkü her fenalık cehaletten gelir’ der. Eğitim reformunu hayat geçirmesi önemli, ama bu reformlarda kadınların da eğitim alması Abdulhamid tarafından oldukça önemseniyordu. ‘Ben terakki taraftarıyım. Avrupa’da ne icat olmuşsa memleketimizde de yapılmalıdır’ der. 33 yıllık iktidarının geneline baktığımızda bu çabayı görüyoruz.” şeklinde konuştu.

İKÇÜ’de Nöro Ekonomi Tartışıldı



Farklı konularda çalışan birçok araştırmacıyı bir araya getiren İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, ‘’Nöro Ekonomi’’ başlıklı bir konferansa ev sahipliği yaptı. 

Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emre Kumral, “Nöro Ekonomi” konulu konferansıyla İKÇÜ’ye konuk oldu.  Konferansı Rektör Prof.Dr. Mehmet Tokaç, Rektör Yardımcıları Prof.Dr. Turan Gökçe, Prof.Dr.Saffet Köse, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Ertuğrul Deliktaş, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ahmet Koyu, Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Birol Celep, akademik ve idari personel ile öğrenciler takip etti.

“Üniversitemizde nörobilim alanında çalışmalar başlattık.” 

Bu gibi bilimsel aktivitelere İKÇÜ olarak imza atmaktan büyük mutluluk duyduklarını söyleyen Rektör Prof.Dr. Mehmet Tokaç, günümüzde tek alanda profesyonelleşmenin yarattığı sorunsallara dikkat çekti. Prof.Dr. Tokaç, “Günümüzde “profesyonelleşme”, bilimler arasındaki iş birliğini ve bağlantıyı koparabiliyor ve böylece bilimsel alanlar birbirinden ayrıştırılıp habersiz hale gelebiliyor. Özellikle de doğrudan kendi bilim dalları içerisinde çalışan insanlar için bu gerçekten ciddi bir sorun. Ek kaynaklardan beslenmeden ciddi bir sinerji oluşturmak da mümkün olmuyor. Onun için şimdi bugünkü toplantı aslında bunun çok güzel bir örneği olarak gözüküyor. Oldukça da ilginç bir konu olduğunu düşünüyorum. İnsan davranışlarının irdelenmesi zaten hep tarih boyunca oldukça ilgi görmüş ancak bu konudaki çalışmalar her zaman yeterli düzeyde olamamış. Fakat günümüzde bu çalışmalar çok hızlı bir ivme kaydediyor. Üniversitemizde bir nörobilim grubumuz var. Alt yapısı için de büyük bir proje veriyoruz. İKÇÜ olarak bu alana yavaş yavaş adım atmaya başladık. ” dedi.

Yaratıcılık ile ekonomi arasındaki ilişki…

Disiplinler arası çalışmaların her geçen gün giderek arttığına dikkat çeken Prof.Dr. Deliktaş, ekonomi ile yaratıcılık arasındaki ilişkiyi de beyinsel işlevler açısından irdeledi. Prof.Dr. Deliktaş, “Biz hep ekonominin tanımını verirken çeşitli tanımlar yaparız. Bu tanımlardan bir tanesi de ekonominin, kıt kaynakların alternatif kullanımlar arasında nasıl dağıldığını inceleyen bir bilim dalı olmasıdır. Amacı insanı mutlu etmektir. Şimdi burada zaten kendi içerisinde bakıldığı zaman bir seçim var yani alternatif var. Ekonominin en önemli tanımlarından birisi de ‘’ekonomi bir karar alma bilimi’’dir.  Hayatımız boyunca belirsizlik altında çeşitli kararlar alırız. Tüketiciler faydalarını maksimize etmek isterken, üreticiler ise karlarını maksimize etmek isterler ve bunun kararını almak isterler. Yatırımcılar nasıl yatırım yapılacağı ile ilgili kararlar verirler. Yine ekonominin çok önemli konularından birisi bildiğiniz gibi yaratıcılıktır. Yaratıcılık ise beynin en önemli faaliyetlerinden birisidir. Siz yeni bir ürün keşfedeceksiniz yeni bir ürün ortaya koyacaksınız, rekabetçi olacaksınız ve rekabetçi olduğunuz sürece de hem bireysel refahınız hem ülke refahınız hem de dünya refahına katkıda bulunacaksınız.” İşte bu nedenle yaratıcılık işinize tutku ile, aşkla bağlı olmayı gerektirir.” diye konuştu.

“Üniversiteler ne kadar gelişirse ülke de o kadar gelişir.”

Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Emre Kumral ise konferansında batılı üniversitelerde bütün bilim dalları veya araştırma alanlarının hızla geliştiğini söyledi. Tüm alanlara büyük paralar aktarıldığını ifade eden Prof.Dr.Kumral, “Çünkü teknolojiyi arttırmak, yaratıcılığı arttırmak, üretimi arttırmak toplumu zengin hale getirmenin en temel itici gücüdür. Bir ülkenin üniversiteleri ne kadar gelişmiş ise o ülke o kadar gelişmiş oluyor.” dedi.

“Dünya da Nöro ekonominin farkına vardı.”

Dünyada nöro ekonomi alanında son derece yaygın çalışmalar olduğunu fakat bunların çoğunun batı ülkelerinden gelme özellikle ABD kökenli olduğunu aktaran Prof.Dr. Kumral, “Avrupa’da bazı merkezler var ama Amerika’daki kadar gelişmiş değil. Doğu ülkelerinde Japonya’da birazcık bu işle uğraşanlar var ama bunların pek çoğunun kökeni Amerika’daki gelişmiş üniversitelerden kaynaklanıyor. Ege Üniversitesi’nde biz kardeş üniversitemiz olarak gördüğümüz Kâtip Çelebi’de de fiilen daha çok araştırma alanlarında çalışan arkadaşlarımızı, bilim adamlarını gördükçe; bizler de bu kadar zengin bir alanda insan davranışlarını, ekonomiyi, davranışlarımızın kökenini anlayan ve araştırma yapıp Nöro pazarlama ile piyasaya dönüştüren ağların kurulması gerektiğini görüyoruz.” diye konuştu.

Semt Hastanesi Protokolü İmzalandı

               

imza

Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan’ın “222 Dev Proje” arasında söz verdiği, Dokuzkavaklar, Karşıyaka, Aktepe, Sümer, Sevindik, Deliktaş, Fatih, Kayıhan, Akhan ve Pınarkent gibi bölgelere hitap etmesi planlanan Semt Hastanesi Projesi için ilk imzalar atıldı. Zaman kaybetmeden başlaması planlanan proje için Denizli Büyükşehir Belediye Meclisi ve Pamukkale Belediye Meclisi olağanüstü toplanarak, Başkan Zolan ve Başkan Gürlesin’e Semt Hastanesi protokolü imza yetkisi kararı almıştı. İşlemlerin tamamlanmasının ardından kısa süre içerisinde bir araya gelen Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan, Pamukkale Belediye Başkanı Hüseyin Gürlesin ve Denizli Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri Berna Öztürk, Denizli’nin sağlıkta dev yatırımlarından birisi olacak Semt Hastanesi Projesi’nin protokolünü imzaladı. Denizli Büyükşehir Belediyesi’nin Dokuzkavaklar Mahallesi’nde tahsis ettiği yaklaşık 3 bin metrekarelik alana yapılacak hastane, bölge halkının yürüme mesafesinde yararlanacağı bir sağlık tesisi olacak.arsa

Başkan Zolan: “Yatırımın gecikmesini istemiyoruz”

Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Zolan, Büyükşehir Belediyesi’nde yapılan imza töreninde yaptığı konuşmada, Denizli’nin ihtiyacı olan Dokuzkavaklar, Aktepe, Karşıyaka, Cumhuriyet, Fatih, Anafartalar, Deliktaş, Sümer, Sevindik,Akhan, Pınarkent gibi bölgelere hitap edecek sağlık kuruluşunun protokolünü imzaladıklarını söyledi. Yatırımın gecikmesini istemediklerini vurgulayan Başkan Zolan, “Denizlimize güzel bir eser kazandırmış olacağız” dedi. Projeye büyük katkı sağlayan Pamukkale Belediye Başkanı Hüseyin Gürlesin’e teşekkür eden Başkan Zolan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz de Büyükşehir Belediyesi olarak bu işin önünü açma noktasında, her türlü fedakarlığı yapma konusunda gayret göstereceğiz. İnşallah hayırlı olur oradaki insanlarımızın ihtiyacı giderilmiş olur. Yaşlımız, hastamız kısa mesafede tedavisini alabilme sağlığına kavuşabilme imkanına sahip olur.” Başkan Zolan, “Ben emek veren Sağlık Bakanımız Mehmet Müezzinoğlu, Ekonomi Bakanımız Nihat Zeybekci ve tüm vekillerimiz ile katkı sağlayan herkese teşekkür ediyorum. İnşallah kazasız belasız kurdeleyi kesmek nasip olur” dedi.

Başkan Gürlesin: “Devlet Hastanesi’nin yoğunluğu azalacak”

Başkan Gürlesin ise, Denizli halkı için bir şifa kaynağına hep beraber vesile olmalarını diledi. Başkan Gürlesin, “Yapılacak sağlık tesisi hem Pamukkale İlçesi’ne hem de bu bölgeye yakın olan Merkezefendi İlçesi’nin diğer mahallelerine de hizmet verecek bir hastane olacak. Ben bunun sonucunda Devlet Hastanesi’nin ciddi manada yükünün alınacağını düşünüyorum. Çok doğru bir karar olduğunu ve bunun yansıması olarak trafiğin bile rahatlayacağını düşünüyorum. O bölgedeki insanlarımızın yürüme mesafesinde bir hastanesi olması, hizmetin ayağa getirilmesi anlamında ciddi bir katkı olacağını düşünüyorum. Şimdiden hayırlı olsun. İmzalar nasıl güleryüzle atılıyorsa, inşallah kurdelenin kesiminin de hepimize en kısa sürede nasip olmasını diliyorum” dedi.imza2

Genel Sekreter Öztürk: “Büyük bir eser”

Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Öztürk de, böyle güzel bir alanda çok ihtiyaç olan arsayı tahsis eden Başkan Zolan’a teşekkür ederek, “Yine Pamukkale Belediye Başkanımız orada ihtiyacımızı karşılayacak binanın yapımını üstleniyor. İnşallah biz de bu binayı işleterek Denizli halkına iyi bir hizmet vereceğimiz, çok iyi bir çalışma olduğunu düşünüyorum” dedi. Yapılacak sağlık tesisinin Denizli Devlet Hastanesi’nin yoğunluğunu da azaltacağını ifade eden Öztürk, “Çok güzel bir eser bırakmış olacağız diye düşünüyorum. Hayırlı olsun inşallah” dedi. Konuşmanın ardından protokol Başkan Zolan, Başkan Gürlesin ve Öztürk tarafından imzalandı.