Etiket arşivi: Daha

Tavası Var Ciğeri Var, Yanında da Biberi Var, A be Güzel Edirne’m Sende Daha Neleri Var

 

Edirne Meşhur Tava Ciğerinin yanında ikram edilen Karaağaç Biberinin hasadıyla birlikte ciğercilerin balkonlarında kurutulmaya başlandı.

Edirne Tava Ciğerinin yanında olmazsa olmazlardan olan ve Tava Ciğerinin yanında ikram edilen ‘’Karaağaç Biberinin’’ hasadının başladığını belirten Edirne Tanıtma ve Tava Ciğer Kalite Koruma Derneği Başkanı Bahri Dinar yaptığı açıklamada;’’  Uğruna türkü yazılan meşhur tava ciğerimizin yanında ikram ettiğimiz Karaağaç Acı Biberinin ilk hasadı başlamıştır. Karaağaçlı bahçecilerimizden temin ettiğimiz biberlerimizi önce ine ve iplik ile oya örer gibi dizdikten sonra, iş yerlerimizin ve evlerimizin balkonlarına asmaya başladık. Bir buçuk ay boyunca çocuğumuza bakar gibi günün her saati onları kontrol edip hava almasını ve çürüyenleri ayıklayarak lezzetli ve kaliteli bir şekilde kurumasını sağlayacağız. Tava Ciğer nasıl merak ediliyorsa, aynı şekilde Meşhur Karaağaç biberi Türkiye’nin ve Dünya’nın her tarafında merak edilmektedir.  Her ne kadar Edirne’ye gelemeyenlere kadar kargo ile tadımlık göndersek de, bunun asıl merkezi olan Edirne’ye hem tava ciğer yemeye hem de mübarek Selimiye camiini, tarihi turisttik yerleri görmeye bekliyoruz’’ dedi.

Son olarak Tüm Türkiye ve Dünya’ya çağrıda bulanan Dinar; ‘’ Ünlü şair şöyle diyor; Tavası Var Ciğeri Var, Yanında da Biberi Var, A be Güzel Edirne’m Sende Daha Neleri Var’’ diyerek sizleri Edirne’ye bekliyoruz’’ dedi.

Dünya Değişim Akademisi Ankara Bir Merkez Daha Açtı!

Değişim rüzgarı geçtiğimiz cuma Ankara-Gölbaşı’nda esti. Ardı ardına yeni merkezleri açılan Dünya Değişim Akademisi’nin yeni mekanı Ankara Gölbaşı’nda hizmete girdi. Değişmek için güvenli araçlar ve gerekli motivasyon arayışında olanlara, dünyanın en güçlü tekniklerinin sunulacağı merkez, içten, çağdaş ve donanımlı Dünya Değişim Akademisi zincirinin yeni bir halkası!

Ankara Gölbaşı’nda huzur, güven, bilgelik dolu bir ortam var. Değişim Uzmanları herkesi dünyanın en kadim, güçlü ve doğal teknikleri ile kendini keşfe, değişime davet ediyor.

Ünlü “Değişim Nedir Ve Nasıl Gerçekleşir?” eserinden de çok önemli bir ipucu veriyorlar: “Her insanda mevcut duruma bağlanma eğilimi vardır. Mevcut durum kişiyi yeterince mutlu etmese bile birey bu duruma bağlanır ve onun değişmesini istemez. Bu bağımlılık olgusuna elindekileri kaybetme korkusu eklenince birey değişime direnmeye başlar. Eğer hayatınızı değiştirmek için bir değişim yaşamak istiyorsanız, önce değişime karşı olan direncinizin farkına varın ve bu direncin arkasındakini anlamaya çalışın. Değişime karşı direncin nedenlerini kavrayınca değişimi başarıyla yönetebilirsiniz.”

Dünya Değişim Akademisi’nin Ankara Gölbaşı’nda “Değişim Zamanı” diyerek açılan merkezinde temel olarak nefes, biyoenerji, vücut çalıştırma teknikleri, konsantrasyon ve derin gevşeme çalışmaları sunulacak. Korku Kontrolü, Öfke Kontrolü, Kıskançlık Kontrolü, Başarı Sanatı, Kendini İfade Etme Sanatı, İletişim Sanatı gibi pek çok program uygulanacak.

Değişmek isteyenlere en güvenilir metodlari sunan Dünya Değişim Akademisi, sizi motive eden Değişim Uzmanları, bilgelik dolu zengin pratik ve teorik sunumları ile Gölbaşı’nda da aydın ve dinamık bir ortam hazırlamış. İçinizdeki değişim ateşini yakabilir, daha aydınlık, mutlu, anlamlı yarınlara adım atabilirsiniz.

Dünya Değişim Akademisi – Gölbaşı/Ankara
info@dunyadegisimakademisi.com
http://www.dunyadegisimakademisi.com

Organik Hoşaf Fikrinden Bile Daha İnovatif 5 Saçma Girişim Fikri

Son günlerde sosyal medya gündemi “Organik Hoşaf” fikri ile çalkalanıyor. Sinirlenen, alaya alan, gözlerine inanamayan ve bir de bunu savunan kitleler var. Einstein’ın “Bir fikir ilk başta saçma gelmiyorsa, ondan umut yok demektir” sözünü şimdilik bir kenara bırakacak olursak, TRT’deki “Bir Fikrin mi Var” yarışması geleceğe yönelik kaygılarımıza bir yenisini daha eklememize vesile oldu doğrusu.

Ülkede yetişen gençlerimiz arasından Gates’ler, Branson’lar, Jobs’lar, Zuckerberg’ler, Walker’lar çıkabilir elbet. Hatta nasıl çıkacağını merak ediyorsanız, “Türkiye’den Dünyaca Ünlü Bir Girişimci Çıkar mı?” başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz. Bizim buna bir lafımız yok. Ancak organik hoşafa bu kadar agresif yaklaşmanın başka haklı nedenleri olmalı. Sizce bu nedenler neler olabilir?

Girişimcilik tarihinde sahiden de çoğu insana saçma gelen bazı fikirlerin dudak uçurtacak cinsten paralar kazandırdığı gerçeği yer alıyor. Birazdan sıralayacağımız İngiltere yaprakları, yapışkan örümcek, lades kemiği, köpek gözlüğü ve fasulye bebekler bunlardan sadece birkaçı. Dahası da “Yatırımcılarını Zengin Eden En Saçma Girişim Örnekleri” adlı yazıda. Tabii bu fikirler bile kimine organik hoşaftan daha inovatif gelebilir.

1. İngiltere Yapraklarıhoşaf1

Tamamen elle toplanmış ve profesyonelce paketlenmiş bu yapraklar, bizim bildiğimiz sonbaharda dökülen yapraklardan. Paranın ağaçta yetiştiğinin bir kanıtı olan bu fikir “yok artık” diyebileceğimiz cinsten. Biz yerimizde söylenip duralım ama İngiltere yaprakları 15 farklı ülkeye sevkiyat gerçekleştirdi.

2. Yapışkan Örümcekhoşaf2

Ken Hakuta’yı zengin eden yapışkan örümceklerin kaynağı annesi olarak biliniyor. Hakuta’nın annesi Çin’den oğluna hediye olarak yapışkan örümcek getirir ve oğlu da bu hediyeden etkilendiği için örümceklerin bütün haklarını satın alıp pazarlamaya başlar. Bu tuhaf oyuncağa rastlayan The Washington Post muhabiri de ürünle ilgili bir yazı yazdıktan sonra birkaç ay içerisinde patlama yaşar. İstanbul’da yaşayanlar iyi bilir, bir ara bu oyuncağın Spider-Man versiyonları İstiklal Caddesi’nde cama yapıştırılarak satılıyordu.

3. Lades Kemiğihoşaf3

Bu bildiğimiz lades kemikleri, Ken Ahroni tarafından internette satışa sunuluyor. İnsanın bu kadarına da inanası gelmiyor ama gerçek şu ki insanlar ilginç ve saçma olan her şeyi satın almak için yanıp tutuşuyor.

4. Köpek Gözlüğühoşaf4

Köpekler için online olarak gözlük satma fikri başta saçma gelse de yine organik hoşaftan daha inovatif durmuyor mu? Roni Di Lullo’yu zengin eden bu fikir, dünyanın pek çok yerinde açılan şubeleriyle ses getirmeye devam ediyor.

5. Fasulye Bebekler

Önce çuvalı fasulye ile dolduruyorsunuz, tüylü kulaklar yapıyorsunuz, bir de üzerine kaş-göz çiziyorsunuz. Fikrin özeti bu. Beanie Babies olarak adlandırılan bu dolgulu oyuncaklar pek de reklam bütçesine gerek duyulmadan hızla satıldı. Ty Warner tarafından yaratılan fasulye bebekler, zirve yaptığı zamanlarda şaşırtıcı derecede kazanç sağlıyordu.hoşaf5

Ömer Kaçar – Girişimci Kafası

Ömer Kaçar

Rumlardan bir ders daha

 

 

 

yurdagül atun hanımefendi ÜstadımızAKEL’den dün iki basın açıklaması geldi. Kıbrıslılar bilir ama bilmeyenler için açıklayayım; AKEL, Rum siyasi parti. Bu parti, birçok Rum kuruluşu gibi sık sık Türkçe haberler gönderiyor. Tüm basın kuruluşlarının e mail adresi olsa gerek ki, hepimiz alıyoruz haberleri. Yayınlanır, yayınlanmaz, o basın kuruluşunun bileceği bir şey ama burada, AKEL’in nezdinde Rumlara imrenmemek mümkün değil.

E maille ilgili iki şey söyleyeceğim. Birincisi can yakan bir özeleştiri; Biz, -bizim partilerimiz- Rum haber sitelerine Türkçe basın açıklaması gönderiyor muyuz? Göndermiyorsak neden göndermiyoruz? Hadi akıl etmedik diyelim; Onlardan neden öğrenmiyoruz? Kıbrıslı Türklerin 1955-1974 arasında yaşadıklarını, gettolara hapsedilmelerini, ekonomik baskılara maruz bırakılmalarını, toplu katliamlara uğramalarını, diri diri toprağa gömülmelerini, yakılan yıkılan köylerimizi, Anavatan gelsin, bizi bu acılardan kurtarsın diye bekleştiğimizi, 1974’te Türkiye’nin, mecburiyetten adaya geldiğini anlatamadığımız için Avrupa, ABD ve diğerleri üzerimize çullanırken, hala daha öğrenemedik lobiciliği.

“Adamların genlerinde var” diyeceksiniz, doğrudur ama öğrenilen şeyler de var hayatta. Yazık ki biz görsek de öğrenemiyoruz. Millet olarak hafızamızın vahim durumda oluşu da, Rumlara inanmaya adanmışlara inanılmaz bir koz veriyor.

BM temsilcisi geliyor, AB Komiseri geliyor, müstemleke müfettişleri geliyor… Gelenin gidenin hesabı yok ama nedense ipe sapa gelmez haberler, ‘komşunun kızı demiş ki’ türünden tevatürlerle bunlar maniple ediliyor. Tahriklere varan yayınlarla da Rumları haklı addedip gidiyor. Biz ise sanal bir savaşın kurşun askerleri olarak içimizi rahatlatma adına kendi aramızda kalem oynatıyoruz, nutuk atıyoruz, politika yapıyoruz. Ki, birileri kalkıp Rum tezine çanak tutarsa, bir başkası anavatanımıza hakaret ettiği halde güllerle, barış güvercinleriyle karşılanırsa, dünyanın Rumlara destek vermesinde yadırganacak bir şey yok. Yadırganması gereken, bizim sergilediğimiz aymazlık.

İkincisi basın açıklamasının içeriğiyle ilgili. İçerikte Türkiye’nin NAVTEX yayınlaması eleştiriliyor ve “Türkiye ile Kıbrıs arasındaki münhasır ekonomik bölgenin belirlenmesi gerektiği, bunun da adadaki mevcut durum nedeniyle sadece Kıbrıs sorununun çözümünden sonra ve BM’nin deniz hukuku anlaşmasının maddeleri temelinde çözülebileceği” savunuluyor.
Aptal yerine koymaya devam yani. Şimdi sormak lazım; adadaki mevcut durum çözülmeden sen niye kafana göre imza atıyorsun? Fellik fellik gezip, çıkmamış doğalgazı pazarlamaya, sorunlu bir bölgeye insanları çekmeye çalışıyorsun? Sen yaparken iyi de, Türkiye yapınca mı kötü? Haritayı önüne bir koy, sahil şeridini hesap et. KKTC Türkiye arasındaki bölge de benim, Güney de benim diyemezsin kafana göre. Ha dersen ki biz gazla ilgili adımları çözümden sonra atalım, o olur. Yoksa sana mübah, Türkiye’ye günah! Ne ala memleket ama…

“ Kıbrıslı Türklere 60 Cumhuriyetinde fazla hak verildi”

Alithia gazetesinde, Panayotis Çangaris imzasıyla yayınlanan “neden korkuyorlar ve garanti istiyorlar” başlıklı yazı, Rumların, Kıbrıslı Türklere bakışını, azınlık olarak gördüklerini açık ve net olarak anlatıyor. 1960 Anayasası’nın Kıbrıs Türklere normal demokratik koşullarda sahip olamayacakları imtiyaz ve yetkiler verdiğini savunan Çangaris,  “Mustafa Akıncı ve Kıbrıslı Türklerin, istisna olarak verilen hiçbir imtiyaz ve yetkinin sonsuza dek süremeyeceğini anlamaları gerekecektir” diyor.

Sonuna kadar okumanızı rica edeceğim yazıda özetle şu ifadeler yer alıyor: “Geçmişte ne oldu? Ayrıntılara girmeyeceğiz ve öz-esas (Kasım 1963) üzerinde duracağız: Devleti aksak çalışan bir devlet yapan anayasanın Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasının yeniden düzenlenmesi çabasıydı (tarihte ‘Makarios’un 13 Maddesi’ olarak biliniyor.)

 

Öz; bir toplumun -Helen- anayasanın yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünmesi, diğer toplumun ise -Türk- önerilen düzenlemeyle 1960 Anayasası’nın verdiği imtiyazlarını ve yetkilerini kaybedeceğini ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kendisini azınlık olarak karşılayacak bir devlete dönüşeceğini düşünmesinden dolayı yeniden düzenleme gerekmediğini onaylamasıdır. (Şayet Türk toplumu bunu, çatışmaların provokasyona başlaması için bahane olarak yorumluyorduysa da çok az önemi var). İki noktanın önemi var:

1.1960 Anayasası’nın Türkleri azınlık olarak değil, Kıbrıs’ın Helenleri ile eşit toplum olarak karşılaması ve anayasamızın Türk toplumuna hem o zamanki hem bugünkü demokratik mantığın gerektirdiklerinin ötesinde çok güçlü anayasal yetkiler vermesidir.

2.Türk garantileri vasıtasıyla Kıbrıs’ın Türk toplumunun, Kıbrıs’ın Helen toplumunun hiçbir zaman demokratik mantığı uygulamaya kalkışmayacağına (kalkışsa bile önlem için emniyet sübabı olduğuna) dair korunmuş ve güvende hissetmesidir. ‘Kader’ er ya da geç gelecekti ve bunu biliyorlardı.

 

*İlk hüküm, Kıbrıs Türklerinin gerçekten, 1960 Anayasası’nın kendilerine normal demokratik koşullarda sahip olamayacakları imtiyaz ve yetkiler verdiğini bildikleridir.

 

*İkinci hüküm ise sana fazla gelen ayrıcalık ve yetkiler elde ettiğini bildiğin ve aynı zamanda bunları sürdürmeyi istediğin zaman, bu imtiyaz ve yetkilerin gelecekte hiçbir zaman kaybolmayacağına dair bir ‘koruma kalkanı’ talep etmen mantıklıdır.

*Üçüncü hüküm, ‘Gelecekte neden kaybetsinler’ sorusunun yanıtıdır. Yanıt ise; demokratik bir yönetim şeklinin normal gelişmesinin bir grup insana ırkçı imtiyaz ve yetkilerin verilmesi değil, ırk, din ve etnik kökeninden bağımsız olarak tüm insanların eşit imtiyaz ve yetkilerden yararlanması olduğudur. Yukarıdaki üç hükmü hem Kıbrıs Türkleri hem de Ankara biliyordu. Ve bunları bilmelerinden dolayı ‘demokratik mantıktan’ bağımsız olarak Türk garantilerinin sonsuza dek imtiyaz ve yetkiler sağlayacağını düşünüyorlar.

Söz konusu olan tam olarak budur. Mustafa Akıncı ve Kıbrıslı Türklerin, istisna olarak verilen hiçbir imtiyaz ve yetkinin sonsuza dek süremeyeceğini anlamaları gerekecektir.”

Rumların, dörde bir oranlamasının, dört özgürlüğün rahatlığıyla adaya yayılacak olmasının sakıncalarını, Kıbrıslı Türkleri ayrıcalıklı azınlık olarak gördüklerini dile getirenleri “barış düşmanı” olarak nitelendirenlere yukarıdaki yazıyı iki kez okumalarını tavsiye ediyorum. Bilsinler ki bu adada kan, gözyaşı istemediğimiz içindir tüm çabamız. Dili, dini, kültürü, ağladıkları-güldükleri günleri/bayramları ayrı iki toplumu zoraki biraraya getirmek için uğraşıyor, adadaki huzuru kıskanan savaş simsarları.

Yurdagül ATUN

DAHA EKSİĞİZ

 

ahmet türkyılmazTürk futbolunda taktik çalışma az yapılıyor demek doğru mudur? Öncelikle bir futbol takımının başarılı olabilmesi için fizik kondisyonunun yeterli olmasının yanı sıra taktik açıdan yeterli çalışmayı yapması gerekir. Taktik çalışmanın büyük kısmını zaten futbolun temel kuralları oluşturmaktadır. Futbolun temel kurallarını Avrupa altyapılarında yetişen oyuncular iyi bir şekilde öğreniyorlar. Bunu nerden anlıyoruz. Ligimizde Türk oyuncuların yarısından fazlası gurbetçi .Ya Almanya’da, ya Fransa, Ya Hollanda ‘da yetişmiş Türk oyuncular. Demekki temel altyapı eğitimini sağlam almışlar. Günümüz futbolunda artık çok yetenekli olmaya gerek yok. Kendine iyi bakacaksın, fizik olarak güçlü olacaksın, futbolun temel kurallarını bilip uygulayacaksın, taktik disipline sadık kalacaksın. Mesleği futbolcu olan kişi bunları 18 yaşına kadar öğrenmesi gerekli. İşte bizim Avrupalıdan bariz en temel eksiğimiz bu. Bizim altyapı çalışmalarımızda görülüyor ki bu kurallar pek öğretilemiyor ve uygulanamıyor. Çok da basit olan bu futbolun temel kurallarından birkaç örnek verelim;

  1. Savunma hücumdan başlar,

Takım dizilişinde savunma yapmak sadece geride bulunan 2 stoper , sol bek ve sağ bekin görevi değildir. Takımdaki her oyuncunun savunma görevi vardır. Hucüm oyuncusunun top rakipdeyken pres yapıp, rakibin topla çıkışında rahatsız etmesi gerideki oyuncuların pozisyon almalarını kolaylaştırır.

  1. Top rakipdeyken veya top kaptırıldığında tüm oyuncular topun arkasına geçmelidir.

Günümüz futbolunda artık fizik kondisyon, taktik ve iyi alan savunmasından oluşmakta. Takımın topu kaptırdığında kısa sürede topun arkasına geçebiliyorsa yani takımın boyu hemen kısalıyorsa rakibe fazla oyun alanı bırakmıyorsun demektir. Rakibin pas kanallarını kapatarak geriye ve yana doğru oynamaya mecbur bırakırsın.

  1. Topla çıkarken boşdaki oyuncuların sürekli yer değiştirmesi ve çapraz koşular yaparak hücum alanını genişletmesi.

Bunlar Futbolun Temel Kuralarından sadece birkaç örnek. Avrupalı bu temel kuralları 18 yaşına kadar öğretiyor. Bizde ise öğrenmenin yaşı yok..

Fransa’nın En Önemli Edebiyat Ödüllerinden “Prix Médicis étranger” Hakan Günday’ın “DAHA” romanına verildi!

Hakan Günday’ın Türkiye’de Doğan Kitap‘ın, Fransa’da Jean Descatçevirisiyle Galaade Éditions‘un yayımladığı, çeviri hakları Kalem Ajanstarafından temsil edilen “DAHA” isimli romanı, 1970’ten beri her sene Fransızcaya çevirilen bir romana verilen “Prix Médicis étranger”in bu seneki sahibi oldu.

Önceki yıllarda ödül verilen isimler arasında Doris Lessing, Umberto Eco, Milan Kundera, Julio Cortázar, Paul Auster, Orhan Pamuk (Kar, 2005) bulunuyor.

dahaKitap hakkında:
İnsanları çaresiz bırak, iç organlarından roket yaparlar!
Siz bu cümleyi okurken, bir yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Ancak bu hikâye o kaçak göçmenlerle değil, onları kaçıranlardan biriyle ilgili. Adı Gazâ. Babası bir insan kaçakçısı, Gazâ da onun çırağı. Henüz 9 yaşında. Yani, hayata ve insana dair, öğrenmemesi gereken ne varsa, hepsini öğrenecek yaşta.
“Doğu ile Batı arasındaki fark, Türkiye’dir. Hangisinden hangisini çıkarınca geriye Türkiye kalır, bilmiyorum ama aralarındaki mesafe Türkiye kadar, ondan eminim. Ve biz orada yaşıyorduk. Her gün politikacıların televizyonlara çıkıp jeopolitik öneminden söz ettiği bir ülkede. Önceleri çözemezdim ne anlama geldiğini. Meğer jeopolitik önem, içi kapkaranlık ve farları fal taşı gibi otobüslerin, sırf yol üstünde diye, gecenin ortasında mola verdiği kırık dökük bir binanın ada ve parsel numaralarıyla yapılan çıkar hesapları demekmiş. 1.565 km uzunluğunda koca bir Boğaz Köprüsü anlamına geliyormuş. Ülkede yaşayanların boğazlarının içinden geçen dev bir köprü. Çıplak ayağı Doğu’da, ayakkabılı olanı Batı’da ve üzerinden yasadışı ne varsa geçip giden, yaşlı bir köprü. Kursağımızdan geçiyordu hepsi. Özellikle de, kaçak denilen insanlar… Elimizden geleni yapıyorduk… Boğazımıza takılmasınlar diye. Yutkunup gönderiyorduk hepsini. Nereye gideceklerse oraya… Sınırdan sınıra ticaret… Duvardan duvara…”
Hakan Günday, 29 Mayıs 1976’da Rodos’ta doğdu. İlköğrenimini Brüksel’de tamamladı. Ankara Tevfik Fikret Lisesi’ni bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransızca Mütercim Tercümanlık Bölümü’ne kaydoldu. Ertesi yıl Université Libre de Bruxelles’in Siyasal Bilimler Bölümü’ne geçti. Öğrenimine Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde devam etti. İlk romanı Kinyas ve Kayra’yla (2000) edebiyat çevrelerinin ilgiyle izlediği ve kendi okur kitlesini yaratan bir yazara dönüştü.Yazarın bütün kitapları Doğan Kitap tarafından yayımlanmaktadır.