Etiket arşivi: Çözüm

Yüksek Temsilci’nin, Kuzeydoğu Suriye’deki son gelişmelere dair Avrupa Birliği adına yaptığı açıklama yaptı

 

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Bir Gece Ansızın gelebiliriz sözleri yakın zamanda yapacağı Barış Pınarları Operrasyonu’na başlamasının hemen ardından Avrupa Birliğ Konseyi’nden yazılı açıklama geldi. Yapılan aaçıklamada Suriye’de kalıcı çözümün savaş yoluyla mümkün olmadığının altı çizilirken, yapılan operasyonun BM önclüğünde planlanan kalıcı çözümün ise imkansızlaşacağının vurgusu yapıldı. Yapılan yazılı açıklamanın detaylarında şu ifadeler kullanıldı:

Haber: türkiyeokuyor.com Yusuf Ünel

 

AB, Türkiye’nin Kuzeydoğu Suriye’de gerçekleştirdiği askeri operasyonun Suriye’de kalıcı bir çözüm sağlanmasının askeri yollarla mümkün olmadığını bir kez daha yinelemektedir. AB Türkiye’ye, tek taraflı askeri girişimi durdurması yönünde çağrıda bulunmaktadır. Kuzeydoğu Suriye’de silahlı çatışmaların tekrar başlaması, tüm bölgedeki istikrarı tekrar bozmanın yanı sıra, sivillerin de acısını derinleştirecek ve daha fazla insanın yerinden edilmesine sebep olacaktır. BM’nin öncülüğünde, Suriye’de barış tesis edilebilmesi için siyasi bir sürecin başlatılma ihtimali daha da zorlaşacaktır. 
Türkiye tarafından yapılan bu tek taraflı bir girişim, Türkiye’nin de parçası olduğu Küresel Koalisyon’un Daeş’e karşı kaydettiği ilerlemeyi tehlikeye sokacaktır.

Askeri harekat, Koalisyon’un yerel ortaklarının güvenliğini kuşkusuz gözardı edecek ve Kuzeydoğu Suriye’de uzun bir istikrarsızlığa yol açacak, hala bölgesel, uluslararası ve Avrupa düzeyinde bir tehdit arz eden Daeş örgütünün tekrar canlanmasına zemin hazırlayacaktır. Terörist savaşçıların güvenli bir şekilde gözaltında tutulması, terörist grupların saflarına katılmalarının önlenmesi için büyük önem arz etmektedir.

Türkiye’nin tasarladığı yönde kuzeydoğu Suriye’de kurulmasından bahsedilen “güvenli bölgenin”, BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin, mültecilerin geri dönüşüne ilişkin uluslararası kriterlerini karşılama olasılığı düşüktür. AB, mülteci ve yerinden edilmiş kişilerin (IDP), şartlar el verdiğince geldikleri yere geri dönmelerinin güvenli, gönüllü ve insan onuruna yakışır bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiği görüşündedir. Demografik yapının değiştirilmesine yönelik hiçbir girişim kabul edilemez. AB, yerel nüfusun haklarının gözetilmediği bölgelerde, istikrar sağlama ya da kalkınma faaliyetlerine destek vermeyecektir.

Şiddete ve terörizme son verme; Suriye ve genel olarak bölgede istikrarın sağlanması yönündeki hedefleri biz de paylaşıyoruz. Türkiye, Avrupa Birliği’nin kilit bir ortağı ve Suriye krizi ve bölgedeki sorunların çözümünde kritik bir aktördür. Avrupa Birliği, Suriyeli mültecilere ev sahipliği bağlamında oynadığı rol dolayısıyla Türkiye’yi takdir etmektedir. Türkiye’nin güvenlikle ilgili kaygıları, uluslararası insancıl hukuku  çerçevesinde askeri faaliyetler yerine siyasi ve diplomatik yollarla çözümlenmelidir. AB tüm taraflara, sivillere koruma ve engelsiz, güvenli ve sürdürülebilir bir şekilde insani erişim sağlanması için tüm taraflara çağrıda bulunmaktadır.

Avrupa Birliği, Suriye Devleti’nin birlik ve beraberliği, egemenliği ve toprak bütünlüğünün sağlanması konusunda kararlılığını devam ettirmektedir. Bunlar ancak, BM başkanlığında yürütülen Cenevre sürecinde Suriyeli tarafların üzerinde mutabık kaldığı UNSCR 2254 sayılı karar ve 2012 Cenevre Bildirisi çerçevesinde yürütülen gerçek bir siyasi geçiş süreciyle mümkün olabilir.

Avrupa Birliği Konseyi
09/10/2019 |

Gastroplatform, turizm ve gastronomi sektöründe istihdama çözüm olacak

 

Türkiye’nin gastronomi alanında hizmet veren ilk ve tek insan kaynakları platformu Gastroplatform, gastronomi dünyasının nitelikli çalışanları ile sektörün en iyi işletmelerini aynı çatı altında buluşturuyor.

İşletmelerin doğru adaylarla doğru ekipleri kurmasına destek sağlayan Gastroplatform, gastronomi sektörü içinde yer alan tüm çalışan profillerini özgeçmiş havuzunda barındırıyor. Bu sayede de yeni iş fırsatlarından haberdar olmak isteyen gastronomi sektörü çalışanlarına önemli fırsatlar sağlıyor. Eğitimi devam eden öğrencilerden, mezun olup iş arayanlara, yeni kariyer fırsatlarını değerlendirmek isteyen sektör çalışanlarından gastronomi alanına ilk kez adım atmak isteyenlere kadar herkesin üye olabildiği gastroplatform.com, ücretsiz üyelik sistemiyle çalışan bir kariyer gelişim platformu olarak sektöre destek sağlıyor. Gastroplatform; chef, sous chef, mutfak ekibi, işletme müdürü, bartender, barista, festivallerde/workshoplarda destek sağlayacak günlük personel veya tüm işletme ekibinin kurulmasına kadar geniş bir yelpazede hizmet sağlıyor.

İşletmelerin, farklı deneyim ve yetenekteki çalışan ihtiyaçlarının tamamına cevap verebilen, işe alım süreçlerini baştan sona üstlenebilen Gastroplatform, istihdam çözümleri ile işletmelerin ihtiyacı olan yeteneğe hızla ulaşmasını sağlıyor.

Türkiye’nin en popüler işletmelerinin ekiplerine destek sağlayan, gastronomi sektörüne yeni bir soluk kazandıran yetenek avcıları, Hande Atıcı Miras ve Gamze Eren, Türkiye’nin önde gelen üniversiteleri Galatasaray ve Bilkent üniversitelerinden mezun olduktan sonra, uzun yıllar özel sektörde yer almış ve hayallerine ulaşmak için başladıkları aşçılık eğitimlerinde yolları kesişmiştir. Ardından iki kadın girişimci olarak, Gastroplatform’u kuran Miras ve Eren, iki yıl önce çıktıkları bu yolda tecrübeleri ile gastronomiye olan tutkularını birleştirdiklerini dile getiriyorlar.

Gastroplatform nasıl çalışıyor?

İşverenin Gastroplatform’a ilettiği iş tanımı ve kriterlerine istinaden, her ilanın kriterlerine özel olarak aday çalışılıyor, Türkiye’nin birçok yerinden yeni iş fırsatlarından haberdar olmak isteyen sektör çalışanlarından oluşan aday havuzu içerisinden en uygun adaylara ulaşılıyor. Ön görüşmeler Gastroplatform tarafından gerçekleştiriliyor. Görüşmeler sonunda işe alım uzmanları tarafından olumlu değerlendirilen aday profilleri işveren ile paylaşılıyor ve işveren ile ilk görüşmeleri organize ediliyor.

1 Nolu Kararname Adnan Hoca

1 NOLU KARARNAME ADNAN HOCA

 

1300’de kurulan Osmanlı 1600’e kadar iyi gitmiş, sonraki 1800’e kadar da kötü gitmiştir. O zamanlar Devlet sayılan Padişahlar eliyle düzeltme ve değişim bazen, bazen de güç temerküz eden guruplar vasıtasıyla değişim ve yeni düzene ortak olma gayretleri tarihimiz olmuştur.

II.Mahmut bu guruplardan biri olan Âyanlarla (Feodal Güçlerin Liderleri) İttifak Senedi imzalayarak ve onları yerelde kendi adına yetkilendirerek başa gelmiş (1808), akabinde de Bektaşîlik merkezli ve her daim imtiyazlı Yeniçeri Ocağı’nı ona kaynaklık teşkil eden dinî yapıyla beraber kapatarak (1826) Devleti yeni baştan tanzim etmeye durmuştur. Kabine / Hükümet sistemi, , müsaderenin (mala el koyma) kaldırılması, muhtarlıklar, Danıştay ve Yargıtay ondan kalmadır.

Anayasal sistem, kanun üstünlüğü, miras ve mülkiyet garantisi ise Tanzimat (1839) yani Sultan Abdülmecit ile Mustafa Reşit Paşa ortaklığından kalmadır. Modern bütçe, çeviri hukukî düzenlemeler ve Batılılaşma modası da sonrasının devamıdır. Islahat Fermanı (1856) ise Batılı Devletlerin istediği bir Açılım / Çözüm Süreci idi, tutmadı.

1876’daki 1 yıl 1,5 aylık Meşrutî Monarşi yani Meclisli Sultanlık / Parlamenter Padişahlık II.Abdülhamit ve Jön Türkler ortaklığıydı; 1908’deki ve darbelerle savaşlara, Anayasa değişikliklerine rağmen işgal altındaki İstanbul’da İngilizlerin kapattığı Nisan 1920’ye kadar kesintisiz süren Meclisli İdare / Parlamenter Yönetim ise İttihat ve Terakki imzalıydı.

Kuva-yı Milliye refleksiyle başlayan Millî Mücadele koalisyonunun ilk işi kapatılan Meclisi aynı ay içerisinde Ankara’da kurarak Kurtuluş Savaşı’nın bile Parlamenter bir üst yapıyla yürütülmesini sağlamaktı. Başardılar, “Ve emruhum şûra beynehüm / Ve işleri aralarında bir meşverettir” (Şûra 42) düsturunun bereketini gördüler.

Hele Mustafa Kemal; elindeki büyük güce rağmen Devlet Başkanlığı yetkilerini tek elde toplamadı, Cumhurbaşkanlığı ve Bakanlıklarla beraber Başbakanlığı ayrı tutarak 95 yıllık bir denge & denetim sistemi geliştirmiş oldu. Geçen haftaki 1 Nolu Kararname ile başlayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Parlamenter Sistem tecrübemizi tekrar Meşrutiyetler havasına sokmuş gibi gözükse de bizce işin özünde başka arayışlar var.

28 Şubat’ın en cafcaflı zamanlarında Harp ve Polis Akademilerinde misafir öğretim görevlisi olarak İktidar için hazırlanan Davutoğlu ve onun Stratejik Derinlik kitabı üzerinden Türkiye’nin başarısızlıkla sonuçlanan bir vites yükseltme serencamı olduğuna dair analizler yapmıştık. Zira 2001 sonrası Dünya yeni bir konsepte sokulmuştu, biz de kendi çapımızda durumdan vazife çıkarmaya çalışmıştık.

Çin ve Rusya gibi ABD’yi dengeleyerek yükselen Küresel Güçlere bakarsak güçlü bir tek adam, piyasa ekonomisi ve kapalıya yakın bir rejim ortak noktaları gibi duruyor. Sanki Amerika da Trump’la buna yanaşmak istiyor ama hem ABD hem de G.Kore’deki Başkanlık sistemleri kuvvetler ayrılığı nedeniyle buna geçit vermiyor. (Bu fasılda Koç gibi arkadaşıma fikrî ilhamlarından ötürü teşekkür ederim)

Sanki bu yeni sisteme geçiş için herkes koalisyon yapmış görünüyor, bilhassa da devlet aklı diye teşmil olunan kesimler..

Yeni kararnamelerle lağvedilen ve oluşturan yeni teşkilatlar, İçişler Bakanlığı ve Valilere verilen ekstra yetkiler, kuvvetli bir merkeziyetçi yapı bakalım Türkiye’yi nelere ve hangi dönemlere hazırlıyor?

Sıkılabilirsiniz ama Magazinci Hoca’yı değil bunu konuşmalıyız.

Menbiç Ve Kandil İçin Gidişat Analizi

 

 

            Dış politika iç politikadan öce gelir. Ve asıl itibar saray – şatafat değil ordaki başarıdır.

 

Cumhuriyet’i kuran kadro Osmanlı’nın yükseliş devrinden bu yana en başarılısıdır. Bilhassa 1938’e kadarki Atatürk öncüllüğü, çamura saplandıkça ilkelerinin kıymetini idrâke başladığımız bir özgünlüktedir.

2002’ye kadarki sağ’lısol’lu ve bazen koalisyonlu Hükümetler, kurucu iradenin ilkeselliğinde idare-i maslahatla yılları desteleyip durdular; ne ileri, ne geri.

Yıl olarak M.Kemal Atatürk’ten daha fazla ülkeyi yönetme imkanı bulan Adalet – Kalkınma yada R.Tayyip Erdoğan Hükümetleri “Tezkere” ve “Çuval”la başladığı Küresel Güçlerin idaresine maslahat eden dış politikayı ancak bir düzine yıldan sonra terk edebilmiştir.

7 Haziran Seçimleri’nin siyasî sonuçları, Devlet aygıtını elinde bulunduranları kendi başlattıkları “Çözüm Süreci”ni yine kendilerinin açılmalarına göz yumdukları “Hendek”lere gömerek sonlandırmaya itti.

Son 2-3 yılda evvelki idare-i maslahat parametrelerine dönmeyi başarı mı, tazminat mı, restorasyon mu saymalıyız; bilmem. Zira Suriye Sınırımızda başarıyla tesis edilen ilk Güvenli Bölge, ‘sıfır’dan kurularak bütün Kuzey Suriye hattını kanton kanton yönetimine terk ettiğimiz PYD / Salih Müslim Kürdistanı’na neden sonra takoz teşkil etti.

ABD’nin II.Irak Operasyonu’ndan beri projeden fiiliyata dökülen KDP / Barzanî Kürdistanı’na verdiğimiz siyasî ve ekonomik desteği ise Kak Mesut’a babası Mele Mustafa bile vermemiştir. Fakat Bağımsızlık ilânı sonrası tavrımız da Kuzey Irak’taki denge değişikliklerine ket vurmuştur. Şimdilik..

AfrinZeytin Dalı’ ile Güvenli Bölge’nin 3,5 – 4 bin km2’ye dek geliştirilmesi doğru bir iştir. Aynı süpürme operasyonunun öncelikle Tel Rıfat ve Menbiç’e, arkadan da “Fırat’ın Doğusu”na yapılmasını umma noktasındaydık. Hatta Karakozak civarı terörden temizlenirse büyük bir basiretsizlikle Urfa sınırımıza bitişik Eşme Köyü’ne kaçırdığımız atamız Süleyman Şah’ın Türbesi ve Saygı Karakolu’nun yerine iadesi sözkonusu olur diye umutlanıyorduk.

Bu saatten sonra ABD’yle Menbiç konusunda anlaşma ordaki YPG / PKK unsurları tamamen etkisizleştirme üzerine olabilirdi, oysa Menbiç’in Yerel Güçler’e devri ve Türk ve Amerikan askerlerinin ortak devriyesiyle de gözetim altında tutulmasıyla neticelendi. Yani Menbiç’i isim değiştirmeleri şartıyla (Menbiç Askerî Konseyi) PYD / YPG unsurlarına teslime imza attık. Ne onlar Afrin’deki binlerce kayıp, ne de biz onlarca şehidimiz üzerinden kan davası gütmemek kaydıyla..

Türkiye’nin bu saatten sonra Suriye Merkezî Ordusu ve Esad’la anlaşarak Kuzey Suriye’deki “Terör Koridoru”nu tamamen yok ederek ve bir an önce Suriye’deki İç Savaşı bitirerek hem 4 milyonluk (Nüfusumuzun % 5’i) bir yekûna ulaşan Suriyeli Mülteci Meselesi’nin kısmen halli hem de 40 milyar dolara yanaşan ekonomik faturanın – dövizin ve faizin patlamaya hazır bomba gibi hazır beklediği bir iktisadî süreçte – kapatılması aklın yoluydu; bizse Kuzey Irak’takine benzer şekilde ikinci şıkkı, macerayı tercih ettik. Allah sonumuzu hayreylesin!

Yine bu saatten sonra Kandil’e icra edilecek operasyon da iki noktada sembolikleşir: Bir; PKK merkezini çoktan Sincar’a (Şengal) taşıdı ve aslında yapılması gereken tıpkı Fırat Kalkanı gibi Dicle Kalkanı Operasyonu’yla Sincar – Telafer hattının temizlenmesi ve Ovacık – Telafer çizgisinde dikey bir Güvenli Bölge oluşturulmasıdır. İki; Kandil temizlendikten sonra ABD ve İsrail’in İran’ı vurması için İncirlik Üssü haline getirilmemelidir.

Türk Bayrağı’nın Kandil’de dalgalanması güzeldir ama tam İran’ın hatta İran Kürdistanı’nın sınırındaki bir dağlık üs bölgesinde Amerika ve İsrail bayraklarının da dalgalanması dış politikada “Dön baba, dönelim” vaziyeti olur ki kaldıramayız.

24 Haziran / 8 Temmuz Seçimleri sonrası için erken uyarı bâbındadır.

Toplu Ölümler Olmadan Harekete Geçmek

 

 

Mümkün değil! İki aya yakın zamandır Gazze’de başlattıkları Büyük Dönüş Yürüyüşü sırasında her yaştan ve her meslekten Filistinli İsrail güvenlik güçlerince katledilmişti.

Fakat Süper Lig’de şampiyonluk düğümü henüz çözülmemiş, Survivor’da kimlerin eleneceği henüz öğrenilmemiş ve Seçim’e kimlerin girip kimlerin girmeyeceğine karar verilmemişti. Bu esnada Suud’un, Ürdün’ün, Mısır’ın, Pakistan’ın işi başından aşkındı.

Dahası bizde harekete geçmek yürüyüş kararıyla olur. Devletin en üst düzey yöneticilerinden biri komut verir: Harekete geçilecek; geçç! Ve geçilir. Kolay kolay harekete geçmeyen bir toplum olarak muhakkak iki haneli sayılarda kayıp yaşanması klasik davranma alışkanlığımızdır.

Lâkin bu arada son 58-60 kişiyle birlikte Filistin’de 2 aylık hesap şimdiden üç haneli rakamlara ulaşmıştır. Niye 14 Mayıs ve ABD’nin Kudüs’e Elçiliğini taşıması beklendi? 3 günlük yas ve mitingler doğru karar da niçin mübarek Ramazan’a kadar halının altına süpürüldü?

Mevsimsel Müslümanlığımızın ayı olan Ramazan-ı Şerif’te geçen seneden beri varlıklarını unuttuğumuz Doğu Türkistan Müslümanlarını ve 8,5 – 9 ay önce 3 – 5 gün boyunca olanca hiddetimizle Arakanlı Rohingya Müslümanlarına yapılan eza ve cefaları dile getirmiş, sonra da başka gündemlerle ilgilendiğimiz için eza ve cefanın olmadığı sanrısıyla yuvarlanıp gitmiştik.

Zulmü görmek istemiyorsan gözlerini kapat kardeşim! Eğer onu da yapamıyorsan başka tarafa bak! Strese girmene gerek yok; sana mevzu mu yok? İki paylaş, bir beğen; nasılsa elinde medyatik bir ibrik, bir de sosyal leğen. Eğlen de eğlen..

Netanyahu Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne çıkarılsın ve ve Trump da şahitlik yapsın” diyeceğimi zannediyorsanız seçim öncesi pek akıllıca olmaz. Hem de İngiltere’ye yapılan en kritik ziyaret sonrasında. Neticede Ortadoğu’nun Efendileri onlar değil mi?

Simitten adliyeye, İstanbul’dan Ankara’ya bizim saray / sultanlık merakımız malûm olsa da 70 yıldır Dünyayı şekillendiren 2,5 gücün 2 hanesi var; siz bunlara saray diyorsunuz fakat bunlar ev: Biri White House / Beyaz Ev / Ak Hane ve diğeri de Chatham House / Çatan Ev / Şatham Hane.

Hulusi Paşamız bile gittiğine göre Çatı Adaydan çok Kıbrıs konuşmuşlardır diye düşünüyoruz. 24 Haziran’dan belki 5 gün önce, belki 3 gün sonra tekrar Çözüm Süreci / Teröristlerle Müzakere başlarsa anlayacağız ki Londra Ziyareti’nde anlaşılmış.

Bakacağız ki 20 Temmuz’un 44. Yıldönümünde hokus pokusla iki Devleti ‘tek’e düşüren anlaşma onaylanmış, garantörlük-marantörlük sıfırlanmış; hemen Ramazan öncesindeki Büyük Britanya Seferimizi hatırsayacağız.

Sonra ne mi olacak? Yarım asır önce ne olduysa.. Kavga, dövüş ve ölümcül olaylar… Sonra tek tek olanları kanıksaycağız. Ancak Kanlı Noel, Hocalı Soykırımı, Tripoliçe Katliamı gibi toplu kırımlar gerçekleştiğinde ise harekete geçeceğiz.

Ne diyorduk: Toplu ölümler olmadan harekete geçmek; mümkün değil!

 

Kıbrıs’ta ‘devletten devlete’ çözüm

Kıbrıs’ta ‘devletten devlete’ çözüm

 

 

konuk yazarÇözümü federasyonda aradığımız kır kiki yılda ‘asker ve garantiler’ her iki tarafın kırmızıçizgisi olduğundan anlaşmayı kısmen önlediği söyleniyor.  Görüşme masasına sevk edilmeyen bu başlıkların güncelleşmesini takiben, Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu, BM parametreleriyle sürdürülen müzakerelerin bitmişliğini ve olacaksa yeni bir sürecin ‘devletten devlete’ olması gerektiğini 26 Temmuz, 2017’de noktalamıştır.  Öngörülen müzakerelerin çok farklı düzeyde olacağını düşünürsek, KKTC devlet mi, devlet olarak tanınabilir mi gibi soruları sormamız kaçınılmazdır.

 

Asker ve garantilerin kırmızı çizgi oluşunun ardında, müzakere masasında çözüm arar görünümü yaratırken, Rumların Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama yollarını arayışları Türklerin ise Rum boyunduruğuna girmeme azmi saklı olduğu herkesin bildiği, kimsenin söz etmediği bir gizlidir.  Yunanistan’ın Lozan Anlaşmasını hiçe sayarak Midilli, Sakız, Sisam ve 12 adalar gibi deniz sınırı bölgeleri silahlandırdığına; BM kayıtlarında ifade edildiği gibi1960’larda Kıbrıs’a gizlice asker soktuğuna; 1997-98’de Türk askerinin adada olmasına rağmen Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Kıbrıs’a S300 füzelerini yerleştirme çabalarına bakılırsa asker ve garantilerin devre dışı bırakılması hem Kıbrıs Türkünün güvenini hem de Türkiye’nin güney cephesini tehlikeye atma niteliğini taşıdığı anlaşılır ve kabul edilemez.  Mutlak çözümün önünü açmak uğruna ‘asker ve garantileri’ feda etmeye meyil tutacaksak a) var olan KKTC’yi tanıtmanın ve gereği halinde Türkiye’nin müdahalesine başvurarak güvenimizi sağlamanın veya b) oluşacak federasyondan ayrılıp özgür devlet kurma hakkını federasyon anayasasına yansıtmanın yollarını araştırmamız gerekir.

 

Önce devlet.  Ne kadar da ‘devlet’ ve ‘devletlerarası’ kavramları 1648’ze dayansa da, günümüzdeki devlet anlayışı Amerika Cumhurbaşkanı Wilson’u 1919 ilkelerini temel alan 1945 Birleşmiş Milletler Anlaşmasına dayanır.  Farklı tariflere tabi olsa da, 1933 Montevideo Konvansiyonunun birinci maddesinde ‘devlet’ uluslararası hukukta a) mutlak topluluğu, b) belirli toprakları, c) hükümeti ve d) uluslararası ilişkiler kurma kapasitesine sahip bir oluşum diye tanımlanır.

 

Bu anlamda ‘mutlak topluluk,’ değişken veya göç eden olsa dahi, sayısı önem taşımayan fakat coğrafi bir bölgeye bağlılığı öngörülen bir halktan oluşur.  Örneğin, Pasifik’te 10,000 nüfuslu Nauru adası ve 24,000 kişilik değişken nüfuslu Vatikan birer devlettirler.  Belirli topraklara gelince, önem taşıyan sınırların değil ‘bölgenin’ var oluşudur.  Kuzey ve Güney Kore, İsrail ve Filistin gibi ülkelerin sınırlarının kesin olamamasına rağmen hepsi birer devlettir.  Hükümetin varlığı ve uluslararası ilişkiler kurma kabiliyeti birbirini tamamlayan ve ülke yönetme özelliğini taşıyan unsurlardır.  Öyle ki Dayton Anlaşmasını takiben Filistin 100 ülke tarafından devlet olarak kabul edilmiştir.  Kıbrıs’ta, ‘dini, dili, kültürü’ kendine öz Türk toplumun varlığı 1960 Anayasasında, BM dosyalarında ve çeşitli ülke kaynaklarında kayıtlıdır.  Kıbrıs’ı kuzey-güney diye ayıran ve dolayısıyla KKTC topraklarını belirleyen Yeşil Hat vardır.  Hükümet dersek, Türk halkının seçimiyle görev başına gelen bir yönetim ve gerek Türkiye gerekse İslam Ülkeleri Örgütü ve benzeri oluşumlarla işbirliği kuran bir hükümet vardır.  Üstelik Emin v Yeldağ [2002] davasında, İngiltere Birleşik Krallığı Yüksek Mahkemesi KKTC yasaları dâhilinde Kıbrıs mahkemesinde yer alan ayrılık davasını geçerli kabul etmiştir.  Kısacası, KKTC 1905’dan beri hukukçu Oppenheim tarafından savunan devlet tarifine ve Montevideo Konvansiyona uyum sağlayan bir kurumdur.

 

Gelelim KKTC’nin aşması gereken özgür devlet (self-determination) hakkı ve daha da çelişkili ‘tanınmak’ sorununa.  Devlet tanımının esasını sağlayan BM Anlaşmasının birinci maddesi toplumların eşitliğini ve özgür yönetim hakkını noktalar ama ayni zamanda var olan devletin millet ve sınır birliğinden söz eder.  Sadece birinci maddeyi itibara alırsak, KKTC 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin millet ve sınır birliğini istila ettiği ileriye sürülür.  Öte yandan, Cumhurbaşkanı Wilson’un ilkeleri, 1960 sonrası geçmişin sömürge ülkelerinin BM katılımı ve takibindeki gelişmeler itibara alındığında ortaya farklı bir tablo çıkar.  Wilson din, dil, kültür paylaşımlı toplumların özgür yönetim hakkını a) yabancı etkenlerin baskısına direnen, b) kendi devletlerini seçme olanağına sahip ve c) halkın kabulünü gören temsilci demokratik hükümetin oluşuna addeder.   1945 sonrası hukuki gelişmelere göz atarsak, 1960 Sömürgelerin ve Halkların Özgürlüğü Bildirisi dış etkenlerin yerel toplumlara baskısını, hâkimiyetini veya istismarını, insan haklarının istilası olarak nitelendirir.  1966 Uluslararası Sivil ve Siyasi Sözleşmesi azınlıklar dâhil tüm toplumların özgür yönetim hakkının inkâr edilmez olduğunu yazar.  1970 BM Genel Kurulu 2625 kararı, 1975 Helsinki Mukavelesi, 2007 Yerel Toplumların Hakları ve benzer açıklamalar ayrılık göstermeksizin toplumların eşitliğinin, özgür yönetiminin ve hükümette temsil edilmelerinin kaçınılmazlığını noktalar.  Üstelik Kıbrıs Türkü Rum vahşetine uğramış, 1960 Cumhuriyetinden kovulmuş ve yılların müzakereleri çözüm bulamamıştır.  Buchheit ve Frank gibi hukukçular devlet sınırları dokunulmazlığı günümüzün insan hakları gerisinde kaldığını ve insan hakları çiğnenen toplumların var olan devletten ayrılmasının yasal hakkı olduğunu savunur.  Uluslararası bildiri ve kararlara rağmen Kıbrıs Türk toplumunun 1960 Cumhuriyetindeki temsili yitirildiği, insan haklarının çiğnendiği ve amansız bir istismara uğratıldığı, örneğin, 1964 BM (Ortega) raporundan 2014 Uluslararası Kriz Gurubun araştırmalarına aktarıldığı, hatta geçmiş Rum yönetimi Cumhurbaşkanı Clerides 2003 tarihli anılarında günümüzdeki çözümsüzlüğü Rumların Kıbrıs’ı Rum ülkesi haline getirme çabalarına bağladığı bilinmektedir.  Öyleyse, yasal ve akademik birikim hem Kıbrıs Türküne yöneltilen ve çözüm bulmayan Rum saldırısı KKTC’nin 1960 Cumhuriyetinden ayrılmasını yasallaştır, hem de Türk toplumun varlığı, bir coğrafi bölgede toplanması ve kendi hükümetini seçmesi KKTC’nin devlet kıldığını onaylar.

 

Uzmanların bir kısmı ‘devlet’ Montevideo’nun dört şartını tamamlayan toplumlar devlettir iddiasını, yani KKTC’nin hale hazırda devlet olduğunu, ötekiler böylesi bir oluşumun başka devletler tarafından devlet olarak tanındığı zaman devlet olur görüşünü savunur.  Sözkonusu görüş çelişkisi a) günümüzde 1960 Cumhuriyetinin ve b) sadece Türkiye tarafından tanınan KKTC’nin hukuki durumlarının ne olduğu sorularını zorunlu kılar.  Evet, BM Güvenlik Konseyinin Kıbrıs’a asker göndermesini onaylayan186’ci kararı ‘Kıbrıs Cumhuriyeti kabulü ile’ yürürlüğe girdiğini ve 541’inci kararının KKTC’nin ilanını tanımadığını noktalar.  Fakat 186’ncı kararın Uluslararası Adalet Divanı Namibia [1971] davası yorumunca günümüzde Türk toplumunu temsil etmediğinden geçerliliğini yitiren 1960 Cumhuriyetinden bahsettiğini ve Lauterpacht’ın 541’inci kararın ‘keyfi, ayrımcı … ve yasal olmadığı’ görüşünü hatırlatmak yerinde olur.  Özetle, Güneydeki yönetim (1960 iki toplumlu) Kıbrıs Cumhuriyeti değil Güney Kıbrıs Rum Yönetimidir.   KKTC’ye gelince, 1960 Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi tarafsız başkanı Dr. Heinz federasyon iki devlet arasında hayata geçtiğine bakılırsa, Kıbrıs’ta Federasyon çözümü aramak iki devletin varlığı, dolayısıyla KKTC’nin halen devlet olduğu, anlamına geldiğini vurgular.

 

Tartışma götüren iddialara rağmen kaçınılmaz bir hakikat varsa, örneğin, tanınmamış bir KKTC’nin BM veya Dünya Para Fonuna üye olamayacağı ve devlet tanımlığı hukuki ilkelerden öte siyasi çıkarların üstünlük kazandığı bir ortamda gerçekleştiğidir.  1967’de Fransa’nın Nijerya’daki Biafra ayrımcılarını desteklemesi, 1975’de Batı Dünyasının Doğu Timur’un işgaline göz yumması, 1975’de Kıbrıs Türk Federe Devletinin kurulmasını ‘üzücü’ bulan BM’nin 1983’de KKTC’nin ilanını ‘yasa dışı’ sayması ve 2007’de Kosova’nın tanımı siyasi nedenlerle bağdaştığı söylenebilir.  KKTC’nin tanınması (asker ve garantileri gerektirmeksizin) Kuzey Kıbrıs’ın Ana Vatanla kültürel, parasal, askeri ve siyasal bağlarının devamını koruyacak; dış dünya ilişkilerinin genişleme imkânını sağlayacak, Rumların Güzelyurt ile Maraş’a taleplerini geçersiz kılacak ve Ercan hava alanına uluslararası alan niteliğini kazandıracak.  Öte yandan, Rumlarla yeni bir sınır oluşturacak, Rumların keşfettiği enerji kaynakları paylaşılmayacak ve Türkiye’nin AB üyeliğine köstek olacak. Doğru ama nasılsa, hale hazırda bir sınırı temsil eden ‘yeşil hat’ vardır ve 1964’de AB üyeliğine başvuran Türkiye günümüze dek iki adım ileri bir adım geri giden tek ülke durumundadır.

 

Söylendiği gibi, siyasetin ağır bastığını kabul edersek, İngiltere’nin AB’den ayrılma kararının, Orta Doğudaki savaşların, Akdeniz’de enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden Avrupa’ya sevki ve Türkiye’nin dış siyaseti gibi gelişmelerin KKTC’nin tanınmasına yol açacağı sonucuna varabiliriz.  Bilinen, çözümün federasyonda arandığı ama kırk iki yıllık siyasetin çözüm getirmediği, çözüme yaklaştıkça uzaklaştığıdır.  Savunulduğu gibi seçeneğimiz varsa, can güvenliğimizle birlikte insan haklarımızı koruyacak çözümü a) Kıbrıs Türkünün isteği halinde, özgür KKTC devletinin kayıtsız şartsız yaşama geçmesini anayasasında yansıtacak Kıbrıs Federe Devletinde veya b) var olan, KKTC’nin günümüzde tanınmasında bulabiliriz.

 Yazar: Hasan A. Deveci 

Performans Sorunu Yaşayann Erkeklere Bitkisel Çözüm!

Performans Sorunu Yaşayan Erkeklere Bitkisel Çözüm!

Nutraxin’den Erkeklere Özel

%100 Doğal ve Güvenilir Performans Desteğinutra gece

Biota Laboratuvarları tarafından piyasaya sunulan”Nutraxin Ultramen” bitkisel içeriğiyle doğal bir performans desteği sağlanmasına yardımcı oluyor. İçeriğinde yer alan bitki ekstreleriyle herhangi bir yan etkisi bulunmayan ”Nutraxin Ultramen” gıda takviyesi olarak yemeklerle beraber günde 3 defa 1’er tablet olarak kullanılması önerilmekte ve yalnızca eczanelerde satılmaktadır.

Burada sorun yok çözüm var

cozum-masa

Büyükşehir Belediyesinin vatandaş odaklı yönetim anlayışının en önemli birimlerinden biri olan Çözüm Masası 2016’yı da başarılı bir sonuçla kapattı. Buna göre geride kalan yıl birime ulaşan tüm talepler yüzde 95’lik çözüme ulaşma oranı elde etti.

 

Sakarya Büyükşehir Belediyesi Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğüne bağlı olarak hizmetlerine devam eden Çözüm Masası birimi 2016 yılını dikkat çeken istatistikler elde ederek tamamladı. Buna göre geride kalan yıl 12 bin talep şehrin çözüm adresine ulaştırıldı. Bu taleplerin 5 bin 372’si telefon, bin 645’i internet ortamı, bin 123’ü mobil uygulamalar, 440’ı mail ortamı, 956’sı yüz yüze ve diğer farklı iletişim araçlarının kullanılması yolu ile Sakaryalı vatandaşlardan alındı. İlgili birimlere ulaştırılan taleplerin değerlendirilerek vatandaşlara çözümün iletildiği süreçlerdeki başarı ortalamasında ise yüzde 95’lik bir oran yakalandığı duyuruldu.

 

Geziler ve sinema günleri

Taleplere dönük çözüm odaklı çalışmaların yanı sıra ilk ve ortaokul öğrencileri için özel sinema gösterimleri de geride kalan yıl Çözüm Masası eliyle gerçekleştirildi. Yenikent Kültür Merkezi’nde toplamda 2 bin öğrencinin misafir edildiği etkinliklerde onlarca animasyon filmi öğrencilerin beğenisine sunuldu. Hizmet tanıtım gezilerinde ise STK’lar, üniversite öğrenci ve akademisyenleri, okullar, iş dünyası temsilcileri ve diğer paydaşların katılımları ile bin 100 vatandaş misafir edildi. Düzenlenen gezilerde Büyükşehir Belediyesinin enerji, içmesuyu ve altyapı, kültür-sanat, ulaşım, çevre ve diğer başlıklarındaki projeleri yerinde incelendi.

 

Sorun varsa çözüm de var

Sakarya Büyükşehir Belediyesi hizmet binasının bulunduğu Adapazarı Kavaklar Caddesi’ndeki Çözüm Masası biriminin yanı sıra, yine Adapazarı Kudüs Caddesi’nde yer alan (Orta Garaj mevkii) Büyükşehir İletişim Merkezi’nde vatandaşların talepleri alınmaya devam ediyor. Çözüm Masası’ndan yapılan açıklamada, taleplerin ilgili adresler, sosyal medya hesapları ve ALO 153 Çözüm Hattı üzerinden çözüme kavuşturulmaya devam edildiği kaydedildi.  cozum-masa-jpg2

Kürt sorununu çözmek için 380 kişilik ‘kanaat önderleri’ listesi

Kürt sorununun çözümü konusunda kendisine ‘yeni muhataplar’ arayan hükümet, Cumhurbaşkanlığı’nın başlattığı ‘kanaat önderleri’ toplantılarının ardından 380 kişilik liste çıkardı.kurt-meselesi-cozum-onerisi

Hükümet, Kürt nüfusun sorunlarının çözümü konusunda kendisine ‘yeni muhataplar’ arıyor. Cumhurbaşkanlığı’nın bir süre önce başlattığı ‘bölgenin kanaat önderleriyle bir araya gelme’ toplantılarının ardından, sorunların çözümünde düzenli görüşmeler yapılacak 380 kişilik liste yapıldı.

“KANAAT ÖNDERLERİ” PROJESİ

Bölge halkının sorunlarının çözümünde, devletle aralarında köprü oluşturacak yeni bir mekanizma kurmak isteyen hükümet, bu konuda art arda toplantılar yaptı. AK Parti Merkez Yönetim Kurulu (MYK) da son iki toplantısını bu konuya ayırdı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, 27 Ekim’de yaptığı ‘kanaat önderleri’ toplantısından çıkan sonuçlar da MYK’da değerlendirildi.

ARALARINDA HDP’YE YAKIN İSİMLER DE VAR

Her il için ayrı belirlenen isimlerin bulunduğu toplam 380 ‘yeni muhataba’, bölge sorunlarının çözümü ve devletle olan bağlarının kopmaması için neler yapılması gerektiği soruluyor. Bu isimlerin bir kısmının HDP’ye yakın olduğu ve HDP’lilerle kesilen diyaloğun yarattığı boşluğu dolduracağı iddia ediliyor. Yeni isimlerin, Kürtlerin sözcülüğünü yapacak yeni muhataplar olmasının planlandığı belirtiliyor.

GÜÇLÜ AİLELER, DİNİ LİDERLER

Yapılan taramalarda, bölgedeki güçlü aileler, dini liderler, kanaat önderleri ve STK’lar içinde hem bölgenin sorunlarına duyarlı, hem de devlet ve ülkenin bütünlüğü ile sorunu olmayan isimler belirlendi. Rol üstlenecek ailelerin geçmiş yıllarda olduğu gibi, terörle mücadele için değil, diyalog için kullanılacağı ifade edildi.

KAYYIM BELEDİYELER ÖNYARGILARI GİDERECEK

Partinin bir süre önce başlattığı ‘gönül köprüsü’ projesinin de buna katkı sağlayacağı ifade edildi. Bölgedeki öğrencilerin batı illerine, batıdaki öğrencilerin doğu illerine geziler düzenlemesi, STK’ların ortak programlar yapması, karar vericilerin halkın bütünleşmesini sağlayacak kültürel ve sosyal programlar gerçekleştirmesi gibi öneriler gündeme geldi. Toplantılarda, kayyım belediyelerinin yapacağı çalışmaların da önyargıları gidereceği belirtildi.

EVLER OCAK AYINDAN İTİBAREN TESLİM EDİLECEK

PKK ile mücadelede evleri yıkılan vatandaşlar için yapılan konutların ocak ayından itibaren teslim edilmeye başlanacağı, halka daha rahat bir yaşam seçeneğinin verilmesinin önemli olduğu dile getirildi.

Performans Sorunu Yaşayann Erkeklere Bitkisel Çözüm!

Performans Sorunu Yaşayan Erkeklere Bitkisel Çözüm!

Nutraxin’den Erkeklere Özel

%100 Doğal ve Güvenilir Performans Desteği

geceye hazır olErkekler için özel olarak geliştirilen ”Nutraxin Ultramen” içeriğindeki arjinin, demir dikeni, ginseng, zencefil, karanfil, tarçın, kereviz, safran ve sahil çamı kabuğu ekstreleri ile yüzde 100 doğal ve güvenilir bir performans desteği sağlayarak, cinsel fonksiyon bozukluğu yaşayan erkeklerin sorununa bitkisel bir çözüm sunuyor.

Biota Laboratuvarları tarafından piyasaya sunulan”Nutraxin Ultramen” bitkisel içeriğiyle doğal bir performans desteği sağlanmasına yardımcı oluyor. İçeriğinde yer alan bitki ekstreleriyle herhangi bir yan etkisi bulunmayan ”Nutraxin Ultramen” gıda takviyesi olarak yemeklerle beraber günde 3 defa 1’er tablet olarak kullanılması önerilmekte ve yalnızca eczanelerde satılmaktadır.