Etiket arşivi: Betül

Kraliyet kadınları büyük kalabalıkların önünde doğururdu!

Geçtiğimiz günlerde bir erkek çocuk dünyaya getiren Sussex Düşesi Meghan Markle, bundan birkaç yüzyıl önce yaşasaydı eğer, sarayda kalabalık bir topluluğun önünde doğurmak zorunda kalacaktı. Çünkü kraliyet kadınları yüzyıllarca büyük kalabalıkların önünde doğururdu!

Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen, kraliyet doğumlarının pek bilinmeyen hikayesini sizler için derledi:

 

Ulusal Haber Kanalı www.türkiyeokuyor.com – Yayın: Yusuf Ünel

TANIKLIK ETMEK İÇİN

“1 Kasım 1661’de Fransa Kralı XIV. Louis’nin utangaç İspanyol karısı Kraliçe Marie-Therese, özel odasında doğum sancıları çekmeye başlamıştı. Kraliçenin sancıları başlar başlamaz, sessiz saray odası prensesler, dükler ve konteslerle dolmaya başlamıştı. Çünkü; kraliyet bebeğinin doğumu, tanıklık gerektirecek kadar önemli bir olay olarak görülüyordu. Soyluların orada bulunması, canlı doğan bir bebeğin ölü bir bebekle ya da kraliyetin kız bebeğinin çok istenen bir erkek bebekle değiştirilmediğine tanıklık etmek içindi.

12 saatlik sancıdan sonra, Kraliçe nihayet Louis de France olarak adlandırılan sağlıklı bir çocuk doğurdu. İç odalardaki saraylılar, şapkalarını havaya fırlatarak dış odadakilere bebeğin cinsiyetini haber verdiler (kız olsaydı, kollarını çapraz şekilde kavuşturacaklardı). Şaşalı “Güneş Kral” XIV. Louis pencereden aşağıdaki konuklara “Kraliçe bir oğlan doğurdu” diye haykırarak müjdeyi verdi.

KIZ DOĞURDU

İlk bebeğini 1778’de doğuran Kraliçe Marie Antoinette kadar kimsenin doğumu heyecanla beklenmemiştir herhalde. 19 Aralık sabahı erken saatlerde Kraliçe’nin sancıları doğumun başladığını haber veriyordu. Saray bir anda karışırken hevesli turistler bir anda Kraliçenin apartmanına doluştular. Hata bazı kraliyet izleyicilerinin daha iyi bir izleme için yukarılara tırmandı.

Tüm bu heyecan içine Kraliçenin kendisi pek de düşünülüyor değildi. 12 saat sonra Marie Antoinette, büyük annesinin adını taşıyan Marie Therese adlı bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Çocuk istenildiği gibi erkek olmadığı için ortalık sessizliğe gömüldü, kraliçe baygınlık ve nöbet geçirdi.

ERKEK OLDUĞUNA İNANMADILAR

1688’de İngiltere Krali 2. James’in Katolik eşi Mary Beatrice altı aylık hamileyken doğum sancıları başlar. İngiltere’deki protestanlar, özellikle Kral James’in ilk eşinden iki kız varisi Mary ve Anne bu evlilikten dolayı mutsuzdu ve veraset sırasındaki kadınların hakkını gasp edeceğinden endişe duyuyorlardı.

Doğumun iyi bir şekilde belgelendiğinden emin olmak için II. James doğum odasına tanıklar koydu ve “bu kadar çok kişinin hazır bulunduğu bir yerde özel olarak bir prens doğdu” denmesi için onu bıraktı.

Tüm bu alınan tedbirler sonucu değiştirmedi. Anne ve Mary’de aralarında olmak üzere pek çok Protestan erken doğan bebeğin değiştirilmemiş olduğunu kabul etmedi. Yaygın olarak inanılan bu urum II. James’in Glorius Revolution ile devrilmesinin ana sebeplerinden biridir.

MEGHAN MARKLE’İN DOĞUMU

Her ne kadar kadim gelenekler hala bazı kraliyet ailelerinde devam etse de, doğum artık söylemek gerekirse daha özel bir durum haline geldi.

Sussex Düşesi Meghan Markle’in, 2019’da, herkesten uzakta bebeğini evde doğurma kararı, monarkalrın her zaman saray duvarları içinde doğum yaptığı eski kraliyet geleneklerine geri dönüşe kulak vermek gibi görünüyor.”

Kadınlar o testi artık evde yapabilecek

 

Evde HPV testi

Cinsel yolla bulaşan siğiller kapsamında olan genital siğil HPV virüsü (Human Papilloma Virus) testi, çok yakında artık doktora gitmeden evde yapılabilecek.

Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen’in verdiği bilgiye göre, İngiltere’de yapılan yeni bir bilimsel çalışmanın sonuçları, HPV varlığının rahim ağzındaki örneklemeye göre çok az hassasiyet farkıyla idrar örneklerinde de saptanabileceğini ortaya koydu.

İdrar bazlı bu testin en önemli avantajı; ucuz, kolay ulaşılabilir olması ve ek malzeme gerektirmemesi.

HPV NEDİR?

Op. Dr. Betül Görgen, çok yaygın olan HPV hakkında şu bilgileri verdi:

“HPV, sadece insanları enfekte eden ve etkileyen 100 farklı virüs tipinden oluşan bir gruptur. Cinsel yolla bulaşan yaygın bir enfeksiyondur. HPV, genital siğiller ve bazı kanserler de dahil olmak üzere ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir.

Bu virüsler penis cildi, vulva (vajina dışındaki alan) ve anüsü enfekte edebilir. Ayrıca vajina, serviks ve rektumun astarını da enfekte edebilirler.

HPV NASIL YAYILIR?

Seks yapan ya da hiç seks yapmış olan herkes HPV alabilir. HPV o kadar yaygın ki, neredeyse tüm cinsel yönden aktif insanlar yaşamlarının bir noktasında HPV alıyorlar.

Genital HPV, seks sırasında enfekte bir kişiden enfekte olmayan bir kişiye geçer. HPV, çoğunlukla vajinal ve anal seks sırasında, genital temastan geçer. HPV ayrıca oral seks sırasında da geçebilir.”

Lahey Büyükelçisi olarak atanan Dişli, Hollanda’da

İlhan KARAÇAY’ın röportajı ve analizi:

 

Türkiye ile Hollanda arasındaki ilişkiler, Hollanda hükümetinin Türkiye’deki anayasa değişikliği referandumu döneminde, Hollanda’da Türk vatandaşlarıyla bir araya gelerek konuşma yapmayı planlayan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağına verilen iniş iznini iptal etmesiyle gerilmişti.

Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın da 11 Mart 2017’de Rotterdam’daki Türk Konsolosluğuna girişine izin vermeyen Hollandalı yetkililer, Kaya’nın korumalarını gözaltına almış ve kendisini polis eskortuyla Almanya’ya gitmeye zorlamıştı.

Gelişmeler üzerine Türkiye, ülke dışında bulunan Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi’nin dönmemesini istemişti. İki ülke, diplomatik temsilini karşılıklı olarak maslahatgüzar düzeyinde tutuyordu.

406 yıl önce  Türkiye’nin jestleri ile dostluk içinde başlayan ilişkilerim, çok anlamsız oy avcılığı nedeniyle bozlmuş olmasının üzüntüsü içinde olan Hollanda’daki Türkler, ilişkilerin yeniden düzelmesi için çeşitli girişimlerde bulunmuşlardı. Bu satırların yazarı olarak naçizane şahsım da, Hollanda Başbakanı Rutte’ye bir mektup yazmıştım. O mektupta Rotte’ye, kinayeli bir tavırla, ‘’Mademki siz çok daha demokratsınız, daha çok medenisiniz, o zaman inisiyatifi siz ele alın ve Türkiye ile ilişkileri yeniden düzeltin’’ diye yazmıştım.

O günlerin Dışişleri Bakanı Bert Koenders’ı İşyerinde konuk eden iş adamımız Turgut Torunoğulları’nın girişimi de cabasıydı.

Nihayet, aradan bir buçuk yıl geçtikten sonra iki ülkenin yöneticileri, fırsatları iyi değerlendirdiler ve karşılıklı büyükelçi atamaları konusunda anlaştılar.

Türkiye Lahey’e, Hollanda’ya aşina olan eski bankacı ve politikacı Şaban Dişli’yi, Hollanda da Ankara’ya Marjanne de Kwaasteniet’i büyükelçi olarak atadılar.

Lahey Büyükelçisi olarak atanan Dişli, Hollanda’da

Türkiye ile Hollanda arasında ilişkilerin normalleşme sürecine girmesinin ardından, Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi olarak atanan Şaban Dişli, iki ülke ilişkilerinin gerek siyasi gerek ticari 500 yıla yakın bir tarihi bulunduğunu belirterek, “Kaldığımız yerden devam edeceğiz.” dedi.

Görevine başlamak üzere Lahey’e gelen Dişli, Lahey Büyükelçiliği Rezidansı önünde yaptığı açıklamada, iki ülke arasında önemli bir süreç başladığına dikkati çekerek, “Bizi buraya layık gören başta Cumhurbaşkanımız, Hollanda Kralı, Dışişleri Bakanımız ve Hollanda Dışişleri Bakanı olmak üzere hepsine teşekkür ederim. Türkiye-Hollanda ilişkilerinin gerek siyasi gerek ticari 500 yıla yakın bir tarihi var. Kaldığımız yerden devam edeceğiz.” ifadelerini kullandı.

Büyükelçi Dişli, Hollanda Kralı Willem Alexander’a güven mektubunu sunmasının ardından resmen göreve başlayacak.

Türkiye ile Hollanda arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik büyükelçilerin karşılıklı atandığı 7 Eylül’de duyurulmuş, Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi olarak Şaban Dişli atanmıştı. Hollanda da Ankara Büyükelçisi olarak Marjanne de Kwaasteniet’i atamıştı.

Hollanda hükümeti tarafından Ankara Büyükelçiliğine görevlendirilen Kwaasteniet,  geçtiğimiz pazartesi akşamı Ankara’ya gitmişti.

Hollanda’ya aşina olduğunu belirttiğim Şaban Dişli,  Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucu Üyesi olmadan önce, Hollanda’daki Demir Halk Bank’ta Merdan Aras ile birlikte Genel Müdürlük yapıyordu.  Bu fotoğraf, Şaban Dişli (solda) Merdan Aras ve yardımcıları Kayhan Acardağ ile yaptığım röportaj sırasında çekilmişti

Şaban Dişli:

Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi ve İstatistik Bölümü’nü bitirdi. Yüksek lisansını New York Eyalet Üniversitesi’nde Matematiksel Ekonomi alanında tamamladı. Harvard Üniversitesi’nde üst düzey yöneticilik programına katıldı. Hollanda’da Demir-Halk Bank Rotterdam Genel Müdürlüğü görevini yürüttü. Yurtdışı Bankalar Birliği Kurucusu ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevinde bulundu. Hollanda Amsterdam’da bir bankanın genel müdür yardımcılığı görevine getirildi. Adalet ve Kalkınma PartisiKurucu Üyesi oldu. 22., 23., 24. ve 26. Dönem Sakarya Milletvekilidir. 22. Dönem’de Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Üyeliği görevine seçildi. Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Danışmanlığı görevinde de bulundu. Türkiye-Hollanda Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanlığını yürüttü. Ekim 2011 itibarıyla Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi üyesidir. Ocak 2018’den itibaren AKPM İnsan Hakları Alt Komisyonu Başkanıdır. 23 Eylül 2018 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan kararname ile Türkiye’nin Hollanda büyükelçisi olarak görevlendirildi. Evli ve üç çocuk babasıdır.

Rotterdam’da Başkonsolos Aytaç Yılmaz göreve başladı

Rotterdam’a yeni atanan Başkonsolos Aytaç Yılmaz’ın medya mensupları ile tanışma toplantısına katılışım sırasında, Hollanda-Türkiye ilişkilerine ait kitabıbımı hediye ettim.

İnterajans’tan dostum Hüseyin Torunlar’ın yazdığı habere göre, Rotterdam Başkonsolosu Yılmaz, konsolosluk hizmetlerinin vatandaşa mümkün olan en verimli ve süratli şekilde sunulmasının, Türk toplumunun görev bölgesindeki siyasi, ekonomik ve sosyal hayata aktif katılımının sağlanmasının, karşılaştığı sorunların çözümüne destek olunmasının, birlik ve beraberliğinin artarak sürdürülmesinin ve Türkiye’nin etkin bir şekilde tanıtımının sağlanmasının Başkonsolosluğun yeni dönemde temel hedefleri olacağını ifade etti.

Başkonsolos Aytaç Yılmaz, “Üstlendiğim bu vazife nedeniyle onur duyduğumu ve geniş görev bölgemizdeki Hollanda Türk toplumuna hizmet edecek olmanın heyecanını yaşadığımı özellikle vurgulamak istiyorum” ifadesini kullandı.

Yılmaz, bu yeni dönemde güzel bir sürecin içine girileceğini ve geleceğe odaklanmanın gayreti içinde olunacağını kaydetti.

Türk toplumunun endişelerinin giderilmesi ve rahatlamasının sağlanması yönünde çaba sarf edileceğini belirten Rotterdam Başkonsolosu, Türk toplumunun yerel makamlarla tekrar yapıcı ve karşılıklı saygıya dayalı ilişki kurmasına katkı sağlamak arzusunda olduğunu dile getirdi. Başkonsolos Yılmaz, Rotterdam’da yaşayan Türkler’in de kendilerini Rotterdamlı hissedebilmelerinin önemli olduğunu belir

Hollanda’nın yalanı ortaya çıktı!

İlhan KARAÇAY’ın haberi:

ilhan karaçayHollanda’nın ‘sol eğilimli’ olarak bilinen ikinci büyük gazetesı De Volkskrant, Frank Hendrckx adlı yazarın uzun bir analizinden bir gün sonra, haber olarak da yayınladığı yazılarda, Hollanda hükümetinin Türkiye’ye karşı yanlış yaptığını, Başbakan Rutte’nin de, Rotterdam Belediye Başkanı Abutaleb’e yalan bilgi verdiğini belirtti.

Frank Hendrickx’in iki buçuk sayfalık analizi ile aynı gün yayınlanan haberi ince dokuyup sık eleyerek not ettiğim ayrıntıları sizlere sunuyorum.unnamed (10) unnamed (9)

Geçtiğimiz mart ayında, Hollanda’da yapılacak olan genel seçimler ve nisan ayında Türkiye’de yapılacak olan referandum öncesinde, Hollanda’da yaşayan Türkler ile bir araya gelmek için hazırlık yapan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun buraya gelişini önleyen Hollanda hükümetinin, yanlış yaptığını ve Başbakan Rutte’nin de yalan söylediğini ileri süren araştırmacı yazar Frank Hendrickx, yaşananların Başbakan Rutte’nin partisine parlamentoda 5 sandalye daha fazla kazandırdığını da belirtti.

İşte, Frank Hendickx’in De Volkskrant’ta yayınlanan uzun analizi ve aynı gün yayınlanan haberinin benim tarafımdan yapılan analizi:

13 Mart pazartesi tarihli De Telegraaf gazetesinin tam sayfa manşet haberinin başlığı ‘Burada patron biziz’ idi.  Pazartesinin diğer gazetelerinde de, iki gece öncesinde yaşanan Rotterdam olaylarının Hollandalılar’a verdiği zevkin anlatımı ve görüntüleri yayınlanmıştı.

Hollanda’daki genel seçimler öncesinde yapılan anketlerde, Geert Wilders’in ırkçı partisi PVV önde gidiyordu. Hükümetin en büyük ortağı olan Başbakan Rutte’nin partisi VVD ise büyük oy kaybına uğrayacaktı. Wilders’in ırkçı söylemlerinin seçmenler üzerinde önemli bir rol oynadığını fark eden Rutte, buna karşı bir şeyler yapma gerektiğine inanmıştı. Rutte, son yıllarda popülaritesini ve saygınlığını yitirdiğine inandığı Türkiye’ye karşı bir eylemim ses getireceğine inandı. Türkiye’de nisan ayında yapılacak olan referandum için Hollanda’ya gelecek olan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu için yaygara yapan Geert Wilders’in önüne geçmek için çırpınan Rutte, çareyi diplomatik kuralları çiğnercesine bir planda buldu.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Hollanda’ya gelip Türkler ile buluşmasına engel olmak isteyen Rutte, Milli Güvenlik ve Terörizm ile Mücadele Koordinatörü Dick Schoof ile temasa geçti ve böylesi bir toplantının ‘Halkın güvenliğini tehlikeye sokar’ saptamasıyla iptalini sağlamaya çalıştı.
Ne var ki, Amsterdam, Lahey, Deventer ve özellikle liman kenti Rotterdam’da araştırmalar yaptıran Koordinatör Schoof, en iyi adamlarından birini de Rotterdam’a gönderdi ve 3 güçlü adam Belediye Başkanı Abutaleb, Polis Müdürü Frank Paauw ve Savcı ile yapılan toplantıya soktu.
Rutte’nin etkisinde kalan Schoof, bu şehirlerin Belediye Başkanları’na, yapılacak olan toplantılar için, ‘Güvenliği tehdit edici unsurlar olduğu’ gerekçesiyle yasak getirip getirmeme konusunda bir mektup gönderdi.

Çavuşoğlu’nun 11 mart günü Rotterdam’a gelecek olan uçağına yasak koyulmasına kadar giden bu gerginlik sonrasında, iki ülkenin politikacıları birbirlerini suçlayan açıklamalar yapmaya başladılar.
Çavuşoğlu’nun yola çıkmadan önce yaptığı konuşmada, ‘Bana, halka açık bir tolantıya katılamazsın’ diyorlar. Bu ne demek oluyor? Nerede kaldı, sizin bize öğretmeye çalıştığınız demokrasi ve fikir özgürlüğü? Ne oldu sizin toplantı yapma özgürlüğünüz?’ deyince Hollanda’da kıyamet koptu.
Tüm siyasi parti liderleri Rutte’nin arkasında olduklarını açıklayınca, ‘Şimdi bakalım kim kazanacak’ sorusu dolaşmaya başladı.

Hollanda şartlar koymaya başladı. Önce 50 kişilik bir davetli topluluğu ile konuşma şartı getirdiler. Daha sonra bu sayı 100’e çıkarıldı. Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Koenders’in telefonla bildirdiği bu şartlara çok kızan

Çavuşoğlu, 11 mart cumartesi sabahı CNN TÜRK’de yaptığı konuşmada ‘Boykot’ tehdidi savurunca Lahey’de kızılca kıyamet koptu ve ‘Biz bu şantajın altında ezilmeyiz’ diyen Rutte kabinesi uçağa iniş yasağı koydu.

Güvenlik Dairesi Koordinatörü Schoof, 10 mart günü Belediye Başkanları’na gönderdiği mektupta, ‘Türkler şartlarımızı kabul etmedi. Bu nedenle uçağa iniş yasağı konuldu’ dedi.
Bu görülmemiş önlem, ancak ve ancak, toplum güvenliğinden endişe eden

Hollanda’nın, Çavuşoğlu’nu tehlikeli ilan edecek bir argümanı var mıydı?
Aylar sonra açıklananlara göre, Hollanda’nın böyle bir argümanı olmadığı meydana çıktı.

Zira, Rotterdam polisinin verdiği raporda  ‘Güvenliği tehdit edici unsuların bulunmadığı’ yazılıydı.

Bakan Sayan-Kaya olayı

Çavuşoğlu’nun  iniş yasağından sonra, Almanya’da bulunan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya arandı ve aynı gün Rotterdam’a gidip vatandaşlar ile buluşması istendi.
Bunu öğrenen Rutte adeta küplere bindi. Bayan Bakan’ın otomobil konvoyu takip edilmek istendi. Sınır kapısında önlem alan Hollanda polisi, konvoyda bulunan iki otomobili geri çevirdi. Bakan Kaya’nın otomobili Rotterdam’daki Türk Başkonsolosluğu’na kadar gelmişti. Ama Başkonsolosluk çevresini sarmış olan polis, Bakan otomobilinin Başkonsolosluğa yanaşmasını önlemişti.

Yolun her iki tarafını kapatan polis, Bakan’ın Başkonsolosluğa girmesini yasakladı.

Bakan Fatma Betül Sayan Kaya, polislere derdini anlatmaya çalışıyor.
Ama polis şefi söylenenleri anlamıyor. Bakan’a muhatapolan bir polis şefi mi, yoksa Bakanlıktan bir görevli mi olmalıydı?

 

Hollanda polisi, daha önce de Başkonsolosluğun rezidansının bulunduğu caddeyi trafiğe kapamış, kimlik kontrolu yapmaya başlamıştı. Bunun üzerine kent merkezindeki Başkonsolosluk binasına giden Bakan’ın konvoyu, önü ve arkası kesilerek sıkıştırıldı.

Bakan Kaya’nın polis tarafından engellendiği haberlerinin duyulması ve yayılması sonrasında, Türkler ellerinde bayraklar ile Başkonsolosluğun önünde toplanmaya başladılar. Türkler’in yığınlar halinde Başkonsolosluğa akın etmesi üzerine polis, Başkonsolosluğa giden tüm yolları kapattı ve yürümeyi sürdüren Türkler’i tartakladı.

Rotterdam’daki Türkiye Başkonsolosluğunun önünde cereyan eden gelişmeler televizyonlar tarafından canlı bir şekilde yayınlanmaya başlanınca, Türkler’in Başkonsolosluk önündeki sayısı onbine yanaştı.

Bu ara Bakan Kaya’yı sınır dışı etme planı devreye girdi. Hollanda polisi Bakan Kaya’ya ülkeyi terketmesini söyledi. Bakan Kaya buna karşı çıktı. Ama polis Bakan’a çok kaba davrandı ve konvoya eşlik ederek Almanya sınır kapısına kadar eskortluk yaptı.

Daha sonra Türkiye Başkonsolosluğunun etrafında toplanan Türkler’in dağılması istendi. Türkler dağılmayınca polis kaba kuvvet kullanarak topluluğu dağıttı.

Bakan Sayan-Kaya’ya yapılanların uluslararsı anlaşmalara aykırı olduğu ve Başbakan Rutte’nin de Rotterdam Belediye Başkanı Abutaleb’e yalan söylediği ortaya çıktı. Bu yalan, olaydan 3 ay sonra 29 haziranda belli olmuştu. Zira DENK partisinin bir sorusu üzerine konuşan İçişleri Bakanı Ronald Plasterk, Türk Bakan Sayan-Kaya için ‘İstenmeyen yabancı’ kararı çıkmadığını söylemişti.

Bakan Sayan-Kaya’ya yapılan kabalık bununla bitmiyordu. Belediye Başkanı Abutaleb, Bakan’ın bir otele yerleşmesine izin vermedi. Rotterdam veya Brüksel havalimanlarına gitmesi de engellendi. Abutaleb, zırhlı araçtan inmeyen Bakan Sayan-Kaya’yı indirmek için, otomobili elektrikli bıçkı ile kesmeyi bile düşündüğünü ancak tehlikeli olur düşüncesi ile bundan vazgeçtiğini ikrar etti. Abutalep, silahlı oldukları düşüncesi ile, Türk korumalara karşı vur emri vermeyi bile planladığını açıklamıştı. Abutaleb’in Başbakan Rutte’den öğrendiğine  göre, Türk Bakan ‘İstenilmeyen yabancı’ olarak ilan edilmişti, bu nedenle de geldiği ülke Almanya’ya geri gönderilmesi gerekiyordu. Kaldı ki Türk Bakan için ‘İstenilmeyen yabancı’ kararı yoktu.

Bakan Sayan-Kaya’nın otomobili polis tarafından ablukaya alınmış, korumaların elleri otomobilin üzerinde saatlerce böyle görüntülenmişti. Bu görüntüyü De Volkskrant gazetesinin foto muhabiri Freek van den Bergh, konsolosluğa yakın bir binanın damından çekmişti

Durumun yukarıda yazılanlar gibi olmasına rağmen, Bakan Sayan-Kaya’nın başvurduğu Lahey mahkemesi, geçtiğimiz ekim ayında Bakan’ın ‘İstenmeyen yabancı’ ilan edildiği için davaya bakamayacağını bildirdi.
Böylece Sayan-Kaya’nın açtığı dava da düşmüş oldu.

Hollanda kabinesinin mahkemeye verdiği bilgiye göre, Bakan Sayan-Kaya kendi isteği ile ülkeyi terketmiş, bunun için zorlama yapılmamış, Bakan hanım kendini gitmeye mecbur hissetmiş.
Şimdi gözler tekrar Türkiye’ye çevrildi ve Lahey mahkemesine ikinci başvurunun yapılıp yapılmayacağı merak konusu oldu.
Uluslararası Hukuk Öğretim Üyesi Tom Zwart, Çavuşoğlu’nun ülkeye girişinin yasaklanması için yeterli bir neden bulunmadığını, Başbakan Rutte’nin Türkiye’den özür dilemesi gerektiğini açıklarken, Başbakan Rutte, böyle bir şeyi düşünmediğini belirtti.
Hollanda ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişki, mart ayından bu yana düzelmedi.
Hollanda Büyükelçisi hala Ankara’ya gidemiyor:
Ama Başbakan Rutte, NATO ortağı Türkiye ile ilişkilerin zamanla düzeleceğine inanıyor.

                                             *****

Sıcak ilişkilerin yeniden canlanması için ilk adımı Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Koenders yapmıştı. Nasıl mı?
O günlerdeki haberimi okuyunuz.

İlhan KARAÇAY’ın haberi:

Hollanda’da, ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ dedirtecek bir gelişme oldu. Türkiye ile adeta bir savaş başlatan Hollanda devletinin Dışişleri Bakanı Bert Koenders, bir Türk firmasının konuğu olarak Den Bosch şehrine gitti, Türk yemekleri yedi, konuştu ve adeta günah çıkardı. Hem de tam seçim arifesinin akşamında. Yani seçime birkaç saat kala…

Hollanda’nın Dışişleri Bakanı’nın katıldığı yemekli toplantı aslında önceden planlanmıştı. Hollanda Türk İşadamları Derneği HOTİAD’ın eski başkanı, DEİK ve DTİK’in Avrupa temsilcisi işadamı Turgut Torunoğulları, Ankara’da Ekonomi Bakanı ile yaptığı bir görüşme sırasında, Türkiye’de yatırım yapmış olan Hollandalı ve Türk işadamlarını bir araya getirmek istediğini belirtmişti.
Bakan’ın onayı ile harekete geçen Torunoğulları, 14 Mart akşamı için planlanan bu toplantı için Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Koenders’dan da söz almıştı.

Toplantı günü yaklaştıkça heyecanı artan Torunoğulları, 11 Mart akşamı patlayan Hollanda-Türkiye çatışmasından sonra endişeye kapıldı ve planlanan bu toplantının akibetini merak eder olmuştu. Ama bu merak endişeye dönüşmedi. Zira Hollanda Dışişleri Bakanı Koenders, cereyan eden tüm üzücü olaylara rağmen toplantıya geleceğini bildirdi.

Bert Koenders, Den Bosch şehrindeki Edelstaal Şirketler Grubu’nun merkezinde gerçekleşen toplantıya, beraberinde İşçi Patisi seçim listesinde yer alan Emine Bozkurt da geldi.

Hollandalı ve Türk işadamları ile medya mensuplarının katıldığı toplantıda ilk konuşmayı Turgut Torunoğulları yaptı.

Torunoğulları şöyle konuştu:

”Sayın Dışişleri Bakanı’m Bert Koenders, Sayın Milletvekilimiz Michiel Servaes, Sayın Milletvekili Adayımız Emine Bozkurt , Sayın Dışişleri Bakan Danışmanı Eline Bosman, değerli STK ve NETUBA yöneticileri, değerli basın mensupları ve kiymetli misafirlerimiz.

2012 Yılında, Türkiye-Hollanda arasındaki 400 yıllık resmi ilişkilerin
400’üncü yılını kutlamıştık.”

Torunoğulları, talihsiz gelişmelere değinirken de şunları söyledi:

“11 Mart Cumartesi akşamı Rotterdam’daki olaylar oldu. Çarşamba akşamı ise seçimler vardı. Salı akşamı Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Koenders bizi ziyaret etti. Personelimizle birlikte akşam yemeği yediler. Hollandalı ve Türk işadamlarının katılımıyla toplantı salonunda 400 kişilik bir toplantı yaptık. Bakan Koenders ile olayların nasıl geliştiğini konuştuk. Bakan Koenders olayların bu hale gelmesinden çok üzüntü duyduğunu ifade etti. ‘Buraya gelmemin nedeni bu krizin daha da büyümemesi. Sağ duyuya yakın olalım’ diyerek yumuşak mesajlar verdi.”

‘Hollanda -Türkiye ilişkilerinin iyi olacağına inanıyorum’ diyen Torunoğulları, sözlerini şöyle sürdürdü: “400 yıllık güzel dostluğumuz var. Dostum. Senato Başkanı Linden’ın önderliğinde 400 yıllık ilişkilerimizin kutlamasında da görev aldım. Çok güzel ilişkiler oldu. Bu yaşananlar geçici. Hem Hollanda’da seçim vardı hem de Türkiye’de referandum vardı. Dolayısıyla her iki tarafta stresliydi. Bu yaşananların stresten kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Hollanda’nın Türkiye’de  22 milyar dolar , Türkiye’nin de Hollanda’da 9 milyar dolar yatırımı var, 20 bine yakın işadamı var, 500 bine yakın Türk insanımız var. Kısa bir zamanda güzel günler geri gelecek.
Biraz sonra açıklayacağım rakamlarda anlaşılacağı üzere, Türkiye ve Hollanda arasındaki ekonomik , siyasi ve sosyal anlamda ilişkilerde, iki ülkenin karşılıklı çıkarları doğrultusunda asla kopma olmamamlıdır. Burada yaşıyan 460.000 Türk vatandaşı, binlerce yüksek öğretim gören gençlerimiz, siyasetçilerimiz, akademisyenlerimiz, girişimcilerimizle, her iki ülkenin kalkınmasına katkımız olmuştur.

2015 yılının verilerine göre, iki ülke arasındakı ticaret hacmi 6 milyar 100 milyon dolara ulaşmıştır. Hollanda’nın Türkiye ihracatı 3 milyar 200 milyon dollar dolayında. Türkiye’nin Hollanda’ya satışı ise 2 milyar 900 milyon dolar oldu. Hollandaki Türk firma sayısı 2564. 2002-2015 yılları arasında Hollanda’nın Türkiye’ye yapılan yatırım miktarı 21 milyar dolardır. Türkiye’nin Hollanda’daki yatırımı ise 9 milyar dolar cıvarındadır ve Türkiye’nin en fazla yatırım yaptıgı ülke Hollandadır.

Sayın Dışişleri Bakanım, sizi burada ağırlamaktan onur duyuyoruz.

Son yaşanan üzücü olayın tekrar yaşanmamasını diler ve iki ülke arasındaki birlikteliğin devamını temmeni ederim.”

Koenders günah çıkardı

Edelstaal merkezini gezdikten sonra gördüğü manzara karşısında gurur duyduğunu belirten Bakan Koenders, Hollanda Türkiye dostluğunun çok köklü olduğunu dile getirdi ve son yaşanan olayların, sokaktaki insanları etkilememesini, Hollanda’nın asıl zenginliğinin çok renklilik ve seslililik olduğunu söyledi.

Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Koenders konuşmasını yapıyor

Bakan Koenders şöyle devam etti: ”70’li yıllarda Hollanda’da Türk deyince akla misafir işçi gelirdi. Baklava kebap gelirdi. Ben gençlik yıllarımda otobüs ile Kars’a kadar gittim. Türkiye’yi ve Türk insanını biliyorum.

Yaşanan olaylar sizi etkilemesin. Bakın sizlerin bu ülkenin birer katma değeriniz olduğu şu manzaradan belli. Üreten çalışan insanlar görüyorum, az önce sayın Turgut Torunoğulları’nın da belirttiği ve rakamları verdiği gibi, 20 binin üzerinde işverenin olması, Hollanda’da yaşayan Türkler’in ne derece başarılı olduğunu gösteriyor.” dedi.
Bakan konuşmasında Türk mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu’na izin verilmemesi konusu ile, hafta sonu yaşanan olaylara değinerek, “Biz Sayın Çavuşoğlu ile daha önce görüştük, kendisnin Konsoloslukta vatandaşlarla buluşmasında bir sakınca olmadığını söyledik. Fakat kendisi vatandaşlarla başka yerde buluşma konusunda ısrar etti. Cumartesi akşamı yaşanan olaylar ise hiç yaşanmasını istemediğimiz olaylardır. Fakat bu olayların ardınsan bizim faşist, nazi olarak adlandırılmamız da üzücüdür. Bu olaylar yaşanmıştır, fakat iki ülkenin insanlarının arasına gölge düşüreceğini sanmıyorum. Çünkü çok güçlü bağlarımız var. Ben seçim ortamında bu nazik daveti kırmayarak sizlere geldiysem, bu olayların bizleri fazla etkilememesi içindir.” dedi.

                                              *****

…ve sıcak ilişkiye ilk adımlar

Yukarıdaki analiz ve haberin De Volkskrant gazetesinde yayınlanmasından sonra, ülkenin en büyük gazetesi De Telegraaf ve üçüncü büyük gazetesi Trouw’da geniş bir şekilde yayınlanan haber ve yorumlarda, mart ayında bozulan Hollanda-Türkiye ilişkilerinin düzelmesi için, Erdoğan ve Rutte arasında sıcak mesajların verilmeye başlandığı belirtildi.
Aynı gün televizyonların haber bültenlerinde de, tüm gün bu haberler tekrarladı.
“Türkiye, Almanya, Belçika ve Hollanda ile yeniden yakınlaşıyor” başlığı ile yayınlanan haberlerde, Erdoğan’ın AB ve Hollanda ile bozuk olan ilişkilerini düzeltmek istediği belirtiliyor. Hollanda Başbakanı Rutte’nin, birkaç gün önce gazeteler kanalıyla verdiği sıcak sözlere itibar ettiği belirtilen Erdoğan’ın, Tunus ve Çad ziyaretleri sırasında uçakta yaptığı konuşmadan şu pasaj yayınlandı:

‘Her zaman söylediğim bir laf var. Biz düşmanı azaltmaya dostu çoğaltmaya mecburuz. Bizim ne Almanya’yla problemimiz var, ne Hollanda’yla, ne de Belçika’yla. Tam tersine oralarda iş başında olanlar benim eski arkadaşlarım. Bana karşı yanlış da yaptılar, o ayrı. Yoksa ben mesela Hollanda Başbakanı Rutte ile çok iyi görüşürdüm. Belçika hakeza öyle. Almanya’yı belirtmeme bile gerek yok. Steinmeier olsun, Merkel olsun, bunlarla münasebetlerimiz çok çok farklı olmuştur hep. Sorunlar oldu ama son görüşmelerimiz gayet iyi. Kudüs meselesini görüştüğümde, kendilerinden destek istedim, onlar da bizimle aynı çizgideydiler. Birkaç gün önce Steinmeier’i teşekkür için aradım. Rutte bizimle ilişkileri geliştirmek için bazı sinyaller veriyor. Tüm bunlar memnuniyet verici. Biz AB’yle, AB ülkeleriyle elbette ilişkilerimizin iyi olmasını arzu ederiz. ABD Başkanı Trump’un, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasından sonra, Avrupa ülkelerinin Büyükelçiliklerini Kudüs’e taşımamaları memnuniyet vericidir’.

ÖZLENEN TABLO: Erdoğan ile Rutte’nin futbolcu Kuyt ile bu görüntüleri, ‘Özlenen tablo’ olarak anılarda kaldı

*****

Daha önce naçizane şahsım, Hollanda Başbakanı Rutte’ye, ‘Madem ki siz daha demokrat ve daha medenisiniz, o halde inisiyatifi siz ele alın ve Türkiye ile ilişkileri düzeltin’ mahiyetinde bir mektup göndermiştim.
O mektubun Hollandaca ve Türkçesini altta bulacaksınız. Yine aşağıda göreceğiniz, Başbakan Rutte’nin bana gönderdiği 3 mayıs tarihli mektubun içeriğinde önemli bir not bulunmuyordu.

                                         *****

Gazetelerden:

TÜRK KÖKENLİ GAZETECİ İLHAN KARAÇAY HOLLANDA İLE TÜRKİYE ARASINDAKİ BUZLARI ERİTMEK İÇİN BAŞBAKAN RUTTE’YE MEKTUP YAZDI

Hollanda’da 50 yıldır gazetecilik yapan Türk kökenli gazeteci İlhan Karaçay, son günlerde yaşanan Hollanda-Türkiye krizi sonrasında, iki ülke arasındaki buzları eritmek için, Başbakan Rutte’ye bir mektup yazdı. Hollanda’da yaşayan Türk kökenlilere 50 yıldır gazeteci ve ombudsman olarak hizmet veren İlhan Karaçay, daha önceleri de Kraliçe Juliana ve Kraliçe Beatrix’e mektuplar yazmıştı. İlhan Karaçay’ın Başbakan Rutte’ye gönderdiği mektubun tam metni şöyle:

 

Almere, 27 Mart 2017

Sayın Başbakanım, Dikkat ettiyseniz size ‘Sayın Başbakan’ değil, ‘Sayın Başbakanım’ olarak hitap ettim. Zira, Türk kökenli bir Hollanda vatandaşı olarak sizi kendi Başbakanım olarak kabul ediyor ve saygı duyuyorum. Daha önceleri de çeşitli sorunlar için Kraliçe Juliana ve Kraliçe Beatrix’e mektuplar yazmıştım.

Sayın Başbakanım, son günlerdeki acı ve üzücü olaylara değinmeden önce, Türk kökenlilerin Hollanda’ya uyum sağlamadıkları iddiasına karşı, Hollanda’da bu konuda nelerin yanlış yapıldığına değinmek istiyorum. Ama bunun için örnekler vermek mecburiyetindeyim. Ben şahsen, Türkiye’de yabancı kökenli bir ‘Allochtoon’ olarak dünyaya gelmiştim. Çocukluk yıllarımda Arapça konuşmamız yasaktı. Konuşanlar karakola götürülüyordu. Müslümanlığın Alevi mezhebine sahip olduğumuz için, dini vecibelerimizi de gizli bir şekilde yerine getirebiliyorduk. Daha sonraları yaşanan rejim değişikliklerinden sonra Arapçayı da konuşabildik, Alevi olarak dini vecibelerimizi de yerine getirebildik. Yasaklar devam etseydi, belki de kendimi hiçbir zaman Türk addetmeyecektim ve kendimi Suriyeli Arap kabul edecektim. Ama ben kendimi hep Türk olarak hissettim. Aradan yıllar geçtikten sonra bu kez ben Hollanda’ya göç ettim. Sonra Hollanda tabiyetine geçtim. Gazetecilik yaparken Hollanda milli takımı ve Ajax ile dünyanın çeşitli yerlerine gittim. Seviyordum o zaman Hollanda futbolunu. 1978 yılında Arjantin’deki finalde kaybedince hüngür hüngür ağlamıştım. Daha sonra laleleri, yeldeğirmenlerini ve sarışınlarını sevmeye başladım Hollanda’nın. Bu sarışınlardan biri ile evlendim de… Bu evlilikten iki çocuğum oldu. İki de torunum var. Çocuklarım burada doğmuş olmalarına rağmen, benim yabancı kökenli olmam nedeniyle ‘Allochtoon’ olarak kayıtlara geçtiler. Başlangıçta ayrımcılıktan şikayet etmedi çocuklarım. Ben nasıl ki çocuk iken bir allochtoon olarak Türkiye’yi sevdim ve kendimi bir Türk olarak kabul ettiysem, çocuklarım da Hollanda’yı sevecek ve kendilerini Hollandalı olarak kabul edeceklerdi. Ama maalesef öyle olmadı. İki dilli ve iki kültürlü bir zenginliğe rağmen, çocuklarım da her zaman ayrımcılığı hissettiler. Çocuklarım, gazeteci olmam hasebiyle, yaşanan haksızlıklardan hep haberdar oldular ve bu duygular içinde yaşadılar.

Şahsen ben de ayrımcılığa kurban gittim. İki ülke arasında büyük bir sürtüşme ve boykota varan olaylar yaşandığı için. bu konuyu da anlatmakta yarar görüyorum. Hatırlarsanız, Alanya’da birkaç kendini bilmez Türk, 1995 yılında Hollandalı kızlara tecavüz etmiş ve kızlardan Marijke van Dijk’i öldürmüşlerdi. Bu caniler ömür boyu hapis cezasına çarptırılmışlardı. Daha sonra çıkan bir af yasasından yararlandıkları sanılan katiller yanlışlıkla serbest bırakılmışlardı. İşte o zaman Hollanda’da kıyamet kopmuştu. Hollanda ile Türkiye ilişkileri, bugünkü olaylar gibi zedelenmişti. Daha sonra hata düzeltildi ve katiller yeniden hapisaneye konulmuştu. O sırada Prens Willem Alexander ve Prenses Maxima Türkiye’ye gideceklerdi. Ama medyanın yaygarası nedeniyle bu gezi iptal edilmişti. İş o raddeye varmıştı ki, iki ülke biribirlerine karşı boykot tehditleri savurmuşlardı. İşte o sırada ben ortalığı yumuşatmak için, yönetmekte olduğum DÜNYA gazetesinde Türkçe ve Hollandaca bir yorum yayınlamıştım. Bu yorumumda iki ülke yöneticilerini sakin olmaya davet etmiş, iki ülke halkına da tavsiyelerde bulunmuştum. Satır aralarında Hollandalı ebeveynlere ve kızlara şu tavsiyede bulunmuştum: ” Türkiye bir İskandinav ülkesi değil, bir ortadoğu ülkesidir. Bu nedenle Türkiye’de giyiminize ve davranışlarınıza dikkat edin.” diye yazmıştım. Ne var ki GPD Ajansı, benim bu tavsiyemden bir başka anlam çıkarmış ve 28 abonesine, benim, ‘Alanya’daki tecavüz ve cinayet kendi kabahatlarıydı’ diye yazdığımı iddia etmiş ve ‘Alanya’da tecavüze uğrayanların kendileri kabahatlı’ başlığı ile haber yapmıştı. İşte o zaman kıyamet koptu ve tüm Hollanda medyası bana karşı acımasız yayın yapmaya başladı. Tabii ki olaya karışan kızlar ve aileleri de çok üzüldüler ve benim aleyhime tazminat davası açtılar. Ben, haber-yorumumda böyle bir ifade kullanmadığımı belirtmeme ve ailelerden özür dilememe rağmen yargılandım.

Ne gariptir ki, Utrechts Nieuwsblad gazetesi daha sonraki bir başyazısında, yanlış yaptıklarını ve benim böyle bir ifade kullanmadığımı yazdı ama bu da fayda etmedi. Avukatlarımın ‘Fikir özgürlüğü’ savunması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden örnek duruşmalar göstermesi ve Utrechts Nieuwsblad’ın günah çıkarır gibi düzeltme yorumu bile yargıçları tatmin etmedi. Bu nedenle toplamda 18 bin euro cezaya çarptırıldım ve bu cezayı da ailelere ve devlete ödedim. Yukarıda anlattığım olay, Hollanda adliyesinin bana karşı açıkça uyguladığı bir ayrımcılıktır. Çok uğraşmıştım. Amsterdam’daki duruşmaya bizzat katılmıştım. Hakimin önünde ailelere hitap ederek, böyle bir benzetme yapmadığımı söyledim ve açıkça özür diledim. Ama yargıçlar, medyanın etkisinde kalmıştı bir kere…

Şimdi gelelim bu günlere. Bugünlerde de Türkiye ile Hollanda arasında büyük bir gerilim yaşanıyor. Burada tekrarlamaya gerek görmediğim malum olaylar, iki ülke arasında savaş niteliği kazanacak kadar ciddi bir şekilde gelişiyor. Öyle ya, Rotterdan Belediye Başkanı Aboutaleb’in, ‘Polis timine, yanlış bir harekette vur emri vermiştim’ şeklindeki açıklaması, Türk Dışişleri Bakanı tarafından, ‘Bu bir savaş nedeni olurdu’ tepkisine yol açtı.

Sayın Başbakanım, ben gerek ajansım ile gönderdiğim haber-yorumlarda ve gerekse sosyal medyadaki yazılarımda hep uzlaştırıcı olmaya çalıştım. Bu olaylar için ne kadar çok kızmış Hollandalı varsa, lehte ve aleyhte o kadar çok kızmış Türk de var. Ben burada, Türkiye’nin yanlışlarını sıralamayacağım. Türkiye’deki rejimin iyiliği veya kötülüğü bir tarafa. Mademki Hollanda demokrat, özgürlükçü ve insan haklarından yana bir ülkedir, o zaman 11 Mart cumartesi akşamı Rotterdam’da yaşanan olayların yorumunu nasıl yapmamız lazım? Demokrasilerde, özgürlükçülükte ve insan hakları savunuculuğunda kısasa kısas olur mu? Yani, ‘Türkiye şunu yaptı, biz de bunu yaparız’ demek olur mu? O zaman nerede kaldı demokrasi, özgürlükçülük ve insan hakları savunuculuğu? O akşam televizyonlardan canlı olarak izlediğimiz olaylar sırasında, Hollandalılar’ın gururla baktıkları polis kuşatması, Türkler’in içini karartıyordu. Ekranlarda hem de Bakan olan bir hanımefediye yapılan muamaleyi izleyen milyonlarca Türk, adeta kan kusuyorlardı. Türk kökenli bir Hollanda vatandaşı olarak ben de öfkelenmiştim. Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosu Sadin Ayyıldız’a, Bakan’ın yanına girme izni bile verilmiyordu. Bakan’a ve yanındaki heyete bir bardak su bile verilemedi. Daha sonra iki Türk diplomat tutuklanarak karakola götürüldü. Diplomatik pasaportlarını gösterdikleri halde tam iki saat hem de ayrı ayrı hücrelerde tutuldular. Peki, bu olayların bu raddeye gelişinin nedeni Türkler miydi? Ben şahsen, sizin Türkiye Başbakanı Yıldırım ile, Koenders’ın da Dışileri Bakanı Çavuşoğlu ile yaptığınız telefon konuşmalarının içeriğini biliyor gibiyim. Fransa’nın aynı saatlerde Çavuşoğlu’nun uçağına iniş verdiği haberleri arasında, sizin hala yasakçı olma tavrınızın nedeni, iddia edildiği gibi, sırf Wilders’e karşı, daha sert yabancı ayrımcılığı yapmak mıydı? Hoş, genel kanaat böyleydi ve bu nedenle de sizin seçimde Wilders’i alt ettiğiniz kanaati hakim ama, bundan sonra olayın telafisine nasıl gideceksiniz? Sayın Başbakanım, sayıları 315 bini bulan Türk kökenli Hollanda vatandaşı olarak, biz bu ülkeyi, lalesi, yel değirmeni, sarışını, eşcinseli ile sevmek istiyoruz. Bir zamanlar ben çok sevmiştim bu ülkeyi. Sonra sevmez oldum. Haliyle çocuklarım da uzaklaştı bu sevgiden. Şimdi bir iddiaya karşı yanıt vereyim. Hollandalılar faşist ve ırkçı değillerdir. Hollandalı’nın faşist ve ırkçı olmadığının delil ve örnekleri elimizde vardır. Bir zamanlar Glimmerveen diye ırkçı bir politakcı türemişti. Ama Hollanda halkı bu ırkçıya prim vermedi ve seçimlerde tek sandalye bile kazanamadı. Daha sonra Janmaat diye bir başka ırkçı çıktı piyasaya. Bu ırkçı da Hollanda halkından destek alamadı. Sadece bir sandalye kazandı ve kendisi meclise girdi. Ama meclisteki hiçbir parlamenter bu adamın elini bile sıkmadı. Zira o zamanlar politikacılar Hollanda halkının bu konudaki duygularını ve tutumunu çok iyi biliyorlardı. Sonra sevimli bir ırkçı çıktı ortaya. Pim Fortuyn idi bu sevimli ırkçı. New York’taki 11 Eylül sendromundan sonra patlayan islamafobiden de yararlanan Fortuyn büyük bir popülarite kazanmıştı. Ama ne var ki öldürüldü Fortuyn. Katili bulunmasaydı, suç Müslümanlar’a atılacaktı. Ama ne mutlu ki katili yakalandı ve Müslümanlar bu töhmetten kurtuldu. Katil bir Müslüman değil, sapsarı bir Hollandalıydı. Daha sonra Bayan Verdonk Azınlıklardan Sorumlu bir Bakan olarak çıktı karşımıza. Söylemleri ve uygulamaları ile tam bir yabancı karşıtı olan Verdonk’a ben, bir Türk şarkısından esinlenerek ‘Vicdansız Sabuha’lakabını takmıştım. Sonraları da Wilders denen adam çıktı arenaya… Sonu da malum. İşte, Hollanda halkı bu çirkin politikacıların tesiri altında kaldılar. Aramızdaki çürük elmalar da Hollanda halkı içindeki bakış açılarının değişmesinde rol aldılar. Eskiden bize, ne Türkiye devleti sahip çıkıyordu ne de Hollanda. Şimdi görüyorum ki, bizi paylaşamıyorsunuz. O zaman, bize bir şans verin sayın Başbakanım. Öyle şeyler yapın ki, biz bu ülkeyi yeniden sevelim. Gerekirse bu ülke için can da verelim. Şu bir gerçektir ki, Hollandalılar olaylara daha serin kanlı bakarlar. Yani serinkanlı nuchterler. Doğulular ise duygusaldırlar. Hollanda’yı yöneten bir Başbakan olarak siz burada serinkanlılığınızı gösterin ve daha duygusal olan Türkiye’ye karşı daha kucaklayıcı olun. Bakın, buraya gelmiş ve burada doğmuş olan yarım milyona yakın Türk kökenli, çoğunlukla bu ülkeye entegre olmuş vatandaşlardır. 25 bin Türk kökenli işyeri açmıştır bu vatandaşlarınız. Bunlar 100 bine yakın insan çalıştırmaktadır. Türk kökenli çocuklar eğitim görmüşlerdir. Binlerce gencimiz çok önemli pozisyonlarda görev yapmaktadır. Türk kökenliler siyasete de ilgi duymuşlardır. Milletvekili olan, İl Genel Meclisi Üyesi olan ve Belediye Meclis Üyesi olan binlerce Türk kökenli vardır. Bazı çatlak sesler, Türk kökenlileri aşağılamak için bu gelişmelerin aksini iddia etmektedirler. Tabii ki her toplum içinde çürük elmalar olacaktır. Türkiye’nin Akdeniz sahillerinde binlerce Hollandalı yaşamaktadır. Oradaki Hollandalılar arasında da çürük elmalar yok mudur? Göçmenler, dünyanın her tarafında aynı kaderi paylaşırlar sayın Başbakanım. Kanada’daki, Avusturalya’daki, Yeni Zelanda’daki Hollanda’dan göç etmişlere bakınız. Orada da aynı sorunları görürsünüz. Buralarda kiliseler boş iken ve hatta bazıları camiye dönüştürülürken, oralarda kiliseler dolmaktadır. Tıpkı burada camilerin dolduğu gibi…
Bunlar, göçmenlerin kendilerini sahipsiz hissetmelerinden kaynaklanmaktadır. Türk kökenlilerin Hollanda’daki toplumsal konumları da tartışılıyor. Türk kökenliler aslında toplumdaki gelişmelere duyarlı davranmaktadırlar. Bunun son örneğini 15 Mart seçimlerinde gördük. Türk kökenliler siyasi katılım mücadelesinde farklı bir misyon ortaya koydular. Türk kökenliler seçimlerde katılımı azami seviyeye çıkararak, güçlerinin farkına varılmasını istediler ve bunu sağladılar. Seçim andıklarına giderek Hollanda’nın asli unsuru olduklarını ortaya koydular. Türk kökenliler, kullandıkları oylar ile, bu ülkenin yönetimi ile ilgili kaygılarının olduğunu ortaya koydular. Eşit vatandaşlar olarak, seçme ve seçilme hakkını vatandaşlık şuuruyla yerine getirdiklerini gösterdiler. Türk kökenli Hollandalılar, Türkiye’ye duydukları aidiyetin, Hollanda’ya duydukları aidiyete halel getirmeyeceğini, tam aksine bunun bir zenginlik olduğunu tavırlarıyla gösterdiler. Sayın Başbakanım, madem ki bizler, gelişmemiş ve henüz demokratikleşmemiş bir ülkeden göç etmişiz, siz de gelişmiş , medenileşmiş ve demokratikleşmiş bir ülkesiniz, o halde gelişmelere de bu minvalde toleranslı davranılması gerektiğini anlamalısınız. Burada yaşamakta olan yarım milyona yakın Türk ve Türk kökenlinin daha fazla üzülmesine izin vermeyiniz. Buradaki Türk kökenliler, Hollanda’nın lalesini, yeldeğirmenini, futbolunu ve sarışınlarını yine sevmek istiyorlar. Bu aşkın yeniden doğmasına ön ayak olunuz. Bu mektubum ile birlikte size, 2012 yılında kutladığımız Hollanda-Türkiye ile 400 yıllık ilişkilere ait kitabımı da gönderiyorm. Bu kitapta da göreceksiniz ki, iki ülke arasındaki dostluk çok eskiye dayanıyor. Bu bir dostluktan ziyade kader birliğine de benziyor. Zira Türkiye, Hollanda’nın kuruluşunda ve sonrasında büyük yararlar sağlamıştır. Hollanda’nın düşman olması gereken en son ülke Türkiye olmalıdır. Hollanda’nın Türkiye’ye minnet borcu da vardır. Bu borcu Prens Maurits o zamanlar Zeeland’ta bir yere ‘Türkije’ adını vererek ödemeye çalışmıştır. 80 Yıllık İspanya savaşını kazanmanızda Osmanlı’nın rolü olmuştur. Kurulan Hollanda devletini Venedikliler, Almanlar ve Fransızlar istemediği halde ilk tanıyan Osmanlı olmuştur. İlk Büyükelçiniz Haga, Osmanlı Sultanı tarafından kabul edilip kapütülasyon hakkını aldığı zaman Hollandalılar çok mutlu olmuşlardı. İşte biz böylesi bir kader birliğine sahibiz. Şimdi sıra o kader birliğini yeniden inşa etmeye geldi. Bunu da en iyi yapacak olanların başında siz geliyorsunuz. Sizden bekleneni yapınız sayın Başbakanım. Bu ara benim yapmamı istediğiniz bir şey olursa, başımın üzerine… Mektubuma son vereceğim sırada Rotterdam’dan bir haber geldi: Bir Türk, dükkanını Erdoğan posterleri ile süslemiş. Uyarı üzerine polis gelmiş ve bu posterleri toparlatmış. Gerekçe olarak da, kışkırtıcılığı önlemek gösterilmiş. Bu durumda bu tip gelişmeler devam edecek gibi. Peki şimdi ne yapacağız sayın Başbakanım? Bu ülkede Erdoğan’ı sevenler olduğu sürece, siz nasıl demokrat ve özgürlükçü olarak hareket edeceksiniz? Türkler’in bazıları soruyorlar: Erdoğan diktatördü de, neden O’nunla anlaşmalar yapıyorsunuz? Erdoğan’ı Avrupa olarak neden tamamen dışlamıyorsunuz da, konu seçim olduğu zaman O’nu dışlıyorsunuz? Burada yaşayan yarım milyona yakın Türk kökenlinin büyük çoğunluğu, bu gibi siyasi çekişmeler içerisinde kurban mı olacaklar? Lütfen sayın Başbakanım, siz Hollanda gibi önemli bir ülkeyi yönetecek beceriye sahipsiniz. Türkiye ile bozulmuş olan ilişkiyi çözebilecek yeteneğe sahip olduğunuza inanıyorum. Paylaşamadığınız buradaki Türk kökenlilerin hatırına, barış inisiyatifini siz alınız. Yarım milyona yakın Türk ve Türk kökenliler sizden bunu bekliyor.

Saygılarımla, İlhan Karaçay

                                            *****

Brief aan Rutte in het Nederlands

Turks-Nederlandse journalist İlhan Karaçay schrijft een brief aan premier Rutte om het ijs tussen Nederland en Turkije te laten smelten İlhan Karaçay, een Nederlander met een Turkse achtergrond die al 50 jaar in ons land als journalist werkzaam is, heeft naar aanleiding van de huidige crisis tussen Nederland en Turkije een brief aan premier Rutte geschreven om het ijs tussen beide landen te laten smelten. İlhan Karaçay, die als journalist en als ombudsman al 50 jaar diensten verleent aan de mensen met een Turkse achtergrond in Nederland heeft eerder ook al brieven aan de toenmalige Koningin Juliana en Koningin Beatrix geschreven. De brief die İlhan Karaçay aan premier Rutte heeft geschreven is als volgt:
Almere, 27 maart 2017

Mijn Geachte Premier,
Zoals u ziet is de aanhef van mijn brief, “mijn geachte premier”, in plaats van “geachte premier”. Dat komt omdat ik, als Nederlander met een Turkse achtergrond, u als mijn premier zie en respect voor u heb. Al eerder heb ik ook vanwege verschillende vraagstukken brieven gestuurd aan de toenmalige koningin Juliana en koningin Beatrix. Mijn geachte premier, voordat ik iets wil zeggen over de bedroevende gebeurtenissen van de afgelopen tijd, wil ik, als antwoord op de bewering dat de mensen met een Turkse achtergrond niet goed ingeburgerd zijn in Nederland, het hebben over de fouten die er in Nederland in dit proces gemaakt zijn. Om dit te doen is het nodig om voorbeelden te geven. Ik ben persoonlijk een “allochtoon” met een buitenlandse achtergrond die in Turkije ter wereld kwam. Tijdens mijn kinderjaren was het voor ons verboden om Arabisch te praten. De mensen die wel Arabisch spraken werden door de politie meegenomen. Omdat wij islamitische alevieten zijn, konden wij onze religieuze verplichtingen alleen maar in het geheim uitvoeren. Later, onder andere regeringen, mochten wij wel Arabisch praten en mochten we ook onze alevitisch religieuze verplichtingen uitvoeren. Als deze verboden zo gebleven waren, zou ik mijzelf nooit een Turk hebben gevoeld, maar misschien wel een Syrische Arabier. Ik heb mijzelf echter altijd Turk gevoeld. Jaren later ben ik naar Nederland verhuisd. Ik heb de Nederlandse nationaliteit gekregen. Tijdens de periode dat ik als journalist werkzaam was, heb ik over de hele wereld het Nederlands elftal en Ajax gevolgd. Ik hield erg van het Nederlands voetbal. Toen in 1978 Nederland de finale tegen Argentinië verloor heb ik tranen met tuiten gehuild. Later ben ik gaan houden van de Nederlandse tulpen, de windmolens en de blondines. Met zo’n blond meisje ben ik ook getrouwd…

Uit dit huwelijk heb ik twee kinderen gekregen. Nu heb ik ook twee kleinkinderen. Ondanks dat mijn kinderen hier geboren zijn, werden zij, omdat ik een buitenlander was, bestempeld als “allochtoon”. Net zoals ik in Turkije als kind zijnde een allochtoon was en hield van Turkije en mezelf Turk voelde, hebben mijn kinderen in eerste instantie geen last gehad van discriminatie. Ook zij zouden zich op dezelfde manier van Nederland houden en zich Nederlander voelen. Dit ging echter anders. Ondanks de rijkdom van twee culturen en twee talen hebben mijn kinderen zich wel gediscrimineerd gevoeld. Vanwege mijn beroep als journalist waren mijn kinderen altijd op de hoogte van de onrechtvaardigheden die er waren en daardoor hebben zij met deze gevoelens geleefd. Ik ben zelf ook geregeld gediscrimineerd. Omdat ik zie dat er grote wrijving en zelfs boycots zijn tussen de beide landen, vind ik het nodig om dit voorbeeld aan te halen. Zoals u zich waarschijnlijk zult herinneren, waren er in 1995 in Alanya een paar verachtelijke Turken die Nederlandse meisjes hadden aangerand en een van deze meisjes, namelijk Marijke van Dijk, vermoord. Deze schurken hebben daarna een levenslange gevangenisstraf gekregen. Later profiteerden zij van een generaal pardon en werden de daders van deze moord per abuis vrijgelaten. In Nederland was toen het hek van de dam. De contacten tussen Nederland en Turkije waren, net als vandaag de dag, flink gehavend. Later is de vrijlating van de daders gecorrigeerd en werden zij opnieuw vast gezet. In die tijd zouden prins Willem Alexander en prinses Maxima naar Turkije gaan, maar vanwege de druk die er vanuit de media ontstond was deze reis afgelast. Het conflict was zo groot geworden dat beide partijen elkaar dreigden met boycots. Op dat moment had ik in de krant DÜNYA, waar ik toen de redactie over had, een column in het Turks en Nederlands geplaatst. Hierin vroeg ik aan de leiders van beide landen om zich gedeisd te houden en ik gaf aan het volk van beide landen adviezen. Tussen de regels door gaf ik het volgende advies aan Nederlandse ouders en hun dochters: “Turkije is geen Scandinavisch land, het is een land in het Midden-Oosten. Om deze reden is het belangrijk om op je kleding en je gedrag te letten als je in dit land bent.” 
Helaas heeft het GPD persagentschap mijn woorden anders uitgelegd en tegenover haar 28 abonnees verklaard dat ik gezegd zou hebben dat “de aanranding en de moord in Alanya de schuld was van de meisjes zelf”. Zij hebben toen een stuk geplaatst met de kop: “Verkrachting in Alanya was eigen schuld”. Toen was het hek van de dam en de gehele Nederlandse media begon toen een agressieve strijd tegen mij. De betrokken meisjes en hun ouders hebben toen een schadevergoeding claim tegen mij aangespannen. Ondanks dat ik verklaard had dat ik in mijn column niet deze uitspraak had gedaan en dat ik mijn excuses had aangeboden tegenover de betreffende families, werd ik toch veroordeeld. Het was opmerkelijk dat het Utrechts Nieuwsblad later in een hoofdartikel verklaarde dat zij een fout hadden gemaakt en dat ik mij inderdaad niet op die manier had uitgelaten. Dit was echter tevergeefs. De rechters werden niet overtuigd door mijn advocaten die het hadden over de vrijheid van meningsuiting, de jurisprudentie van het Europese Hof voor de Mensenrechten die vergelijkbaar waren en de rectificatie van het Utrechts Nieuwsblad waarin zij de uitlatingen corrigeerden. Ik ben toen veroordeeld tot het betalen van 18 duizend euro en heb dit betaald aan de betreffende families en de staat. Het voorval wat ik hierboven vermeld, is een duidelijke vorm van discriminatie die door de Nederlandse rechtbank ten opzichte van mij werd toegepast. Ik ben hier lang mee bezig geweest. Zelf ben ik ook naar de zitting geweest in Amsterdam en heb ten overstaan van de rechter en betrokkenen verklaard dat ik niet zo’n vergelijking had gemaakt en dat ik mijn excuses aanbood voor dit misverstand. Maar de rechters stonden helaas onder druk van de media…..

Als we nu eens kijken naar het heden. Er is een grote spanning tussen Turkije en Nederland. De bekende voorvallen, waarvan ik het niet nodig vind om ze hier te herhalen, ontwikkelen zich op serieuze wijze, zodat er binnenkort gesproken kan worden over een daadwerkelijke oorlogssituatie. Het is zelfs zo dat de burgemeester van Rotterdam Aboutaleb de volgende uitspraak heeft gedaan: “Ik heb het politieteam de opdracht gegeven om te schieten als er verkeerde handelingen gedaan zouden worden” en het antwoord hierop van de Turkse minister van Buitenlandse Zaken hierop was “Dit zou reden zijn voor oorlog”.

Mijn geachte premier, ik heb altijd in mijn stukken, zowel in mijn nieuwsartikelen en columns in de media als op sociale media, geprobeerd om verzoenend te zijn. Vanwege de gebeurtenissen zijn er veel Nederlanders die kwaad zijn, maar er zijn net zoveel Turken die kwaad zijn (deze mensen kunnen zowel vóór als tegen zijn). Ik ga hier niet de fouten van Turkije opnoemen. De goede of slechte kanten van de regering van Turkije zijn hier ook niet aan de orde. Als Nederland een democratisch, vrij land is wat zich inzet voor mensenrechten, hoe kunnen we dan de gebeurtenissen die op 11 maart in Rotterdam plaatsvonden verklaren? In een democratie, een vrij land en een land waar de mensenrechten hoog in het vaandel staan, betaalt men toch niet met dezelfde munt terug?

Dus: ‘Turkije heeft dit gedaan en daarom doen wij dit’, kan toch niet de redenatie zijn? Waar blijven we dan met onze democratie, vrij land en mensenrechten?
Tijdens de gebeurtenissen die avond, die we allemaal live op de televisie hebben kunnen zien, keken de Nederlanders met trots naar het politieoptreden, maar werden de Turken hier kwaad over. De miljoenen Turken die zagen hoe de vrouwelijke minister behandeld werd, werden furieus. Als een Nederlander met een Turkse achtergrond werd ik ook kwaad. De Turkse Consul-Generaal Sadin Ayyıldız uit Rotterdam kreeg zelfs geen toestemming om naar haar toe te gaan. Ze konden de minister en haar consorten niet eens een glaasje water aanbieden. Later werden er twee Turkse diplomaten opgepakt en meegenomen naar het politiebureau. Ondanks dat zij hun diplomatenpaspoort toonden, werden zij toch twee uur vastgehouden in twee aparte politiecellen. Maar, waren het wel de Turken die ervoor hadden gezorgd dat deze activiteiten zo uit de hand liepen?

Ik persoonlijk kan mij een beetje voorstellen hoe de gesprekken tussen u en de premier van Turkije Yıldırım en de gesprekken tussen de Ministers van Buitenlandse Zaken Koenders en Çavuşoğlu zouden zijn gelopen. Op het zelfde moment werd in Frankrijk bekend gemaakt dat het vliegtuig van Çavuşoğlu daar wel mocht landen, maar u bleef maar verbieden. Was de reden hiervan, zoals beweerd wordt, alleen maar om tegenover Wilders meer discriminatie van vreemdelingen te tonen? Goed, de algemene indruk was als boven vermeld en er wordt ook gezegd dat u om deze reden van Wilders gewonnen heeft, maar hoe gaat u deze gebeurtenis compenseren? Mijn geachte premier, wij, als Nederlanders met een Turkse achtergrond, waarvan het aantal op dit moment 315 duizend is, willen van dit land houden met zijn tulpen, met zijn windmolens, met zijn blondines en met zijn homoseksuelen. Eens heb ik ook veel van dit land gehouden. Maar later hield ik er niet meer van. Zelfs mijn kinderen zijn verwijderd van deze liefde. Nu wil ik graag antwoord geven op een bewering: Nederlanders zijn niet fascistisch of racistisch. Er zijn voldoende bewijzen die aantonen dat Nederlanders niet fascistisch of racistisch zijn. Ooit was er een racistische politicus genaamd Glimmerveen. De Nederlandse bevolking heeft deze man geen premies gegeven en hij heeft zelfs geen enkele zetel gekregen bij de verkiezingen. Later kwam er een andere racist genaamd Janmaat. Ook deze racist kreeg geen steun van de Nederlandse bevolking. Hij kreeg één zetel en kwam zodoende in de kamer. Maar geen enkel ander kamerlid heeft deze man zelfs de hand geschud. Want de politici van toen wisten heel goed hoe de Nederlandse bevolking dacht over deze gevoelens en houding. Later kwam er een sympathieke racist. Dat was Pim Fortuyn. Fortuyn maakte gebruik van de islamofobie die ontstond na het 11 september syndroom en verkreeg veel populariteit. Maar Fortuyn werd vermoord. Als de moordenaar niet gevonden was, dan hadden de moslims hier de schuld van gekregen. Maar gelukkig werd de moordenaar wel gepakt en werden de moslims gered van deze valse beschuldiging. De moordenaar was geen moslim, maar een blonde Nederlander. Nog later werd mevrouw Verdonk minister van minderheidszaken. Verdonk was, zowel met haar uitspraken als met haar activiteiten tegen vreemdelingen en ik noemde haar (gebaseerd op een Turks liedje) “Sabuha zonder geweten”. Nog later kwam de man genaamd Wilders in de arena en de rest is bekend. De Nederlandse bevolking staat onder invloed van deze lelijke politici. De rotte appels onder ons hebben ervoor gezorgd dat de visie van de Nederlandse bevolking veranderd is. Vroeger bekommerde noch Turkije noch Nederland zich om ons. Nu zie ik dat beiden ons willen veroveren. Mijn geachte premier, geef ons dan een kans. Doe dingen waardoor wij ook weer van dit land gaan houden. Dat we ons leven willen geven voor dit land, als dat nodig is. Het is juist dat de Nederlanders wat nuchterder kijken naar deze gebeurtenissen. Oosterlingen zijn wat gevoeliger. Laat u, als Nederlandse premier uw nuchterheid zien en omarm Turkije, wat dus wat gevoeliger is. Kijk, er zijn een half miljoen Turken die hier geboren zijn, of die zich hier gevestigd hebben en de meeste van hen zijn geïntegreerde burgers van dit land. Er zijn 25 duizend Turken die een eigen bedrijf hebben hier in Nederland. Totaal werken er 100 duizend mensen in deze bedrijven. De kinderen met een Turkse achtergrond hebben hier hun opleiding gevolgd. Duizenden jonge Turken zijn werkzaam op belangrijke posities. De mensen met een Turkse achtergrond hebben ook hun belangstelling voor de politiek getoond. Er zijn honderden kamerleden, leden van de provinciale raden, en gemeenteraadsleden met een Turkse achtergrond. Er zijn figuren die de tegenstelling van deze ontwikkeling beweren om de Turken te vernederen. Natuurlijk heb je in iedere gemeenschap de rotte appels. Aan de kust van de Middellandse Zee in Turkije wonen duizenden Nederlanders. Zitten er tussen deze Nederlanders geen rotte appels? Migranten delen over de hele wereld hetzelfde lot, mijn beste premier. Kijk naar de Nederlanders die naar Canada, naar Australië, naar Nieuw-Zeeland zijn verhuisd.. Daar zie je dezelfde problemen. Terwijl de kerken hier leeg zijn en sommige kerken zelfs omgebouwd zijn tot moskee, zijn de kerken daar vol. Net als de moskeeën hier….

Dit komt omdat de migranten zich niet geaccepteerd voelen. Ook de maatschappelijke situatie van de Nederlanders met een Turkse achtergrond worden bediscussieerd. Eigenlijk zijn de mensen met een Turkse achtergrond erg betrokken bij de ontwikkeling in de maatschappij. Dit hebben we gezien bij de verkiezingen van 15 maart. De Nederlanders met een Turkse achtergrond hebben een andere missie getoond bij de strijd om de politieke betrokkenheid. Zij wilden dat hun invloed werd gemerkt door de deelname van de Nederlanders met een Turkse achtergrond tot een maximum te verhogen en dit is ze gelukt ook. Zij hebben bewezen een belangrijke element te zijn in Nederland door naar de stembussen te gaan. De Nederlanders met een Turkse achtergrond hebben hun bezorgdheid over de aansturing van dit land laten zien door middel van hun stemgebruik. Zij hebben getoond dat zij als volwaardig staatsburger optimaal gebruik maken van hun actief en passief kiesrecht. De Nederlanders met een Turkse achtergrond hebben met deze houding laten zien dat het geen belemmering is om zowel bij Turkije als bij Nederland te horen, in tegenstelling dat het juist een verrijking is. Mijn geachte premier, nu het zo is dat wij uit een land komen wat nog niet ontwikkeld is als Nederland en wat nog niet democratisch is. U komt wel uit een democratisch en ontwikkelder land en zult dan toch begrijpen dat u in dit kader geacht wordt wat toleranter te zijn ten opzichte van deze ontwikkelingen. Geef geen aanleiding om een half miljoen Turken en mensen afkomstig uit Turkije wat hier woont nog langer bedroefd te laten zijn. De mensen met een Turkse achtergrond die hier wonen willen van Nederland houden met zijn tulpen, met zijn windmolens, met zijn voetval en met zijn blondines. Neemt u het voortouw om deze liefde nieuw leven in te blazen. Samen met deze brief stuur ik het boek wat ik in 2012 heb gemaakt naar aanleiding van de 400 jarige betrekkingen tussen Nederland en Turkije. In dit boek zult u zien dat de vriendschap tussen beide landen al heel oud is. Los van de vriendschap lijkt het meer op een lotgenotenschap. Turkije heeft namelijk een belangrijke rol gespeeld bij het ontstaan van Nederland. Turkije zou het laatste land moeten zijn wat een vijand wordt van Nederland. Nederland is Turkije ook dankbaarheid verschuldigd. Deze dankbaarheid heeft Prins Maurits in het verleden willen tonen door een plaatsje in Zeeland de naam “Turkije” te geven. De Osmanen hebben een rol gespeeld bij het overwinnen van de Nederlanders in de 80-jarige oorlog met Spanje. Toen Nederland opgericht werd, wilden de Venetiërs, de Duitsen en de Fransen dit niet, maar het Osmaanse Rijk was destijds het eerste land wat Nederland erkende. Jullie eerste ambassadeur Cornelis Haga werd door de Osmaanse sultan ontvangen en toen de rechten van capitulatie werden overgedragen waren de Nederlanders erg blij. Dit is ons lotgenotenschap. Nu is het tijd om dit lotgenotenschap nieuw leven in te blazen. U bent de persoon die vooraan staat bij de personen die dit zouden kunnen doen. Mijn premier doet u wat er van u verwacht wordt. Als ik hierin iets kan betekenen, dan doe ik dat graag….

Ik ben aan het einde van mijn brief gekomen en ik hoor net een bericht uit Rotterdam: Een Turk heeft zijn winkel versierd met posters van Erdoğan. De politie is gewaarschuwd en zij kwamen langs om de posters weg te halen. Als aanleiding wordt gezegd dat dit ophitsing is. Het lijkt er op dat dit soort ontwikkelingen door zullen gaan. Maar mijn premier, wat gaan we nu doen? Hoe gaat u vorm geven aan de democratie en het vrije land zolang er in dit land mensen zijn die van Erdoğan houden? Sommige Turken vragen het volgende: Als Erdoğan een dictator is, waarom worden er dan overeenkomsten met hem afgesloten? Waarom wordt Erdoğan niet door heel Europa buitengesloten, maar alleen op het moment als het gaat om de verkiezingen? Moeten de half miljoen Nederlanders met een Turkse achtergrond het slachtoffer worden van dit politieke getouwtrek? Alstublieft, mijn premier, u heeft de capaciteiten om leiding te geven aan een belangrijk land als Nederland. Ik geloof dat u de vaardigheden heeft om de relatie tussen Turkije en Nederland, die nu kapot is, te herstellen. Neemt u alstublieft het initiatief om vrede te sluiten in naam van alle Nederlanders met een Turkse achtergrond die u ook vóór zich wilt winnen. Een half miljoen Turken en mensen met een Turkse achtergrond verwacht dit van u.
Hoogachtend,

İlhan Karaçay

                                                *****

Başbakan Rutte’nin 3 mayıs tarihinde ‘Laf olsun torba dolsun’ babından gönderdiği cevap

Hollanda Başbakanı Mark Rutte’ye mart ayında göndermiş olduğum, bilgilendirici ve uyarıcı mektuba iki ay sonra cevap geldi.

Hollanda ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkileri kopuş noktasına getiren 11 marttaki olaylardan sonra kaleme aldığım mektuba cevap veren Hollanda Başbakanı Mark Rutte, sabuna suya dokunmadan kaleme aldığı bu mektupta sadece savunma yapmış ve sonrasında da, benim hatırlatmama değinerek, 400 yıllık dostluğun devam etmesini dilemiş.

Başbakan Rutte, 400 yıllık ilişkiler ile ilgili kitabımı aldığını ve  memnuniyetle  okuyacağını da belittiği mektubunda,  Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu’nun uçağına iniş izni verilmeyişinin ve Aileden Sorumlu Bakanımız Fatma Betül Sayan Kaya’nın sınır dışı edilişinin nedenlerini anlatmaya çalışmış.
Tabii ki ben bu anlatımdan  hiç de memnun olmadığımı belirtmeliyim.

Zira ben mektubumda, olayların nedenlerine değil, çözümüne çare aramak gerektiğini belirtmiştim. Hollanda’da yaşayan Türk kökenlilerin rahatsızlıklarını dile getirmiş olduğum mektubumda, ‘Madem ki siz daha demokrat ve daha  medenisiniz, o halde siz inisiyatifi ele alın ve tolerans göstererek bu sorunu çözün’ anlamında ifadeler kullandığım mektubum, böylece ‘Dağ fare doğurdu’ misali gümbürtüye gitti.

 

Altta, Başbakan Rutte’ye özel mektupla birlikte gönderdiğim tüm dökümanları bulacaksınız.

*****

Başka görüşler

Amsterdam Üniversitesinde, Politika ve Uluslararası Hukuk Yüksek Öğretim üyesi Av. Geert-Jan Alexander Knoops ve Utrecht Üniversitesi’nde İnsan hakları Hukuku Yüksek Öğretim Üyesi Ton Zwart’ın iddialarıdır.

Haberin Türkçesi şöyle:

Hollanda, Türk politikacıları ret ederek Uluslararası hukuk kurallarını çiğnemiştir Türk Bakanları Hollanda’ya sokmamak için geçerli bir neden yoktu Türkiye ile Hollanda arasındaki ilişkiler, sadece siyasi alanda değil, hukuki alanda da bozuldu. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun uçağına iniş izni verilmemesi ve Aile bakanı Kaya’nın istenmeyen yabancı ilan edilmesi, 1961 Viyana Diplomatik İlişkiler Anlaşması’na aykırıdır. Bu anlaşmaya göre, başka ülkelerin Bakanları Hollanda topraklarında serbestçe hareket edebilirler. Bu anlaşma bir ülkeye, yabancı Bakanlar’ın girişine önlem aldırabilir ama, bunun yapılabilmesi için olağan dışı gerekçelerin olması lazım. (örneğin devlet sırlarının açığa çıkarılması ve casusluk gibi) Yabancılar yasasına göre, Hollanda’nın ulusal güvenliğine tehdit oluşturan ve Hollanda’nın uluslararası ilişkilerine zarar verecek olanlar ‘istenmeyen yabacı’ ilan edilebilirler. Ama, Bakan kaya’da olduğu gibi, onların konuşmalarını imkansızlaştırma hakkı yoktur. Anlaşıldığı üzere, Bakan Kaya’nın beraberindeki iki kişinin, ellerinde diplomatik pasaportları olduğu halde tutuklanmaları da Uluslaraarası hukukun ihlalidir. 20013 yılında, o zamanın Dışişleri bakanı Frans Timmermans’ın başı ağrımıştı. Zira Hollanda adliyesi, sarhoş bir şekilde çocuklarını dövmekte olan Rus diplomat Dimitri Brodin’in evine girmişti. Ne var ki, onun diplomatik konumu, evine girilmesine izin vermiyordu. Bu durumda Timmermans’a Rusya’dan özür dilemekten başaka yapacak şey bırakmıyordu. Hollanda hükümeti, Türk pasaportu da taşıyan Hollandalılar’ın, yapılacak olan referaandumda ‘evet’ oyu kullanılması çağrısı konusunda taraf olmuştu. Bu çağrıya önlem almak için Türk Bakanları ülkeye sokmamak için geçerli bir neden yoktu. Ayrıca, fikir özgürlüğü ve toplanma özgürlüğü de ihlal edilmişti. Avrupa İnsan Hakları Anayasası’na (EVRM) göre, bir kişinin konuşma özgürlüğü kısıtlanamaz. EVRM, politikacıların milliyetine bakmaksızın haklarını daha gçlü bir şekilde korumaktadır. Başbakan Rutte’ye göre, Türk Bakanlar’ın Hollanda’ya girişi, Hollanda toplumu içinde, başka ülkelere ait politik kampanyalar yapılması için yer olmadığı için önlenmiştir. Ama 2013 yılında, zamanın Başbakanı David Cameron’a, Brexit-referandumu için Lahey’de izin verilmişti. Üstelik, Hollandalı politikacılar da dış ülkelerde faaliyet göstermişlerdir. Tıpkı, İşçi Partili Bakan Ploumen’in New York’ta yaptığı gibi. Ve bir başka ülke, Hollandalı bir politikacının konuşmasına mani olursa, Hollanda devleti hemen harekete geçiyor. Zamanın Dışişleri Bakanı Maxime Verhagen, 2009 yılında, Geert Wilders’in Birleşik Krallığa girmesine izin verilmemesi üzerine, İngiliz meslektaşına itirazda bulunmuştu. Wilders o zaman, parlamentoda galası yapılacak olan Fitne filmi için gitmişti. (Wilders’in ülkeye girme kararı İngiliz mahkemesinden çıkmıştı) Belediye Başkanı Aboutaleb, önce Türk başkonsolosun residansının bulunduğu caddenin, sonra da Başkonsolosluğun bulunduğu sokakların kapatılması emrini vermişti. Belediye yasaları böylesi bir olağanüstü hale izin veriyordu. Ama, bunun için bir kargaşa ortamının kesinliği var olmalıydı. Ama Belediye Başkanı, gerekçe olarak, sosyal medyadan çağrı yapıldığını ve yığınların da buna kulak verdiğini gösterebildi. Ama bu yeterli bir neden değildi. Çeşitli grupların kargaşa çıkaracaklarına dair bir belirti yoktu. Böyle bir ortam olsaydı dahi, polisin oradaki görevi, Türk politikacıların konuşabilmeleri için önlem almak ve muhtemel karşı gösterilere mani olmaktı. Hollandalı politikacılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, kendisini daha da diktatör yapacak olan referandumun başarılı olmaması için podyumları kullanamamasını istiyorlardı. Kaldı ki, diktatörler referandum yapmazlar. Anayasa ve uluslararası hukuk şartları, bu gibi hakları korumaktadır. Anayasa, hükümeti, uluslararası hukuk kurallarına uymasını emrediyor. Bu olayda Hollanda bu yükümlülüğü yerine getiremedi.

                                             *****

 

Uluslararası Haber Yayın Dairesi: Yusuf Ünel

4 Saatlik Mücadelenin Sonunda Vatan Sevgisi Zirveye Taşındı

9bf112fb-885a-4c7b-ad9c-58c322980b86

Sarayköy Belediye Başkanı Ahmet Necati Özbaş, tarafından Dağ Arama Kurtarma (DAK) ekibine teslim edilen dev Türk bayrağı sisli havaya rağmen 4 saatlik tırmanışın ardından 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda 2.300 metre yükseklikte dalgalandırıldı.

Sarayköy Belediyesi ve Dağ Arama Kurtarma (DAK) ekibinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikle vatan sevgisi zirveye ulaştı. 28 Ekim günü Sarayköy Belediye Başkanı Ahmet Necati Özbaş tarafından DAK ekibine teslim edilen dev Türk bayrağı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda yoğun sise rağmen 2.300 metre yükseklikte olan Babadağ’ın Kuzey Duvarı’nda açıldı.8ed396a5-08b5-452a-b868-8a43e8b62fd8 (1)

Kötü hava koşullarına rağmen azimle 2.300 metreye çıkan DAK ekibinin bu azim dolu gayretlerini anlatan DAK Başkanı Mustafa Etiman, “Değerli Başkanımız Ahmet Necati Özbaş’tan teslim aldığımız şanlı Türk bayrağımızla yola koyulduk. Hava şartlarından dolayı oluşan sisten görüş mesafesi çok dardı. Ağırlığınca teknik malzeme çantası ağırlığıyla 4 buçuk saatlik yürüyüş rotasında yön duygusunu yitirmeden geçen bir zamandı” dedi.

Çadırları yağmur altında kurduklarını belirten Başkan Etiman, “4 gözle sabah olmasını beklendik ve nihayet yolculuk başladı. Kamp alanında komuta merkezdeki bekleyen görevli arkadaş yarım saat arayla telsizle sağlanan haberleşmede koordinat bilgilerini, bulunduğumuz hava şartlarını an be an kayıt altına alınarak zirveye ulaşıldı. Zirveye yaklaştıkça güney ve güney batı istikametinden gelen rüzgar hava sıcaklığı oldukça düşüyordu. Kuzey duvarına indikçe rüzgar arkamızda kaldı. Nihayet biraz ısınmaya başladık. Artik kararımızı vermiştik. Hiçbir yükseklik bizim bayrağımız için yeterli olamazdı. Türk bayrağımızı 2.300 metrede dağların, ovaların, akarsuların, düşmanlarımızın ve dostlarımızın görmesi ve hissetmesi için açtık” diye konuştu.

Şanlı Türk bayrağını emanet eden Sarayköy Belediye Başkanı Ahmet Necati Özbaş’a teşekkür eden Etiman, “Sahibi olduğu drone ekibimize güvenerek emanet eden Bahattin Varol’a, komuta merkezde görevli olan Zeynep Etiman’a, Denizli komuta merkezde görevli olan Hilal Betül Etiman Canibey’e , Bayrak nöbetine çıkan Özgür Canibey, Mahir Coşan, Murat Gündoğdu, Bahri Dibek, Volkan Ayçiçek, Kubilay Çetinkaya, Canberk Berek ve Ahmet Gürsoy’a vermiş oldukları gayret ve özverinden dolayı teşekkür ederim.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın en anlam etkinliklerinden birinin DAK ekibi ile düzenledikleri şanlı Türk bayrağının zirveye ulaşması olduğunu belirten Sarayköy Belediye Başkanı Ahmet Necati Özbaş, “ Bayrağımıza neler yapsak yetersiz kalır. Çünkü bayrağımız uğruna nice yiğitler canını feda etti, analar evlatlarından vazgeçti. Milletimizin ölçülmeyecek kadar yüksek olan vatan sevgisiyle bayrağımız göklerden asla inmeyecek. DAK ekibimizde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda düşmana inat Türk bayrağımızı zirvede dalgalandırdı. Sisli havada büyük bir cesaret ve azimle bu onurlu görevi yerine getiren tüm ekibimize teşekkür ederim” diye konuştu.36fa0f20-ecb3-467c-a708-cdd5b4282ece

20 YIL ÖNCE KARAR VERMİŞ VE YAZMIŞTIM: HOLLANDA’YI SEVMİYORUM !

ilhan karaçayHollanda ile Türkiye arasındaki siyasi çekişme, bu ülkede yaşan yarım miyonu aşkın Türk vatandaşını  ve Türk kökenlileri fazlasıyla üzüyor.
Hatta üzülmek bir yana, kahrediyor.
Hollanda’daki Türk kökenliler, iki ülke arasında yaşanan bu çekişmenin, iki ülkede yapılacak olan seçimlerden kaynaklandığını ve kendilerinin bu çekişmede ‘Kurban’ seçildiklerini hissediyorlar.

Hollanda’da 15 Mart’ta yapılacak olan genel seçimler arifesinde, en verimli oy avcılığının, ırkçılıkta yattığını farkeden siyasi partiler, birbirleri ile büyük bir yarışa girdiler.
Oy kaynağı sadece ve sadece, ‘Yabancı düşmanlığı’ olan Geert Wilders’in, anketlerde birinci parti olarak belirlenmesinden korkan diğer sağ partiler ve hatta ılımlı solcular da Wilders’i kopya etmeye başladılar.

Türk düşmanlığı, Haçlı ruhu ile zaten yaşamakta olan Hollanda’da, Wilders’in Türk Büyükelçiliği önünde sergilediği çirkin provakatif pankart açma eylemi, diğer siyasiler tarafından sert biçimde eleştirilmesi gerekirken, aynı siyasetçiler sessiz kaldılar ve onlar da benzeri eylemleri hayal etmeye başladılar.hollanda

16 Nisan’da Türkiye’de yapılacak olan Referandum için, Hollanda’da propaganda çalışması yapmak isteyen siyasilere kapıların kapatılmasını isteyen siyasetçiler, çeşitli söylemler ile kışkırtıcılığa başladılar.

İşte tam bu sırada, Wilders’in partisininin oy potansiyelini kıskanan Başbakan Rutte, öteden beri yapılmakta olan sözlü savaşı, çirkin bir eyleme geçirme kararı aldı. Rotterdam’da Türkler ile buluşmak için yola çıkan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’na engeller çıkarmaya çalışan Rutte, toplantının Başkonsolosluk rezidansında yapılacak olması planı karşısında çaresiz kaldı. Türk toprağı sayılan Başkonsolosluk bahçesine gelecek olanlara müdahale edilemeyeceğini öğrenen Rutte, bu kez hiç akla gelmeyen bir yöntemi seçti ve ‘Güvenliği sağlayamayız’ gerekçesiyle, Çavuşoğlu’nun uçağına iniş izni verdirmedi.

Bu haberin duyulmasından sonra adeta kükreyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, misilleme yapılacağından söz edince, Hollandalılar’dan da misilleme tehditleri geldi.
Bu durum, burada yaşamakta olan yarım milyonu aşkın Türk kökenliyi kahretti.

Yaşanan bu son olay bana ister istemez Abdullah Öcalan’ın, Suriye’den kaçtıktan sonra Rotterdam havalanına inmek isteyişini hatırlattı.
O zamanki olay şöyle gelişmişti:

16 Eylül 1998’de Hatay Reyhanlı’ya giden dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in, “Sabrımızı taşırmasınlar” sözleriyle başladı.

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 1 Ekim 1998‘de, TBMM’nin açılışında yaptığı, “Suriye’ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu, sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kere daha tüm dünyaya ilan ediyorum” açıklaması izledi

9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkmak zorunda kalan Öcalan, Abdullah Sarıkurt adına düzenlenen sahte pasaportla, Rozalin kod adlı Ayfer Kaya’yla birlikte Yunanistan’a gitti ancak alanda, “Yunanistan’da 17.00’ye kadar kalabilirsiniz” yanıtını aldı. İltica talebi kabul edilmeyen Öcalan, kendisine tahsis edilen jetle Rusya’ya geçti. 4 Kasım’da iltica talebinde bulunan Öcalan’ın talebi Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı Duma da kabul edildi. Ancak nihai karar çıkmadı. Öcalan, bunun üzerine 12 Kasım’da gittiği İtalya’da, havaalanında polisten iltica talebinde bulundu. Roma’da sahte pasaport kullandığı iddiasıyla tutuklanan ancak daha sonra serbest bırakılan Öcalan, bir villaya yerleştirildi. Öcalan’ın iade edilmemesi nedeniyle ise İtalya’ya karşı boykot kampanyaları başlatıldı.
16 Ocak 1999’da Öcalan gizlice yeniden Rusya’ya gitti. Rusya’nın “10 günün var” tavrı üzerine 29 Ocak’ta, özel bir uçakla Yunanistan’a geçen Öcalan, 31 Ocak’ta Belarus ya da Hollanda’ya gitmek için harekete geçti. Ancak her iki ülke Öcalan’a iniş izni vermedi. Biz de o zaman Rotterdam Havaalanı önünde gece boyu bir bekleyişe geçmiştik.

1 Şubat’ta, geri dönmek zorunda kaldığı Yunanistan’dan yeniden Belarus’a geçmeye çalışan Öcalan, başarısız oldu. Geri döndüğü Atina’dan 2 Şubat’ta Kenya’ya hareket etti. Kenya’da Yunanistan Büyükelçiliği rezidansına götürülen Öcalan, buradan ayrılması yönündeki baskılara karşı, elçiliği terk etmemek için 15 Şubat’a kadar direndi. Bu tarihte Hollanda’ya gidebileceği söylenen Öcalan, bu ülkeye gideceğini sanırken, yakalandı.
Öcalan cephesinde bunlar yaşanırken, ABD ile sürekli temas halindeki Türkiye de Öcalan’ı adım adım takip etti.
5 Şubat 1999’da Öcalan’ı teslim almak için hazırlanan yedi kişilik ekip için, işadamı Cavit Çağlar’ın özel uçağı 200 bin dolara kiralandı. 10 Şubat’ta Uganda’ya giden uçağa, 14 Şubat akşamı Kenya’nın başkenti Nairobi’ye gitme talimatı verildi. Akşam 19.20 sıralarında operasyon başladı. Aprona giren araçtan çantasıyla inen Öcalan, Hollanda’ya gideceğini sanırken, özel operasyon ekibinin içerisinde bulunduğu uçağa bindi. Uçak, saat 20.00 sıralarında Türkiye’ye doğru hareket etti. Ağzındaki ve gözlerindeki bant açılan Öcalan’ın yolculuğu 6,5 saat sürdü. Öcalan, 03.30’da İstanbul’a getirildi ve İmralı’ya götürüldü.hollanda.png1

Neredeeeen nereye değil mi değerli okurlarım?
Şimdi Hollanda’yı yönetenlere, ‘Ne oluyoruz yahu, Türk uçağıyla Rotterdam’a inecek olan Çavuşoğlu terörist mi?’ diye sorsak, yanlış mı yapmış oluruz?
Hoş, Dışişleri Bakanımız da daha sonra aynı soruyu Hollandalılar’a yöneltti.

Haydaaaaa!
Yorumumu yumuşak bir dil ile yazmaya çalışırken, Hollanda devletinin, Dışişleri Bakanımıza yaptığı ayıbın daha da büyüğünü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’ya yaptığını öğrendik.

Bakan Kaya, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’na iniş izni iptaline karşı, Almanya’dan Hollanda’ya kara yoluyla geldi. Ne var ki sınır kapısında önlem alan Hollanda polisi, konvoyda bulunan iki otomobili geri çevirdi.

Kısalan konvoy ile Rotterdam’a gelen Bakan Kaya, bu kez Başkonsolosluğumuza 30 metre kala dar bir sokakta durduruldu. Yolun her iki tarafını kapatan polis, Bakan’ın Başkonsolosluğumuza girmesini yasakladı.
Hollanda polisi, daha önce de Başkonsolosluğumuzun rezidansının bulunduğu caddeyi trafiğe kapamış, kimlik kontrolu yapmaya başlamıştı. Bunun üzerine kent merkezindeki Başkonsolosluk binasına giden Bakan’ın konvoyu, önü ve arkası kesilerek sıkıştırıldı.

Bakan Kaya’nın polis tarafından engellendiği haberlerinin duyulması ve yayılması sonrasında, Türkler ellerinde bayraklar ile Başkonsolosluğumuzun önünde toplanmaya başladılar. Türklerin yığınlar halinde Başkonsolosluğa akın etmesi üzerine polis, Başkonsolosluğa giden tüm yolları kapattı ve yürümeyi sürdüren Türkler’i tartakladı.

Rotterdam Başkonsolosluğumuzun önünde cereyan eden gelişmeler televizyonlar tarafından canlı bir şekilde yayınlanmaya başlanınca, Türkler’in Başkonsolosluk önündeki sayısı onbine yanaştı.

Bu ara Bakan Kaya’yı sınır dışı etme planı devreye girdi. Hollanda polisi Bakan Kaya’ya ülkeyi terketmesini söyledi. Bakan Kaya buna karşı çıktı. Ama polis Bakan’a çok kaba davrandı ve konvoya eşlik ederek Almanya sınır kapısına kadar eskortluk yaptı.

Daha sonra Başkonsolosluğumuzun etrafında toplanan Türkler’in dağılması istendi. Türkler dağılmayınca polis kaba kuvvet kullanarak topluluğu dağıttı.

Bu yaşananlardan sonra her Türk kökenli gibi ben de kahrımdan ölecektim.
Hoş, ben zaten Hollanda’yı daha önce gönlümden çıkarmıştım.
Tam 20 yıl önce bir vesile ile kızmış olduğum Hollanda için ‘Artık sevmiyorum’ diye yazmıştım. Ve sonra da şu idiada bulunmuştum:
Hollanda’da bir tek demokrat olduğuna inanmıyorum.

Kaldı ki ben, 1978 yılında Arjantin’de yapılan Dünya Futbol Şampiyonasını Hürriyet ve TRT için izlerken, finalde kaybeden Hollanda için göz yaşı dökmüştüm.
Ama 20 yıl önceki kötü gelişmelerden sonra, ne Hollanda milli takımı için ne de Ajax için hiç üzülmedim.
Lalesini, yel değirmenini ve sarışınlarını da sevmez oldum Hollanda’nın…

İşte şimdi haklılığım bir kez daha ortaya çıktı.
Bakalım bundan sonraki günler daha neler getirecek.
Ama biz yine de sağduyudan yana olmalıyız.
Elbette birkaç akıllı adam çıkacak ve iki ülke arasındaki bu tatsız gerilimi bertaraf edecektir.

Haydi hayırlısı olsun.hollanda.png2

Son durum:
Rotterdam’daki tatsız olayların sabaha karşı sona ermesinden sonra sessizliğe bürünen Hollanda’da, ertesi pazar sabahı televizyonlarda yayınlar başladı.
Bir tartışma programına katılan Mark Rutte’nin yanında Türk asıllı gazeteci ve TV program yapımcısı Fidan Ekiz de vardı.
Mark Rutte tabii ki kendi doğrultusunda savunma yaptı. Fidan Ekiz ise ‘kaypak’ sözleri tercih etti.  Rutte’nin savunmasına karşı konuşan bir köşe yazarı, ‘İyi ama siz bir ülkenin Bakanı’na sınırsız kısıtlama getirdiniz’ deyince, Mark Rutte de, ‘Biz kendilerine gelmeyin demiştk’ yanıtını verdi.
Rutte, Türkiye’ye karşı bu kadar katı davranmalarının nedenini, ‘Erdoğan bize Nazi kalıntısı ve faşist deyince kızdık, bizden özür dilemeli’ deyince, Hollandalı köşe yazarı, ‘Bana göre Erdoğan da sizden özür bekleyecek’ yanıtını verdi.

Hollanda Başbakanı Rutte, bundan sonra Türkiye’nin tutumuna karşı davranacaklarını söylerken, ‘Ama biz yine de diyalogdan yanayız. Türk Başbakan Yıldırım ile gece saat 02.0’de yaptığım telefon görüşmesinde bir yemekte buluşmayı ve konuyıu tatlıya bağlamayı teklif ettim’ dedi.

Öğleden sonraki bir başka tartışma programına  Dışişleri Bakanı Bert Koenders, CDA lideri Sybrand Buma ve Yeşil Sol lideri Jesse Klaver katıldılar. Bu tartışmada yine kim kimden özür dileyecek hesapları yapıldı. Tabii ki konuşmalar hep kendilerine yontularak yapıldı. Yani tek taraflı.
Koenders normalleşme yolunu seçeceklerini söyledi ama, Buma ‘Erdoğan’a özür diletmek şart’ dedi. Klaver de, demokrasinin her yerede geçerli olmasını istedi.

*****

MÜSİAD ANTALYA, HOLLANDA’YI KINADI

 

 

 

 

MÜSİAD Antalya Şube Başkanı Ramazan Kalken, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağının iniş izninin iptal edilmesi ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın bulunduğu aracın durdurulması ile ilgili kınama mesajı yayımladı.müsiad

 

 

 

Dışişleri Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağının iniş izninin iptal edilmesi nedeniyle kınama mesajları gelmeye devam ediyor. Bir kınama da MÜSİAD Antalya Şube Başkanlığından geldi. Bakan Çavuşoğlu’nun uçağının uçuş izninin iptal edilmesi ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın bulunduğu aracın durdurulmasını kınadıklarını açıklayan MÜSİAD Antalya Şube Başkanı Ramazan Kalken şunları söyledi “Çeşitli sebeplerle Bakanlarımıza sergilenen antidemokratik tutum, Hollanda Hükümetince iki ülke ilişkilerini ve ifade özgürlüğünü göz ardı eden bir tavırdır. Hollanda makamlarının nezaketsiz açıklamaları kısa zamanda yasaklama ve kısıtlamalara, en sonunda ise şiddete dönüşmüştür. Demokrasi ve özgürlüklere bağlılığını her vesileyle vurgulayan Hollanda makamlarının bu tavırları, Hollanda’daki Türk toplumunun demokratik haklarına ve onuruna yönelik açık bir tacizdir. Bu hasmane tutum ve önyargılı zihniyet apaçık bir acizlik göstergesidir. Hollanda makamlarını bu tutumlarından dolayı kınıyoruz. Hollanda ile 4 asırdır kesintisiz sürdürdüğümüz siyasi ve ekonomik ilişkilerimizi göz önüne aldığımızda, maruz kaldığımız bu kabul edilemez ve tehlikeli uygulamanın bir an önce son bulmasını ve diplomatik teamüllere uygun bir süreçle düzelmesini temenni ediyoruz.”

Büyükşehir’den uluslararası karikatür yarışması “Engelsiz bir dünya” için çizecekler

 

 

izmir engelsiz sanatİzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından “Engelsiz İzmir 2016 Uluslararası Kongresi” kapsamında düzenlenen “Engelleri Kaldıralım” konulu uluslararası karikatür yarışmasına başvurular 14 Temmuz’da sona eriyor.

Hazırlanan şartnameye göre, yarışmaya gönderilen karikatürler daha önce yayınlanmış olabilirler, ancak başka bir yarışmada ödül kazanmaması gerekiyor. Çizim tekniği serbest olan karikatürler renkli ya da siyah beyaz olabilir. Gönderilen karikatürlerin en fazla A3 (29.7 x 42 cm) ebadında olması gerekiyor. Katılmak isteyenlerhttp://www.engelsizizmir.org internet sitesinden yarışmanın şartnamesine ulaşarak, katılım formunu doldurabilirler.

Yarışmaya başvurmak isteyenler İzmir Büyükşehir Belediyesi, Basın Yayın Halkla İlişkiler ve Muhtarlıklar Dairesi Başkanlığı, Tanıtım Şube Müdürlüğü “Uluslararası Karikatür Yarışması” Cumhuriyet Bulvarı, No:1 35260 Konak – İzmir adresine eserlerini gönderebilirler. Yarışma sonucunda birinciye 8 bin TL, ikinciye 5 bin TL ve üçüncüye 3 bin TL verilecek. 3 adet mansiyonun tutarı ise bin TL olarak belirlendi.

Yarışmanın jürisinde karikatüristler Yoshiaki Yokota, Musa Gümüş, Massoud Shojai Tabatabai, Eray Özbek, İzel Rozental ve Ömer Çam, İzmir Büyükşehir Belediyesi Tanıtım Şube Müdürlüğü Etkinlikler Şefi Betül Gündüz ve İzmir Büyükşehir Belediyesi Tanıtım Şube Müdürlüğü Grafik Tasarımcı Özgür Saraçoğlu bulunuyor.

Saadet Gül Oldu Yağdı

523Saadet Partisi Gebze mahalle taramaları kapsamında başlattığı Gül Siyaseti ile halkın büyük takdirini topluyor. Her eve bir gül sloganı ile yola çıkan Saadet Partisi Gebze teşkilatı bu kapsamda her günü farklı bir mahallede çalışma ile geçiriyor.

 

Mahalle taramaları kapsamında her gün farklı bir mahalle de halkla buluşan Saadet Partisi Gebze İlçe teşkilatının programlarına Başkan Necati Korkmaz, Gençlik Kolları Başkanı Sinan Aras, Kadın Kolları Başkanı Şükran Gümüş, Kadın Kolları Karargah Başkanı Betül Atmaca, mahalle teşkilatları ile gerçekleştirdi.

 

Halkın geri dönüşlerinin çok olumlu olduğunu ifade eden Başkan Korkmaz, “Kadın Kollarımızın özverili çalışmaları ile programlarımızı gerçekleştiriyoruz. Bu anlamda girdiğimiz her mahalle de her sokakta ve her hane de vatandaşlarımızın bizleri destekleyici sözleri bizlerin daha büyük bir azimle çalışmasına destek oluyor. İnanıyoruz ki bu seçimde siyasete halkımıza verdiğimiz gül gibi gül ayarı çekeceğiz. 13 yıldır halka dönük bir yatırımı olmayan iktidarın tek alternatifi geldiği her dönemde işçiye memura emekliye toplamda %120 zam veren Saadet Partisi olacaktır. Halkımızın kendisine hizmet için bizi desteklemesi gerekmektedir. Biz kazanınca işçimiz, memurumuz, çiftçimiz, üreticimiz, herkes kazanacak” dedi.

 

Hayatlarında hiçbir seçim döneminde hiçbir siyasetçinin kendilerine gül vermediğini ifade vatandaşlar, şuan için sahada sadece Saadet Partisini gördüklerini söylediler

Sakarya’nın Çınarları Ömrünüze Bereket

sosyal

Sakarya Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanlığı tarafından Yaşlılar Haftası kapsamında hazırlanan ‘Sakarya’nın Çınarları: Ömrüne Bereket’ Resim Sergisi açılışı ve Kitap Tanıtım programı gerçekleştirildi. Sosyal Gelişim Merkezi Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen programa Vali Yardımcısı Abdul Rauf Ulusoy, Akyazı Belediyesi Başkanı Hasan Akcan, Karasu Belediyesi Başkanı Mehmet İspiroğlu, Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanı Davut Yüce ve Aile ve Çocuk Hizmetleri Şube Müdürü Betül Karapınar ile çok sayıda vatandaş katıldı.

sosyal2

Karşılıklı Sevgi ve Saygı

Yaşlılar Haftası ile ilgili sunum gösterisi ile başlayan programın devamında söz alan Davut Yüce, “Yaşlı bireylerin toplumla bütünleşmesi daha aktif olması ve yaşama bağlı kılınmaları gerekir. Büyüklerimizi sadece özel günlerde değil yılın her gününde hatırlayarak onlarla birlikte olduğumuzu hissettirmeliyiz. Toplumsal yaşamın temel kuralı karşılıklı sevgi ve saygıdır. Toplumumuz bu kural doğrultusunda toplumsal dayanışmayı yaşamın her evresinde edinmiştir” diye konuştu.

sosyal3

Büyüklerimize Sahip Çıkıyoruz

Yüce konuşmasını şu şekilde sonlandırdı; “Yaşlılarımız milletimizin onurudur. Onlara sahip çıkmak ve onlarla ilgilenmek tüm toplumun vatandaşlık görevidir. Büyüklerine sahip çıkan toplumlar medeniyeti yakalamış toplumlardır. Ömrünün büyük bir kısmında topluma ve ülkemize hizmet eden büyüklerimiz yaşlandıkları dönemde her türlü merhameti, sevgi ve saygıyı hak etmektedir. Sakarya’nın çınarları ömrünüze bereket diyorum tüm katılımcıları saygıyla selamlıyorum.”

Sakarya’nın Çınarları

Programın devamında Sakarya’da yaşayan 100 yaş üstü 39 vatandaşa çınar ağacı fidanı hediye edilirken; ‘Sakarya’nın Çınarları: Ömrüne Bereket’ kitabının da tanıtımı yapıldı. Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan kitabın misafirlere takdim edilmesi ile devam eden programın sonunda Sakarya’nın Çınarlarını öyküleyen resimler katılımcıların beğenisine sunuldu.

resim