Etiket arşivi: Beni

Türkiye’de Yahudi Ve Ermeni Düşmanlığı – II

 

“Türk odur ki; Müslüman bir anne babadan doğan, kulağına ezanla / kametle bir Müslüman ismi verilen, her türlü haltı yese de domuz eti yemeyen, mübarek gün ve gecelerde içmeyen, Cuma hassasiyeti olup arada bir kaçırsa da Cuma’ya giden, vatan – millet – din – devlet tehlikeye düştüğünde de kazma–kürek, balta–nacak alıp saldırana Türk derler. Bu tanım içerisinde ‘Hayır, ben Türk değilim’ diyecek bir Allah’ın kulu yoktur. Bu tanım içerisinde Hrank Dink Türk’tür, Orhan Pamuk Ermeni’dir; söylediğim cümleye göre.”

Türk tâbirinin kavmî bir tarif olmadığını bilen Yavuz Ağıralioğlu’nun ilginç tarifnâmesinde bile çaprazlamadaki olumsuz örnek Ermenilik kokar. Fakat asıl ihale Türkiye’de Yahudiliğedir. Zihniyeti, çıfıtlığı ve lânetliliği üzerinden oluşturulan olumsuz kanı bir asırdır yükselen bir grafikle genel kabul görmektedir. O kadar ki dünyanın bütün olumsuzluklarının arka planında onların varlığı dinî terminolojiyle desteklenerek seslendirilir.

Necip Fazıl demişmiş ya; “Yahudiler mi dediniz? Onlar, yumurtalarını pişirmek için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen lanetlilerdir” diye, bizim milliyetçi – muhafazakâr tayfa da yumurtası çatlasa veyahut ayağına taş çarpsa Yahudilerden bilir. Hem onların lânetlendiğini Kuran’dan duymuşmuş gibi aktarır hem de nerdeyse insanlığın kaderini Tanrımisal belirledikleri mitini yayarak üstün ırk nazariyesine bilmeden kovayla su taşır. Hâlbuki ikisi de Kur’anî değildir.

Ya nedir? Dünyada 15 milyon, Türkiye’de de 15-16 bin nüfusu olan din esaslı bu topluluğa Musevî denir. Kuran’da Beni İsrail olarak geçen İsrailoğulları yani Yahudiler ise bu din üzerinden milletleşen bir guruptur. Gerek Dünyadaki ve gerekse İsrail’deki toplam Musevî nüfus içerisindeki oranları 3’te 1 oranında olsa da kalan 3’te 2’yi de dinî milliyetçilik üzerinden Yahudi etnolojisine sokuşturmaya çalışıyorlar; biz de cehaletimizle destek oluyoruz.

2014’te Kocaeli Tarih Sempozyumu’nda Dr. Gerşom Qıbrısçı “Karaim in Nicomedia” başlıklı tebliğini sunarken Musevî bir Türk olduğunu söylediğinde onun hemşehrisi sayılabilecek bir tarih doçentimiz onun Yahudi olduğunu ve Türk olamayacağını beyan etti. İsrail nüfusu içindeki Etiyopya / Falaşa Musevîlerinin, Peru / İnka Musevîlerinin, Hindistan / Koçin Musevîlerinin, İtalyan / Romanyot Musevîlerinin, bizim Hazar / Karayit Musevîlerinin ve hatta Doğu / Mizrahî Musevîlerinin (Arap, Fars, Dağlı, Kürt, Tat, Gürcü..) dil ve kültürlerini yok sayarak yalnızca inanç tercihleri üzerinden tek tipleştirmek ne menem bir düşüncedir.

Yakın zamana kadar Türk Musevî Cemaati olarak bilinen Türkiye Hahambaşılığı’nın 3 yıl önce Türk Yahudi Toplumu adını alması da bu minvaldedir. Oysa kültürel kökeni hakkında Müslüman Türk’ün ne kadar konuşma hakkı varsa Ortodoks yada Musevî Türk’ün de o kadar konuşma hakkı vardır. İnsanlara kimliklerini ürün etiketi gibi başkaları barkodlayamaz. Bu, Sabataycı diye bilinen Avdetîler için de geçerlidir. İçlerinde iyisi de olur, kötüsü de; Kurtuluş Savaşı’nda ihanet edeni de olmuştur, Millî Mücadele için canını koyanı da.. Tıpkı Türkmenler, Lazlar, Yörükler, Çerkezler, Tatarlar, Kürtler gibi.. Milletine mensubiyet duyan koştu geldi, karakterinde defo olan Yunan’la bile anlaştı.

Neymiş; Türkçülüğün kitabını Moiz Kohen (Tekin Alp) yazmış; ‘Türk Ruhu’. Neymiş Mustafa Celâleddin Paşa (Konstantin Borzecki)  150 yıl önce ‘Eski ve Yeni Türkler’in tarihini yazmış. Bu adamların Hz. Musa’ya inanmaları niye milliyet şuurlarına ve bu meyanda beyanlarına engel teşkil etsin?! Biz Müslümanlar olarak Türklüğümüzle övünüyoruz da onlar 5 bin yıllık bir nehir olarak akmakta olan Türklükle ilgili niye kelâm edemesinler?!

Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde baştacı ettiğimiz bu insanlar Siyasal İslam’ın ‘bi camide, bi kahvede’ anlattıklarıyla Şeytan’ın asker arkadaşları algısına aktarılmış.  Oysa Şeytan bu ilahî senaryoda kötü karakteri simgelemektedir; kökeni değil. Dahası yaratılış malzemesine bakarak azan / sapan Şeytan’sa ve “Herkes kendi karakterine göre hareket eder” âyeti varsa bu milliyet, soy-sop işlerinde dikkatli olmak lâzım gelir. Yoksa ensar’üş-şeytan; şampiyon!

 

18. Uluslararası Antalya Piyano Festivali’nde Luz Casal Rüzgarı

Bu yıl 18. kez düzenlenen ve ülkemizin en önemli sanat etkinliklerinden biri olan Uluslararası Antalya Piyano Festivali; 26 Kasım Pazar akşamı, İspanyol Diva Luz Casal’ı ağırladı. Tüm dünyada ‘Romantizmin Tutkulu Sesi’ olarak bilinen ve Pedro Almodovar‘ın ‘Yüksek Topuklar’ filminin unutulmaz sesi Luz Casal, etkileyici sesi ve müziğiyle bu kez Antalyalılara unutulmaz bir gece yaşattı.TNR_3211

Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşen 18. Uluslararası Antalya Piyano Festivali, bu yıl da yıldızlar geçidine sahne oluyor. Festival kapsamında 26 Kasım Pazar akşamı; İspanyol Diva Luz Casal Antalyalı müzikseverlerle buluştu. Yaptığı Türkçe konuşmalarla izleyicilerin büyük sempatisini kazanan Casal; zaman zaman izleyiciyle beraber seslendirdiği İspanyolca, Fransızca ve İtalyanca şarkılar ve büyüleyici sesiyle herkesi mest etti.

Konser süresince üç kez kıyafet değiştirerek şıklığıyla da göz dolduran sanatçı, şarkı aralarında yaptığı Türkçe konuşmalarla izleyicilerin büyük sempatisini kazandı. İspanyolca, Fransızca ve İtalyanca şarkıları izleyicilerle beraber seslendiren Casal, dakikalarla ayakta alkışlandığı konser sonunda sahneye üç kez geri döndü.

Hem kendi ülkesinde hem de dünyanın farklı yerlerinde ses getirecek projelere imza atan Casal; Pedro Almodóvar’ın unutulmaz filmi ‘Yüksek Topuklar’ için kaydettiği Augustin Lara klasiği ‘Piensa En Mi (Beni Düşün)’ şarkısıyla Türkiye’de de geniş bir hayran kitlesine sahip.

TNR_3134MÜZİĞİN KALBİ ‘SANAT ŞEHRİ’ ANTALYA’DA ATIYOR!

Sanat Yönetmenliğini Şef Gürer Aykal’ın üstlendiği Uluslararası Antalya Piyano Festivali’nin bundan sonraki programında; 29 Kasım’da 100 genç müzisyenden oluşan Kepez Belediyesi Çocuk ve Gençlik Senfoni Orkestrası Antalya Kültür Merkezi’nde müzikseverlerle buluşacak.

GÜHER&SÜHER PEKİNEL, 1-2 ARALIK’TA SAHNEDE

Türkiye’nin en önemli festivali olarak bilinen gerek yurtiçinden gerek yurtdışından övgüler alan, Avrupa Festivaller Birliği (EFA) üyesi Uluslararası Antalya Piyano Festivali, 1-2 Aralık’ta dünyaca ünlü Şef Leonard Slatkin’in yöneteceği konserlerle son bulacak.

Final konserlerinde Akdeniz Filarmoni Orkestrası; olağanüstü şiirsel müzik anlayışları ve özgün stilleriyle, uluslararası müzik camiasında özel bir yerleri olan Güher ve Süher Pekinel’e eşlik edecek. Kariyerleri boyunca pek çok sayıda ödüle layık görülen Güher ve Süher Pekinel; Avrupa, Uzakdoğu ve ABD’nin başlıca konser salonlarında çaldıkları resitallerden sonra, bu kez Antalyalı müzikseverlerle bir araya gelecekler.

 

 

Beni İnsan Eyleme

11elifkocaUğrayanı eksik olmayan toprağın elbet asrı sarsacak nice feryatları, setrettiği nice ızdırapları vardır. Lakin uğrayanın duymadığı gerçekler kaybolup gitmiş, körelmiş her bir vicdanda. Vicdandan noksanın da anlayacağı haslet değildi tabi. Vicdanı olanın, ruhunun dinamiklerini sarsmaya kadirdir o gerçekler. Öyle ki bazen toprak dile gelmek ister de yudumlayıverir gözyaşlarını bir hıçkırık gibi yaralı yüreğine. Izdırap ile kavrulan bir hüznü olur da düğümleniverir sözcükler ardı ardına…
Gözyaşları yudumlayana sormalı, asıl ağlamanın ne demek olduğunu, çilenin, ızdırabın ne olduğunu her gün bir selâ ile uyanan çilehanenin ızdıraplısına bir sormalı… Ne kadar da duymaz, görmez olmuşuz acıyı, ne kadar da göz yummuşuz. İnsan ağlamaz olmuş da toprak ağlar, insan ızdıraplanmaz da toprak dile gelmek ister. Kâinat, mevcudat haykırır olmuş gerçekleri lakin insan görmez, duymaz… Alim Zatlardan biri her semaya elini açtığında daima, Rabbim beni insan eyleme, insan-ı kâmil eyle, dermiş. Şimdi daha iyi anlıyor ve idrak edebiliyorum. İnsan ne kadar da kör ve sağır olabiliyormuş. Zulüm altında nice ufak yürekler vardır. Her ölüme şahit oldukça denizler, dalgacıklar utanıverir de kıyıya bırakır cansız her bir bedeni, insan duymaz bari görsün diye. Kıyıya bırakılan her bir bedenin kefeni olur dalgacıklar… Sen ki neredesin ey vicdan! Yaşanılan hayatlarımız bazılarının hülyaları oluvermiş. Acının her türlüsünü tadan minik yüreklerin gelmeleri ve gitmeleri bir olmuş. Ne kadar garip bir gaflettir ki, görülürde ses çıkarılmaz. Ezanından çok selâları okunur olmuş. Gökyüzünde yıldızlardan habersiz kurşun yağmurlarına yakalanılınca, yıldızları oluvermiş kurşunlar. Acının her türlüsü tattırıldı belki de. Gök kubbelerinde okunan selâları duyan yok mudur acaba?
Geceler ayıpları örter de utanan güneşin doğmasıyla gün aydınlanır, insan neden utanmasın. Özgürlük ölmek, kanatlanıp uçmak olmuş… Özgürlükten bahsetmeyin ne olur, bunca acı sahne yaşanırken! Ah o mazlumu bir anlayabilsek, vicdanımızı bir duyabilsek! Bir yürek olsak da dindirebilsek tüm acıları, ızdırapları. Ah ne olur!