Etiket arşivi: Behramoğlu

Milletin Tabuları, Tabasbusları

 

 

Tabu tanrı parçacığı(!)dır. Put’un post-modern halidir. Batı dillerinden bize gelse de işin temelinde Asyatik alışkanlıklar var.

Kutsal sayılan bazı insanlara-hayvanlara-nesnelere dokunulmasını yasaklayan, aksi takdirde zararı dokunacağı sanılan, korkuyla karışık saygı duyulan, eleştirilmesi ve değiştirilmesi imkânsız olan manalarında..

TDK tabuya “kutyasak” diye Türkçe bir karşılık bulmuş ve “kutgüç ile yüklü oldukları düşünülen insan-hayvan-nesne” şeklinde açıklamakta. Tabasbus ise yardakçılık, yaltaklanma veya alçakça yalvarma..

Bir nân için eyleme dûna tabasbus / Bir zerresi varsa midende eğer hemen kus!” demiş ya Ferit Kam; ‘Ekmek için alçağa yaltaklanmayasın, midende kırıntısı bile varsa kusasın’.

Toplumsal yapımıza ve ast – üst ilişkilerimize bakar mısınız; tıkabasa tabularla, tabasbuslarla dolu. Futboldan diziye, işten alış-verişe, ibadetten siyasete gündelik hayatımız ikonik, ekonomik ve mistik tabuların işgali altında. Ve sürekli bunlara yalvarıp yakarmaktan ruhumuz yorgun düşmekte..

Onlara tılsım muamelesi yapıyor ve rızkımızı, başarı hırsımızı, azgın çıkarlarımızı, tanrıya dek torpil arayışımızı onların imkân ve kabiliyetiyle tatmin etmeye çalışıyoruz. Madencilerin yoğurt yeme sıklığında da minnetsizlik, dik duruş, çağdaşlık-milliyetçilik-müslümanlık paylaşımları yaparak ruhsal kalpazanlıkla zehirlenmemeye gayret ediyoruz.

Tabulara bağlılığımız biattan halatlarla, itaatten iplerle, doktrinden tel örgülerle ve hiyerarşiden kelepçelerle günbegün artıyor. Antibiyotik olarak da makama saygı, şeyhe muhabbet, lidere sadâkat, zarar – ziyana uğrama(ma) hapları yaygın.

Sorsan en kahraman milletiz. Ayranımızı kabartsalar Kudüs’e sefer düzenleriz, hazır otobüs bulabilirsek.. Hesapta Allah’tan başka kimseden korkmayız ama Millî Marşımızın ilk kelimesi ‘Korkma!

Yumurta kapıya sıkışmadan ne haksızlığa isyan ederiz, ne başımıza gelenleri sorgularız, ne de sorumluluklarımızın farkında oluruz. Yunanlılar son dakkada Anadolu’ya çıkarılmasaydı Kurtuluş Savaşı’na katılacağımızı mı zannediyordunuz?

Atatürklü yıllar hariç Amerika yada Avrupa’yla dövüşen, ters düşen bir iktidara oy vermişliğimiz var mı? 80 öncesindeki kardeş kavgasını, gaz kuyruklarını biliyoruz da niye olduğunu neden sorgulamıyoruz: Kıbrıs ambargosu mu, Haşhaş yasağı mı?

Neden 1983 sonrası düzen tıkır tıkır işledi? Neden 2002 – 2015 arası sıkıntısızdı? Özal’la Erdoğan faktöründen mi? Şimdi seçimde kim kazanacak; milyar dolarları yeni borç kamçısı olarak bulabilecekler mi yoksa soğan – ekmek yiyip kendi yağıyla kavrulmayı önerenler mi?

Siz daha Müslüm Baba’nın yahut Ahmet Kaya’nın isyan ritimli şarkılarını dinletmeyin çocuklarınıza.. Siz daha Nurettin Topçu’nun “İsyan Ahlâkı”nı okumayın, okutturmayın.. Siz daha Peygamber olmadan Abdullah oğlu Muhammed’in Mekke’deki bozuk düzene karşı bozulmayanlarla beraber bir ekip kurduğunu gözlerden kaçırın..

Hem sövün FETÖ’ye; kendi milletine mermi ve bomba atanların kayıtsız şartsız itaatle robotize edildiğine dair, hem de aynı kayıtsız şartsız itaati yine ve yeniden birilerine göstermekten geri durmayın..

Ve biz de ‘iman isyanla başlar’ diye isyan şiirleri okumayı sürdüreceğiz; Behram oğlu Ataol’ca:       “Sesime kulak ver gülüm / Tutsaklığa yeğdir ölüm

 Nerde varsa böyle zulüm / Çaresi isyan olmuştur”

Aydınlar Üzerine…

“Kapalı odanızdan çıkın, çevrenize bakın ve yanıtlarınızı sokakta arayın. Her yerde barışçıl ve silahsız yurttaş yığınlarını kurşunlayarak iç savaşı başlatan bizzat hükümet olmamış mıdır?” Lenin (İki Taktik)

Aydınlar ya da aydın sorunu üzerine yazılmış en bilindik derli toplu kitap Jean Paul Sartre tarafından yazılmıştır “Aydınlar Üzerine” (Plaidoyer pour les intellectuels) . Geçtiğimiz yıl okumuştum aydınlar üzerine kitabını. Sartre, tarihte Nobel ödülünü ilk reddeden kişidir bunu açıklarken “resmi ödülleri hep reddetmişimdir” diyordu… 1938 de kaleme aldığı bu eserin Fransa’nın Cezayir soykırımı ile Nazilerin henüz Musevilerin soykırımına (holokost) başlamadıkları yani 2.Dünya Savaşı’nın başına denk gelmiş olması önemini daha da arttırmaktaydı. Kitabında özetleyecek olursak aydın için, “ezilen sınıf için şüpheli, egemen sınıf için hain” sayılan kişi saptamasını yapıyordu Sartre. Sartre’a göre kısaca aydın, “Çabası hâkim sınıfça suç sayılan kimse” idi.

Evvelki yaz görevden istifa ettikten sonra emekli olana kadar olan boşluğu doldurmak için edindiğim yazlığın olduğu Kumla’da (Gemlik’e bağlı bir sayfiye) okuduğum aydınlar üzerine yazılan birçok kitaptan da birisiydi.

Kumla’da sadece kitap mı okuyordum? Hayır. Büyük Kumla’da küçük parkta kitap okuyup kulaklığımı takarak sevdiğim müzikleri de dinliyorum. Büyük Kumla’dan Küçük Kumla’ya dönüşümde yolumun üzerinde hoşuma da giden ama nedense hep çok sakin fakat çaldığı müzikler genelde ilgimi çeken bir cafe vardır. Girişindeki takta “Laz Olympus” yazan bir eğlence merkezinin içindeydi.

Yine birgün kulaklığı çıkarıp elime alarak önünden geçerken bahçesinde bir masa çevresinde oturmuş 3-4 genç…

O sırada sık sık dinlediğim Metallica’nın en hit parçalarından birisi çalıyordu: “Wherever I may roam”. Gençlerden biri nereden geliyor bu ses diye sağına soluna bakıp arkadaşlarına sormuştu. İçlerinden biri beni gösterince bu gencin yumruğunu kaldırarak bana uzun bir “helal” çekmesi aklımdan hiç çıkmıyor…

Metallica ya da mensup olduğu heavy metal grupların yaptığı müzik bazı çevrelerce ülkemizde de, gürültücü, ahlak dışı işlere veya şiddete özendiren bir müzik türü olarak görülür ve böyle “kültürleme” yaptığı iddia edilir. Öyle mi peki? Yok…

Metallica ve önde giden heavy metal gruplar ki (öncü olarak hep Megadeth ve İron Maiden’le birlikte akla gelir) aksine şiddeti teşvik etmezler, eskilerin deyimiyle eğretileme, mecazlar ya da taliller yoluyla yererler…  Aksine batıyı batılı eleştiren varoluşçuluğun öncüsü Kierkegaard’ın deyimiyle “estetik aşama”ya takılıp kalmış yani hazların peşinde koşan kesimlerin yaşam biçimlerini eleştirirler…

Bunlardan birisi de hiç kuşku yok ki burjuvazinin kapitalist sistemlerin krize sürüklediği toplumsal koşullarda başvurdukları savaş politikalarıdır… Misal “No Remorse” tam da böyle bir şarkıdır:

“Kan besliyor savaş makinesini

Ülkeyi yiyerek yolunu açarken

Duymuyoruz kederi hissetme gereksinimini

‘Acıma yok’ tek emirdir bizim için


Yalnızca güçlüler sağ kalır

Zayıf ırkı kurtarma isteğimiz yok

Yeni gelen herkesi öldürmeye hazırız

Suratınıza doğrultulmuş dolu bir silah gibiyiz”,

der Metallica…

“Aydın kendi çıkarlarıyla toplumun çıkarlarını eş gören toplumun demokrasiye kavuşması için kendini borçlu ve sorumlu sayan kimsedir” demişti Aziz Nesin [Fehmi Enginalp’in (Aziz Nesin’in Bursa Günleri) kitabındaki  Nahit Kayabaşı ile Söyleşisi’nden alıntıladım] Her çağ ve toplumda ne yazık ki koşullara göre olması gerek aydın için bir de aydın sorunu var. Fazıl Say, “Arabesk, toplumsal çöküşün ölümü bekleyen tembel ruhudur” demişti bir yerde. Hadi bugün taverna müzisyenleri bar şarkıcılarını geçtik de o koca koca aydın geçinen yazarların filozofların tavrına ne demeli… Çıkardan yana olmak mı, bir tür korkaklık mı?..

“Entelektüel devrimci olabilmek için entelektüel olmaktan vazgeçmek gerekiyor.” demekle ne demek istemişti  Godard (bu sözü aktaran Ataol Behramoğlu, Türk Aydınının Sivas’la İmtihanı, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2008)

Walter Benjamin 1933’te Almanya’yı terk ederek Paris’e yerleşmiş Yahudi kökenli ve Nazi baskısıyla intihara sürüklenmiş Marksist bir ideolog idi. Erich Mühsan, vicdani retçi (savaş karşıtı) olduğu için Oranienburgh’taki bir toplama kampında öldürüldü.

Buna karşılık Carl Schmitt, Hitler’in hukuk danışmanı anayasa mahkemesi başkanı oldu.  Anayasal (çoğunluğun) diktatörlüğünü savunmuştur.  “Parlamenter Demokrasi Sorunsalı” diye de bir kitap yazmıştır. Michel Faucoult, Leon Strauss hatta Nietzsche’yi etkiledi.

Nazi ideolojisinin felsefesine soyunmuş “Varlık ve Zaman”ın yazarı Profesör Martin Heidegger de bunlardan birisiydi.

Hitler denen ırkçı diktatörün böyle yandaşları da olmuştu ne yazık ki…

Bugün subliminal (gizli) ya da  açık açık (doğrudan) mesajlarla veriliyor doz…   Desensitize (tıpça duyarsızlaşmış, hissizleşmiş) bir toplum yaratılmak isteniyordu… Öyle ki ilk denemeler de (lobotomi) o dönemde yapılmıştır…

Oysa her koşulda  aydının mazeretsiz tavrı muhalif olmaktır Sartre’a  göre… “Entelektüelin görevi mistifiye edileni demistifiye etmektir” diyordu Fikret Başkaya. Yani anlaşılmaz hale sokulanı anlaşılır hale getirmek…

Metallica’da olduğu gibi militarizm, şiddet ve uyuşturucu karşıtı ya da “Barış mesajları” etkili olur mu olmaz mı? Elbet tartışılır…

Knut Hamsun gibi faşizm yanlısı Nobel ödüllü ünlü yazarlara karşılık bu ödülü reddeden Sartre “Kapitalistlerin benden intikam alma isteğinden başka bir şey değil” diyebiliyordu. “Legion d’honneur” ödülü veriliyordu bunu reddedebiliyor,  “Sartre, her şeyden önce bir Fransa’dır” diyebiliyordu De Gaulle. Çünkü Sartre, Fransa’nın Cezayir’deki soykırımına karşı dik duruş sergileyebiliyor ve sözde vatansever Fransızların eleştiri oklarını üzerine çekerek katliamcıların sundukları  “Vatan hainliği” payesini de göze alabiliyordu…

Sartre’nın  “orta sınıf ürünü”  diye nitelenen aydın konusunda başlattığı tartışma, aydınlar ile sorumluluğunu taşıdığı kitleler arasındaki günümüzde  aydın sorunu olarak ele alınmakta. Aydın kavramı bizde de Vedat Günyol ile başlayan bir dizi tartışmaya konu olur ve Oğuz Atay, Melih Cevdet Anday, Yusuf Atılgan, Demirtaş Ceyhun gibi yazarlarca roman veya deneme gibi türler yoluyla ele alınırlar…

Aydın konusundan ne anladığımız bugün hala tartışmalıdır ya da tartışılmalıdır…

“Bugün bizi yakından ilgilendiren sorun aydınlar tabakasıyla proletarya arasındaki uzlaşmaz karşıtlıktır.” Lenin (Bir Adım İleri İki Adım Geri)

Tamer UYSAL

https://www.facebook.com/tamer.uysal.125

BÜYÜK ADALET YÜRÜYÜŞÜ VE SONRASI

 

 

Ataol Behramoğlu15 Haziran Perşembe günü Ankara Güven Park’ta başlayıp 8 Temmuz Cumartesi İstanbul Dragos’ta sona ererek 9 Temmuz Pazar günü Maltepe miting alanında milyonlarca kişinin katıldığı görkemli buluşmayla zirveye ulaşan Büyük Adalet Yürüyüşü, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir siyaset önderi ve birey Kemal Kılıçdaroğlu olarak zaferidir.

Böyle bir deneyimden başarıyla geçmiş olan kişi ne siyaset adamı ne de bir insan teki olarak eskisi gibi kalabilir.

Başarı aynı zamanda hiç kuşkusuz aynı zamanda CHP kurmaylarının ve bütünüyle örgütündür.

Bu demektir CHP ve Türkiye yeni bir dönemin eşiğindedir…

***

Fakat asıl sorun da burada başlıyor…

Bu nasıl bir dönem olacak, ya da olmalı?…

Düşündüklerimi hızla birbiri ardına sıralamalıyım…

Her anlamda ve alanda böylesine bölünmüş bir ülkede CHP en azından yakın bir dönem için tek başına iktidar olma hayali kurmaktan uzak durmalıdır…

Öncelikle yapması gereken kendi Atatürkçü, yurtsever, çağdaş, aydınlanmacı tabanını daha da güçlendirip sıkılaştırmak, sayıca arttırmaktır…

Asla ödün vermemesi gereken başlıca konu budur.

Sağdan oy alma olasılığı sıfıra yakındır.

Er geç dağılıp çökmesi kaçınılmaz olan AKP’ye oy veren seçmen,  CHP’ye değil, kurulması kaçınılmaz olan Merkez Parti ya da partilere yönelecektir…

CHP’nin büyümesi, aydınlanma düşüncesini, eğitim ve örgütlenme yoluyla yoksul ve orta tabaka kitlelere ulaştırmaktan, onlara ekonomik ve sınıfsal bilinç kazandırmaktan geçer.

Bunun dışında sağı kazanmaya yönelik söylemler ise, amaçlananın aksine, birleştirici, toparlayıcı olmak yerine bir zaman sonra asıl tabanı partiden uzaklaştırır.

Bu bir dost uyarısıdır.

***

Cumhuriyet Halk Partisine ve Genel Başkanına bütün ülkede prestij ve sempati kazandıran Büyük Adalet Yürüyüşü, soldan gelen kimi eleştirilerin zorlama ve tutarsızlığı; AKP yönetiminin ise inişli çıkışlı, tehditkâr saldırıları ve yanı sıra bir gübre kokusuyla da anımsanacaktır…

Bu partinin hiç de uzak olmayan bir gelecekte dağılıp çökeceğinden kuşku duymuyorum.

Bu sadece bir dilek değil, gerçekçi bir gözlem sonucudur.

2002’deki erken seçimden günümüze bu partinin ve liderinin serüveni gözden geçirildiğinde, AKP’nin bütünüyle bir emperyalist proje ürünü olduğu açık seçik görülecektir. O günden bu güne başında aynı kişi bulunan MHP’nin de bu projenin dışında olmadığını, söz konusu partinin ve kişinin ülkeyi tek adam yönetimi uçurumuna sürükleyişteki öncü işlevi yine açık seçik göz önündedir.

AKP sağı, gerçekte Türkiye’deki sağın yüzde beşini bile temsil etmez.

Emperyalizm destekli oyunlar, tehditler, saldırılar aşılarak bir Merkez Parti kurulabildiğinde bu çok açık görülecektir…

Böyle bir birlikteliğin sağlanması, kişisel inançların siyasete karıştırılmaması gerektiğinin bilincinde olan, Cumhuriyetin değerlerine saygılı, liberal düşünceli kişilerin ve çevrelerin sevgili ülkemize karşı, bir yurttaşlık, vicdan insan olma görevidir…

***

CHP’nin ve kurulacak olan Merkez Partinin siyasette, kültürde ve ekonomi alanında hiç de güç olmayacak birlikteliğinin, giderek daha gerçekçi bir çizgiye yönelmesi kaçınılmaz olan HDP’den destek almasıyla ülke normalleşme yoluna girecektir…

Sol ise kendi değerlerini daha cesurca savunmak ve daha özgürce örgütlenmek olanaklarına sahip olacaktır…

 

***

İki aşamasında birlikte yürüdüğümüz ve en son yürüyüş sonrasında beni dinlendiği karavanda kabul etmek inceliğini gösteren Kemal Kılıçdaroğlu’yla bu buluşma ve görüşmelerimiz en değerli anılarım arasında yer alacak; değerli ressam dostum Sali’yle hazırlamayı planladığımız ve çalışmalarına başladığımız yürüyüş kitabı ise sanatsal ve toplumsal eylem ilişkisi alanında sanırım kalıcı bir örnek oluşturacaktır.

 

 

Ataol Behramoğlu/Cumartesi/15.07.2017

Ataol Behramoğlu’nun 50. sanat yılı İzmir’de kutlanıyor


ataholBaharı birbirinden renkli kültür-sanat etkinlikleriyle karşılayan İzmir Büyükşehir Belediyesi, Nisan ayını ünlü şair Ataol Behramoğlu’nun 50. sanat yılı kutlama programı ve iki konserle uğurluyor. 
Nisan ayında çok sayıda konser, sergi ve etkinlikle İzmirliler’i buluşturan İzmir Büyükşehir Belediyesi, ayın son günlerinde Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde etnik müzik grubu olan Morgenland All Star Band ile İzmir Sanat’ta Tamer Temel Quarted grubu konserlerine ev sahipliği yapacak. Ünlü şair Ataol Behramloğlu’nun 50. sanat yılı da şairin katıldığı bir programla kutlanacak.
Ataol Behramoğlu’nun 50. sanat yılı kutlaması, 28 Nisan Salı günü akşamı,  “İzmir Şiire Yakışıyor” isimli programla gerçekleştirilecek. İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde saat 19.00’da başlayacak etkinliğin sunuculuğunu Altan Gördüm ile Kıvılcım Erdem Karadayı üstlenirken, dostları Ünal Ersözlü, Hidayet Karakuş, Tuğrul Keskin, Namık Kuyumcu, Yılmaz Mızrak, ve Hüseyin Yurttaş Ataol Behramoğlu’nun şiirlerini okuyacak. Prof. Dr. Kemal Kocabaş, “Aydınlanmanın Sesi Ataol Behramoğlu” başlığı ile bir açılış konuşması yapacak. Şairin belgeselinin de yer alacağı programda Düş Gezginleri, Erhan Doğan, Sofia Nizharadze, Haluk Çetin, Evrim Keskin Özgülgen, Nilüfer Akdoğu, Nur Öymen Arslan ve Ece Özaktuğ, ünlü şairin şiirlerinden uyarlanan şarkıları seslendirecek. Halka açık ücretsiz etkinlik dünya şairlerinden mesajlarla son bulacak.
Aynı günde iki konser birden
29 Nisan Çarşamba akşamı İzmirli sanatseverler, Morgenland All Star Band grubu ile bir araya gelecek. Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi Büyük Salon’daki konserde Perhat Khaliq, İbrahim Keivo ile Dima Orsho vokalde, Kinan Azmeh klarnette, Frederik Köster trompette, Salman Gambarov piyanoda, Moslem Rahal neyde, Ziya Güçkan kemanda, Rony Barak perküsyonda, Andreas Müler basta, Joachim Dölker davulda sahne alacak. Grupta farklı ülkelerden farklı tarzlara sahip sanatçılar, uzun yıllar unutulmayacak bir etnik müzik ziyafeti verecek. Saat 20.00’deki konserin biletleri tam 15, öğrenci ise 7.5 TL.iz
Aynı akşam saat 20.30’da ise  İzmir Sanat’ta da Tamer Temel Quarted grubunun konseri gerçekleşecek. Saksafonda Tamer Temel, piyanoda Serkan Özyılmaz, Davulda Cem Aksel, kontrbasta Matt Hall müzikseverlerle buluşacak. Konserin biletleri 1 TL’den satışa sunuluyor. AASSM ve İzmir Sanat konserlerinin biletleri www.aassm.org.tr ile www.izmir.bel.tr/Kultursanat adreslerinden ya da AASSM, İzmir Sanat ve İsmet İnönü Sanat Merkezleri’nden temin edilebilecek.
 Haber:Yusuf Ünel