Etiket arşivi: Başbakanı’na

Türkiye’nin göçmen politikası ve Avrupa’nın rahatı

Türkiye’nin göçmen politikası ve Avrupa’nın rahatı

 

 

egemen bağış yazı.jpg1Avrupa ve dünya yardım etsin veya etmesin adalet ve merhamet kodlarına işlemiş bu vatan, mazluma her zaman kucak açacak insaniyet ve güce sahiptir. Ama bizim küresel insani değerleri, ulusal çıkarlarımızın dahi önüne koymamız Avrupa’daki müttefiklerimizi rehavete de itmemelidir. Gün doğmadan neler doğar!

 

Suriye’deki savaş nedeniyle son yıllarda ülke gündemimizi Suriyeli göçmenler ve onlara dayandırılan problemler meşgul etmekte. Kolayca manipüle edilebilen bir konu olması da cabası. Türkiye’nin göçmen politikasını iyi anlatabilmekte fayda var. Aslında ilk defa göç dalgasıyla karşılaşan bir ülke değiliz. Anadolu’da hakim olduğumuz dönemlerde de Moğol tehdidinden kaçanların göçlerinden tutun da yakın tarihimizdeki Osmanlı bekası yerlerin halklarının göçlerine kadar neler gördü ve sahip çıktı bu halk. Balkanlarda ki Türk, Arnavut, Makedon ve Boşnak kardeşlerimiz Türkiye’ye son yüzyılda sıklıkla göç ettiler. Kırım ve Kafkasya’dan gelen kardeşlerimizi de unutamayalım. Yakın zamanda okuduğum emekli büyükelçilerimizden Ender Arat’ın yazdığı “Türklere Güvendiler” isimli kitap tam da bunları anlatıyor. Hatta sadece soydaşlarımız, dindaşlarımız ya da komşularımız değil uzak coğrafyalardan bile bize sığınan farklı etnisite ve dinlere mensup toplulukların sığındığı liman olduğumuza belgeleriyle değinmiş. Son 30 yıla baktığımızda önce Saddam zulmünden kaçan Kürt kardeşlerimiz, sonra I. Ve II. Körfez Savaşları nedeniyle Irak’tan gelen önemli iki göç dalgası daha geldi. Son olarak Suriye’deki savaşın neticesinde daha da büyük bir göç dalgasıyla yüzleştik.

 

Bugün itibariyle Türkiye’de, çoğunluğu Suriye’den olmakla birlikte farklı ülkelerden 4 milyonu bulan göçmen ve mülteci mevcut. Gerçekten de bu önemli bir rakam. Barınmaları, temel ihtiyaçları, okul eğitimleri ve iş bulmaları bu kadar büyük bir nüfus için kolay değil.

Ama ekonomisi baltalanmak için operasyonlara maruz kalan, 15 Temmuz Hain Darbe Girişimini atlatan, Suriye’de hem en önemli aktörlerden olan hem de çok güçlü ticari ilişkilerimizin olduğu Rusya ile bir kumpas neticesinde uçak krizi yaşayan, DAEŞ, FETÖ VE PKK belaları ve eylemleriyle mücadele eden, Avrupa Parlamentosu’nun ve AB’nin üzerimize “Akıl tutulması” diye nitelendirdiğim yaklaşımlarıyla uğraşan Türkiye’mizin savaştan kaçan göçmenlere hala kapısını açan bir ülke olarak devam etmesi her ülkenin altından kalkabileceği bir şey değil. Bugüne kadar kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları ve halkımızın Suriyeli göçmenler için AFAD verilerine göre 25 milyar dolar harcanmış.

 

Vize serbestisi rafa kalktı

Çok uzağa gitmeyelim AB, savaşla beraber Türkiye üzerinden gelen Suriyeli göçmen dalgasını kaldıramaz hale geldi. Ve nihayetinde AB ve Türkiye arasında 18 Mart 2016’da bir mutabakat imzalandı. Mutabakat karşılıklı birçok yükümlülük ve ortak çalışma şartı getiriyordu ama kamuoyuna daha çok Türk vatandaşlarına AB ülkelerine vize serbestisi alınacak söylemiyle yer buldu. Kaçak yollardan Türkiye’den Avrupa ülkelerine geçmek için Yunan Adalarına giden göçmenlerin Türkiye’ye iadesi ve karşılığında kaç kişi geri gönderildiyse Türkiye’den kamplarda mevcut mültecilerden o kadar kişinin resmi yollarla Avrupa’ya iltica etmesine bağlanan “1’e 1” diye tabir edilen bir anlaşmaydı bu. Ayrıca AB, Türkiye’deki Suriyeli göçmenler için 3 milyar Euro’luk bir yardım yapacağını ardından da ikinci bir 3 milyar Euro’luk yardım dilimi daha yağacağını taahhüt etti. Bugüne kadar bu paranın da Türkiye’ye tamamının verilmediğini biliyoruz. Süreç maalesef yavaş işliyor. Dönemin Başbakanı Sayın Davutoğlu’nun müjdelediği vize serbestisi de gündemi takip edenler bilir AB tarafından rafa kalktı. Anlaşma neticesinde bugüne kadar elde edilen en önemli kazanım 2015’te günde 7 bin civarında mülteci kaçak yollardan geçmeye çalışırken bu şu anda 35-40 civarlarında seyrediyor. Tabi ülkemize ekonomik olarak maliyeti de arttı. Geçici koruma altındaki mültecilerin sayısı 2,5 milyondan 3,2 milyonlara kadar geldi. Ve bu da ek bir maliyet demek.

 

29 AB üyesi ülkenin kabul ettiği Suriyeli göçmen sayısı 860 bin civarlarında seyrediyor. Türkiye’nin tek başına misafir ettiği göçmen sayısı 3 katından fazla.

 

Dikkat ettiyseniz bir imparatorluk mirasına sahip olan ülkemiz mazlum kardeşlerine kapısını her zaman açmıştır. Bundan sonra da açacaktır. AK Parti iktidarı olarak bizler bu toplumun vicdani değerlerine ters düşmedik. Başka bir iktidar bunu yapmasa toplum vicdanıyla ters düşerdi.

 

Türkiye Cumhuriyeti güçlü bir ülkedir. Bu zor zamanında canını ve namusunu korumak için gelen komşularına sahip çıkacaktır. Avrupa ve dünya yardım etsin veya etmesin adalet ve merhamet kodlarına işlemiş bu vatan mazluma her zaman kucak açacak insaniyet ve güce sahiptir. Ama bizim küresel insani değerleri, ulusal çıkarlarımızın dahi önüne koymamız Avrupa’daki müttefiklerimizi rehavete de itmemelidir. Gün doğmadan neler doğar!

 

Egemen Bağış / Avrupa Birliği eski Bakanı

Hollanda Başbakanı’na şamar gibi mektup

ilhan karaçayHollanda Başbakanı Mark Rutte’nin, 15 Mart’ta yapılacak olan genel seçimler çerçevesinde tüm gazetelere tam sayfa olarak verdiği ilan, Hollanda’da son günlerin en çok konuşulan konusu oldu.
Partisi Hürriyetçi Liberal parti VVD’ye oy toplayabilmek için, popülist ırkçı siyasetçilere özenen Başbakan Rutte’nin, ilanda sarfettiği sözler, sadece yabancılar arasında değil, diğer kesimlerde de eleştiri konusu oldu.

Tam sayfa ilanda, yabancıları kastederek, ‘Hollanda’daki toplumsal yaşama ayak uyduramayanlar çekip gitsinler’ anlamında cümleler kuran Mark Rutte’ye Türk Sivil Toplum Kuruluşlarından büyük tepki geldi. Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği adına yapılan açıklamada, Başbakan Rutte’nin sarfettiği sözlerin yenilir içilir cinsten olmadığı vurgulandı ve Başbakan’ın geri dönüş yapması istendi.

Amsterdam’da kurulu olan Türkevi Araştırmalar Merkezi başkanı Veyis Güngör ise Başbakan Rutte’ye direkt bir mektup gönderdi. Hem de çok şeyden ders alması için Ahmed Yesevi kitabı ile birlikte…

   

Başbakan’ın tam sayfa ilanı ve Veyis Güngör’ün Başbakan tarzındaki cevabı

Sayın Rutte,

Hafta başında, ‘Tüm Hollandalılara’ başlığı ile yayınlanan mektubunuzu büyük bir hayretle gazetelerde okuduk. Bir çok Hollandalı gibi, kullandığınız kelimeler bizi de ürküttü. ‘Ülkemizi temelden ret ediyorsan, ülkemizi terk etmeni isterim’, ‘Normal davran veya çek git’ gibi cümleler, toplumumuz için tehlikeli cümlelerdir. ‘Normal davranmak’tan ne anlaşılacağı da ayrı bir konudur. Kullandığınız kelimeler, göçmen kökenli Hollandalılar’ın toplumsal sorunlar hakkında söz söylemeye hakları yokmuş gibi anlaşılmaktadır. Zira ‘sıradan Hollandalıları ırkçı ilan edemezsiniz’ diyorsunuz.

Gerçekten. Sık sık sorumluluktan bahseden, örnek veren bir Başbakana bu açıklama yakışmadı. Nihai hedef olarak toplumumuzu, ‘katılımcı toplum’ olarak nitelendirdiniz, ama şimdi bize ‘kenarda durun’ diyorsunuz. Katılımcı toplumdan anladığımız; birbirini seyretmek değil, tam bir vatandaş olarak katkıda bulunmaktır.
Ama siz diyorsunuz ki, ‘Toplumumuzu ilgilendiren tartışmalara katılmayın.’
Bunu yaptığımız zaman da, uyumsuz yeni Hollandalılar olarak kenara itiliyoruz. Cümlelerinizden şunu okuyoruz: ‘Biz ne söylersek yapın, şikayet etmeyin, eğer bunları yaparsanız burada işiniz yok’.
Bu yaklaşım, heterojen Hollanda toplumuna uymamaktadır.

Türkevi Derneği olarak, çeyrek yüzyıldır Hollanda toplumuna olumlu katkılar yapmaya gayret ediyoruz. Somut olarak, siz ister beğenin ister beğenmeyin Hollandalı Türkler’in Hollanda toplumuna entegrasyonuyla uğraşıyoruz. 1992 yılında Amsterdam’ın bir belediyesinde derneğimizi kurduk, şu anda uluslararası bir kuruluş haline geldik. Örnek vermek gerekirse; çeyrek yüzyılda 1300’ü aşan faalliyet ve proje gerçekleştirdik. 111 kitap yayınladık. Zaman zaman çok zor anlar yaşadık. Projelerimiz belediye ve diğer kurumlar tarafından çoğu kez reddedildi. Suçlandık, çamur attılar, hakkımızda asılsız haber yayınladılar. Ancak, hiç bir zaman pes etmedik. Faaliyetlerimize ve hedefimize odaklandık. Hollanda toplumunun gelişmesine olumlu katkıda bulunmaya çalıştık. Bunları yaparken rol modellerimiz Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre ve Ahmed Yesevi oldu. Bu isimler gezgin, Türk mutasavvuflları olup, iç dünyamızın gelişmesi ve İslam anlayışımızı etkilemişlerdir.

Çeyrek yüzyıldır toplumsal faaliyetler yapan bir kuruluş olarak, Hollanda’daki son gelişmelerden endişe duymaktayız. Sizin, ulusa seslenişiniz bizim elimizi kolumuzu bağladı. ‘Normal davran ya da çek git’ cümleniz bizi derinden üzdü. Sanki göçmen kökenli Hollandalılar bu güzel ülkeye her hangi bir katkıda bulunamaz gibi bir durum ortaya çıktı. Başbakanımızın bu söylemi bizi hayretlere düşürdü. Ulusa seslenişiniz, ümit ederiz yeni bölünmelere sebep teşkil etmez.

Rol modellerimize geri dönersek. Yukarıda adı geçen rol modellerimiz, Hollanda ve Avrupa’nın içine düştüğü krizin atlatılmasında ilham kaynağı olabilirler. Özellikle hem Müslüman hem diğer gençlere olumlu katkıda bulunabilirler.  Rol modellerimizin görüşlerini anlatan bir iki örnek vermemiz gerekirse: ‘karşındaki kişi senden daha önemlidir’, ‘bir insanın kalbini kırmak tüm insanlığın kalbini kırmaktır’, ‘Kar taneleri ne güzel anlatıyor birbirine zarar vermeden de yol almanın mümkün olduğunu’.
Birlik, karşılıklı yatırım demektir. Dil, kültür, din hatta milliyet alanında birbirini tanımaktır. Diğerinin kültürüne haklı ve objektif ilgi duymak ve yaklaşmak, kanaatimizce birlik ve hoşgörü anlayışını beraberinde getirir.  Birliği ve birleştiriciliği göstermek isteyen bir Başbakan, Hollanda’da herkesin kendini yabancı hisstemediğini hissettiren bir duruş sergilemelilir.  Kötülük edenler, Müslüman olsun veya olmasın, toplum tarafından kabul görmediklerini anlamayarak, uyum sağlarlar. Ancak, sizin sözlerinizden Hollanda’daki Müslümanlar kendilerini yabancı hissediyorlar. Bu Hollanda için zarardır.

‘Çoğulculuk başarısızlıktır’anlayışının yansıtıldığı bir yönetim vizyonu yerine, sizi, farklı kültür ve dinler çeşitliliğinin var olduğu gerçekliği yönünde düşünmeye davet ederiz.  Çoğulculuk başarısız veya şanssızlık değil, var olandır. Bu gerçekliği konuşmalarınızın çıkış noktası olarak aldığınız takdirde, toplumun ekmek ve su gibi ihtiyacı olan birlik ve hoşgörünün oluşacağını düşünmekteyiz. Homojen olmayan bir toplumda grupların karşılıklı direnmeleri, geçtiğimiz günlerde, De Balie Tartışma Merkezi’nde yaşananları, yani bazı grupların deport edilmesi tartışmalarına sebep olur. Bu tür olayların ne kadar tehlikeli olduğunu anlamak için geçmişe bakmaya gerek yok.
‘Bir daha asla!’ söylemi her şeyi anlatmaktadır.

Mektupla birlikte, Ahmet Yesevi’nin düşüncelerini içeren bir kitap gönderiyoruz.  Bir Başbakan, bir VVD lideri ve bir Hollandalı  olarak kitabı okuyacağınızı ve Yesevi’nin düşüncelerinden esinlenip, daha birleştirici konuşmalar yapacağınızı ümit ederiz.

Dost ve birleştirici selamlarımla,

Veyis Güngör
Türkevi adına

 

Veyis Güngör’ün göndermiş olduğu mektup ve kitabın kendilerine ulaştığını email ile bildiren Başbakanlık, mektuba yanıtlarının gecikmeyeceğini belirtti.  Bakanlıklar, parlamenterler ve medya üzerinde etki yapan mektubun içeriğinde yer almayan hususları Veyis Güngör’e sordum.

İşte Veyis Güngör’ün verdiği yanıt:

Hollanda’da seçim süreci başladı. Siyasi partiler programlarını açıkladılar. Adaylar netleşti. Tartışmalar başladı. Hafta başında Başbakan Rutte ulusal gazetelere tam sayfa ilan verdi. Liderler ile söyleşiler de artık medyada yer almaya başladı.

Hem Başbakan Rutte’nin gazetelere, ‘Tüm Hollandalılara,’ başlığı ile yayınlanan ulusal çağrısı, hem de diğer partilerin açıklamalarında ilk dikkari çeken, ‘kimlik tartışmaları’ oldu. Biz kimiz?
Hollandalılar kimlerdir?
Hollanda’da neler normaldir?
Adetlerimiz, uygulamalarımız nelerdir?  sorularına verilen cevaplar, tüm siyasilerin ortak mesajı olma özelliğini taşıyor. ‘Hollandalılık’, ya da ‘biz böyleyiz’ etrafında şekillenen siyasi demeçler bize ‘kimlik tartışması’nın seçimlere damagasını vuracağını gösteriyor.

Siyasi partilerin seçimlere, böylesi kimlik tartışmalarıyla, Hollandalılığı tanımlamalarıyla başlamaları, ilk etapta, ırkçı parti PVV’nin çok önlerde gitmesine neden olabilir. Hatta partilerin PVV’ye oy verecek seçmeni devşirme, tekrar kazanma çıkışları olarak da izah edilebilir. Seçim döneminde bu ve benzeri tutum ve davranışlar, mantıksal olarak aklımıza gelebilir. Bu yaklaşımda haklılık payı vardır. Irkçı partiye oy verenleri ikna etmek ve oy oranlarını yükseltmeye çalışmak, siyasi partilerin olmazsa olmazlarıdır.

Ancak, seçimlere damgasını vuracak bir kimlik tartışmasının, daha derin ve toplumsal arka planı bulunmaktadır. Zira Hollanda’nın gidişatından memnun olmayanlar, sadece siyasetçiler değildir. Bilim adamları, sosyologlar, tarihçiler de Hollanda’nın gidişatından memnun olmadıklarını açıkca belirtmekteler. Bilimsel çevrelerde yapılan kimlik krizi tartışmasından önce, Başbakan Rutte’nin ulusal çağrısı üzerinde durmak isterim.

Başbakan Rutte, toplumun gidişatından şikayet ediyor. Büyük sessiz çoğunluğun sesinden, vicdanından bahsediyor. Bu ülke için çalışanlara dikkat çekiyor. Sözkonusu huzursuzluğu hak etmediklerini söylüyor. Örnekler veriyor. Toplumda, caddede, halk otobüsünde asosyal davranışların olduğunu, sokaklara çöplerin atıldığını, tramway sürücüsüne tükürüldüğünü ifade ediyor. Doğru. Bu ülkede yaşayan bizler de, bu tür davranışları onaylamıyoruz. Kabul edilir bulmuyoruz. Ahlaki görmüyoruz. Bu sorun hepimizin sorunudur.
Ancak, ulusa çağrının bir bölümünde, ülkelerinde özgürlük olmadığı için Hollanda’ya gelen ve bizim özgürlüğümüzü istismar ederlerden bahsediyor. ‘Ya kurallarımıza uyarar ya da ülkeyi terkederler’ diyor.
Kim bunlar?
Mülteci olarak Hollanda’ya gelenler mi?
Ülkede yaşayan göçmenler mi?
Rutte, Hollanda toplumunun ne hale geldiğininden yakınıyor ve ‘nasıl bir ülke istiyoruz?’ diye soruyor. ‘Gelin birlikte çalışalarım, birbirimize yardım edelim. Daha iyi bir ülke oluşturalım’ diyor.
Biz bunlara asla hayır diyemeyiz. Bu ülkenin sorunu bizim de sorunumuzdur.

Tabii ki, Başbakan Rutte ve diğer siyasilerin bir kaç gündür açıklamaları, aslında Avrupa’da var olan ve tartışılan ‘Biz kimiz’? sorusunun Hollanda’ya yansımalarıdır. Tüm Avrupa’da ırkçı akımlarda bir yükselme gözlemleniyor. Yükselmede kimlik tanımına atıfta bulunma prim yapıyor. ‘Biz, önce Holllandalıyız, Fransızız’ diyorlar. Avrupalılık tanımı ve kimliği artık bir bunalımı getiriyor.

Sorun daha derin kanaatimce. Siyaset duayenlerinin de ifade ettiği gibi, otuz kırk yıl önce Hollanda toplumu ideoloji veya bir dini inanç etrafında kimliklerini buluyorlardı.  Birileri sosyalist, bazıları protestan veya katolik, liberal kimliklerle kendilerini ifade ediyorlardı. İşte bu bölünmüşlük, aslında toplumsal sorumluluğu da beraberinde getiriyordu. Oysa günümüzde, bu kimliklerin belirginliği, ağırlığı hissedilmiyor. Bunun için bireyler: ‘Ben neyim’ sorusu yenire ‘Ben kimim’ sorusuna cevap vermekte zorlanıyorlar. Bireysellik ufalanmış kültürler meydana getirdi. Birey ise bu kültürler içinde yerini bulmakta zorlanıyor. Kimlik problemi yaşanıyor. Bu belirsizlik, bu sorun da siyasete yansıyor.

Olaylara böyle baktığımızda, Başbakan Rutte’nin ulusa seslenişi tam bir popülizm olarak değerlendirilmelidir. Kimleri kasdettiği belli olmayan, bir çok insanın üzerine alındığı suçlama, bir Başbakan tarafından yapılmaması gerekirdi. Ama Rutte, bu davranışı ilk kez yapmıyor. Altı ay önce bir televizyon programında da ‘defolun gidin’ lafını etti. Rutte’nin bu çıkışı, 2016 yılının en talihsiz açıklaması olarak tarihe geçti.

Bize gelince. Bu ülkede yaşayan, ülkenin kalkınmamsında ebeveynlerimizin alın terlerinin yer aldığı bu ülke için mutkala sorumluluk almalıyız.

‘Nasıl bir Hollanda istiyoruz?’ sorusunu bizim de kendimize sormamız ve cevabını bulmamız gerekiyor. Biz Türkler, tarih boyunca gittiğimiz her ülkede hiç bir zaman sorumluktan kaçmadık. Tam aksine insanlığın gelişmesi, topluluğun sorunlarının çözümü için görevler üstlendik. Bu bizim, tarih içinde insanlığa hizmet anlayışımızda vardır. Tekrar hatırlamamız gerekiyor.

Bizim tarihi referanslarımız var. Örneğin Hoca Ahmed Yesevi, ki bu yıl UNESCO tarafından ‘Hoca Ahmed Yesevi Yılı’ ilan edilmiştir, bizim için Avrupa’da yaşayanlar için örnek alınacak rehberlerimizdir. Zira içinde bulundukları çağın zor şartlarına rağmen, Hoca Ahmed Yesevi ve öğrencileri, insanları hep hakikate ve birliğe çağırdılar. Başarılı oldular. Bugün, Avrupa’da bizim de içinde yaşadığımız süreç, ırkçılık, islamofobi, yabancı düşmanlığı, önyargılar ve ayırımcılığın gittikçe yaygın hale geldiği bir süreçtir. Biz de kimsenin kalbini kırmadan, incitmeden, kültür ve medeniyet kurucularımız ve taşıyıcılarımızın öğretilerini aktüelleştirmeliyiz. Kendimize ve gençlerimize güven gelmeli. Hal ve davranışlarımızla, çok ama çok çalışarak hak ve hakikati temsil etmeye ve dikkat çekmeye gayret etmeliyiz.
Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi’nin dediği gibi: “Kâfir bile olsa, hiç kimsenin kalbini kırma. Kalp kırmak, Allahü teâlâyı incitmek demektir.” Gönül yıkan değil, gönül kazanan olmalıyız. Bizim bu davranışımız, hem Başbakan Rutte hem diğer siyasi liderleri sevindirmelidir.