Etiket arşivi: Balkanlardaki

Balkanlar’daki Vatikan…

Balkanlar’daki Vatikan…
alptekin cevherliArkadaşlarla 8 günlük bir Balkan turu ardından gelen Kurban Bayramı tatili ile birlikte, yeniden bilgisayarımızın başına oturmanın karışık duygularını yaşadığım şu saatlerde, sizlerle 8 günlük Balkanlar izlenimlerimizi paylaşmak istedim…
Fatihlerin torunlarının Balkanlar’da durumunun, şu an için eskiye göre çok daha iyi olduğunu görmek içimize biraz su serpti. Özellikle TİKA’nın ecdat yadigârı eserlere sahip çıkması tek tek hepsini onarıp, yeniden işler hale getirmesi gerçekten de takdire şayan…
Diğer yandan Balkanlarda yaşayan Türklerin hâlâ pek çok sorunu olduğunu da kabul etmekte fayda var… 2017 itibarıyla hâlâ yolu, suyu, elektriği olmayan Türk köyleri var… Bulundukları ülke vatandaşı olmaları münasebetiyle elbette bu yerleşim yerlerine yatırım yapmak birinci öncelikle bulundukları ülkelerin sorumluluğu. Ancak ne yazık ki çeşitli nedenlerle veya bahanelerle Türklere, pek çok Balkan ülkesinde “Niye hâlâ burada yaşıyorlar, gitsinler Türkiye’ye!” mantığıyla yaklaşıldığı için kamu yatırım ve imkânlarından çok da yararlanamadıkları bir gerçek. Bu nedenle TİKA başta olmak üzere Türkiye’mizin kurum ve kuruluşlarının bu konuda bazı yaşamsal yatırımlar yapması bir elzem… Ya da devletimizin, bu ülkelere karşı siyasi gücünü kullanarak soydaşlarımıza, bulundukları ülkeler tarafından ‘zorunlu insanî hizmetlerin’ verilmesini sağlaması gerekli. Gelelim ülke özetlerine:
Kosova’da geçtiğimiz yıl Türk bayrağına yapılan saldırı ardından Türk Büyükelçiliği ve konsoloslukları etrafında güvenlik önlemlerinin artması olumlu. Ancak Türk askerinin sınırlarını beklediği, bağımsızlık savaşında UÇK’ya koşulsuz tek desteği vermiş bir ülkeye böyle bir saldırı olmuş olması elbette çok ciddi anlamda irdelenmesi gereken bir konu. Üstelik Türkiye’nin, bırakın diğer Batılı ülkeler gibi sömürüp ihale kapmasını, aynen Osmanlı döneminde olduğu gibi hâlâ Anadolu’dan bölgeye kaynak aktarırken Türk ve Türkçe düşmanlığı oluşması ise ilginç…
Bu anlamda kanımca Arnavut ırkçılığının biraz frenlenmesi, hatta kulağının çekilmesi gerekiyor.
Bu arada Mamuşa’daki Mehmetçiklerimizin ve yerli soydaşlarımızın ana vatana çok selâmları var…
Makedonya’da ise hükümetin değişmesi yerli Türkler tarafından çok olumlu karşılanmış. THP’nin iktidara gelmesinden görüştüğümüz bütün Türkler ümitvar. Türklerin artık yeniden kamu görevlerine getirilmeye başlanması da bu beklentinin boş olmadığını gösteriyor.
Bu arada özellikle Üsküp’te ve Mamuşa’da Cumhurbaşkanı’mız Erdoğan’a karşı müthiş bir ilgi olduğunu da söylemem gerek. Konuştuğumuz gençler ve çocuklar Türkiye’den geldiğimizi duyunca etrafımızı sarıp hemen ‘Erdoğan’ ve ‘Polat’ diye bağrışıyorlar… (Polat, Kurtlar Vadisi dizisindeki karakter)
Diğer yandan gerek Bulgaristan, gerek Makedonya ve gerekse de Kosova seçimlerinde Türkiye’ye ‘yanlış bilgi aktaranların’ ve ‘yanlış yönlendirenlerin’ de durumlarının Ankara tarafından bir daha ‘gözden geçirilmesinin zorunluluğu’ artık ortaya çıkmış durumda! Bunların sorgulanmasının zamanı geldi de geçiyor…
Gelelim Arnavutluk’a…
Ülke komünizmden ekonomik olarak belki kurtulmuş, ancak kısa sürede gözlemlediğimiz kadarıyla hâlâ “ateizm dini” revaçta. Ülke nüfusunun % 70’i Müslüman olan Arnavutluk’ta İslâm’la ilgili simge değerler neredeyse sıfır…DSC04939
Başkent Tiran’da Osmanlı’dan kalan Ethem Bey Camii ve çan kulesi mi, saat kulesi mi olduğu pek de uzaktan ayırt edilemeyen tarihi kule hariç, Osmanlı izi merkezde neredeyse hiç kalmamış. Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın Başbakanlığın yanında yaptırmakta olduğu cami tamamlandığında kent inşallah Müslüman kimliğini biraz daha ortaya koyabilecek.
Ama buna karşılık Vatikan’ın öncülüğünde bizim saydığımız kadarıyla 7 büyük kilisenin inşasının da sürdüğünü gördüğümüzü söylemekte fayda var…DSC04848
Rahibe Teresa’nın (Gonca’nın) Truva atı olarak kullanılarak Arnavut gençlerin kafasının maksatlı olarak karıştırılmaya çalışılması ve dağa, taşa, ota, böceğe adının verilerek reklâm yüzü olması ise ayrı bir dert…
İslâm kimliğinin çok daha belirgin olarak gözüktüğü Elbasan’da dahi Amerikan misyoner kilisesinin tam da Kral Camii’nin (Sultan Beyazıt) karşısında açılmış olması ise dikkat çekici.
Elbette Türkiye dışında diğer Müslüman ülkelerden de Arnavutluk’a dini konularda yatırım yapılması şart. Ama bu konuda birinci sorumluluk oraya İslâm’ı götüren biz Türklere düşüyor…
İtalya’nın doğuya (Balkanlara) yönelik etki alanı oluşturma politikasının neticesi olarak Arnavutluk’ta ciddi anlamda mesafe kat ettiğini ne yazık ki gördük. Dinî, etnik yapı ve hatta dil kökeni dahi kendilerinden çok farklı olan Arnavutluk’ta, İtalya ve diğer Batılı ülkelerin bu kadar çalışmasına karşılık, bizden olan bu insanlara Türk halkı olarak çok daha fazla sahip çıkmamız gerekiyor.
Duygulandığım bir konu var ki değinmeden geçemeyeceğim: Makedonya’daki Türkler de ellerindeki kıt imkânlarla Arnavutluk’ta bir kısım dini faaliyetlerde bulunuyorlar. İslâmî temel bilgileri Arnavut gençlere Kur’an Kursu açarak öğretiyorlar… Bunu öğrenince gözlerimizin dolduğunu da ifade etmem gerekir…

Müslüman Türk’ün Balkanlar’daki Tapusu

alptekin cevherliBu hafta sonu Kosova’da evlâd-ı fatihanı ziyarete ve onları yerinde görmeye gittik. Gittiğimizde de adetten olarak yörenin en ulu kişisini ziyaret etmemiz kaçınılmazdı. Bu amaçla da Sultan 1’inci Murat Hûdavedigâr’ın kabrini de ziyaret ettik.
 * * *
Orhan Gazi’nin vefatından sonra Sultan Murat Hûdavendigâr döneminde de Osmanlı Devleti Balkanlarda hızla büyümeye ve ilerlemeye devam eder…
Osmanlı Devleti’ni Balkanlardan uzaklaştırmak isteyen bölge devletleri de Sırp Kralı Lazar komutasında büyük bir Haçlı ordusu oluştururlar. Sultan 1’inci Murat, iki oğlu ile birlikte 20 Haziran 1389 tarihinde Kosova’da Haçlı ordusunu karşılar. Sekiz saat süren uzun bir savaşın sonunda Haçlı ordusu, kumandanları Sırp Kralı Lazar da dâhil imha edilir. Balkanlardaki Müslüman Türk hâkimiyeti bir kez daha çok net bir şekilde ilan edilmiştir…
Savaş meydanını gezen Sultan 1’inci Murat yaralılara su vermekte her iki tarafın ordusundan da askerlerin tedavisiyle bizzat ilgilenmektedir. Ancak yaralı bir Sırp askeri (Miloş Obiliç) kendisine yardım etmek için eğilen Sultan’ı sakladığı hançeri ile şehit eder. Suikasta uğradığı yerden derhal Otağ’a getirilen Sultan Murat Hûdavendigâr son nefesini burada vermiştir. Miloş Obiliç derhal idam edilir.
Sultan’ın naaşı Bursa’ya getirilmek üzere mumyalama (tahnit) işlemine tabi tutulur, iç organları Kosova Ovası’na defnedilir. Yeni Sultan, Yıldırım Beyazıt buraya babası için derhal bir türbe yaptırır. Bugün o türbe Meşhed-i Hûdavendigâr adıyla Başkent Priştine’ye yaklaşık 25 dakikalık mesafede Mazgit köyündedir.
Önemli bir ayrıntı olarak ayrıca Türk bayrağının, şehit kanları (Söylenceye göre Sultan Murat’ın kanının) üzerinde gece doğan hilâl ve yıldızın yansımasının düşmesi ile bu savaşta ortaya çıktığı iddia edilmektedir.
Bu arada Sırplar, Yugoslavya döneminde Miloş Obiliç’in adına Gazi Mestan Bey’in türbesinin hemen yanına dev bir anıt dikerler. Bu anıt aynı zamanda Sultan Murat’ın türbesinde de 2 – 3 km. kadar mesafededir.
 * * *
Kosova’da türbeye gidince, yaklaşık 170 yıldır Sultan Murat’ın kabrinin türbedarlığını yapan Buharalı Hacı Ali Bey’in ailesinden torunu Saniye Ablamızla da konuşma imkânımız oldu.
Saniye Hanım bize dedesinin rüyasında gördüğü bir işaret üzerine Buhara’daki (Özbekistan) Medrese Hocalığı görevini bırakarak o devirler henüz Osmanlı toprağı olan Kosova’ya Sultan Murat’ın türbesini korumak üzere geldiğini o gün bugündür aile fertlerinin bu türbeyi koruyup bakımını yaptığını anlattı. Düşünsenize Balkan Savaşı, 1’inci Dünya Savaşı, 2’nci Dünya Savaşı, Komünist dönem, Kosova’nın Bağımsızlık Savaşı ve daha pek çok olaya rağmen türbe, bu aile ile birlikte varlığını devam ettirebilmiş.
Sultan Murat Türbesi’ndeki Buharalı bu aile, 1854 yılında devrin Padişahı Sultan 1’inci Abdülmecit tarafından ayrıca görevlendirilmiştir. İlk türbedar böylece Buharalı Hacı Ali Bey olmuştur. Dolayısıyla da aile, kesin olarak 162 yıldır; yaklaşık olarak da 170 yıldır Sultan Murat Hüdavendigâr’ın türbedarıdır.
Saniye Abla, orada pek çok hikmetli söz söyledi bizlere, ama en önemlisi bence şuydu: “Bu türbe, Müslüman Türklerin Balkanlardaki tapusudur. Sizler gelip malınıza sahip çıkıyorsunuz!”
Biz oradayken NATO görev kuvvetinde vazifeli iki Müslüman Hırvat askeri de gelip türbede dua etti ki, bu bizleri daha da memnun etti.
Türkiye bütün varlığı ile bölgede kendini hissettiriyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, TİKA ve Yunus Emre Enstitüleri canla başla çalışıyorlar.  TİKA yüzlerce eserimizi restore edip yeniden hayat vermiş.
Diyanet İşleri Başkanlığı gönderdiği imam ve hatiplerle Katolik kilisesinin misyonerlik çalışmalarına set çekerek hem dini eğitimi sağlıyor, hem de Türkçe’nin yaşamasına vesile oluyor. Çünkü Vatikan, özellikle Arnavutları Hıristiyanlaştırmak için Rahibe Teresa üzerinden yoğun bir propaganda sürdürüyor.
Yunus Emre Enstitüsü de açtığı Türkçe kurslarıyla yeni neslin Türkçe’yi öğrenmesini kolaylaştırıyor. Ayrıca Türk şirketleri de önemli başarılara imza atmışlar.
Ancak ne yazık ki şu iki hususa da değinmeden geçemeyeceğim:
Kosova’da Türkçe ciddi bir baskı altında. Hatta dediklerine göre eskiye göre çok daha fazla baskı görüyorlar. Türkler, kendi aralarında bile Türkçe konuşmaya korkar durumdalar. Yasal olarak değil belki ama moda tabiriyle söyleyelim “mahalle baskısı” yüzünden kendi aralarında dahi Arnavutça konuşmak zorunda kalıyorlar. Meselâ dükkânda Türkçe konuşarak alışveriş ediyorsunuz, o sırada içeriye yabancı biri giriyor diyelim, o az önce bülbül gibi Türkçe konuşan esnaf, bir anda Türkçe’yi unutuveriyor ve sizinle Arnavutça konuşmaya başlıyor. Bu nedenle devletimizin Kosova hükümetini acil olarak bu konuda uyarması gerekiyor. Din kardeşliğimiz mevzuu ne yazık ki hep Arnavutların lehine çalışıyor.
İkinci husus da Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın onca çalışmasına rağmen Suudi Arabistan ve İran’ın bölgede ciddi bir mezhep taassubu hareketi gözleniyor. Kosova Hükümeti de bunun farkında ve önlem olarak da camileri namaz vakitleri dışında kapatmakta çareyi bulmuş. Ancak sanırım farkında değiller ama bu daha fazla tepki çekip, mütedeyyin insanları da uç fraksiyonlara yönlendiriyor. Laiklik yapalım derken insanları daha da katı hale getiriyorlar. Bu nedenle Kosova Hükümeti acil olarak Türkiye ile iş birliği içerisinde bu yabancı etkileri ortadan kaldırarak gerçek İslâm’ın bölgede varlığını devam ettirmesini sağlaması lazım. Yoksa sıkıntı yaşamaları uzak değil.
Şimdilik Kosova’dan bu kadar, devamı gelecek yazımızda…alptekin cevherli kosava

Balkanlardaki Türkiye

 

 

alptekincevherliSevgili okurlar, uzun bir aradan sonra yine beraberiz. Geçen hafta sonu Kosova’daydım.

Balkanlardaki bu küçük ama önemli ülke ile ilgili izlenimlerini hem turistik bir bakış açısıyla, hem de sosyal yaşam şartları açısından sizlerle kısaca paylaşacağım.

Kosova 2008 yılında Sırplarla yapılan savaş sonrası bağımsızlığını ilan etmiş. Başta ABD ve Türkiye olmak üzere 107 devlet tarafından tanınmış 10 bin km² alana sahip küçük bir ülke. AB’nin ortak parası olan Avro aynı zamanda Kosova’nın da resmi parası. Ülkenin tek uluslararası uçuşlara açık havaalanı başkent Priştine’de. Ancak ne yazık ki, Şehrin oldukça dışında olan bu havaalanından Kosova’nın başka kentlerine gitmek istediğinizde ya mecburen Priştine şehir merkezine uğrayıp oradan otobüse bineceksiniz, ya da zamanınız kıymetli ise taksi kiralayarak Prizren veya İpek gibi şehirlere taksi ile gideceksiniz.

Nüfus yaklaşık 2 milyon. Bunun tahmini olarak 250 bin kadarı Türk. Ancak iş Türkçeyi pratik olarak kullanmaya gelince hayatının tamamında Türkçe kullanan sanırım 60 bini geçmez. Diğer Türkler ise Arnavutça ve Türkçeyi ortak kullanıyor.

Genelde Türkçe, Latince ve Slavca karışımı bir dil olan Arnavutça’nın ülkede tartışılmaz bir üstünlüğü var. Kosova Devlet Televizyonunda belirli zamanlarda Türkçe yayın yapılıyor ve belediye meclisi kararlarıyla da Türkçe, pek çok kentte (Prizren, Mamuşa, Priştine, Mitroviça, Vıçıtırın, Gilan vb.) resmi dil olarak kabul edilmiş. Ancak bir dükkâna girdiniz; esnafla Türkçe konuşurken, içeriye yabancı biri girdi mi, esnaf bir anda Türkçeyi unutuveriyor ve sizin sorularınıza Arnavutça cevap vermeye başlıyor.

Diğer yandan eğer Türkçe’nin yanı sıra İngilizce veya Latin kökenli bir dili biliyorsanız, Arnavuça’yı yazılı metin halinde gördüğünüzde zaten önemli ölçüde anlayabiliyorsunuz.

Bunun haricinde ilginç bir tezattır ki, Kosova’daki Türk Tugayı’nın radyosu, sanırım ülkedeki reytingi en yüksek radyo. Herkes Türkçe şarkı dinliyor. Bu arada Kosova’yı ABD, Türkiye, İtalya ve Almanya başta olmak üzere NATO kuvvetleri koruyor. Ama şunu gururla söyleyebilirim ki, sokakta en rahat gezen asker bizimkisi. Diğerleri halka diyaloğa girmekten imtina ederken, Kosova halkı Türk askerini resmen bağrına basmış. Her yerde Türk askerine rastlayabiliyorsunuz…

Prizren ise sanki Osmanlı dönemini hâlâ yaşıyormuş izlenimini veriyor. Tarihi doku olabildiğince korunmuş. Sokakta, çarşıda Türkçe hâkim. Hatta Galatasaray spor kulübünün Prizren’de taraftar derneği ve oldukça büyük bir lokali dahi var.

Özellikle Türklerin çok yoğun olarak yaşadığı Prizren’de belirgin bir huzur ve güven ortamı var. Hatta Prizren’de kendi mahallenizde dolaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Şehrin içinden geçen Akdere (Bristriça) ayrı bir hava ve turizm potansiyeli katmış. Aynen Makedonya’da olduğu gibi Kosova’da da TİKA Müthiş bir restorasyon işine girişmiş. Hatta Makedonya’dakinden çok daha ileri bir şekilde Kosova’da nerede bir Osmanlı eseri varsa hemen tamirine başlanmış. Bu vesile ile TİKA Kosova temsilciliğini yürekten tebrik ediyorum.

Priştine ise Batı ile Doğu kültürü arasında sıkışmış garip bir şehir. Denizi olsa İstanbul’a benziyor diyeceksiniz. Bir yanda 40 katlı dev binalar, dibinde gecekondular, yağmalanmış tarihi eserler hemen yanında Batı tarzı heykeller ve kafeler…

Prizren ile kıyaslandığında ‘Ne işim var benim Priştine’de?’ dedirtiyor. Ama elbette başkent olmanın verdiği avantajıyla müthiş bir meydana ve gösterişli kamu binalarına sahip.

Gelelim sosyal yaşama…

Kosova’da Arnavut milliyetçiliği almış başını gitmiş. Meselâ Makedonya’da bir dükkâna girdiğinizde rahatlıkla Türk bayrağı ile karşılaşabilirken Kosova’da tek bir dükkânda Türk bayrağı görmedim. Türkler dahi Arnavutluk bayrağı aşmışlar. Kosova bayrağı ise sadece resmi yerlerde asılı. Hatta kamu binalarında dahi çoğu zaman Arnavutluk bayrağı ve Kosova bayrağı yan yana asılmış durumda. Kosova’nın bağımsızlığının ardındaki UÇK’ya (Kosova Kurtuluş Ordusu) ait anıt, mezar ve heykeller ülkenin dört bir yanında var. Aynen Makedonya’da olduğu gibi, hatta daha hızlı bir şekilde Kosova’daki Türkler de çok ciddi bir asimilasyon süreci yaşıyor. Eğer Türkiye çok acil ve plânlı bir şekilde müdahale etmezse bundan 20 sene sonra Balkanlar’da Türkçe konuşabilen nüfus yarı yarıya azalacak. Türkler hızla Arnavutlaştırılıyor. Bu konuda devletimizin çok acil bir eylem plânı geliştirmesi gerekiyor. Ayrıca Türkiye’deki yöre derneklerinin iç politikayla uğraşmayı ve koltuk kavgasını bırakıp asli vazifelerini yerine getirmeleri ve kültürel çalışmalar yapmaları gerekiyor.

İşin daha ilginci ise Arnavutlar aslında antropolojik olarak Türk asıllı. Milattan sonra 3’ncü yüzyıldan itibaren bölge Hun, Macar, Bulgar, Peçenek ve Oğuz Türkleri’nin hâkimiyetinde kalmış. O dönemde Roma imparatorluğu bunları Hristiyanlaştırmak için gayret göstermiş ise de pek başarılı olamamış. Ancak dil konusunda İtalyanca etkisini hissettirmiş. Bizans döneminde Hristiyanlaştırma baskısı sürmüş. Ardından Bizans’ın zayıflamaya başlamasıyla Slavlar bölgeye inmiş. Böylece Slavca da dile karışmış. Ardından Osmanlı Devleti ile birlikte yeniden Türk hâkimiyeti başlamış. Arnavutlar Müslüman olmuş ama dillerinde Türkçe, % 35 – 40 kadar kalmış. Bunda da İslâmiyet’in kuşkusuz büyük olumlu etkisi var. Bölgede Arnavut olmak kutsanırken; Türk işgalci, barbar olarak betimleniyor.

Diğer bir tezat ise bölgeye İslâmiyet’i Osmanlı Devleti getirdiği halde, bugün Türkçe konuştuğunuzda veya millî bir konu gündeme getirdiğinizde “Sonuçta hepimiz Müslümanız, ırkçılık yapmayalım”, denilip Türkçe bırakılıyor ve Arnavutça konuşulmaya başlanıyor…

Gelelim 2020 perspektifine…

Osmanlı’nın miras bıraktığı Hanefi – Maturudi İslâm anlayışı ise bugün Kosova’da yerini çok tehlikeli bir şekilde Suud tarzı Vehabiliğe bırakıyor. Bu konuda Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı ve Kosova’daki ilgili kurumlar acil tedbir almak zorunda. Tabi işin Ehl-i Sünnet kısmının manevi sorumluluğu haricinde dünya kamuoyundaki Türkiye Modeli veya Batı’nın hoşuna giden moda tabirle ‘ılımlı İslâm’ anlayışı da ciddi tehdit altında.

Ne demek istediğimi iki örnekle anlatacağım:

Priştine Fatih Camii’nde akşam namazını kıldık. Cemaatin yarıya yakınının Şafi mezhebinde olması dikkatimi çekti. Çünkü sosyolojik olarak ya Osmanlı’nın resmi mezhebi Hanefi – Maturudi olmaları gerekiyor, ya da Akıncı ve Yeniçeri Ocağı’nın bağlı olduğu Bektaşi.

Şafiliğin bu kadar yayılmış olması o an çok anlamsız geldi. İmam selâm verdi, cemaatin yarıya yakını sünneti kılmadan Arap ülkelerindeki gibi camiyi terk etti.

Hanefi olan ve hoşgörülü Osmanlı’nın mirası, önemli ölçüde çok daha katı kurallı ve genelde Araplar arasında çok daha yaygın bir hak mezhep olan Şafiliğe dönüşmüş. Şafi olmaları aslında dinen sorun değil. Sorun, bunun kimin tarafında ve ne maksatla, özellikle çalışılarak gerçekleştirildiği. Bilmem anlatabildim mi?

Kıyafetler ve saç – sakal şekilleri de hakeza öyle… Kendinizi İŞİD işgalindeki Musul’da gibi hissediyorsunuz.

Ayrıca meselâ Priştine’de vitrin mankenlerinin yüzüne ya koli bandı, ya naylon torba veya bayan çorabı geçirilmiş. Bir kısım insan vitrin mankenlerini put olarak tanımlıyor. Tabi bu işin sosyolojik boyutu. Bu değişimin 1990’dan sonra (özellikle de son 20 yılda) bu kadar hızlı ve dikkat çekici olmasının mutlaka Türkiye tarafından izlenmesi ve araştırılması gerekiyor.

Ancak son söz olarak şunu söylemek istiyorum:

Düşünün ki, bugün Avrupa’nın ortasında sayılabilecek bir yerde, halkının yaklaşık % 98’i Müslüman bir ülke var. Batı, bunu jeostratejik çıkarları gereği bir şekilde kabullenmiş durumda. Ancak burada çıkacak bir iç kargaşa veya taassup sahibi bir hareket; NATO askerlerine muhtemel bir saldırı veya NATO kuvvetleri çekilir çekilmez Rusya ve Sırbistan’ın yapacağı taarruz kesin olan bir ülke için intihar demektir. Bağımsızlığını aynen Kosova gibi kazanıp tekrar kaybeden Çeçenistan örneği bunun en somut delilidir. Vehabi mantıklı bir anlayışın Balkanlar gibi çok dinli, çok etnik yapılı ve çok kültürlü bir coğrafyada yaşam şansı yoktur. Buna sayın dış işleri yetkililerimizin ve Kosova Hükümeti’nin çok acil çözüm bulması bizce gereklidir…