Etiket arşivi: Bak

Kabine 1 yıl sonra revize ediliyor… Albayrak ve Soylu değişecek!

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk kabinesi bir yılın ardından revizyona hazırlanıyor. Cumhurbaşkanı yardımcısı sayısı artacak, bakanlık sayısı artacak, Albayrak ve Süleyman Soylu değişecek…

AKP içinde başlayan yeni parti tartışmaları ve bakanların performanslarına yönelik eleştirilerin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir yılın ardından kabinede değişiklik yapacağı belirtiliyor. İlk kez uygulanacak teamül ile Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı YİK üyeleriyle kabineyle ilgili istişare edeceği öğrenilirken, kabinede cumhurbaşkanı yardımcısı sayısının 3’e çıkacağı ve bakanlık sayısında artışın olacağı ifade ediliyor.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ilk kabine revizyonuna hazırlanıyor. Yerel seçimlerin ve tekrarlanan İstanbul seçimlerinin ardından büyükşehirler başta olmak üzere büyük kayıp yaşayan AKP’de, kabine revizyonu yüksek sesle konuşulmaya başlandı. AKP kulislerinde hareketli günler yaşanırken, kabine revizyonu noktasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çalışmalara başladığı belirtiliyor.

 

 

CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI SAYISI ARTACAK

AKP içinde kurulacak yeni parti ihtimallerinin de göz önünde bulundurarak hazırlanacak kabinenin gelecek seçimlere kadar gidilmesi hedeflenecek. İlk kez uygulanacak teamül ile kabine kurumunda Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeleriyle kabineyle ilgili istişare edeceği öğrenildi. Yeni kabinede cumhurbaşkanı yardımcısı sayısının artacağı belirtilirken, yeni kabinde Binali Yıldırım ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı konuşuluyor.

ALBAYRAK VE SOYLU DEĞİŞECEK

Kabinede ekonomi konusunda çalışmaların yapıldığı, Berat Albayrak’ın Dışişleri Bakanlığı’na kaydırılacağı belirtiliyor. Ekonomi yönetimi için ise AKP’li kurmayların yurt dışında bulunan bir ekonomist ile görüştüğü ancak şu ana kadar herhangi bir ilerlemenin kat edilmediği ifade ediliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı istişarelerde Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün İçişleri Bakanlığı’na kaydırılması konusunda önerilerin geldiği ancak kendisinin Bekir Bozdağ’a sıcak baktığı konuşuluyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ise yine kabinede olacağı ancak bakanlığının değiştirileceği ifade ediliyor. Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Cahit Turhan’ın da daha önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’a istifasını verdiği iddia ediliyor.

 

                              Milli Kuruluşlar Ulusal ve Uluslararası Reklam Verebilir!!

 

BAKANLIK SAYISI ARTACAK

Erdoğan’ın parti kurmaylarıyla yaptığı görüşmelerin ardından belediye seçimlerinde kaybedilen büyükşehirlerde bakan gösterileceğini ifade ettiği belirtiliyor. Özellikle Antalya’da eski büyükşehir belediye başkanı Menderes Türel’in Kültür ve Turizm Bakanı olacağı konuşuluyor. Öte yandan geçtiğimiz kabinede 16’ya düşürülen bakanlık sayısının da tekrar artabileceği belirtiliyor.

Milli Kuruluşlar Ulusal ve Uluslararası Reklam Verebilir!!

Siyasi ortamda, üzüm üzüme baka baka kararmasın !

24 Haziran’da yaşadığımız Cumhurbaşkanlığı ve Millet Meclisi seçimlerinde, tüm dünyaya demokrasi dersi verecek nitelikte bir çoğunlukla katılan Türkler, aynı başarıyı siyasi toleransta da gösterebildikleri gün, tam anlamıyla demokratlıklarını ispat etmiş olacaklar.

Seçimler öncesinde, sosyal medyada birbirleri ile küfürleşecek nitelikte tartışmaya giren Türkler’den başka bir şey beklenemezdi zaten.
Beklenemezdi, çünkü, kendilerine örnek olmaları gereken büyükler (!), kaş göz çıkaracak bir şekilde kavga ediyorlardı.
Büyüklerin biri, ‘Bana bak Muharrem’ diye başlıyordu, diğeri de ‘Baktım sana Recep’ diye karşılık veriyordu.
Eeee, böyle bir ortamda,  bu büyüklere gönül vermiş olan taraftarları da birbirlerine karşı aynı tarzda karşılık vereceklerdi.
Örneğin, Amsterdam’da yaşayan iki dostum, birbirleri ile, ‘Bana bak İsmail’ ve ‘Baktım sana İbrahim’ misali dalaşıyorlardı.

Bu tip dalaşmaların genele yayıldığı bir ortamda yapılan seçimlerden sonra dalaşma yine devam etti. Taaaa ki, Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan’ın, ’81 milyon kişinin cumharbaşkanı olacağım’ demesi ve en büyük rakibi Muharrem İnce’nin de, sonuca saygı duyduğunu açıklamasına kadar…
Ne mutlu ki, işte ondan sonra ortam biraz duruldu.

Hollanda medyası, Türkiye’deki seçimlerin sonuçlarını değerlendirirken, çeşitli görüşler ve iddialar orataya attı.
Hollandalı siyasetçiler de aynı minval üzerinde açıklamalar yaptılar.
Bu görüş, iddia ve açıklamalara katılanlar olduğu gibi, katılmayanlar da oldu.
Hollanda medyasının ve siyasetçilerinin görüş ve iddialarını yayınlamak yerine, yurttaşlarımıza, ‘ılımlı taraftar’ olmanın yararlarını anlatmayı daha uygun görüyorum.

Benim, siyasi görüşümü ve tarafımı bilenler bilir.
Benim, futbol taraftarlığım da bilinir.
Ama ben işimi yaparken, hiçbir zaman ne siyasette ve ne de futbol taraftarlığımda ‘taraf’ olmadım.
Ne gönül verdiğim siyasi partiye ve ne de taraftarı olduğum kulünün Hollanda’daki derneğine üye bile olmadım.
Korktuğum için değil tabii…
Bunun için bana ‘renksiz’ damgasını vuranlar oldu.
Varsın, ‘renksiz’ olayım.

Yeter ki ‘müzmin’ ve ‘fanatik’ taraftar olmayayım.
Bu nedenle, benden uzaklaşan dostlarım da oldu.

Yaşamım boyunca öyle objektif davrandım ki, kimileri benim bu objektifliğim karşısında cephe değiştirdiğimi bile sanmıştır.
Daha önce de belirttiğim gibi, bu davranışı korktuğumdan değil, medeniyetin ve demokrasinin gereğinden ötürü seçtim.

Bazen, kendi görüşümü direkt açıklamak yerine, tribünlerde olan bazılarını konuşturmuşumdur. Yani, ‘Ben demedim  ha, o dedi’ babından…
Sonuçta, hiç kimse ile ne siyasi konularda ve ne de sporda tartışmaya girmemiş oldum. Sosyal medyada tartışanlara da hiç karışmadım. Arada bir özelden, ‘Yapmayın kardeşler’ diye yazdım.

Şimdi, seçimlere yoğun bir şekilde katılarak, tüm dünyaya demokrasi dersi veren yurttaşlarıma sesleniyorum:
Hollandacada çok hoş bir kelime vardır:
‘Verzoening’ (Ferzuning), yani  uzlaşı, barış.
Bu kelimeyi, yaşadığımız sürece yaşatalım, olmaz mı?

Daha nice demokratik seçimlere…!

Darısı Türkiye’dekilerin başına…

* Hollanda’da seçimler huzur ve güven içinde geçti.
* Hollandalılar’ın kargaşa umudu suya düştü.

* Ben de oy kullanarak vatandaşlık görevimi yaptım.

* Hollanda Türkleri katılımda bu kez rekor kırdılar.
* Türkiye’deki seçmenler de fanatiklere fırsat vermemeli.

  

Başkonsolos Tolga Orkun ile.               MHP Sandık görevlileri

Sizlere Hollanda’daki seçimleri anlatmadan önce, başlıkta kullandığım  ‘darısı’ ve ‘fanatik’ kelimelerine açıklık getirmek istiyorum.

‘Darısı başına’ deyimi,.eskiden evlenenlerin başlarına atılan mısır ve tahıl tanelerinden kaynaklanan  bir sözdür.  O zaman konfeti olasaydı, ‘Konfeti başına’ diyecektik.

‘Fanatik’ deyimi ise ‘Fan’dan kaynaklanmaktadır. Birinin seveni, taraftarı anlamını taşır. Ama ‘tik’ veya ‘a tik’ ile bu deyim daha da güçlendirilmiş, sonuçta ‘aşırı taraftar’ olarak kabul görmüştür.
Bu nedenle, benim kullandığım fanatik kelimesinden başka bir anlam çıkarmayınız.

Şimdi gelelim Hollanda’da yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Millet meclisi seçimlerine…

24 Haziran’da Türkiye’de yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve Millet Meclisi seçimleri için yapılan propaganda mitinglerini yakından izlerken, oy kullanıp kullanmayacağım konusu açılmıştı. Benim kaydım Hollanda’da olduğu için oyumu Hollanda’da veya bir gümrük kapısında kullanabilirdim. Mersin’de gümrük kapısına gidip oy kullanma imkanım vardı ama ben Hollanda’ya gitmeyi tercih ettim ve hafta sonu Hollanda’ya geldim.
Dün, yurtdışında oy kullanabilmenin son günüydü. Sona kalıp dona kalmak da vardı ama, ben dün Amsterdam’daki seçim yerine gittim.
Daha önceki seçimde Uluslararası Fuarların yapıldığı RAİ’de yapılan oy atma işlemi, bu kez Türkler’e ait olan Rhone isimli büyük bir komplekste yapıldı.

  

Başkonsolos Tolga Orkun ile.               MHP Sandık görevlileri

Yakından tanıdığım bu yere giderken bu kez zorlandım. Zira, bildiğimiz yollar kapanmış, Rhone’ye giden yollar özel trafik levhaları ile  işaretlenmiş. Türkçe ve Hollandaca levhalar sayesinde, seçim bölgesi ve park alanlarına rahatça ulaşılabiliyordu.

Rhone salonlarına girildiği zaman, ilk salonda 8 sandık, ikinci salonda da 4 sandık yer alıyordu. Oy kullanmak için sandık seçimi için bakışırken, her sandıktan ‘Buyurun İlhan bey, burada oy kullanın’ şeklinde davet sesleri çıkıyordu. Sonunda, fotoğrafta gördüğünüz dostların bulunduğu sandıkta oyumu kullandım ve vatandaşlık görevimi yerine getirdim.

Salonda, sandık başlarında görev yapan partili yurttaşlarımızın kimi görev başında, kimi de mola sırasındaydı. Ülkücüler’in Hollanda lideri olan Murat Gedik’in etrafında MHP’li sandık görevlileri toplanmıştı. O anki fotoğraf karesini aşağıda bulacaksınız.

Amsterdam’daki başarılı organizasyonun mimarı olan Başkonsolos Tolga Orkun’u ‘devriye’ gezerken gördüm. Devriye’den kastım, Başkonsolosumuzun birinci günden son güne kadar salon içinde ve dışında yaptığı kontrollardan söz etmektir.
Zira, Hollandalı politikacılar ve medyacılar, Türkler’in Hollanda’da oy kullanmalarından hiç de hoşnut değillerdi. Politikacılar ve medyacılar, hükümetin , Türkler’in oy kullanmasına yasak getirmesi için çeşitli senaryolar yazıyorlardı. ‘Türkler birbirlerine girecekler’ ve  ‘Birbirlerine siyasi düşmanlık besleyen Türkler kargaşa çıkaracaklar’  gibi iddialarla ortalığı karıştırmaya çalışanların umutları suya düşmüştü.
Başkonsolosa, ‘Durum nedir’ diye sorduğum zaman aldığım cevap şu oldu: ‘Oy verme işlemi başladığı günden son güne kadar ortalıkta huzur ve güven hakimdi. Oy kullanmaya gelen yurttaşlarımızın kime oy verdiği veya vereceği söz konusu bile olmadı. Siyasi partiler adına görev yapan yurttaşlarımız da ahenk içinde çalıştırlar. Her sabah karşılaştıkları zaman birbirlerine sarılıyorlar ve hal hatır sorarak işe başlıyorlardı. Benim ile de sarmaş dolaş oluyordu bu yurttaşlarımız.’.
Başkonsolos bunları anlatırken yanımızda bizi dinleyen, adını özellikle belirtmeyeceğim bir genç söze karıştı ve, ‘Başkonsolosumuz çok haklı. Ben bu sandıkta HDP’yi temsil ediyorum. Ben de diğer yurttaşlarım ile sarmaş dolaş oluyordum’ diyerek Başkonsolosun anlattıklarını perçinledi.

Rekor katılım

Türkler, üçüncü defadır oy kullandıkları Hollanda’da, bu kez katılım rekoru kırdılar. Daha önce Amsterdam’da 42 bin oy kullanmış olan Türkler, bu kez 47 bin oy kullandılar. Türkler, Hollanda genelinde 110 bin oy kullanarak bir rekora imza attılar.

Türkiye’deki seçmenlerin de katılım rekoru kırmaları gerektiğini belirten Hollanda Türkleri şöyle konuştular: ‘Oy vermek demokrasinin gereği olduğu gibi, vatan borcudur. Bana ne diyenler yanlış yaparlar. Yurtdışında oy kullanamadığımız yıllarda, oy kullandırmak için uçaklarla, otobüslerle Türkiye sınırına götürülen yurttaşlarımızı unutmadık. Oy atmak sadece fanatiklere bırakılmamalı. Amaaan sende diyerek oy atmazsak, milli irade sağlıklı olmaz.’

Hollanda’daki seçimlerde olduğu gibi, yurtdışındaki tüm ülkelerde seçimlerin huzur ve güven içinde yapıldığı ve de katılım rekorları kırıldığı haberleri geliyor.

NATO’YA PAPATYA FALI MUAMELESİ

NATO’YA  PAPATYA  FALI  MUAMELESİ

 

süleyman pekin15 Temmuz sürecinde şoklananlar için “Her aşkta hüsran oldu gönül, Bilmem bu kaçıncı / Halime bak dertli çal; Kemancı, başımın tacı” şarkısı çalıyordu. “Soranlara, sormayanlara” hep dediğimiz üzre Türkiye NATO’ya girdiyse NATO da Türkiye’ye kurum kurum girdi. Sonuç; 65 yıllık bir acı..

Ne var ki bu tip derin askerî paktlara girmek – teşbihte hata olmasın – Mafyaya girmek gibidir; giriş serbest, çıkış izli mermi. Dolayısıyla göç yolda düzülmez zira bu ticaret kervanı değil, dış politika. Bu işler el yordamıyla olmaz; yüzlerce-binlerce aklın ortak gayreti ve birikimiyle olur.

Ne Özal’ın KEİB’ine adam gibi işlerlik kazandırmayı düşündünüz ne Erbakan’ın D-8’ine cansuyu verdiniz. Ne Atatürk’ün orijinal Balkan – Sadabad Paktı çabalarına ne de o özgünlük yolundaki yerli ve millî çalışmalara (Örn. Afrasya) göz attınız. BOP ve Medeniyetler İttifakı eşbaşkanlığı gibi hep NATO-cul organizasyonlara omuz verdiniz.

İmdi, bir-iki senedir doğru yolu bulmuş gibisiniz ve fakat ülkemiz de Nasrettin Hoca’nın Türbesine dönmüş gibi; giriş kapısı zincirle kilitli ama yedi tarafı açık. Hele hele Acemistan’lı Zarrap üzerine “Al papazı, ve kızı” yada “Oğlan bizim, kız sizin” sadedine nota döktüren Dışişleri’miz tecdit-i iman eylese yeri var.

Hiçbir zaman iyi bir takım taraftarı olamadım; itiraf ediyorum. Hep küçük parçalardan bütünün resmini görmeye ve şüphematik sorgulama eksenli analizlerle gelecek yılların hava tahminlerini vatandaşın alması gereken tedbirlerle beraber yazıp çizmeye / konuşup anlatmaya cehdettik.

Gene diyesim geldi: NATO’nun yaptığı yanlışa gösterilen tepki orantısız güç kullanımı tonunda. Sanki yeni bir aşamaya geçişin bahanesi gibi. Ve sanki Atatürk ile Erdoğan kombini üzerinden başka bir şeylerin hazırlığı var. Eğer Avrasyacılık seçeneğine de demir atıldıysa Siyasal İslamcılar bilsin ki yedek gemiyi bırak, filika bile tasarlamadan yapılacak hamleler ancak denize düşen ve sarılacak yılan arayan adam filmine geri götürür bizi.

Dahası Ulusalcı taban, ‘NATO bahane İtirafçı Rıza şahane’ replikli Amerikan karşıtlığında yerini muhtemelen eylemsel olarak alacaktır. Amma velâkin İslamcı mı dersiniz, mütedeyyin mi dersiniz yoksa en geniş anlamıyla muhafazakâr mı dersiniz; onların Amerika gibi Süper Güçlerle dövüşme vaziyeti alacaklarını asla beklemeyin, o moddakilere oy bilem vermezler. İsterseniz son bir asrı on, on inceleyin.

Ha, bizim milliyetçi cenaha Sefer Görev Emri de yeter; isterse Yel değirmenlerine olsun farketmez. Bizim için can vermek para vermekten kolaydır. Bu saatten sonra Atatürk diyebildiniz diye de Atatürkçü kanadın sizin peşinizden gideceği olsa olsa “Öküzüm torbadan düştü, gördün mü?” tiridine banmaktan başka bir anlam ifade etmez. Öyleyse Enverist maceralara tevessül etmeyin.

NATO’nun alternatifini oluşturmadan, GladioStay BehindSwordGehlenSchwetGalSdraSheepskin gibi derûni örgütlenmeleri çözmeden, TÜRKİYE hem tam üye olduğu hem de veto hakkı olduğu bir kurumdan Ortadoğu bataklığında Suud’u İran’ın üzerine saldırtmalarının an meselesi olduğu bir konjonktürü hesaplamadan ayrılma adımı atarsa masat elimizde kalır; benden söylemesi.

Zen Türkler “Bu ABD ile savaşırız, ‘yokum’ diyen şimdiden gitsin” dese de onlar değil biz savaşırız; ihale bizde. Ama önce akılla savaşalım; akılsızlığımız mezarlıklar doldurur.

ZARFA DEĞİL, MAZRUFA BAK SEN

alptekin cevherliAdamın biri Şam’dan ipek, süs eşyaları ve çeşitli mücevherleri satın almış. Bağdat’a götürüp satacakmış. Fakat aldığı mallar o kadar değerli ve kıymetliymiş ki, yükte hafif, pahada ağır olan bu eşyaları, devenin sırtındaki küfenin ancak birini doldurabiliyormuş.
Bu şekilde yola çıksa bakmış küfe, devenin sırtında durmayacak devrilecek. Ne yapayım diye düşünmüş düşünmüş; sonunda bir çare bulmuş. Öbür küfeyi de çöl kumuyla doldurup devesinin sırtına yüklemiş ve Bağdat’a doğru yola koyulmuş.
Çölde kızgın kumlar üzerinde önde kendisi arkasında devesi ile ilerliyormuş.
Epey bir yol gittikten sonra bir de bakmış ki kendisi de devesi de epey yorulmuş. Devenin sırtına oturmayı düşünmüş. Bakmış hayvan kan ter içerisinde kalmış, acımış. Bir vahada dinlenmeye karar vermiş. Bulduğu bir vahada hayvanı çökertip tam yükleri indirmeye çalışırken bir ses işitmiş:
–        Selâmünaleyküm kervancı. Yardıma ihtiyaç var mı?
Sesin geldiği yöne doğru bakmış, hırpani giyimli, derviş kılıklı bir adam uzaktan kendisine bakıyor.
–        Ve aleykümselâm. Valla Hızır gibi yetiştin. Şu küfeyi çözmeme yardım etsen çok iyi olur.
Küfeleri el birliği ile çözmüşler, deve rahatlamış. Suyun başında oturmuşlar, başlamışlar muhabbete…
–        Nereden gelir nereye gidersin kervancı?
–        Şam’dan ipektir, mücevherdir bir şeyler aldım, Bağdat’a onları satmaya giderim. Ya sen?
–        Ben mi? Nasip nereye ise oraya!
–        İki küfe dolusu mücevher, ipek maşallah bayağı zenginsin.
–        Yok. Aslında tam öyle değil. Küfelerin biri kum dolu.
–        Kum mu? Şam’dan Bağdat’a kum mu götürüyorsun? (Eliyle çöldeki kum tepelerini göstermiş) Burada her yer kum dolu…
–        Orası öyle de, küfeleri başka türlü dengeleyemedim. Aldığım mallar ancak bir küfeyi doldurdu. Tek küfe ise devenin sırtında durmuyor. Dengeyi bozuyor. Mecbur kaldım öbür küfeyi kum doldurup, devenin sırtındaki yükü eşitledim.
–        (Derviş hafiften gülümsemiş.) Onun kolayı var. Yazık hayvana. Hem deveyi yoruyorsun, hem kendin yoruluyorsun.
–        Eeee ne yapacağım?
–        Şimdi kumu hemen boşaltacağız. Malların bulunduğu küfenin yarısını boşalttığımız küfeye dolduracağız. Böylece ikisi de eşitlenecek. Hem deven daha az yük taşıyacak, hem sen yorulmayacaksın, hem de daha hızlı gideceksin.
Kervancı bakmış adamın dediği doğru. Hayvancağıza boşu boşuna yük taşıttım diye de üzülmüş. Hemen kum dolu küfeyi boşaltmış ve malları ikiye bölmüş. Tam yola koyulurlarken dervişe dönmüş hayranlıkla:
–        Sen bu zekâ ile eminim ki çok önemli bir medresenin müderrisisindir.
–        Yok, değilim. Hiç medreseye gitmedim.
–        O zaman tebdili kıyafet yapan bir vezir veya sultansın?
–        Yok efendim, estağfurullah.
–        O zaman kervanı haramiler tarafından soyulmuş, ellerinden canını zor kurtarmış bir tüccarsın. Bütün malını, mülkünü kaybettin; onun için böyle çöllerde perişan vaziyettesin?
–        Yok. Benim parayla, pulla hiç işim olmaz.
–        Eee?
–        Ben gördüğün gibi bir garip dervişim. Bulursam yerim şükrederim, bulamazsam Allah’a yine şükrederim. Gönlüm nereye derse, oraya giderim.
Bizim tüccar şaşırmış.
–        Yani bu zekâ ve bilgiyle dikili bir ağacın bile yok mu?
–        Yoktur.
–        O zaman var defol git yanımdan. Kendine hayrı dokunmamış adam. Bana ne hayrın dokunacak! (Demiş ve devesini durdurup. Malları tekrar tek küfeye doldurmuş ve boşalttığı küfeye de tekrar kum doldurmaya başlamış.)
Derviş tebessüm etmiş…
 * * *
Bizler de yanı başımızda, belki kendine faydası dokunmayan; ya da kendi için aslında hiçbir şey istemeyen dostlarımızın kıyafetine, makamına, konumuna bakıp hor görüyoruz.
Onlardan gelen sözleri, faydaları egomuza kapılıp görmüyoruz, kulak tıkıyoruz, hatta bazen müstehzi ifadelerle kınıyoruz ya; son gülen iyi güler sözünü bilfiil yaşamaya kendimizi hazırlıyoruz, farkında değiliz…