Etiket arşivi: Baba

Tasavvuf bir ilim-irfan mektebidir

• Tasavvuf bir ilim-irfan mektebidir

Esrar odasının ilâhî sırlarına mazhar olabilmek ve hakikatı anlamak için kurulmuş bir mektep. Bu tahsil sayesinde bütün ilimlerin özüne inilir. Asıl mânâ süzülmektir. Tereyağının süzüldüğü gibi süzülmek, haddelerden geçmek. Koca bir adam olarak girdim, zerre hakir olduğumu bildim. Tasavvuftan gaye budur. Bu hâle gelebilmek için tasavvuf elzemdir. Her müslüman için zaruri bir yoldur.

Lüzumu ise Âyet-i kerime’lerle ispat edilmiştir. Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:

“Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik.” buyuruyor. (Mâide: 48)

Fahrüddin-i Râzi Hazretleri ve diğer bazı müfessirler bu Âyet-i kerime’ye “Ey kullarım! Sizin her birinize iki şeyi vâcip ettim. Evvelâ şeriat, sonra da tarikat.” mânâsını vermişlerdir. Çünkü “Minhac” lügat itibariyle “Münevver bir yol” demektir.

Ve buna benzer bir çok Âyet-i kerime’ler vardır.

Allah-u Teâlâ:

“Benim zikrim için namaz kıl!” (Tâhâ: 14)

Âyet-i kerime’si ile namazı emretmiş olduğu gibi;

“Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin!” (Ahzab: 41)

Âyet-i kerime’sinde kendisini zikretmeyi emretmiştir. Namaz da ilâhi bir emirdir, zikrullah da ilâhî bir emirdir.

İnsanların mizaçları yaratılış itibarı ile değişik olduğundan, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz zikrullah emrini alınca; Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- Efendimiz’e kalbi zikir yapmayı, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz’e de cehrî zikir yapmayı ve insanlara öğretmelerini emir buyurmuştur.

Ve bu yol o günden bu güne, Piran-ı izam Hazeratının el ve gönüllerinde zamanımıza kadar teselsülen gelmiştir. Bu silsile-i celile, tevatür ile sabit olmuştur. Her devirde büyük bir cemaat tarafından doğruluğu tasdik edilmiştir.

İmam-ı Rabbâni -kuddise sırruh- Hazretleri:

“Tevatür ile dinde sabit olanı inkâr etmek küfürdür.” buyurdular.

Bir Âyet-i kerime’de de:

“Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerinde yatarken de Allah’ı zikredin.” buyuruluyor. (Nisa: 103)

Bu emre uyan ve gereğini icrâ edenler Hakk’ın sevgisini kazanırlar.

Zahirde kalanlar Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerdeki zikri, yalnız namaz olarak kabul ediyorlar. Bilmediklerinden hakikatlara gözü yumuk bakarlar. Halbuki bâtına intikâl edip, iç âlemine döndükleri zaman bunun hakikatını göreceklerdir.

Allah-u Teâlâ:

“Allah’ı unuttuklarından dolayı Allah’ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar fâsıkların tâ kendileridir.” (Haşr: 19)

Âyet-i celile’si icabınca zikir ve fikirden gafil olan müminleri “Fâsık” kelimesi ile tabir buyuruyor.

Allah-u Teâlâ’nın bir kulunu sevmesi, muhakkak ki o kulun zikrullah’ı sevmesi ve onunla iştigal etmesi ile kaimdir.

Yani zâhirimizi süslemek için Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-in şeriatına, bâtınımızı ziynetlendirmek, iç dünyamızı nurlandırmak için de tarikatına ittiba eylemelidir. Şeriatla dış nizam, tarikatla da iç nizam tesis edilir.

İç âleme intikal ancak farz ve nafilelerle kazanılır. Çünkü farzların edası ile mükellef olan beden olduğu gibi, nafilelerle memur olan da ruhaniyettir.

Bir insan söz ve davranışlarına şer-i şerif çerçevesinde yön vermezse onun tarikattan feyz alamayacağı açık bir gerçektir. Doktorun verdiği ilaçları kullanıp, perhize riayet etmeyen bir hasta gibi olur.

Şurası çok iyi bilinmelidir ki, tarikatların hepsine Allah-u Teâlâ’nın emr-i şerifi ile sülûk edilmiştir. Bütün tarikatların hangisi olursa olsun hepsinin de esası ve değeri şeriat-ı mutahhara’dır. İslâm’a muhalif olan bir tarikat, zaten tarikat da değildir.

Tasavvuf sadece kâl değil, bir hâl ilmidir, bir tatbikattır. Yaşanılmadıkça tadılmadıkça, hissedilmedikçe nazari bilgilerle anlaşılmaz ve anlatılmaz.

Tarikat-ı aliye’ye dehalet etmekten maksat, şeriatte inanılması gereken şeylere karşı yakin hasıl olmasıdır. Hakiki iman da budur.

Mesela Allah’ın varlığını önce işiterek inanan insan; bularak, anlayarak inanmaya başlar, imanı kemâle erer.

Diğer taraftan ibadetleri yapabilmek için nefs-i emmâreden ileri gelen güçlükler ortadan kalkar, ibadetler kolaylıkla ve seve seve yapılır.

İlim ve hakikat aleminde imanın kemalleşmesine büyük bir âmil, zühd ve takva ile başlayıp olgun dimağlarda bir felsefe olan tasavvufun; bir takım müfsid telakkiler altında zan, nam ve menfaatler sebebiyle safiyeti ve aslı kaybettirilmeye çalışıldı.

Bazı cahilleri marifet ehli zannıyla aldatan, taassub ehli bir kaç sahte mürşidin tasavvuf iddiasında bulunmaları, fikirlerde kararsızlık husule getirmiştir.

Tarikat-ı münevvere Cenab-ı Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin söz ve davranışlarından ibarettir. Kaynağı Kur’an-ı kerim ve Hadis-i şerif’lerdir. Zamanımıza kadar büyük bir saffet ve samimiyet içinde gelmiş, asliyetinden hiç bir şey kaybetmemiştir. Asırlar boyunca İslâm ahlâkının vücud bulmasında, fitne ve fesadın bertaraf edilmesinde, gerçek kardeşliğin tesisinde, birlik ve beraberliğin sağlanmasında, beşeriyetin ruh hastalıklarının tedavisinde, imanın kemalleşmesinde yine de en büyük âmil o olmuştur. O sır bereketi ile ahkâm-ı ilâhi kıyamete kadar baki kalacaktır.

Her zamanda olduğu gibi bugün de tasavvuf aynen mevcuttur. Bilhassa Tarikat-ı Nakşibendiye’de kıyamete kadar Pîr eksik olmayacaktır. O has oda; odadan odaya, halkadan halkaya geçmiş ve hiç bozulmamıştır.

“Ebu Bekir’in kapısından başka, mescide açılan bütün kapıları kapatınız.” (Buharî)

Hadis-i şerif’ine Şeyh Es’ad Efendi -kuddise sırruh- Hazretlerimiz:

“Allah’ım! Bütün tarikatların pîri kesildiği zaman Ebu Bekir’in yolunu kıyamete kadar baki kıl” mânâsını vermişlerdir.

Allah-u Teâlâ zâhirî ilimlerin öğrenilmesi için yeryüzünden âlimleri eksik etmediği gibi, bâtınî ilimleri öğretmek için tarikat ehlini de eksik etmemiştir.

Hüccet-ül İslâm olduğu halde İmâm-ı Gazâlî -kuddise sırruh- Hazretleri tasavvufa yönelmiş seyr-ü sülûk yolundaki zevki taddıktan sonra durumunu şu şekilde dile getirmiştir:

“…Sonra kendi durumuma baktım. Bir de ne göreyim! Dünyevî alâkalar içine dalmış batmışım. Bu alâkalar beni her taraftan sarmışlar. Yaptığım işlerimi gözden geçirdim. Onların en güzeli tedris ve tâlim idi. Fakat bu sahada da ehemmiyetsiz, âhiret yoluna faydası olmayan ilimlerle meşgul olduğumu anladım. Tedris hakkındaki niyetimi yokladım. Onun da Allah rızası için değil, mevki ve şöhret kazanmak gayesi ile olduğuna kanaat getirdim. Bu hâlimle uçurumun kenarında bulunduğuma, eğer durumumu düzeltmek için harekete geçmezsem ateşe yuvarlanacağıma kanaat getirdim.”

“Yakinen anladım ki, sûfiler hakikaten Allah yolunu bulan kimselerdir. Onların gidişleri, gidişlerin en güzelidir. Gittikleri yol, yolların en doğrusu, ahlâkları ahlâkların en temizidir.

Dünyadaki bütün akıllı insanların akılları, hikmet sahiplerinin hikmetleri, şeriatın bütün teferruatını bilen zâhir ulemâsının ilimleri, onların gidişat ve ahlâkından bir şey değiştirmek ve yerine daha iyisini koymak üzere bir araya gelseler, buna muvaffak olamazlar.

Onların zâhir ve bâtınlarındaki hareket ve duyguların hepsi, Nübüvvet kandilinin nûrundan alınmıştır. Yeryüzünde ise nübüvvet nurundan başka hidâyet rehberi, nûr kaynağı yoktur.” (El-munkizu min’ed-dalâl)

 

• Tarikat-ı âliye bir ordudur.

Muazzam bir teşkilatı vardır. Evvela nefisle mücadele, icabettiği zaman dalâlet ehli ile mücadele, maddi yardım yaparak mücadele… Fakat size ifşâ edeyim ki, en büyüğü kalemle mücadeledir. Buna cihad-ı ekber denir.

Nefisle mücadele çok mühimdir. Çünkü nefis ıslah edilmedikçe yapılan cihad yersizdir. Bu hususta demişizdir ki: “Ey zahid! Fethetmek için seni kuşanmış görüyorum. Fakat sen fethedildiğini bilmiyorsun. Evvela kendi içine dön, içindeki düşmanı öğren, evini ve odalarını işgaliyetten kurtar.”

Onun için insan evvela nefsini fethedecek, fetihten sonra yapacağı işleri rızâ yoluyla yapacak. Yoksa içindeki putla fetholunmaz. Evvelâ iç putunu kır, ondan sonra fethe çık.

Bir düşmanla çarpışırsın, beş kişiyle on kişiyle; fakat kalemle milyonlarla çarpışırsın. Onun için kalemle mücadeleye cihad-ı ekber demişizdir.

Bunu söylemekle sizi de bu cihada teşvik ediyorum. Ve bunu Allah namına yaptığın zaman, hiç şüphesiz ki O sana yardım eder, desteğin O olur, muhafazakarın O olur. Bütün kâinatı karşına alsan, murad ederse kılına halel gelmez.

Binaenaleyh böyle bir orduya giren insanın yapacağı işleri çok iyi bilmesi lâzım. Nefsiyle, bedeniyle, malıyla, kalemi ile cihad etmesi şarttır.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde:

“Cihad etmek üzerinize farz kılınmıştır.” buyuruyorlar. (Ebu Dâvud)

Bu yol öyle nizamlı, disiplinli bir ordudur ki, mânevî kumandanlar tarafından idare edilir. Başkumandanı da Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin vekâletini taşır.

Bu yolun önderlerine Hazret-i Allah öyle bir ikram ve ihsanda bulunmuştur ki, gayeleri ulaşmak değil ulaştırmaktır. Mânevî kumandan ordusunun selâmetini düşünür, kendi selâmetini değil.

• Tarikat-ı âliye bir hastanedir.

Öyle bir hastanedir ki, sertabibi bizzat Seyyid-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizdir. Vekili olan mürşid-i kâmiller de, o hastanenin doktorudurlar.

Bedenî hastalıkların teşhis ve tedavisi için hâzık bir tabibe müracaatı emir buyurmuş olan Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, mânevi hastalıklardan kurtulmak için de mânevi bir tabibe başvurmayı emir buyurmuştur.

Mühim olan bu mânevi hastalıklardır.

“Onların kalplerinde hastalık vardır.” (Bakara: 10)

Âyet-i kerime’si ile işaret buyurulan korkunç hastalıklar, tedâvi edilmezse hayat-ı ebediyeyi öldürdüğü için çok tehlikelidirler.

Hasta olan bir insan, güzel yemeklerin lezzetini anlayamaz. Ağız tadının geri gelmesi hastalığının tedavi edilmesine bağlıdır. Bunun gibi nefs-i emmâre’ye mağlup olan bir kimsenin kalbi hastadır, ibadet ve taatlerden lezzet alamaz.

Kin, kibir, gadap, şehvet, hased, riyâ, tamah, ucb… gibi kötü sıfatlar kalp hastalıklarıdır.

Güzel bir kâlple geldik. Kalbin o güzelliğini korumak için bu ahlâk-ı zemimelerden, hayvâni sıfatlardan sıyrılmak gerek.

Şifa bulmak için:

“Zikrullah kalplerin şifâsıdır.” (Münâvi)

Hadis-i şerif’i mucibince, Hazret-i Allah’ı çok zikretmemiz icap ediyor.

Zikrullah ile kalp, ruh, sır, hafa, ahfa odaları nefsin işgalinden kurtulur. En son nefs-i kül odası da kurtarılırsa, hakimiyet ruhun eline geçer, letaif ampülleri yanar, kişi bütün kötülüklerden nedamet eder, bir daha yapmadığı gibi düşünmekten de sıyrılır.

Artık o kişi ahlâk-ı zemimeden arınmış, hayvânî sıfatlardan kurtulmuş olur. Kemal yollarını bulur. Bütün âzâları ahkâm mucibince hareket etmeye başlar.

Bir de şu var ki, Allah-u Teâlâ’nın ezelden aldığı kimselerin ameliyata da ihtiyacı vardır. Bu ameliyatı da ancak Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin vekili olan Mürşid-i kâmiller yapabilirler. Operatörlüğe tayin edilen o doktor; ezelî nasibi olanlara nasibini vermek için, masiva köklerini kazımak için, şeytanı çıkarmak için, sadrın genişletilmesi için, marifet fidanlarının ekilmesi için… şart olan bu ameliyatı yapar.

• Tarikat-ı âliye bir pazardır.

Öyle bir pazardır ki, gerçekten bu sahaya adımını atan bir kimse canını ve malını ortaya koyacak ki, Hazret-i Allah ile alış-verişe girişebilsin. Hâlik ile alış-veriş yapabilme şerefine nail olmak ne büyük bir saadettir!

Allah-u Teâlâ Hazretlerinin şöyle bir fermanı var:

“Hiç şüphesiz Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Allah cennet kendilerinin olma karşılığında satın almıştır.” (Tevbe: 111)

Bu pazara giren kişi “Allah’ım! Ben bu alış-verişi kabul ettim, bunu benden kabul buyur ve bana kolaylaştır.” diye Hazret-i Allah’a sığınması, sahaya girince de bir daha dönüş yapmaması lâzımdır. Madem ki Hazret-i Allah ile ahdlaştın, alış-verişi kabul ettin, artık işin biter.

Diğer Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Elem verici, can yakıcı bir azaptan sizi kurtaracak bir ticaret yolunu göstereyim mi size?” (Saf: 10)

Bu soru teşvik için sorulmuştur. Bundan sonra Allah-u Teâlâ şöyle buyurarak bu ticareti açıklamıştır:

“Allah’a ve Resulü’ne imanda sebat eder, Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok daha hayırlıdır.” (Saf: 11)

Ticaret; kişinin kazanç arzusu ile malını, emeğini, her türlü kabiliyetini ortaya koyarak kâr elde etmesidir. Bu bakımdan iman ve Allah yolunda cihad etmek, ticarete benzetilmiştir. İnanan, malı ve canı ile cihad eden kimse; elem verici azaptan kurtulmak için, Allah katındaki büyük mükafatı elde etmek için, sözde kalmamış, yapacağını yapmıştır. Maddi kazancını Allah yolunda sarfettiği için manevi kazanca dönüştürmüştür. Bu ticaretin asıl kârı ahirette görülecektir:

“İşte bu takdirde Allah günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki hoş ve güzel meskenlere yerleştirir.

İşte bu pek büyük bir kurtuluştur.” (Saf: 12)

Bu ticaret, dünya ticareti ile kıyas bile edilemez.

Tasavvuf ehli ise üç kısma ayrılır:

1. Mükemmel

2. Kemâl

3. Mukallid

Mükemmel üç kısma ayrılır:

1. Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in sehm-i nübüvvetine vâris olanlar.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk’a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler.” (A’raf: 181)

İrşad memurlarından murad, kibâr-ı evliyâullahtan olan mürşid-i kâmillerdir.

2. Sehm-i velâyetine vâris olanlar.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Eğer bilmiyorsanız dini müşküllerinizi ehl–i zikirden sual ediniz.” (Nahl: 43)

Ehl-i zikirden murad evliyâullah hazeratıdır.

3. Sehm-i nübüvvet ve sehm-i velâyetinden nasip alanlar.

Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

“Allah’tan korkar, takvâ sahibi olursanız mualliminiz Allah olur.” (Bakara: 282)

Burada size üç Âyet-i kerime arzedilmiş oluyor. Hazret-i Allah buyuruyor ve duyuruyor ki, bu işin ehli bunlardır.

Mürşid-i hakiki Hazret-i Allah’tır. Mürşid-i kâmil bir korkuluğa benzer, kargalar taneleri toplamasın diye… Mürşid-i kâmil aynı zamanda bir berzahtır, hakikat ile dalâlet karışmasın diye…

Kemâl olan mürşid gayrıya tecavüz etmez, hududunu muhafaza eder, yol tarif eder, fakat mürid götürmeye sahib-i salâhiyet değildir. Allah-u Teâlâ’nın izniyle alıp götürmeye sahib-i salâhiyet olanları az önce üç Âyet-i kerime ile size arzettik.

Mukallid olanlara gelince, bugün sahayı işte bunlar istilâ etmiştir. Zan ile hareket ederler, hiç bir iş ve hareketleri ahkâm-ı ilâhîye uymaz.

Bir temsil getirelim. Bal arısı bal yapar, eşek arısı da vızıldar. Karşıdan gören onları bir gibi zanneder. Ehl-i hakikat bunları ayırt eder.

Bunun içindir ki tarikat bir tatbikattır, nazarî bilgilerle anlaşılmaz. Tadılmadıkça, yaşamadıkça lezzeti bilinmez.

Hz Abdurrahim Reyhan (ERZİNCANİ)

MÜSLÜM  GÜRSES  ÖLDÜ,  MÜSLÜMCÜLÜK  YAŞIYOR

MÜSLÜM  GÜRSES  ÖLDÜ,  MÜSLÜMCÜLÜK  YAŞIYOR

(Yoğun istek üzerine..)

 

Ben bir Müslümcü’yüm. Ve Müslümcülük isyankârlıktır. Devrana, dertlere, sevgilere, ezilmişliğe, belirsizliğe, dünyalık hırslara ve yaşamaya, hayata isyan. İsyan bir problemin çığlık olup haykırılmış halidir. Kaportacı çıraklarının, overlokçu kızların, kahvelerde iş sırası bekleyenlerin ve hayattan artık hiçbir şey beklemeyenlerin, ölümle kol kola gidenlerin müziğidir.

Sessiz büyüyen bir devrimdi MüslümcülükVe bunun en az farkında olan kişisiydi Müslüm Gürses. ‘Arı balı yapar fakat izah edemez’ misali ne yorum gücünün ne de müziğinin kitleler üzerindeki sağaltıcı gücünün farkındaydı o. Her topluluk – bilhassa ezilmişler – ritmini arar yükselmek için. Bazen ritim de yaşanan hayat gibi ağır ve sislidir.

Müslüm Gürses müziğinin mistik bir yanı vardır. Seans nöbetleri vaziyetinde dinlenir. Her terapi sonrasında güçsüzlüğün anormal gücü ruhlara nüfuz eder. Müslümcülük tarikatı derken mecaz yapılmıyor desek yeri var. Dini teşekküller içindeki Müslüm yasağı da belki bundandır. Mefhum-u muhalifinden ötürü.. Dahası bu mistik / müzikal yapının ve sosyal dokunun dini ritüelleri vardır. Cehri zikircilere benzetebileceğimiz ‘Jilet Çekme’ töreni dıştan bakıldığında kanlı, acı verici bir sahnedir. Oysa temel manada bir cezbe, bir kendinden geçiş ve dünyadan sıyrılış halidir.

Jilet atarak kendine acı çektirebilmek aslında tersinden bir meydan okumadır. Feleğin sillesi hikâye, benim kendime verdiğim zarardan daha büyük bir zarar veremezsiniz. Sen de kim oluyorsun? Kendi vücudumda tasarruf hakkına sahibim. Tam bağımsızım. Dahası düşmanın her türlü meşakkatine karşı ve açıktan gıda – güvenlik – gelecek endişesi yaşayan bir insan için psikopatlık veya psikopat adaylığı bir korunma şemsiyesidir. Hatta Milletvekili dokunulmazlığıdır. Müslümcünün toplum dışılık noktasından toplumsal kabule sokulduğu yerdir.

70’li yılların ideolojik, 80’li yılların hayat kavgalarını hissederek en çok yaşayan ve sömürülen kesim bu müzikle var oldu ve varlığını hissettirdi. İsyanın, eylemin, sloganın yasaklandığı; şarkının, türkünün, yumruğun yönünün bile sembolleştiği bir hengâmede hesapları bozdu; sıra dışı ve hesap dışı bir yönelim adresi oldu. Ve sonra geldi çattı değişim. 90’lı yılların Serbest Piyasa Ekonomisi ve 2000’li yılların Küreselleşme teraneleri tüm toplumla beraber Müslüm Gürses’i ve bir kısım Müslümcüleri de değiştirdi. Yokluğa, sevdasızlığa, çileye, kedere, dert çekmeye ve ezilmeye şerbetli olanlar tüküre geldikleri dünyalık metalar için can atar bir noktaya gelmiş / getirilmiş göründüler.

Önce Pop Müzikle buluşturuldu Müslüm. Nilüfer’le, Sezen Aksu’yla, Bob Dylan ’la.. Böylece modalaştırılıp tüketime açıldı. Ardından Rumelihisarı’nda veya sosyete mekânlarında boy göstertilerek ehlileştirildilegalleştirildiKing Kong’un Afrika’dan New York’a getirilip bir büyük kafeste sergiye çıkarılması durumudur olan biten. Ardı sıra televizyon programlarıyla Müslüm Gürses’in aslında içi boş ve asılsız yani zararsız olduğunun halka arzı gerçekleşti. Böylelikle Müslüm Baba da toplumsallaştı. Zira toplumun da içi boştu. Sıradan ve sürüden olmak toplumun temel karakteristiği idi.

Hususen Müslüm Gürses’i evcilleştiren de sonradan evlendiği Muhterem Nur’dur. Afrika’daki dev gorili bulan ve sonra ona âşık olan gazeteci veya araştırmacının Beyaz Batılı Madam’ı pozisyonundadır Muhterem Hanım. Ve Türk klasiklerindendir. Su akarken küpünü dolduracaksın meselinden.. Kadınların çoğu muhafazakârdır. Hem biriktirmeyi hem de kâr muhafızlığını severler. Erkekler onlara nazaran devrimci sayılır. Amma velâkin onların da bir dönüştürücü özelliği vardır. Tıpkı Türk Toplumu ve Globalizasyon gibi. Yeryüzünün adalet ve şecaat timsali arslan modelli millet hem koyunlaştırıldı hem de sürüleştirildi.

Namerde muhtaç olmamaktan ihtiyaçlara esir olmaya geçiş evrimi. ‘İtirazım Var’ diyen Müslüm, artık ‘İhtiyacım Var’ diyecek ve bir Müslümcünün en fazla tiner çekmek için; o da gece gireceği bir – bankamatiğin de değil – bankanın bizzat içine girecekti. Yeni bir elbiseye, uzun bir tatile tüm kitleyi ve koskoca bir maziyi satacaktı. Müslümcülükte yavuklu için, manita için, sevgili için bir başka Müslümcü satılabilir, Müslümcülüğün kitabında da yeri vardır. Ama bunca damar ve bunca jiletten sonra  kapitalizme satılacağını rüyasında görse inanmazdı hiç kimse. Gerçi bu Türkiye’nin ikinci ‘Baba’lık macerasının ikinci pazarlama versiyonuydu.

Varoşların öfkesi, lânetli sınıfın sesi, ezilenlerin isyan ifadesi ve kontrol edilemezlerin çılgın iradesi; ezene, zulmedene, murakabe merkezine böylelikle teslim edilmiştir. Ne var ki bu teslimiyet zımnendir. Zira teslim alınan sadece ekole adını verenin simgesel kişiliğidir. Oysa Müslümcülük, Müslüm Gürses’le ilgili fakat yapı olarak ondan bağımsız bir oluşumdurArızi duruma karşı toplumsal bir cevaptır. Refleksel olarak sosyo – psikolojik bir dışavurumdur.

Müslüm Baba’yı bundan sonra kaloriferin kıyısında ip kovalayan bir kedibaşını ev sahibinin oğlunun okşadığı bir yavru köpekbir gazoz kapağı yada bir çöp kutusu olarak da görebiliriz. Popüler kültür iciğine – cücüğüne kadar kullanır (tüketir) ve atar. Sistem potansiyel olarak en keskin muhalifini ve en kontrol edilemez gözükenini Şeytan’ın elma provokasyonuyla birlikte devşirdi, dönüştürdü. Ama Müslümcüler hala ‘tövbetövbe’ diyor.

Müslümcülük kendiliğinden oluşan bir tarihî yapıdır. Yapının oluşum sürecindeki zulüm verileri durdukça benzer yapılar farklı adlarla varlığını sürdürecektir. Tersi insan ruhuna aykırıdır, hatta hakarettir. Yarın bir Amerikalıyla beraber bir reklamda veya dizide de görebilirsiniz Müslüm’ü. Ama bu Müslümcülerin Amerikalılarla işbirliği yapacağını göstermez. İşbirlikçiler işgalcilere sınırlı – sorumlu kılavuzluk yaparlar ama her iki tarafında ilk harcayacağı bunlardır.

Sonra Müslümcülük derûnî ve meselesi olan insanların hasbelkader kurduğu bir külttür. Bu mesele de kendi içinde aşılacak ve ruh parametresi yeni isyanların açlığını bastıracaktır.

Niecthze’nin ‘Tanrı öldü’ söylemine karşı ‘Nietchze öldü, Tanrı yaşıyor’ cevabı gibi olsun son söz: MÜSLÜM BABA ÖLDÜ, MÜSLÜMCÜLÜK YAŞIYOR.             (18 Temmuz 2008)

 

Antalya’da heyecanlandıran Noel Baba keşfi: ‘Gerçek mezarı bulunmuş olabilir’

Antalya’da heyecanlandıran Noel Baba keşfi: ‘Gerçek mezarı bulunmuş olabilir’antalya nola

Aziz Nikolas (Noel Baba) Kilisesi’nin zemininde hiç bozulmamış bir tapınak tespit edildi. Tapınağın içindeki özel bölümde Noel Baba’nın gerçek mezarının olabileceği tahmin ediliyor.

Antalya’nın Demre ilçesindeki Aziz Nikolas (Noel Baba) Kilisesi’nin zemininde hiç bozulmamış bir tapınak tespit edildi. Bilimsel ve teknolojik çalışmalarda tapınağın içinde özel bir bölüme rastlandığını vurgulayan Antalya Rölöve ve Anıtlar İl Müdürü Cemil Karabayram, “Bu özel bölümde Noel Baba’nın hiç bozulmamış mezarına ulaşabiliriz” dedi.

‘GİRMEK ÇOK ZOR’

Hürriyet’in haberine göre, kilisede yaklaşık 3 aydır yürütülen çalışmalar hakkında Hürriyet muhabirine bilgi veren Karabayram, “Kilisenin zemininde yapılan teknolojik çalışmalarda hiç bozulmamış bir tapınak bulundu. Bu tapınağın hiç zarar görmediğini tahmin ediyoruz. Ama içine girmek çok zor. Çünkü zeminde motifli taşlar var. Bu taşların tek tek ölçeklenip kalıp şeklinde alınması lazım” dedi.

‘BARİ’DEKİ KEMİKLER NOEL BABA’NIN DEĞİL’

Noel Baba’nın mezarına ilişkin çok detaylı çalışmalar da yapıldığını kaydeden Karabayram, “1942-1966 yılına ait dosyaların tamamını inceledik. Orada bazı notlar vardı. Notlara göre bu kilise yıkılıyor ve tekrar inşa ediliyor. İnşa edilirken Bari’deki tüccarlar kemikleri götürüyor. Ancak o kemiklerin Noel Baba’ya ait olmadığı, başka bir papaza ait olduğu söyleniyor. Bunu söyleyenlerden biri de Yıldız Ötüken. Ötüken, Noel Baba’nın özel bir bölümde tutulduğunu belirtiyor” diye konuştu.

‘8 BİLİM ADAMI ATIYORUZ’

Karabayram, dünyada tartışma yaratacak verilerle ilgili şu bilgileri aktardı: “Çok iyi sonuçlar aldık. Ancak çalışmalar asıl şimdi başlıyor. Öz tabana ineceğiz. Noel Baba’nın bırakın kemiklerini, belki de bozulmamış, el değmemiş mezarına ulaşacağız. Buraya ayrı branşlarda 8 bilim adamı atıyoruz. Eğer beklentilerimiz olursa Demre’de yatacak yer bulamayız.”

‘TOMOGRAFİ ÇEKTİK’

“Biz burada toprak tomografi ve jeoradar yaptık. Şimdi bu çalışmaları detaylandırıp kütlesel iniş yapacağız. Dünyanın gözü burada olacak. Biz Aziz Nikolas’ın bu tapınakta bozulmadan korunduğunu iddia ediyoruz. En son noktadayız. Sonuçlanırsa Antalya turizmi de çok büyük bir ivme kazanır.

‘KAZI BAŞKANI ŞOKTA’

Kazılardan sonra dünya bizimle tartışmaya başlayacak. Biz de bu konuda çok bilimsel davranacağız. Kazı başkanımız Prof. Dr. Sema Doğan. O da şokta. Çalışmalarımız 3 aydır devam ediyordu. Son aşamada kazı yapılacak alan genişletilecek. Şu an giremiyoruz çünkü mozaikler için özel uzmanlar çalışacak.”

Haber: İlhan Karaçay

Yayın: Yusuf Ünel

Ayastefanos Anıtı Yeniden Dikilemez

Ayastefanos Anıtı Yeniden Dikilemez

 

Alptekin CEVHERLİ

 

alptekin cevherliHer milletin kendi millî menfaatlerini ve değerlerini sembolleştirdiği çeşitli kutsalları vardı; bayrak, tarihteki çeşitli devlet adamları, sembol haline gelmiş mekân veya binalardır. Bunlar o milletin varlığının belki de yarı efsanevi, yarı gerçek devamını sağlayan figürlerdir. Milletlerin önüne birer hedef koyarak millî birliğin tesis edilmesini kolaylaştırırlar. Bu hedefe varmak için sonraki nesillere dinamizm katarlar.

Bu figürler, milletlerin ulaştıkları son noktayı veya çıkış noktalarını betimleyerek elde edilmesi gereken veya korunması gereken değerleri ortaya koyarlar. Bu anlamda ata mezarları da büyük önem taşır.

Sultan 1. Murat’ın Kosova Priştine’deki kabri, Macaristan’daki Gül Baba Türbesi, Bakü’deki Türk şehitliği, Enver Paşa’nın Kırgızistan’daki kabri (Ki bu mezar yanlış bir kararla Demirel tarafından Türkiye’ye geri getirilmiştir.) vd…

Aynı şekilde diğer milletlerin de ulaştıkları son nokta ve erek olarak aynen bizim gibi mezarlıkları vardır. Yoksa Anzakların (Avusturalya ve Yeni Zelandalılar) on binlerce kilometre öteden her yıl gelip Çanakkale’de dedelerinin mezarları başında “şafak ayini” yapmasını başka türlü izah edemezsiniz…t__rk __ehitlikleriyıkılmasıRussian_Monument_San_Stefano_Ottoman_Postcard

Bu mezarlar belki siyasi değil ama tarihi ve kültürel sınırları çizerler…

Bugün dünya üzerinde 34 ülkede (Almanya, Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Filistin, Güney Kore, Hindistan, Irak, İngiltere, İran, İsrail, İtalya Japonya, KKTC, Letonya, Libya, Lübnan, Macaristan, Malta, Mısır, Myanmar, Polonya, Romanya, Rusya, Sırbistan, Suriye, Suudi Arabistan, Ukrayna, Ürdün ve Yunanistan şehitliğimiz olan ülkelerdir.) 78 Türk (Osmanlı+Türkiye) şehitliği mevcuttur. Elbette 10 bin yıllık Türk tarihi ve 16 büyük Türk İmparatorluğunu göz önüne alırsak, gök yüzündeki yıldızlar kadar Türk şehitliğinin dünyanın dört bir yanına savrulmuş olduğunu unutmamamız gerekir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi olarak kabul ettiği Osmanlı’nın önemli bir kısım yeni sayılabilecek tarihlerdeki şehitlikleri ve Cumhuriyet dönemi şehitlikleri bunlardır.

Aynı şey diğer milletler, mesela Ruslar için de geçerlidir…

Sultan 2. Abdülhamit’in tahta geçişinden kısa bir süre sonra 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos (Yeşilköy)’da imzalanan antlaşmayla Osmanlı Devleti’ne bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna’dan Ege’ye, Trakya’dan Arnavutluk’a uzanacaktı. Bosna-Hersek’e iç işlerinde bağımsızlık verilecek, Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek, Bulgar ordusu kuruluncaya kadar iki yıl müddetle 50.000’i geçmemek üzere Rus askeri Bulgaristan’da kalacak, Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’ne vereceği yıllık verginin tutarı Osmanlı Devleti ile Avrupa devletleri ve Rusya arasında kararlaştırılacak, Osmanlı Devleti Rusya’ya “Savaş Tazminatı” ödeyecek, Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Beyazıt Rusya’ya verilecekti…

Bu antlaşma neticesi Osmanlı Devleti tarihinin en büyük toprak kayıplarından birini yaşamış, milyonlarca vatandaşımız sınırlarımız dışında düşmanın insafına kalmıştır.

Ruslar da Osmanlı Devleti için bir felaket olan bu 93 Harbi’nde (1877-78) İstanbul Yeşilköy’e kadar gelişlerini kutsamak, ulaştıkları son sınırı kalıcı kılmak ve orada ölen askerlerini yaşatmak adına İstanbul Yeşilköy’de (bugünkü Florya Ormanı’nda) kalan yerde Ayastefanos Anıtını dikmişlerdir. Bu anıt aynı zamanda bir kilise olup, İstanbul’u işgale gelirken ölen Rus askerlerinin anıt mezarlarıdır da…

Sultan 2’nci Abdülhamit’in bütün karşı çıkmasına rağmen kabul edilerek inşa edilmiş olan Ayastefanos Anıtı, Rusların Osmanlı ordusunu yenerek İstanbul kapısına dayandığının aynı zamanda resmidir de.

Bu utanç abidesi, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Rusya’ya savaş ilan edilmesi ardından İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından dinamitle patlatılarak yıkılmış ve bu yıkım sahnesi aynı zamanda filme çekilerek Türk Sinema tarihinin de doğumu olmuştur. Bugün Türk sinemasının eldeki en eski filmi Ayastefanos Utanç Abidesi’nin Yıkılması Filmidir. Ve ilk Türk filmi olarak kabul edilmiştir…

Peki, bu kadar anıtlardan, mezarlardan durduk yere niye bahsettik?

Şimdi sıkı durun…

Rusya, bu utanç abidesini yeniden inşa etmemizi istiyor!

Ayastefanos Anıtı’nın inşası Rusya Devlet Başkanı Putin’in 2012 yılındaki Türkiye ziyaretinde Ruslarca gündeme getirilmiş, Türkiye’nin de karşılığında Rusya’daki bir şehitliğinin onarılması önerilmişti.

“Söz konusu anlaşma 3 Aralık 2012 tarihinde Başbakanlar düzeyinde gerçekleştirilen Türkiye- Rusya Federasyonu Üst Düzey İşbirliği Konseyi 3. toplantısında dışişleri bakanları tarafından imzalanmıştı. Rusya, anlaşmaya ilişkin iç onay sürecini 11 Aralık 2013 tarihinde tamamlamıştı. Türkiye tarafı ise dönemin dış işleri bakanının imzaladığı anlaşmayı TBMM gündemine almayarak tasarıyı kadük bırakmıştır.

Ancak Rusya, şimdi ise kendi iç hukuk sürecinde belki tamamlanan; ancak TBMM’nin onaylamadığı için kadük kalan tasarıyı Türkiye’ye uygulatmak için baskı yapıyor.

Buna asla izin veremeyiz. Çünkü Yeşilköy, Rusya’nın ne kültürel ve ne de manevi sınırı değildir ve olamaz!

“Eğer İstanbul’da bir Rus anıtı dikilecekse bunun mütekabiliyet esasına göre karşılığı, yaklaşık 150 yıl Osmanlı himayesinde kalan Moskova’daki Kızıl Meydan’a Türk Şehitliği yapılmasıdır!”

Yoksa 93 Harbinde ve devamındaki Balkan Harbi’nde verdiğimiz milyonlarca şehidin kemikleri sızlar, ‘ah’larını hiçbir şekilde ödeyemeyiz.

 

 

 

 

“Borç” Filmi Çekimlerine Başlandı

 

12 Temmuz’da çekimleri Eskişehir’de başlayan “Borç” filminin yönetmen koltuğunda “Müslüm Baba’nın Evlatları” ve “Neden Tarkovski Olamıyorum” filmlerinde çeşitli konumlarda görev almış Vuslat Saraçoğlu oturuyor. Filmin başrolünde; “Eve Dönüş: Sarıkamış 1915”, “Yazgı”, “Barda”, “Karnaval” gibi filmlerden tanıdığımız Serdar Orçin (Tufan) bulunuyor. Rüçhan Çalışkur (Huriye), İpek Türktan Kaynak (Mukaddes), Beyti Engin (Adil), Ozan Çelik (Hüsam), Feridun Koç (Vahap) gibi sinema izleyicisinin aşina olduğu isimlerin oyuncu kadrosunda yer aldığı filmin görüntü yönetmenliğini, dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yapmış olan “Toz Bezi” filminin görüntü yönetmeni Meryem Yavuz, sanat yönetmenliğini ise ödüllü sanat yönetmeni Osman Özcan üstleniyor. IMG_1425
Filmin ekibinde olan Anadolu Üniversitesi mezunlarıysa bu sayede Eskişehir’e geri gelme fırsatı buldu. Elif Sözen ve Sinan Kut, filmin yardımcı yönetmenliğini üstleniyorlar. Yürütücü yapımcılığını Serkan Çetinkaya’nın yaptığı “Borç”un yapım amiri ise Palto Film Günleri yürütücülerinden Mesut Tasasız.

Filmin ana karakteri Tufan, üç işçili küçük bir matbaa işletmesinde çalışmaktadır. Eskişehir’in Kırmızıtoprak Mahallesi’nde, karısı Mukaddes ve kızı Simge ile birlikte yaşar. Bir gece yan dairede yalnız yaşayan komşuları Huriye aniden fenalaşır. O gece bazı değişimleri de beraberinde getirecektir. Bir takım sorunların üst üste gelmesi, bazı korku ve kaygıların Tufan’ı esir almasıyla Tufan’ın “iyilik” ve fedakarlık hali önemli sınavlardan geçer.

Yerli ve yabancı festivallerde izleyiciyle buluşması amaçlanan filmin çekimlerinin üç hafta sürmesi planlanıyor. Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü tarafından “İlk Filmini Gerçekleştirecek Yönetmen” kategorisinde destek alan proje, aynı zamanda 2016 Antalya Film Forum Uzun Metraj Kurmaca Pitching Platformu finalistleri arasında yer alıyordu.ANL_0079

Proje, başta Eskişehir halkı olmak üzere pek çok kurum ve kuruluşun desteğini gördü. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt, Türkiye Otelciler Birliği Temsilcisi Sennacity Otel İşletmecisi Kaan Erdin, ECE Türkiye tarafından yönetilen Espark, Sör Otel, Acıktım Kafedeyiz, Passage Cafe&Patisserie, Mamül Pasta&Ekmek, Bess Gayrımenkul, Pino, Memphis Cafe&Kitchen, İtalyan Cafe, Alaattin Çam ve Museum Kültür&Sanat değerli katkılarıyla filmin ön hazırlık sürecinde kesinleşmiş sponsorları arasında yer alıyor.

MAKEDONYA’DA SÜNNET COŞKUSU

 

Bursa Büyükşehir Belediyesi ve Bursa Kırçovalılar Derneği organizasyonunda Makedonya Kırçova Halveti Hayati Çullu Baba Tekke Camii külliyesinde düzenlenen sünnet şöleninde 35 çocuk erkekliğe ilk adımını attı.ms

Törene Kırçova Belediyesi temsilcileri, Bursa Büyükşehir Belediyesi’ni temsilen Kültür A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Emir Cemal Beşkardeş, Bursa Kırçovalılar Derneği Başkanı Sedat Topaloğlu, Kırçova Müftüsü Murat ef. Hüseini, Kırçova Çullu Baba Tekke Camii külliyesinin imamı Reşat Bilbil’in yanı sıra çarşı esnafı da katıldı.

Bursa Kırçovalılar Derneği Başkanı Sedat Topaloğlu, Kırçova’da düzenledikleri ilk sünnet töreni dolayısıyla memnuniyetlerini dile getirirken, bu tür organizasyonların devamının geleceğini ifade etti. Kültür A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Emir Cemal Beşkardeş de, “Bursa Büyükşehir Belediyesi olarak birçok yerde bu tür organizasyonları gerçekleştirdik. Bu merasime vesile olan Sedat Topaloğlu’na da teşekkürlerimi iletiyorum” dedi.ms1

Baba malı tez tükenir, evlat gerek kazana…

canan yılmaz– Osmanlı mısın?
– Evet.
– Neresinden?
– Urumeli’nden. Biraz da Kafkas ellerinden. Sayılır mı?
– Elbette sayılır.
– Ama Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı bitti gitti, sen hala Osmanlı mısın?
– Geçmişim henüz iki kuşak ardımda iken Osmanlılığım su götürmez.
Lakin parçalanmış bir imparatorluktan bir Türk devleti yaratan (burasını bir kez daha okuyun isterim: parçalayan değil, yaratan) Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığımı da sorgulamıyorum. Burada doğdum, burada büyüdüm, burada yaşadım ve burada yaşlanacağım.
Eskiye bir özlemim yok. 600 yıl boyunca yaşanmış ve bitmiş bir destanı diriltmek için emek harcamaktansa yeni bir destan yazmayı daha akıllıca bulurum.
Eskiden yeni olmaz malum.
Etrafta onca diri varken ölüyü diriltmek için mezar kazmaya gerek yok.
Geriye değil ileriye bakmayı yeğlerim…
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, böyle de kalacağım…
****
Nerden çıktı şimdi bu Osmanlı muhabbeti diyeceksiniz.
Ben de bu Osmanlı Ocakları muhabbeti nereden çıktı anlamadım da;
Şöyle bir kendimle konuşayım dedim o yüzden.
Fikrim nedir, gelmişim, geçmişim ve dahi geleceğim nedir? Yeniden eskiye dönmek ister miyim, yeniden Osmanlı döneminde yaşamak ister miyim? deyip sorguladım kendimi.

Osmanlı yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri birileri tarafından Osmanlı’yı yeniden diriltme ve bazı menfaatler karşılığı başına kumanda edilebilir birilerini geçirme isteği hep var malum.
Sürgüne gönderilen sultanlara bu yüzden pek çok vaat ile pek çok teklif götürüldüğü bilinir.
Onlar bu tekliflere sıcak bakmaz iken bizim yeni yetmeler neyin hevesine kapıldılar ve böyle bir ocağa balıklama daldılar anlamadım.

Bizans Ocakları’ndan mı özendiler yoksa? Yoksa Roma Ocakları’ndan mı? Belki de Moğol Ocakları’ndan…
Latife ettim. Elbette biliyorum ki yok böyle ocaklar.

Herkes geçmişine vakıf, lakin kimse geçmişini siyasi anlamda bugüne taşımıyor, işine bakıyor.

“Baba malı tez tükenir, evlat gerek kazana…” der bir atasözü.

Durup oturup ataları ile övünenenlere sormak gerekir:
“Peki ya sen ne yaptın? Sen ardında ne bıraktın?”
“Senin torunların seni nasıl anlatacak?”
“Benim atalarım atalarına öykünmekten başka bir icraatta bulunmamışlar ve öykünmekten çalışmaya zaman bulamadıklarından da yerlerinde saymışlar” diyecekler belki de.

Bunların yaşanacağını gören Atatürk:
“Cumhuriyeti bizler kurduk, yaşatacak olan sizlersiniz” demiş.
“Ey Türk gençliği, birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir” demiş.
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” demiş.

Böyle ileri bir anlayışa sahip insanların yarattığı genç bir ülke nasıl oldu da gerinin de gerisine gitmeye meyletti bunu iyi bir sorgulamak lazım.
Ne olduğunu anlamadığımız oluşumlara kapağı atanların aslında bir kimlik arayışına mı düştüklerini irdelemek lazım.
Amaçları nedir, meseleleri nedir, adlarını aldıkları Osmanlı hakkında bilgileri nedir öğrenmek lazım.

Osmanlılığın hakkaniyetini içlerine sindirmiş kişiler zaten herhangi bir isme hacet duymadan bu zeminin üzerine inşaa etmişlerdir yeni kimliklerini.
Osmanlılıktan anladıkları sadece “Saray” ve “Saray hayatı” olup Osmanlılığı bilmeyenler ise paye peşindeler yanmayan ocaklarda…

 

Yazar: CANAN  EKİNCİ  YILMAZ

Kaynak: www.gazetemen.com

Babalara Aile İçi Şiddet Eğitimi

baba

Büyükşehir Belediyesi Haşim İşcan Aile Eğitim Merkezi’nde kurs alan çocukların babalarına ‘Kadın ve Şiddet” konulu seminer verildi.

Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı, bünyesinde hizmet veren Haşim İşcan Aile Hizmet Merkezi, halkı bilgilendirmeye devam ediyor. Merkezde kurs gören çocukların babalarına “Kadın ve Şiddet” konulu eğitim verildi. Kadına yönelik şiddet eğiliminin nedenlerinin anlatıldığı eğitime yüzü aşkın veli katıldı.

İki ayrı gurup halinde eğitime alınan erkeklere, ‘Kadın ve Şiddetin Psikolojik Boyutu’, Aile İçi İletişim ve Şiddetin İletişime Etkileri’,  ‘Aile İçi Şiddetin Çocuk Üzerindeki Etkileri’, Şiddetin Hukuki Yaptırımları ve İzlenecek Yollar’ konuları anlatıldı. Alanında uzman kişilerce verilen eğitimler büyük ilgi gördü.

Aile içi şiddete karşı halkı bilinçlenmenin önemine işaret eden Haşim İşcan Aile Eğitim Merkezi yetkilileri,  ailelere yönelik psikolojik danışmanlık hizmeti ile öfke kontrolü eğitimleri verdiklerini de belirtti. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesinde sunulan eğitimden memnun ayrılan babalara, eşlerine götürmek üzere karanfil verildi.baba2