Etiket arşivi: Aytunç

​Kanal İstanbul’un amacı bu mu? Aytunç Altındal’ın sözleri paylaşılıyor

Kamuoyunda ‘Kanal İstanbul’a yönelik tartışmalar sürerken sosyal medya kullanıcıları Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal’ın dikkat çeken sözler sarf ettiği bir videoyu paylaşıyor.

reklam alanı

Son günlerde kamuoyunun en çok konuştuğu konuların başında ‘Kanal İstanbul’ geliyor. ‘Kanal İstanbul’ konusu tüm yönleriyle tartışılırken söz konusu projenin Montrö Sözleşmesi’ni riske sokabileceği de kaydediliyor. ‘Kanal İstanbul’ konusu vatandaşlar tarafından merakla takip edilirken sosyal medyada çok sayıda etkileşim alan bir bir video dikkat çekti.

Söz konusu videoda geçtiğimiz senelerde vefat eden Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal dikkat çeken sözler sarf ediyor. ABD eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Türkiye’ye gerçekleştirdiği bir ziyarete dair değerlendirmelerde bulunan Altındal, ABD’nin Karadeniz’e donanma çıkarmak istediğini belirtiyor.

Aytunç Altındal konuya ilişkin şu ifadeleri kullanıyor:

Türk basınında ne hikmetse yer verilmeyen fakat muhtemelen yarın veya öbür gün en geç Condoleezza Rice’ın açıklayacağı başka bir olay var. Bu geliş gidişler içinde bundan hiç söz edilmedi. Nedir o? ABD Deniz Kuvvetleri’nin donanmasının Karadeniz’e çıkma isteği var. Ve bu bizim Montrö anlaşmamızın 11 ve 12. maddelerinin ihlal edildiği takdirde çıkabiliyor. Demek ki Montrö gündemde. Ve diyor ki ABD; ‘Benim Akdeniz’deki donanmamı ben Karadeniz’e çıkartacağım’. ‘Bana izin vereceksin’ diyor Türkiye’ye.

Bir kere daha söylüyorum. Bunu Türkiye’de Condoleezza Rice hükümete bildirmiştir. Ama açıklamasını Bulgaristan’a gidecek ya şimdi. Bulgaristan’da, Sofya’da yapacak açıklamayı. Kuvvetle muhtemelen yarın ya da öbür gün gazetelerde okuyacaksınız.

FATİH PORTAKAL’DAN DİKKAT ÇEKEN İDDİA

Araştırmacı, Gazeteci, Yazar Aytunç Altındal’ın Montrö Sözleşmesi’ne ilişkin sözleri sosyal medyada geniş yankı uyandırırken Gazeteci Fatih Portakal da dikkat çeken bir paylaşımda bulundu.

reklam alanı

Sosyal medya hesabı hesabı aracılığıyla paylaşımda bulunan Fatih Portakal, ‘Kanal İstanbul’un yapılmak istenme nedeninin ‘ABD donanmasının Karadeniz’e çıkışının ve yerleşmesinin önünü açmak’ olduğunu savundu.

Fatih Portakal konuya dair şu ifadeleri kullandı:

Kanal İstanbul’un yapılmak istenme nedeni bana göre, ne ihtiyaçtan, ne ticari bir gereksinimden. Parasal rant da ilk sirada değil. Bana göre #ABD donanmasının #Karadeniz’e çıkışının ve yerleşmesininönünü açmak. Gizli ajandanın bu olduğunu düşünüyorum. ABD ne düşünüyor acaba?

AYTUNÇ ALTINDAL : “KGB Moskova’da şube açmamı teklif etti, ben de açtım!

Türkiye’nin en ünlü komplo teorisyenlerinden biri o. KGB’nin teklifiyle
Moskova’da bir kültür merkezi açtığını söyleyen Aytunç Altındal, “gizli
ilişkiler” sözkonusu olduğunda başvurulan ilk “kaynak.” Papa Jean Paul 1’in
ölümünde vatikan parmağı olduğunu söyleyen Altındal “Tekzip gelmediğine
göre, doğru” diyor. Seon bombası ise marc’la ilgili. Altındal’a göre Marx,
Dan Brown’ın da “Da Vinci Şifresi”nde bahsettiği İlluminati örgütünün
“İslami kanadına” mensuptu!

Çok tartışılan bir yazar Altındal. KGB ajanlığından dinci olduğuna kadar
hakkında pekçok şey söylendi. Bir kesime göre komplo teorileri uzmanı.
Kimilerine göre de sayılı terör uzmanlarından biri. Ekranlardaki tartışma
programlarının gözdesi. Marks’ın gizli örgüt üyesi olmasından tutun da,
İhsan Sabri Çağlayangil’in Dan Brown’ın “Da Vinci Şifresi” kitabıyla gündeme
getirdiği Gül ve Haç cemiyeti örgütünün üyesi olduğuna kadar pek çok akıl
almaz iddiayı belgelediğini söylüyor. Peki Aytunç Altındal kim aslında?

* Aytunç Altındal 1973 yılında 7.5 yıl hapse mahkum oldu ve yurtdışına
kaçtı. Bir şiir kitabı neden oldu bu mahkumiyete değil mi?
Evet. Partizan adlı kitabım. Sadece şiirlerim vardı.

* Komünizm propagandası ve orduya hakaretten mahkum oldun. Ne biçim
şiirlerdi?..
O günlerde öyleydi. 10 yıl sürdü o dava. Bir gece, ertesi sabahki duruşmada
tutuklanacağımı öğrendim. Aynı gece yurtdışına kaçmaya karar verdim. O akşam
kız arkadaşımla buluştum. “Önce benim sana bir haberim var” dedi. “Eyvah
hamilesin, bebek bekliyorsun ama ben bu akşam gidiyorum, bebek kız olacak
adını Emine koy” dedim ve gittim. Emine doğduktan sonra her ikisini de
Paris’e çağırdım, orada gördüm.

* O kızla evlendin mi?
Dokuz sene sonra.

* Cezan ne oldu?
O maddeler kalktı. 141-142-163 ve 312’den yargılanmıştım.

* Bunların toplamı mı 312 ediyor?
Dalga geçme. “Vatanı için savaşmayan generallerin omzundaki yıldızlar
Amerikan dolarıdır” gibi bir şey yazmıştım. Orduya hakaret saydılar.
“Yoldaş” kelimesi de komünizm propagandası oldu. Sulhi Dönmezer
bilirkişiydi. Onun raporuyla mahkum oldum.

* Sulhi Dönmezer rahmetli oldu.
Toprağı bol olsun. Ama bu gerçeği değiştirmiyor…

Çakal Carlos’la bağlantı!
Aytunç Altındal’ın Teşvikiye’deki bürosunda bunları konuşurken kapı
çalınıyor ve bir kurye, bir paket getiriyor. Paketi açarken aramızdaki
diyalog şöyle gelişiyor:

* Ne bunlar? Gizli belgeler mi?
Yok canım kitap. Bak şu kitaba. Adı ne?

* “Devrimci İslam.” Yazarı da Ramirez Sanchez Carlos. Yani Çakal Carlos mu?
Tabii. Bak bu adam yüzünden başıma ne geldi. “Marksist Yaklaşımla Türkiye’de
Kadın” diye bir kitabım vardı. 1975 yılında İsviçre’deyim. Kitabın
Almanca’sını bir Alman yayınevi basacak. Adı da “Rote Stern Verlag” yani
“Kızıl Bayrak Yayınları.”

* Yayınevini bulmuşsun…
Tam o hafta Stern dergisinde bir kapak. “Komünistlerin Almanya’daki gizli
hücresi ortaya çıkarıldı” diye. O hücre, kitabı çıkaracağım yayıneviymiş.
Perde arkasındaki sahibi de kimmiş? İşte bu meşhur Carlos.

* O zaman sen de kaçaksın, Carlos da…
Sana başka bir macera anlatayım. 1989’da İsviçre’de Mordüs Vivendi isimli
bir kültür merkezi ve yayınevi kurmuştum. KGB bunun bir şubesini Moskova’da
açmamı teklif etti.

* Neden KGB?
Glasnost dönemi. Dışarı açılıyorlar. Beni Rusya’nın kültür danışmanı
yaptılar.

* İşin içinde yine gizli örgütler filan var mı?
Aklını oraya taktın. Modüs Vivendi’yi aynı konseptle Moskova’da kurdular.
Amerika’nın ünlü 24 ressamının sergisini açacağım. Zürih havaalanında
Amerikalılar’la buluştuk, Moskova’ya uçacağız. Amerikalılar yanıma hiç
tanımadığım bir kadın verdiler. Sylvia Marten diye bir hanım. Daha önce
Richard Gere’la berabermiş.

* Güzel bir şey olması lazım.
Hoş bir hanım. Getirdiler, tanıştım. Belli ki bir misyon taşıyor.

* KGB bunu bilmiyor mu?
Herkes biliyor. KGB ve CIA zaten kardeş kuruluş. Bir parantez açayım. Ağca
için “KGB ajanıdır” dediler. CIA, “değildir” açıklaması yaptı. Ağca, CIA’nın
üstüne kalınca bu defa KGB onları akladı. Aralarında paslaşıyorlar.

* Sana göre Ağca kimin adamıydı?
Vatikan’ın içinden bir grup tarafından kiralanmıştı.

* Yani Papa’yı Vatikan mı öldürtmek istedi?
Önceki Papa Jean Paul 1’i de Vatikan’ın öldürdüğü belli.

* Sen bunları nereden biliyorsun?
Biz biliriz. Boşver nereden bildiğimizi.

* Nerede bunun belgeleri?
Ben bunları hep yazdım. Tekzip gelmedi.

* Koskoca Vatikan, Papa’yı biz öldürmedik diye Aytunç’a tezkip mi
gönderecek?
Herkese cevap veriyor, bana da verseydi. Boş ver, eğlenceli kısmına gelelim.
Bu Sylvia, Moskova’daki açılış gecesinde votkaları arka arkaya içince 500
davetlinin önünde sarhoş olup striptiz yapmaya başladı. Bizim Büyükelçi
Vural İnan’da orada.

* Striptiz yapan CIA ajanı. Neden yapmış?
Ben de bunu Amerikalılar’a sordum. “Onun misyonu oydu” dediler. Rezalet
çıkaracakmış.

* Pek akla yakın gelmiyor.
Bunların hepsi şov. Şimdi asıl konuya gelelim. Benim iddiam şu: Dünyada
toplumlar için üst tasarımları yapan bazı gruplar ve bu tasarımları
uygulayan hükümetler var. Bu üst tasarımcıların, istekleri çerçevesinde
hayat yönlendiriliyor.

“Newton da büyücüydü”
* Ben anladığımı söyleyeyim, mesela bazı güçlü örgütler var, Tapınak
Şövalyeleri, Gül ve Haç Kardeşliği, İlluminati gibi ve bunlar yüzyıllardır
yaşamlarımızı yönlediriyorlar…
Aynen öyle.

* Bunu Dan Brown da söylüyor.
Ben yıllardır söylüyorum.

* Ama o senden daha zengin oldu…
Biz Türk’üz oğlum. Bizi kolay dinlemezler. Ben Isaac Newton’un hiç
bilinmeyen…

* Bir keşfini bulduğunu söylemeyeceksin herhalde.
Hayır, okült çalışmalarını yayınladım. “Meğer Newton büyücüymüş” diye
Amerikalı Newton uzmanları bile şaştı kaldı.

AYTUNÇ ALTINDAL : “KGB Moskova’da şube açmamı teklif etti, ben de açtım! (2)

29 Ağustos 2004

Türkiye’nin en ünlü komplo teorisyenlerinden biri o. KGB’nin teklifiyle
Moskova’da bir kültür merkezi açtığını söyleyen Aytunç Altındal, “gizli
ilişkiler” sözkonusu olduğunda başvurulan ilk “kaynak.” Papa Jean Paul 1’in
ölümünde vatikan parmağı olduğunu söyleyen Altındal “Tekzip gelmediğine
göre, doğru” diyor. Seon bombası ise marc’la ilgili. Altındal’a göre Marx,
Dan Brown’ın da “Da Vinci Şifresi”nde bahsettiği İlluminati örgütünün
“İslami kanadına” mensuptu!

* Senin bunları kafandan yazıp uydurmadığını nasıl anlayacağım? Newton’un el
yazılarını bulmadın herhalde?
Hayır, ölümünden 10 yıl sonra 50 adet basılmasını istediği el yazmaları var.
O kitaplardan birinin tıpkı basımını yaptım.

* Ve o 50 kitaptan bir tanesini bile kimse bulamamış…
Newton, Mason localarının başındaki insan. Sadece bu locaların liderlerine
verilmesi için hazırlamış bunu. Biri elime geçti. Anlatmak istediğim şu:
Demokrasi, insan hakları gibi kavramlar bile birer üst tasarım.

* Mesela Yeşiller de mi Gül ve Haç kardeşliğinin tasarımından doğmuş?
Hayır ama Yeşiller’in kurucusu dünyanın en büyük faşistlerinden biri.
Hitler’in örnek aldığı adam. Guido von List.

* Sosyalizm de mi bir üst tasarım şimdi?
Marx’ın kendisi komünist parti üyesi değil ama bir gizli örgüte üye olmuş.
Hadi bakalım yaz bunu Türkiye’de olay olsun. Sana bir de belge göstereceğim.

* Tabii göstereceksin çünkü Marx’a sormamız mümkün değil. Hangi örgütmüş bu?
“League Of The Just” Hakk Ligası, Hak Birliği diye Türkçeleştirebiliriz. Bu
da İlluminati’nin İslami kanadının bir örgütü.

* Yani dolayısıyla Karl Marx da İlluminati’nin tasarımcılarından biri?
İlluminati çizgisinin getirdiği Hakk Ligası örgütünün.

* Sonunda Marx’ı da İlluminati uzantısının elemanı yaptık? İlluminati,
Güller ve Haç Kardeşliği, Türkiye’ye kadar uzanıyor diyorsun…
Tabii. Mesela 1963 yılında Cemal Birik diye bir kişi Türkiye’de Gül ve Haç
şövalyeliğine getirildi. Onu önerenler de Profesör Hazım Atıf Kuyucak ve
eski Dışişleri Bakara İhsan Sabri Çağlayangil.

* Onlar da Gül ve Haç üyesi demek.
Evet. Ve Masonlar aslında.

Zengin mi değil mi?
* Merak ettiğim bir şey var. Sen Türkiye’den kaçıp Paris’e gittin yıllar
önce. Sonra nasıl zengin oldun?
Zengin olduğumu kim söyledi?

* İsviçre’de o yayınevini, kültür merkezini kurmak az iş mi?
Ailemden kalan araziler satıldı.

* Orası tamam da sonra ne oldu? İsviçreli eşinin ailesinin bir bankası vardı
değil mi?
Avrupa’nın en eski bankasıdır. Onun da yardımı oldu. Çok köklü bir ailedir.
Ailenin bir kolu da ünlü Dupond’lar.

* Peki Sovyetler’le bu ilişkilerin kökeni ne?
60’lı yıllardan beri vardı.

* CIA ajanı olup olmadığın konusunda da şüpheler var mı?
Doğu Perinçek’in Aydınlık gazetesine göre KGB’nin Türkiye temsilcisiydim.
Sonra Sovyet sistemi çökünce CIA ajanı olduk mecburen. Bu arada Fethullah
Gülen de beni MOSSAD ajanı ilan etti.

* Peki MİT’çi dediler mi?
Yok ama bir sivil paşa dediler. Aslında ben VİS üyesiyim.

* VİS nedir?
Venezüella istihbarat servisi. Onun Türkiye’deki adamıyım. Çünkü en güzel
kadınlar orada. Çad ve Somali de boşta. İstersen seni onlardan birine
aldırayım.

* Kalsın. Neden korumayla geziyorsun?
Korumaları ben istemedim. Devlet verdi.

* Neden?
Necip Habletimoğlu öldürülünce Doğu Perinçek savcılığa gitmiş, sırada Aytunç
Altındal var demiş. Yugoslavya’dan ve Rusya’dan böyle bilgiler almış.

Vatikan da onu izliyor!
* Senin Vatikan-Mafya bağlantıları konusunda iddiaların var.
Vatikan’ın Mafya ve Naziler’le ilişkileri ayrı bir derya. II. Dünya Savaşı
sırasında Vatikan Yahudiler için kılını bile kıpırdatmadı. Çünkü 1929
yılında Mussolini ile bir anlaşma yaptılar ve Vatikan devletini kurdular.
Sonra Hitler’le anlaştılar ve bütün Katolikler’e kilise vergisi koydurdular.
Karşılığında da Yahudi soykırımına ses çıkarmadılar. Bugün dünyada bir
milyar Katolik her yıl kiliseye vergi ödüyor. Vatikan devleti ise sadece
1011 kişi.

* Bu kadar büyük rant olunca işin içinde mafya da oluyor tabii…
Mayfa direkt işin içinde. Bunun en somut örneği İtalya’da P2 Mason Locası
skandalında ortaya çıktı. Mafya ve Vatikan’ın bankaları bu paraları
aklıyordu. Bank Ambrossino’nun müdürü Roberto Calvi, İngiltere’de bir
köprünün altına asılmış olarak bulundu. Yarım saat önce de sekreteri
bankanın bulunduğu binanın onuncu katından aşağıya atılarak öldürüldü.

* Vatikan seni de öldürmesin Aytunç.
Bir hafta önce İtalyan Republica gazetesinde benimle ilgili bir yazı vardı.
“Vatikan bu adamın ne yaptığını ilgiyle izliyor” diye yazılmıştı.

‘Döndüğüm filan yok’
* Yıllar sonra dinci olduğun yolunda suçlamalar oldu. “Solcu Aytunç döndü”
dediler.
Öyle dönme mönme yok. Benim 1962’den bugüne kadar söylediğim şu: Bu
memleketin bir dini, gelenekleri var. “Senin problemin dine küfretmek değil,
önce emekçinin haklarını ön plana çıkar” dedim diye 1965’ten bu yana kötü
adam sayıldım. İslam dinine saygı gösterilirse, Türkiye’de sosyalist
hareketin başarıya ulaşacağına inanıyorum.

* Ama çıktığın televizyon programlarında tutucu bir insan imajı çiziyorsun.
Örneğin misyonerliğe karşısın. Türk-Ermeni tartışmalarında Ermeni düşmanı
gibi görünüyorsun.
Ben Ermeni düşmanı değilim. Dışnak ve Hınçak partilerinin düşmanıyım. Bu iki
partinin tüzüklerinin ikinci maddesinde “Amacımıza ulaşmak için şiddet ve
terör uygulayacağız” diyor. Türkiye’nin Ermeni sorunu yok. Bir Ermeni terörü
sorunu var. 20 sene önce sana bir Pontus meselesi çıkacak demiştim.
Hatırladın mı?

* Diyelim ki hatırladım.
Bak bugün bir Pontus meselesi var Türkiye’nin. Bunu sana 83’te anlattım.
Çünkü oralarda yaşadığım zaman ben bu olayların içindeydim. Kimlerin nasıl
planlar yaptıklarını gördüğün zaman aklın duruyor. Belçika’da, Bizans’ın
yeniden kurulması için iki yılda bir sempozyum düzenlenir. Bizans
toplantıları, 40 yıldır yapılıyor. Kimsenin haberi yok. Ben onlara katıldım.

* Sen hangi kılıkta karıştın aralarına?
Kılıksız karıştım canım.

* Ajanlık filan durumları var mıydı?
Sen istiyorsan öyle olsun.

[status draft]

[nogallery]

[geotag on]

[publicize off|twitter|facebook]

[category araştırma]

[tags RÖPORTAJ, AYTUNÇ ALTINDAL, KGB, Moskova, şube, teklif]

Ertuğrul Akbay’ın  haber atlatmakta ne kadar mahir olduğunu yazmayan kalmadı

Gazetecilik deyince, anılar İlhan Karaçay’da su dolu baraj gibidir.
Dile kolay, 1967 yılında başlayan serüvenin her anı dolu dolu günler, haftalar, aylar ve yıllar..
Olaylar ve insanlar.
Su dolu anılar barajının kapaklarından biri açılmaya görsün; coşkun sular gibi çağlayıveriyor İlhan Ağabey usta; Ardı ardına sıralanıyor, efsane sanatçılarla, sporcularla, gazetecilerle, dünyanın çeşitli ülkelerinde çeklilmiş , siyah beyaz fotoğraflarda kalan anıları…
Bu yazacaklarım da o anı dolu barajdan en dikkate değer olanı:
Hürriyet gazetesinin ‘tek adam’ yöntemi ile yönetildiği yıllara doğru yöneliyor anı deryasında sular.

8 Mart 2019 günü hayata vedan eden ünlü gazeteci Ertuğrul Akbay ile olan anılarını ise yeri geldi anlatmak gerekir. Aslında yaşı 50’nin üstünde siyasetçi, futbolcu, sanatçı, gazteci, işadamı aklınıza kim gelirse, bir döneme damga vurmuş hemen hemen herkes ile bir anısı vardır İlhan ağabeyin.

İlhan ağabeyin, Erturul Akbay ile öyle anıları var ki yazmadan olmaz. Ertuğrul Akbay çalıştığı gazete için dünyanın dört bir yanını gezen, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından kutuplara, Asya steplerinden Japonya’ya yaptığı geziler ve bu gezileri kaleme aldığı yazıları ile bir neslin ufkunu açmıştır. Kısaca rekoru kırılmaz, atlatılmaz, dünyanın hemen hemen her ülkesini avcunun içi gibi bilen bir gaztecidir. Gerçi ben şahsen, Gırgır Dergisine ve Hocam Oğuz Aral’a yaptıklarından dolayı kendisine kırılmıştım ama, ölünün arkasından kötü konuşacağım aklınıza gelmesin. Böyle bir insanı haber konusunda atlatan İlhan abi olunca, daha bir şevkle, hatta sanki Oğuz Aral hocamın intikamını alıyormuş gibi, garip bir hazla yazıyorum.

İlhan  ağabeyin, ”Dünya’dan ahirete göç eden ünlü dostlardan anılar”  başlıklı bir çalışması vardı.  Son olarak eklenen Ertuğrul Akbay’dan başka kimler yoktu ki onun anılar heybesinde?

Abdullah Yüce, Zeki Müren, Bülent Ecevit, Barış Manço, Hulusi Kentmen, Berkant, Azer Bülbül, Müslüm Gürses,  Yılmaz Güney-Tuncer Kurtiz ikilisi, Savaş Ay, Doğan Koloğlu, Necmi Tanyolaç, Sadri Alışık, Çolpan İlhan ve Erol Büyükburç,
Mehmet Ali Birand, Neşet Ertaş, Turgut Akyüz, Ahmet Sezgin, Aytunç Altındal, Nejat Uygur, Ahmet Mete Işıkara, Erdoğan Demirören ve daha niceleri.

İlhan ağabey, rahmetli Ertuğrul Akbay’a dünyayı dar eden adam oldu.

Ertuğrul Akbay’ın  haber atlatmakta ne kadar mahir olduğunu yazmayan kalmadı.
Ertuğrul Özkök bile, 9 martta Hürriyet’te yayınladığı köşesinde,  ”Aslında  ‘adama’ hâlâ kızıyorum. Gazetecilik hayatım, onun yüzünden az daha başlamadan bitecekti” diye başladığı yazısında, rahmetli Akbay’ın Amerika’da, rahmetli Turgut Özal’ın ameliyat oluşu haberi ile kendilerini nasıl atlattığını dile getirmiş.

Doğrudur, rahmetli Ertuğrul Akbay’ın gazetecilik yaşamında başarılı çalışmaları çoktur.

Ama ne yazık ki bazen de tersi oluyor.
İlhan ağabeyin rahmetliye karşı birkaç galibiyeti olduğunu daha önceleri de dile getirmiştim.
İlhan ağabeye bu konuyu sorduğumda zaman tünelinde yolculuk yapan bakışları ile daldı derinlere ve başladı konuşmaya:

”Yıl 1978. Arjantin’de Dünya Futbol Şampiyonası’nı izliyoruz. Türkiye’nin tüm ünlü futbol yazarları ve muhabirleri orada. Ben de orada tek başıma Hürriyet’i temsil ediyorum.

Türkiye’de ‘En çok haber atlatan adam’ olarak bilinen “Gölge Adam” lakaplı Ertuğrul Akbay kardeşimiz de orada. Ertuğrul çok iyi bir magazincidir. O da  Günaydın’a çalışıyor. Ertuğrul’un haber atlatma maceraları öylesine çok ki, kendi anlatımı ile bunlardan biri şöyle: Ünlü Maria Callas İstanbul’a gelmiş. Hiç kimse onunla görüşemiyor. Ama Ertuğrul bir helikopter kiralamış ve Callas’ın bulunduğu Marmara’daki yata iniş yaparak kendisiyle konuşmuş.

O zaman Günaydın’ın sporda çok iddiası yoktu. Ama Hürriyet hem sporda ve hem de magazinde iddialı idi. Bu nedenle benim hem spor, hem de magazin konusunda Ertuğrul’dan daha atik davranmam gerekiyordu.

Ertuğrul, 1976 Monreal Olimpiyatları sırasında, Hürriyet’in ünlü foto muhabiri Mehmet Biber ile bir anlaşmazlık sonunda kavga etmiş ve fotoğraf makinesi ile kafasını yarmıştı. Hastaneye kaldırılan Mehmet Biber, Kanada televizyonlarına bile haber olmuştu. Bu nedenle Ertuğrul’a fazla yanaşılmazdı.
Ertuğrul kurnaz bir gazeteciydi. Orada en büyük rakibi bendim. Bu nedenle bana yanaşmak ve böylece beni kontrol etmek durumundaydı. Bana ilk teklifini yapmıştı:
“Bak kardeş, birlikte çalışalım ve birbirimize yardımcı olalım”

Benden de tabii ki bir ‘hay hay’ yanıtı almıştı.

Aynı gece uyumaya giderken, otelin ilan tahtasında, ertesi sabah saat 07.00’de bir otobüsün Arjantin milli takımının kamp yaptığı şehre gideceği yazılmıştı. Arjantin ev sahibi olduğu için bu haberi işlemek çok önemliydi. Ben bu ilanı Ertuğrul’un görüp görmediğini merak ediyordum.

Ertesi sabah erkenden kalkıp otobüse bindiğim zaman arka sıralarda Ertuğrul’u gördüm. Tabii ki ben önce davrandım ve ‘Neredesin be kardeş, odanın kapısını çaldım ama yoktun’ yalanını söyledim. O da bana bir başka yalanla kendini af ettirmeye çalıştı.

Ertuğrul, 3 saatlik yol boyunca gazetecilik yaşamını,  nasıl çalıştığını, nasıl haber atlattığını anlattı. Bu ara Mehmet Biber’i de nasıl perişan ettiğini de anlattı. Arjantin kampına vardığımız zaman, o da, ben de futbol haberinden çok magazin haber peşine düştük. O kendine göre, ben de kendime göre güzellikler bulduk ve gazetemize gönderdik. Burada birbirimize üstünlük sağlayamadık.”

Nasıl ama mesleğin iki duayen arasındaki bu haber atlatma, bu hatıra, az şey mi?
Tarih, Türk basınını yazarken bu anıyı ders olarak anlatsa yeri değil mi?

GÜZELLİK YARIŞMASI

İlhan ağabeyin, Ertuğrul Akbay ile anıları arasında, birkaç olay daha vardı. Bunlardan bir başkası da, aynı zaman diliminde, bir yandan dünya futbol şampiyonası devam ederken, Arjantin’de bir güzellik yarışması da vardır. Jüri üyeleri arasında ise İlhan ağabeyin, “ bizim Togay Bayatlı” dediği dost da vardır. Yarışmaya üm Türk gazeteciler özel davetlidir. Biz konuyu açıp yine sözü İlhan Karaçay’a bırakalım:

 

“TV’den canlı yayınlanan yarışma sırasında, sahnedeki güzellerden birine yanaştım ve
‘En güzel sensin’ diye iltifat ettim.

Yarışma sonrasında benim favorim kraliçe seçilince, yaptığı ilk iş benim boynuma sarılmak oldu. Ondan sonra bu kızın ‘hamisi’ durumuna geldim ve bütün programı onunla birlikte yaşadım. Fotoğraf çekimi ve mülakat için hep bana başvuruluyordu. Tabii ki bu arada ben de onunla birlikte dans ederken fotoğraf çekildim. Ertuğrul da kendine göre fotoğraflarını çekiyordu.

Yarışma sonrasında otele giderken Ertuğrul teklif etti: “Kardeş, yarın sabah saat 10.00’da Lufthans’nın önünde buluşalım ve filmlerimizi gönderelim”
Ama ben Ertuğrul’a güvenemezdim ki. Aynı gece özel bir adreste filmi banyo ettirdim. Filmden bir tek kare kestim. Zarfladıktan sonra sabah saat 09.00’da İberia Havayolları’na gittim. Zarfımı Madrid ve Frankfurt üzerinden İstanbul’a gönderdim. Zarfın bu şekilde aktarmalı gitmesi zordu ama bu bir kumardı. Ertuğrul ile saat 10.00’da buluştuğumuz zaman film şeridini olduğu gibi gösterdim. Filmi zarfa koydum. O da filmini zarfa koydu. İki zarfı birlikte Lufthansa’ya verdik.

Çok talihliymişim ki, İberia ile gönderdiğim zarfım o günün akşamı Madrid ve Frankfurt’tan sonra İstanbul’a ulaştı.

Ertesi gün Basın Merkezi’nde telekslerin başındayız. Milliyet’in Fotoğraf Servisi Müdürü Hüseyin Kırcalı da yanımızda.

Ertuğrul teletekste yazıyor: “Burada güzellik yarışması yapıldı… Filmler bugün elinize geçecek”

Karşı taraftan cevap: “Güzellik Yarışmasına ait haber ve fotoğraf bugün Hürriyet’in birinci sayfasında var”. O zaman Ertuğrul’un yüzünü görmeliydiniz. Bana döndü ve sorar gibi baktı. Ben de ‘Ajanslardandır’ dedim. Ertuğrul da telekste ‘Ajanslardandır’ diye yazdı ama Günaydın’dan gelen cevap daha da moral bozucuydu: “Fotoğraf renkli”. 
O zaman ajanslar henüz renkli fotoğraf çekmiyorlardı. Böyle olunca da, fotoğrafın elden gittiği belli oluyordu. Ben de, ‘Ne bileyim kardeşim, filmi beraber göndermedik mi?
O resim bir ajanstan gitmiştir’
 diye yalanımda ısrar edince, Hüseyin Kırcalı araya girdi ve Ertuğrul’u daha çok fitillemeye başladı: “Vay be Ertuğrul, başına bu da mı gelecekti. Hürriyet basıldı, satıldı ve Diyarbakır’da kese kağıdı oldu ama senin haber halâ yayınlanmadı.”

EGALE EDİLEMEYEN GOL KRALLIĞI

  

Ertuğrul Akbay & Just Fontaine & Hüseyin Kırcalı

Ertuğrul ile Arjantin’de bu kez bir başka ödül törenindeyiz. Dünya Kupaları’nın egale edilemeyen gol kralı Juste Fontaine’ye ödül verilecek. Dünya Kupası tarihinde, İsveç 1958’de 13 gol atarak rekor kıran Fontaine’nin ödül törenine Halit Kıvanç, Necmi Tanyolaç, Kemal Belgin, Togay Bayatlı, Metin Türel, Erol Aydın, Hüseyin Kırcalı, Ertuğrul Akbay ve ismini hatırlayamadığım arkadaş ile kalabalık bir şekilde gitmiştik. Orada Ertuğrul Akbay, güzel bir kız ve top buldu. Kızı masaya çıkardı. Fontaine’yi de yanında getirdi. Ben de arkadaşlara, ‘Bakın şimdi Ertuğrul’u nasıl çıldırtacağım’ dedim. Ve arkasından deklanşöre bir kez bastım. O sırada Ertuğrul geri döndü ve “Benim hazırladığım sahneyi çekme yahu ” diye bağırdı. Arkadaşların yanına oturduğum zaman hepsi kıs kıs gülüyorlardı.

O gün filmleri ancak akşam uçağı ile gönderebilirdik. Haber de ertesi gün kullanılabilir ve iki gün sonra da yayınlanabilirdi. Saate baktım. Frankfurt’a gidecek olan bir uçağın kalkmasına yarım saat vardı. O uçağa kargo vermenin imkânı yoktu. Ben tuvalete gider gibi yaptım ve bir taksiye atlayarak 10 dakika ilerideki havaalanına gittim. Basın kartı sayesinde içeri girdim ve Lufthansa uçağına kadar gittim. Bir hostese yalvardım. Bir arkadaşımın kendisini Frankfurt havalimanında karşılayacağını söyledim. Hostes kabul etti ve içinde film olan zarfımı aldı.
20 dakika sonra otele geri döndüğüm zaman, yerime otururken Hüseyin Kırcalı yine konuştu: “Eee Sayın Karaçay, zarf gitti mi? ”

O an Ertuğrul’u gerçekten görmeliydiniz. Hüseyin ateşlemeye devam etti: “Oh anam oh, haber yine yarın Hürriyet’te. Diyabakır’da kese kâğıdı olduktan sonra da film Günaydın’a gidecek”

AJDA PEKKAN VE EUROVİSİON

 

Ajda Pekkan’ın, Hollanda’da katıldığı, Eurovizyon Şarkı Yarışması unutulur mu hiç.
Az mı okuduk İlhan Karaçay Hollanda’dan/Amstersam’dan bildiriyor mahreçli ( imzalı )  haberleri.

O devirde imzalar haberin sonuna değil, başlıkların üstüne yukarıdaki cümlede olduğu gibi atılırdı.
Ertuğrul Akbay-İlhan Karaçay rekabetinin son maçı Hollanda’da oynanır.

Hürriyet’te  “tek adam” devri, rahmetli Nezih Demirkentli yıllardır.
İlhan Karaçay’ın muhabirlik becerisine çok güvenen Demirkent’in yakın dostları iyi bilir. Konu İlhan Karaçay olunca, bazen dostları ve meslektaşları ile bu konuda iddiaya da girermiş Demirkent.
Bu iddialardan söz ediyoruz. ‘Nedir bunlar, nedir olaylar, yaşananlar, nerden kaynaklanıyor bu sonsuz güven İlhan Ağabey’ diyorum:
1970’li yılların sonu 1980’li yılların başında, ünlü popstar Ajda Pekkan’ın ünlü bir işadamı ile yaşadığı aşk hikayesi, dönemin magazin basınında gündemde ilk sıradaki yerini koruduğu, fakat hiç bir gazetenin cesaret edip yazamadığı da ayrı bir gerçektir!
Yazacak olsalar bile ispat etmek için fotoğraf gerekir ki, kimse iş adamının korkusundan, yaptırım gücünden çekindiğinden, böyle bir şeye cesaret edemez. Patronlar muhabirlerine, “Bu ilişkiyi görüntüleyin” diye görev vermez/ veremez…
Bilinen fakat fotoğraflanamayan Ajda Pekkan ile ünlü işadamı ilişkisi, bilinse yazılsa bile fotoğrafsız ne işe yarar ki..

Rahmetli Nezih Demirkent, ismini yazının sonunda açıklayacağım, gizemli ünlü işadamıyla, “Ben, Ajda ile ilişkinizi fotoğraflatırım” diye iddiaya girer.
Demirkent,  Ajda Pekkan’ın Eurovizyon Müzik Yarışması’na katılmak için gittiği Hollanda’nın Lahey kentinde, kendisiyle buluşacak olan ünlü iş adamı için İlhan Karaçay’a telefonla talimat verir: “İlhan, Ajda ile aşk ilişkisi olan iş adamı …… Hollanda’ya geliyor. Kendisini havalanından al, Lahey’e götür, yakından ilgilen ve sonra da Ajda ile birlikte fotoğraflarını çek ve bana gönder. Bunu yapamazsan ceketini alırsın ve Hürriyet’ten ayrılırsın.”

Erovizyon’da derceceye gireceğimize kesin gözü ile baktığımız, “ Petrol“ şarkısını hatırlamayan yoktur. Ajda Pekkan, Eurovizyon Şarkı Yarışması için Hollanda’ya gelir Ertuğrul Akbay ile İlhan Karaçay’ı bir kez de 1980’de Hollanda’da karşı karşıya getirmesi açısından, ‘Kaderin cilvesi’ olarak baktığım bu buluşmayı önemli buluyorum. .
Böyle olunca, Arjantin’de başlayan Ertuğrul Akbay ile İlhan Karaçay kapışmasının rövanşı Lahey’de kaçınılmaz olur…

Aldığı direktif doğrultusunda hareket eden Karaçay, işadamını havaalanından alır ve Lahey’deki otele götürürken işadamını da uyarmayı ihmal etmez:
“Ajda ile birlikte fotoğrafınızı çekeceğim ve Nezih beye göndereceğim. ”
Bu sözler üzerine işadamı dudaklarını büküp, başını yukarı kaldırarak,
‘Kesinlikle yapamazsın’ anlamına gelen bir işaret yapar.
Karaçay da “Bak, ben bu fotoğrafı çekeceğim ve göndereceğim. Gerisine karışmam, gerisi size kalmış” der.

Ertesi gün, Lahey’deki otelde ünlü işadamı, Ajda Pekkan , İlhan Karaçay ve eşi otururken Ertuğrul Akbay içeri girer ve yanlarına gelir. Bu, Karaçay ile Akbay’ın arasında başlayacak ikinci yarışın başlama düdüğü olur adeta.
Eurozvizyon Şarkı Yarışması için Türkiye’den gelen kafilenin başkanlığını TRT’nin en ünlü spikerlerinden Bülent Özveren yapmaktadır. O yıllarda TRT Hollanda muhabirliği yapan Karaçay, Özveren’e, “Bak, bu Ertuğrul Ajda ile ne yapmak isterse bana bildir ha !” diye rica eder.
Karaçay, rakibinin, Ajda Pekkan’ı bir camiye götürüp dua ederken fotoğraf çekeceğini öğrenir.“İyi bir işti” diyor Karaçay…
Bunun karşılığında bir şey yapmak zorundadır Karaçay.
O da Ajda’yı alıp Hollanda’nın otantik kasabası Volendam’a götürmeyi planlar ve Bülent Özveren’den bu izni de kopartır.
Fakat evdeki hesap çarşıya uymaz Volendam’a Ajdayı götürme planı iptal olur. Bunun üzerine Karaçay hemen başka bir plan yapar. Volendam’a gönderdiği bir elemanına, Hollanda’nın milli kıyafetlerinden satın aldırıp otele getirmesini söyler. Otele yakın olduğu için, Ajda Pekkan’ı Minyatür Park Madurodam’a götürür.. Minyatür Parkta Ajda Pekkan’a Volendam’dan gelen milli kıyafetler giydirilir. Bir yığın fotoğraf çekilir. Daha sonra, konu müzik ve eurovizyon olduğu için, sokakta müzik yapan bir laternacı bulunur. Laternanın başında da Ajda Pakkan’ın boy boy fotoğrafları çekilir. Karaçay’ın fotoğrafları sadece Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanmakla kalmaz. Başta Kelebek olmak üzere, Hafta Sonu, TV’de 7 Gün ve Gong dergilerinde birinci sayfadan yayınlanır…
Bütün bunlara rağmen henüz Ajda Pekkan’ın işadamı ile fotoğrafını çekmek için ortam ya da fırsat henüz olmamıştır.

Yarışma fiyasko ile sonuçlanmış, Ajda Pekkan’ın Petrol şarkısı en sonlarda bir yerlerde kendine yer bulmuştu.
Hiçbir gazetecinin fotoğraf çekmeye teşebbüs bile edemediği işadamı….., Ajda Pekkan, İlhan Karaçay ve eşi Jeanne ile, fiyaskoyla sonuçlanan yarışma sonrasında otelin barına gittiler. Barda işadamı ile Ajda da kederlerinden içtikçe içtiler.
Karaçay alkolün etkisiyle kontrolü zayıflayan işadamına hitaben:
“ ….. kardeş bir hatıra fotoğrafı çekilelim mi?”
Alkolün de etkisiyle işadamı cesurca : “Çekin anasını satayım…” der
Karaçay, o anda barda dolaşan Hürriyet’in foto muhabiri Zozo Toledo’ya,
“Zozo, gel bir fotoğrafımızı çek.” der.
Zozo, “Çekmem abi” deyince, Karaçay tekrar işadamına seslenerek,“Söyle şuna bir fotoğrafımzı çeksin”.
İşadamı, “Çek lan Zozo” der.
Zozo, “Abi şimdi sarhoşsun, yarın ayıkınca anamı bellersin” dese de
fotoğraflar çekilir, Ajda Pekkan ile ünlü işadamı aynı karede görüntülenmiştir…

Rahmetli Demirkent’in direktifi yerine gelmiş, Ertuğrul Akbay bir kez daha atlatılmıştır.
Sıra, filmi İstanbul’a göndermeye gelmiştir. Karaçay aynı gece Schiphol Havalimanı’na gider ve zarfı kargoya verir.
Ertesi gün sabah otelde, İlhan Karaçay, Ajda ile TRT için çekim yaparken, işadamı da Karaçay’ın eşi Jeanne’ye Türkiye’deki mal varlıklarını anlatmaktadır..
Karaçay röportajı bitirip geri döndüğünde, işadamımızın yatırımlarının hikayesi Eskişehir’de devam ediyordu.

İşadamı, Karaçay’a, “Dün ne oldu Karaçay, fotoğraf çekildi mi?” diye sorar.
Karaçay, “Fotoğraf çekildi ve dün gece kargoya verildi, bugün gazeteye ulaşır.” deyince, işadamı hemen İstanbul’u arar. Yaveri Ali Üstün’e verdiği talimat aynen şöyledir: “Bugün gazeteleri dolaşın. Benim ile Ajda’yı görüntüleyen fotoğraflar gitmiş. Çaresine bakın!”
Rahmetli Nezih Demirkent, ertesi günün akşamı Hafta Sonu gazetesinin birinci sayfasını tamamen o fotoğraflarla doldurur. Manşet oldukça manidardır: .
“İlhan Karaçay, ünlü işadamı ve Ajda Pekkan’ı işte böyle görüntüledi.”
İşin ilginç yanı, o gazeteden ancak 100 adet basılmasıdır. Nezih bey, sırf iddia kazanmak için bunu yapar. Zaten gazetenin sahibi Erol Simavi bile işe müdahale etmek için baskı sırasında gazeteye gelir. Ama Demirkent baskıyı durdurmuştur bile.

Aynı akşam Anadolu’ya gazete götüren tüm kamyonlar durdurlur. Anadolu baskıları erken basıldığı için gazeteler erkenden yola çıkmıştır. Zira, o yıllarda gazetelerin dağıtım, nakil işleri de o ünlü işadamının firmaları tarafından yapılıyordu.

Eurovizyon sonrasında İstanbul’a giden İlhan Karaçay, foto muhabiri Zozo ile Hilton’da karşılaşır. Zozo, “Ooooo İlhan bey, hoş geldin. Hoş geldin ama, işadamı …. abi seni bekliyor. Çekmecesinde Haftasonu gazetelerinin hesabını soracak” diye devam eder.
Karaçay ünlü ve gizemli işadamı ile buluşur ama en medeni ölçüler içinde ağırlanır.

Son olarak; “Kimdi İlhan ağabey o ünlü işadamı?” diye soruyorum
Karaçay yine, “Yavuz!… Yavuz! ” diye adımı iki kez arka arkaya söylüyor.
Belli o ismi vermeyecek.

Benim, “Ama gazeteci olarak bulmam hiç de zor değil abi” sözüm üzerine İlhan Karaçay; ”Yavuz, bunları anlatırken amacım, birilerini deşifre etmek değil, paparazilik yapmak değil. Ben sana gazeteciliğin güzel ve hoş anlarını anlatıyorum” der.

Şimdi devir değişti. Karaçay’ın açıklamadığı o işadamının ismi, şimdilerde sosyal medyada dillendi bile. Internet sayfalarında, Ajda Pekkan ile ilişkisi olan o işadamının,  geçen yıl vefat etmeden önce Hürriyet grubunu satın alan, Beşiktaş’ın  ve Futbol Federasyonu’nun başkanlığını yapan Yıldırım Demirören’in babası Erdoğan Demirören olduğu ilan edildi bile. Bu nedenle, İlhan ağabeyin açıklamadığı ismi, benim burada açıklamamın ekstra bir zararı olmayacaktır.

Bakın, Ekşi Sözlük web sayfasında bu konuda hangi satırlar var:
“ Erdoğan Demirören. Bir dönemler Ajda Pekkan’la büyük bir aşk yaşadığı dedikoduları ile cemiyet dünyasını sarsan eski kurt, şimdi ise eşinin dizinin dibinden ayrılmayan süt dökmüş kedi misalidir, yaşlanıp, torun torba sahibi olduğundandır herhalde….”

Bu öyküde de Karaçay’ın nasıl bir gazeteci olduğu, o dönemlerde bir fotoğraf karesinin bile ne şartlar ve zorluklar içinde gönderildiğini düşünecek olursak, bugün dijital makineler, diz üstü bilgisayarlar, cep telefonları kameralar, internet ile anında haber, fotoğraf ve video görüntüleri dünyanın öbür ucuna ulaşmakta.
Yavuz Nufel

İlhan Karaçayı’ın, Akbay ile ilgili dip notu:

”Evet, işte bunlar gazeteciliğin  güzel anları.

Allah rahmet eylesin, mekanın cennet olsun sevgili Ertuğrul.”