Etiket arşivi: Avrupa

BATI NIN TÜRKİYE TELAŞI

BATI NIN TÜRKİYE TELAŞI

 

seyfettin karamızrakGeçen yazımızda, Almanya’nın Türkiye düşmanlığının nedenleri üzerinde durmuştuk.

Almanya hükumetinin ve Alman sivil toplum kuruşlarının Türkiye’ye gitmemeleri hususunda; “Alman vatandaşlarını uyarmalarına rağmen”, Almanların bu uyarılara itibar etmediğini, tatil için Türkiye’yi seçtiklerini, Alman şirketlerinin yeni yatırımlar için Türkiye’de sıraya girdiklerini gözlemliyoruz.

Almanya, Türkiye’nin büyümesini ve çevresinde etkili olmasını kıskanmakta ve aynı zamanda endişe duymaktadır. Bu yüzden, olmadık çıkışlarıyla da gülünç durumlara düşmektedir. FETÖ’ cü mahkûmlara giydirilecek tek tip elbiselere getirdiği eleştiri,  bunlardan biridir.

1980’li yıllarda Alman ekonomisi Türk ekonomisinden 13,5 misli büyükken, 2016 yılında 4 misline düşmüştür.

E-7 nin en hızlı gelişen ülkeleri; Çin, Hindistan, Türkiye, Brezilya, Rusya, Endonezya ve Meksika’dır. Dünya ekonomisinin ağırlığı, Batı’dan Doğu’ya kaymaktadır. Batı’nın Türkiye telaşı bundandır.

Bu yüzden Müslümanı, Müslümana katlettirmek için ABD liderliğinde, İslam dünyasına, dolaylı olarak da Türkiye’ye savaş açılmıştır.

Sözde İslam geçinen birçok ülke, ABD liderliğindeki Haçlı ordusunun emrinde ve hizmetindedir. ABD yanlısı bu ülkelere, halkları bu yüzden öfkeli ve kızgındır.

Türkiye’ye destek verdiği için Pakistan Başbakanı Navaz Şerif, İngiltere’nin kirli ve ahlaksız oyunu ile “Pakistan FETÖ’sünün yargıdaki piyonları tarafından” görevinden alınmıştır.

Türkiye’nin güçlenmesini önlemek için, PKK, DEAŞ, FETÖ vb. örgütler kurularak, içeride karışıklıklar çıkartılarak yükselmesinin önü kesilmek istenmektedir.

ABD bu maksatla PYD-YPG’ ye 900 tırdan fazla silah vermiştir. Bu yardım ve silahlar, DEAŞ’ la savaşsın diye değil, Türkiye’ye karşı kullanması içindir.

Almanya, Türkiye’nin siyasi ve toprak bütünlüğünü tehdit eden ne kadar örgüt varsa; PKK, FETO, DHKP-C vb. ülkesinde barındırmaktadır. Kandil tetikçisi ve Die Welt muhabiri Deniz Yücel tutuklanınca, Merkel Türkiye’yi telaşla ziyaret edip, serbest bırakılmasını istemiştir.

Büyükada’daki gizli toplantıda; Alman Peter Steudtner ve İsveçli Ali Garavi ile 4 Türk tutklanmıştır. Aynı otelde, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünden önce de 13 CIA ajanı kalmıştı. Bu CIA ajanlarından birisi, FETÖ imamı Bekir Boz ile devamlı irtibat hâlinde olan Papaz Andrew Craig Brunson dur. Bu papazın serbest bırakılmasını, Trump’ın üç kez istemesi anlamlıdır.

ABD’li milyarder Soros Vakfının paralı terörist, provokatörleri, Türkiye’yi karıştırmak için işbaşındadır. Soros ile kaos ayrılmaz bir bütündür. Almanya halkını Türkiye düşmanlığı için kışkırtmaktadır.

Soros’un Türkiye temsilcisi: “Kendiliğinden bir direnişin patlak vermesini bekleyemeyiz. Türkiye’deki hükümeti devirmek için sokakları acilen harekete geçirmeliyiz.” Açıklamasında bulunmuştur.

Tutuklanan yabancılar, suçlu ve gerilla uzmanıdır. Almanya’nın, bu gerçeği bile bile tutuklananların serbest bırakılmasını istemesi, Türkiye’yi sömürge ve küçük gördüğünün göstergesidir.

ABD, Almanya ve batının şımarık ukala bazı devletleri, geçmişte her istediklerine “evet” diyen bir Türkiye istemektedirler.  Oysa köprülerin altından çok sular geçmiştir. Artık Türkiye, kendi menfaatlerini ön planda tutan ve dış güçlere gerektiğinde “hayır” diyebilen güçte ve kararlılıktadır.

 

Türkiye, silkinerek kendine gelmiştir. Dünyanın her yerinde ve özellikle de Orta Doğu’da “ben de varım” deyince; ABD, Almanya, bazı batı ve Arap ülkelerinin uykuları kaçmıştır. Bu zalimlerin zulme, mazlumların gözyaşına ve sömürüye dayalı kirli oyunları bozulmuştur.

 

İçeride ve dışarıda, Türkiye’ye karşı gösterilen düşmanlıkların sebebi budur.

 

Sevgiyle kalın…

 

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Badminton Takımı, üst üste üç yıl Avrupa Şampiyonluğu’na uzanarak, kırılması çok zor bir rekora imza attı

Avrupa Üniversitelerarası Spor Federasyonu (EUSA) organizasyonu ile Slovenya’nın başkenti Lubliyana’da düzenlenen “Avrupa Üniversitelerarası Şampiyonası’nda mücadele eden Uludağ Üniversitesi Badminton takımı grup mücadelesi aşamasında A Grubu’ndaki bürün maçlarını kazanarak yarı finale yükseldi. Yarı finalde 2016 yılı finalisti Polonya’nın Opole Üniversitesi’ni 3-0 ile geçen UÜ Badminton Takımı, finalde Norveç’in Oslo Üniversitesi’ni 3-0 skorla yenerek üst üste 3. kez Avrupa Şampiyonu olma başarısını gösterdi.uludağ1

Antrenörlüğünü Öğretim Görevlisi Aygül Akça, idareciliğini Hamza Meral ve Tuncer Topsaç, Doktorluğunu Osman İlhan’ın yaptığı takımımızın oyuncuları ise; Buse Ceylan, Emine Demirtaş, Neslihan Yiğit, Aleyna Aslan, Cemre Fere, Özge Bayrak, Sinan Zorlu, Emre Lale, Yusuf Ramazan Bay ,Emre Çömert, Mustafa Kutlu’dan oluştu.uludağ

Bayraktar Milli Takımı tebrik etti

 

Kocaeli’de gerçekleştirilen Avrupa Karate Şampiyonası’nın ardından değerlendirmelerde bulunan Orhan Bayraktar, “Kocaeli’de hem milli takımımız hem kulübümüz sporcuları önemli başarılar elde etti. Emeği geçen antrenörlerimizi ve sporcularımızı kutluyor, destek olan tüm izleyicilere şükranlarımı sunuyorum. İnşallah sporcularımız yeni madalyalarla ülkemize gurur yaşatacaktır” dedi.karate

 

Sakarya Büyükşehir Belediyespor Kulübü Başkanı ve Karate Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Orhan Bayraktar, 4-7 Mayıs tarihlerinde Kocaeli’de gerçekleştirilen Büyükler Avrupa Karate Şampiyonası’nın ardından değerlendirmelerde bulundu. Bayraktar, 16 kategorinin 14’ünde madalya kazanan milli takım antrenörlerini ve sporcuları tebrik etti.

 

16 kategorinin 14’ünde madalya geldikarete1

Bayraktar, “Haftasonu Kocaeli Avrupa Büyükler Karate Şampiyonası’na ev sahipliği yaptı. Turnuvada 43 ülkeden yaklaşık 420 sporcu mücadele etti. Milli takımımız 16 kategorinin 14’ünde madalya kazanmayı başardı. Alınan bu madalyalar bizi ülkeler klasmanında zirveye yerleştirdi. Gerçekten çok önemli ve gurur verici bir başarı. Emeği geçen antrenörlerimizi ve sporcularımızı kutluyor, destek olan tüm izleyicilere şükranlarımı sunuyorum” diye konuştu.

 

Yeni başarılar gelecektirkarete2

Büyükşehir Belediyesi Karate Takımı sporcularının da turnuvaya damga vurduğunu aktaran Bayraktar, “Bu önemli başarı da Büyükşehir Belediyemizin sporcuları da pay sahibi oldu. Enes Erkan yarıştığı kategoride gümüş madalyanın sahibi olurken; Şeyda Burucu ise bronz madalyayla şampiyonayı noktaladı. Önümüzde olimpiyatlar var. Bu turnuva Türkiye’nin olimpiyatlara ne kadar hazır olduğunu göstermiştir. İnşallah sporcularımız yeni madalyalarla ülkemize gurur yaşatacaktır” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Harekat Öncesi Rusya, ABD ve K.Irak’ı Bilgilendirdik

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Reuters’a verdiği röportajda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu ve soruları yanıtladı.

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi‘nin (AKPM) “siyasi denetim” kararına ilişkin soru üzerine Erdoğan, Fransa’da pazar günü bir seçim yapıldığını hatırlatarak, bu seçimin OHAL şartları içerisinde gerçekleştiğini belirtti.

erdoğan röportaj rauters“Devletin kurumlarına sızan terör örgütü mensuplarını temizliyoruz”

Fransa’da yaklaşık 1,5 yıldır neden OHAL uygulamasının yürürlükte olduğunu soran Erdoğan, “Sadece bir terör örgütüne karşı -ki sadece 15-20 kişinin öldürüldüğü bir terör olayıydı bu, bunun ardından- böyle uzun süreli bir OHAL uygulamasına başladı. Pazar günü yapılan seçim OHAL şartları altında yapıldı. Şimdi 15 gün sonra yapılacak olan seçim yine OHAL şartları altında yapılacak. Peki Fransa ile ilgili acaba böyle bir şart ve yahut böyle bir uygulama gündeme geliyor mu? Böyle bir şey asla yok. Türkiye’de devletin yıkılmasına yönelik bir darbe girişimi var. Bu darbe girişimine karşı Türkiye OHAL’i uygularken, silahlı kuvvetlerinin içerisindeki bu FETÖ mensuplarını temizliyorsunuz, emniyetin içerisindeki terör örgütü mensuplarını temizliyoruz, aynı şekilde devletin kurumlarının içerisine sızmış olan bu terör örgütü mensuplarını temizliyoruz. Bunu temizlemek mecburiyetindeyiz.” diye konuştu.

“Biz böyle bir kararı tanımıyoruz”

Doğu Almanya ile Batı Almanya’nın birleşmesi sürecinde 500 bini aşkın insanın devletten temizlendiğini belirten Erdoğan, “Buna kimse bir şey diyebilmiş midir? Dememiştir. Şu anda Türkiye’ye karşı alınan bu karar tamamen siyasidir. Biz zaten böyle bir kararı tanımıyoruz. İstedikleri kadar böyle bir kararı almış olsunlar. Çok da büyütmüyoruz. Bu karar alınmıştır, geçmiştir.” dedi.

“AB, Türkiye karşı hiçbir sözünü tutmamıştır”

Türkiye’nin AB’ye 54 yıl önce başvurduğunu anımsatan Erdoğan, şunları söyledi:

“54 yıldır AB, Türkiye karşı hiçbir sözünü tutmamıştır, samimi davranmamıştır, dürüst davranmamıştır. En son 6 yıldan bu yana… Bakın Suriye’den, Irak’tan 3 milyona yakın insanı biz ülkemize kabul ettik. Bunlar nereden kaçıyordu? Bombalardan kaçıyordu. Biz bunları şu anda ülkemizde misafir ediyoruz. Peki AB tüm bu olaylar karşısında bize hangi sözü verdi? Dedi ki ‘Temmuz 2016’da size 3 milyon avro vereceğiz. Verdi mi? Hayır. Hatta ‘İkinci yine aynı yıl içerisinde bir 3 milyar avro daha vereceğiz.’ Peki şu ana kadar verdiği ne biliyor musunuz? 725 milyon avro. BM Mülteciler Konseyi verdi mi? O da 550 milyon dolar verdi.”

“AB şu anda bir dağılma sürecinin içerisine girmiştir”

Türkiye-AB ilişkileriyle ilgili Erdoğan, şu anda özellikle AB’nin tavrını çok merak ettiklerini bildirdi.

Bu ay sonunda Brüksel’de dışişleri bakanları toplantısı yapılacağına işaret eden Erdoğan, bu toplantıdan ne çıkacağını göreceklerini belirtti.

Erdoğan, şunları kaydetti:

“Avrupa eğer bu konularda, işte şu son bazı gelişmelerle birlikte bazıları çıkıyor ileri geri konuşuyorlar. ‘Biz AB olarak Türkiye ile müzakereleri durdururuz’ vesaire filan felan gibi şeyler yapıyor. Eğer anlayış ve mantık gerçekse o zaman tabii ki biz ne yapacağız, durumu gözden geçireceğiz çünkü Türkiye şu anda 35 fasılla ilgili her şeyde hazır. Türkiye’nin hazır olmadığı hiçbir fasıl yok. İstedikleri anda hepsini önlerine koyduk, koyuyoruz. Hangisini isterlerse. Bizim bu noktada açığımız yok ama onlar halen oyalıyorlar. Samimiyseler, dürüstseler AB’den Sorumlu Bakanım ve Dışişleri Bakanım dahil olmak üzere oturulur ve bir an önce bu iş hallolur. ‘Ha bunu halletmeyeceğiz, biz 3-5 sene daha bunu sallayacağız’ derlerse bize de o zaman yapacağımız tek şey kalıyor. Millete gitmek. İngiltere gitti mi millete? Gitti. Brexit kararını çıkardı mı? Çıkardı. Ne oldu. Şu anda çok da rahat huzurlu şekilde geleceğe yürüyorlar. Belki bunu şimdi başka ülkeler takip edecek. Buna ‘hayır’ diyemeyiz? Aynı şeyi mesela Norveç de yaptı. Biliyorsunuz Norveç’in girişiyle çıkışı bir oldu. Benzer bir şey Türkiye için niye olmasın? Çünkü karşımızdakiler samimi davranmıyor. Samimi davranmadığı için biz de başka çıkış yollarını bulmak zorundayız. Niye biz kadar bu kapıda oyalanalım ki? 54 sene dilek kolay. 54 sene Türkiye’yi AB kapısında oyalayacaksın, ondan sonra da niye böyle olacaksın. AB’nin kendi çek etmesi lazım. AB şu anda bir dağılma sürecinin içerisine girmiştir. Bir tane, iki tane ülke şu anda AB’yi ayakta tutamaz. Bunu bilmeleri lazım ama Türkiye gibi samimi ve farklı bir inancı temsil eden ülkenin orada olması onlara güç katardı. Onlar halen bunun farkında değil çünkü AB’nin içerisinde halkı Müslüman olan bir tane ülke yok. Olursa sadece Türkiye olur ama bunu da 54 senedir hazmedemediler. Belki de bu hazımsızlığın arkasında bu vardı. Şimdi bunlar yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Onun için biz şu anda aynen gözlemedeyiz, beklemedeyiz. Her an her şey olabilir.”

Sarraf ile Atilla’nın ABD’de yargılanması

İş adamı Rıza Sarraf ile Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın ABD’de yargılanmasına ilişkin Erdoğan, şöyle konuştu:

“Rıza Sarraf benim babamın oğlu değil ama benim bir vatandaşımdır. Devletlerin yöneticilerinin herhalde bir görevi de kendi vatandaşlarının hukukunu korumaktır. Eğer varsa bir suçu, bunlar bizim Adalet Bakanlığımıza da bildirilir ve gereği yapılır ama yoksa durup dururken hemen bazı şeyler uydurulmak suretiyle insanlar alınırsa o zaman tabii ki kendi vatandaşına sahip çıkamayan bir ülke konumuna düşersiniz. Diğer Hakan Bey ise bizim adeta devlet bankamız konumunda olan bir bankanın genel müdür muavinidir ve şu ana kadar Amerika’ya 7 kez girip çıkmıştır. Herhangi bir şey yokken son anda böyle bir şeyin genel müdür muavinimize uygulanmış olması, bunun burada art niyetli bazı girişimlerin olduğunu göstermektedir.

Belki burada da biz tabii FETÖ’yle ilgili bağlantıların olduğunu hissediyoruz, görüyoruz ve bizim yaptığımız tespitler de bu istikamettedir. Bu oyunun bozulması gerekiyor. Yani şu anda tabii ki Halk Bankası’nın tuttuğu avukatlar var, Sayın Sarraf’ın tuttuğu avukatlar var. Aynı şekilde bizim, şu anda devlet olarak bu konuda, tabii ki bizi işin içine sokmaya gayret edenler var, bu noktada avukatların çalışması var. Bütün bunların hepsini Sayın Başkan’la ele alacağız. En azından idari noktada atılabilecek bazı adımlar niye atılmıyor bunu soracağız. Feto denilen bu teröristin, yani burada yaklaşık 19 senedir 400 dönümlük bir arazi içinde misafir ediliyor olması düşündürücüdür. Yani en azından bu kişinin idari olarak gözaltına alınması veya tutuklanması beklentimizdir çünkü bu 170 ülkede adeta bir mikserdir. ‘Eğitim, vesaire gibi bu tür hizmetler yapıyorum’ kılıfına bürünmek suretiyle bu işleri yürütmektedir. Biz bunları da tabii Sayın Trump’la paylaşacağız. Görüşmemiz tabii ki zengin olacak, üzerinde duracağımız konular çok fazla olacak diye planlıyoruz.”

sincaryeni

“TSK’nın operasyonu kesinlikle Peşmergelere karşı değil”

TSK’nın Sincar ve Karaçok’taki hava harekatına ilişkin bir soruyu yanıtlayan Erdoğan, “TSK’nın Sincar’da, Karaçok’da falan yapmış olduğu bu operasyon kesinlikle Peşmergelere karşı bir operasyon değildir. Bu daha önceden zaten Sayın Barzani’ye, onlara bildirilmiş olan bir operasyondur.” dedi.

Erdoğan, Türkiye için tehdit oluşturan terör örgütünün silah ve mühimmat gibi malzemelerinin bulunduğu yaklaşık 40 noktada kimsenin olmaması gerektiğinin ABD ve Rusya’ya da ayrıca bildirildiğini ifade ederek operasyon öncesinde de tekrar bildirimde bulunulduğunu vurguladı.

Erdoğan, “Yaklaşık 45 dakikalık bir süre içerisinde yapılan bu operasyonla buradaki bu noktalar yüzde 100 isabetle vurulmuştur fakat bu arada da 5-6 Peşmerge’nin öldüğü bilgisi bize geldi. Bu tabii bizim için arzu edilmeyen bir konuydu ama böyle bir şey söz konusu oldu. Bunun ne yazık ki önceden kendilerine bildirilmiş olmasına rağmen böyle bir neticenin çıkması bizim üzüntümüze muciptir.” diye konuştu.

“Son terörist yok edilinceye kadar mücadelemiz sürecek”

Operasyonların devamının gelip gelmeyeceğinin sorulması üzerine Erdoğan, şunları kaydetti:

“Kesinlikle, yani bizim oradaki terörle mücadelede hep söylüyoruz, son terörist yok edilinceye kadar bu mücadelemiz içeride ve dışarıda sürecektir. Kandil’de, Kuzey Suriye, Kuzey Irak’ta sürecektir. Mesela şimdi Sincar bölgesi bizim için, daha önce açıkladım ben, burası bizim açımızdan ikinci bir Kandil’dir. Biz ikinci bir Kandil’in oluşmasına müsaade etmeyeceğiz çünkü Sincar’da yaklaşık 2 bin civarında PKK’lı var. Biz orada böyle bir şeyin oluşmasına müsaade edemeyiz. Eğer müsaade edersek yarın orası bir tehdit oluşturacak. Tedbirimizi almaya mecburuz. Eğer biz bataklığı kurutmazsak, bataklık haline gelince bir daha burayı kurutmak mümkün değildir. Onun için adımlarımızı atmak zorundayız. Bunu Amerikalı dostlarımızla da paylaştık, paylaşıyoruz. Rus dostlarımızla da paylaştık, paylaşıyoruz. Aynı şekilde Kuzey Irak yerel yönetimiyle de bunları zaten sürekli paylaşıyoruz. Onun için son teröriste kadar bu mücadelemizi sürdüreceğiz çünkü bütün sınır vilayetlerimizde huzuru temin etmemiz lazım.”

 “Putin bana ‘Ben Esed’in avukatı değilim’ dedi”

Suriye’ye dair hala bir umut olup olmadığının ve durumun iyileşeceğini düşünüp düşünmediğinin sorulması üzerine Erdoğan, şöyle konuştu:

“Zaten Esed bir çözüm adresi değil ki. Suriye’nin Esed’den kurtulması lazım ki çözüme yürüyelim. Esed orada kaldığı sürece asla Suriye’de çözüm olmaz. Suriye’yi bu hale getiren o. Devlet terörü estiren o. Onunla beraber nasıl olacak da Suriye barışı yakalayacak? Kendi halkına, kendi vatandaşına tanklarla, toplarla saldıran, uçaklarla, varil bombalarıyla, kimyasal silahlarla halkını öldüren bir insan çözüm aracı olabilir mi? Biz bugüne kadar hep söyledik, Esed’siz çözüm. Dediler ‘Kim, DEAŞ mı?’ Ya size DEAŞ’ı kim söyledi? DEAŞ’a karşı en büyük mücadeleyi veren biziz. Şu ana kadar biz DEAŞ’tan binlerce insanı öldürdük. Niye? Çünkü onlar İslam’ın temsilcisi olamaz. İslam için onlar birer yüz karasıdır. İslam’la DEAŞ’ın yakından uzaktan alakası yok. Bunu bir defa Müslümanların kabul etmesi lazım. Ve asla savunmasız insanlara silah sıkmaya, onları öldürmeye ister Müslüman olsun ister olmasın kimsenin hakkı yok. DEAŞ bunları yapmıştır.

Dolayısıyla burada atılması gereken adım, ben bunu Sayın Putin’le görüştüm, Sayın Trump’la telefonda görüştüm, Sayın Obama’yla zaten çok görüştüm ama hiçbir netice alamadım. Şimdi bu dönemde görüşeceğiz ve diyoruz ki burada adımı gelin öyle bir atalım ki buranın kaderini Suriye halkı kendisi belirlesin. Demokrasi bu değil mi? Eğer demokrasi buysa bırakalım kararı Suriye halkı versin. Biz ne yapalım? Biz güvenliğini sağlayalım. ABD, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, İran, hep beraber bir araya gelelim sandıkları getirelim Suriye halkı liderini seçsin. Partisini belirlesin. Öyle ülkeler var ki 20-30 tane parti var, burada da belki o kadar kurulacak. Bırakın kursunlar. Seçim yapılsın, sandıktan kim geliyorsa hepimiz ona ‘Başımız gözümüz üstüne’ diyelim, işi bitirelim ama ne yazık ki hep bize şunu söylediler ‘DEAŞ gelir.’ Ya sanki Esed’in yaptığı DEAŞ’tan iyi mi?”

L’état, C’est Moi (Devlet Benim) ! (Louis XIV)

 

 

tamer uysalAvrupa ülkeleriyle özellikle Hollanda ile yaşanan diplomatik sorun yıllar önce Cem Özer’den alıntıladığım yazıyı aklıma getirdi. Kriz, Cem Özer’in bizim muhafazakârlarımız Batı’nın nimetlerinden yararlanırken halka bunları yasaklayıp kötüler şeklindeki sözlerini (Acemi Yazılar, Parantez Yayınları, 1997) hatırlatıyordu.

Almanya’da mitingi engellenen Bekir Bozdağ’ın “Bir toplumun toplantı yapmasına izin vermeyen bir demokrasi olabilir mi?” lafına “Demek ki 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlayabileceğiz. Bu beyan arşive girmiştir çünkü” demişti Cem Özer.

Bir lokma bir hırka, İslami burjuvazinin (muhafazakar demokrat)  yoksul yığınlara  dünyanın değersiz olduğu  biçiminde  dayattığı, azla yetinmeyi öğütleyen   sufi  (mistifikasyon)  inançtır. Her ne kadar  kapitalizmin  felsefesiyle çelişse de  İslam burjuvazisinin  yaşam biçimiyle de çelişiyor halbuki…

Eski Yunan ve Roma’da sıkça kullanılan demagoji, hitabet yoluyla din ve millet gibi kavramlar üzerinden propaganda yöntemi idi. İki yüzlülük ve asıl niyeti gizlemek ise takiyedir. Aksi halde savunma yapar, methiyeler düzer. Buna da apoloji diyoruz.

Birriz de  Almanya’dan sonra Hollanda’yla yaşandı. Hollanda’yla sınırlı kalmadı tabi. İki ülke arasında sorun olmaktan çıkıp adeta restleşmelere varan bir Avrupa Türkiye (AKP) sorunu haline geldi.  Yurt dışında yaşanan hadiseler Türkiye’de anayasal bir hak olması ve yasalarla tanınmasına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi etkinliklerde sıkça karşılaşılan “Efradını cami, ağyarını mâni” muameleleri de akla getirmiş oldu.

Türkiye’de sorun sistemdir. Ne başkanlık ne başka bir şey.  Çoğulcu olmayan sistemdi çünkü.

Çoğulcu (nispi) demokrasi, çoğunluğun hakimiyetini reddeden, azınlıkların ve muhalefetin de korunmasını savunan demokrasi biçimidir. Çoğulculuk, yönetimin paylaşılmasıdır, çoğunlukçuluk ise çokluğu bütünden üstün tutar. Çoğulcu, çoğunluğun mutlak egemenliğini kabul etmez.

Çoğunlukçu (mutlak) demokrasi,  çoğunluk kurallarının mutlak (kati) olduğu, azınlık  hakları ile  kuvvetler ayrılığını sınırlayan  çoğulcu demokrasiye göre çoğunluğun aldığı  kararları  sınırsız ve kesin  sayan bir  demokrasi biçimidir.

Türkiye’de ne yazık ki siyasette çoğulcu kültür geliştirilemedi, gelişmedi.

Ve şu torba yasalar… Oldu bittiye getirilen bu düzenleme ve uygulamalar kısaca hesap vermekten kaçınmayı ifade ediyor ve yönetim ile yargıda çoğunlukçuluğa dayanan sistemden kaynaklanıyor. 12 Eylül’de de benzer şekilde siyasal iktidar cunta anayasasının sağladığı yetki ve meclisteki çoğunluğa dayanarak adeta temsilde adalet ilkesini yok sayarak devleti kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) yönetti.

Türkiye’de temsili demokrasi de hep sorunlu olmuştur. Özellikle 80 sonrası uygulanmaya başlanan yüzde 10’luk seçim barajı rejimin meşruiyetini ve adalet ilkesini büsbütün bozmuştur. Torba yasalar  halkın iradesine aykırı,  birbirinden farklı  yasaların  aynı kanun içinde onaylanması işlemidir birkere. Toplumun kabul etmeyeceği yasalar bu yolla  TBMM’nden geçmektedir.

Gelelim Başkanlığa..

Başkanlık Sistemi de zaman zaman sağ muhafazakar ve liberal iktidarların son dönemlerinde ya da  kapitalizmin olağan kriz dönemlerinde istikrar kavramını ve  sistemdeki tıkanıklığı bahane ederek ileri sürdükleri bir talep olagelmiştir. Bir takım zahirperestin yeniden ortaya attığı bu fikrin tartışılması abesle iştigal değil de ne?..

Getirilmek istenen solipsist (tek adamcı, tek benci) ve adeta lejitimist (hükümdarcı, meşrutiyetçi) benzeri bir rejimle başkanlık sistemi de onun otoritesi de salt idari işlerle sınırlı kalmayacak çeşitli sosyal konularda çıkacak yönetmeliklerle  (çevre, kadın hakları vs) tüm bireylere ve toplumsal yaşamın her alanına nüfuz edebilecektir.

Seçimin olmadığı yerde özgürlük de yoktur. (Jean-Marie Cotteret ve Claude Emeri)

“Cami ne kadar büyük olsa imam gene bildiğini okur” şeklinde bir atasözü yok mu? Çoğunlukçu yönetim anlayışıyla milliyetçi muhafazakar  devlet tekelinin meşruiyet kazanması şimdiye kadar koparılan yaygaradan ve tepedekilerin tercihlerinden anlaşılıyor. Diğer bir deyişle dervişin fikri neyse zikri de o oluyor.

Lenin’in “Din adamı siyasetçi ve eğitimci olmamalıdır.” sözünün gerçekliği apaçık ortaya çıkıyor, sergileniyor da…

Tıpkı iktidar amaçlı kurumlar gibi “halkın temsilcisi” olarak görülen ve zamanla içi boşaltılan STK’lar yerine halktan ve emekten yana demokratik kitle örgütlerinin (DKÖ) işlevsiz kalmaları gibi… Bu yapıların yeniden ve güçlü temsil vasfı kazanmaları dururken o da ne?

Başkanlık…

Dernekler kanunu ve örgütlenme hakkı gibi konularda  yasal düzenlemelerin  yapılması gerekirken.

Türkiye’deki önemli sorunlardan biri de artık malumunuz olduğu üzere. Yaratılan engeller kadar muhalefet boşluğu da var. Saydığımız nedenleri de dahil ederek farklı görüş açılarının dile getirilememesi önemli sorun. Yönetim sorunları ve perspektife karşılık alternatif olarak görülen muhalefetin laik eğitim, sağlık ve eğitime daha çok bütçe, fırsat eşitliği gibi  sınırlı kalan söylemleri yanında, eşitlikçilik, özgürlükçülük ve ilericilik gibi  temelli ve köklü, birleştirici ve bütünleştirici ilkelerle çözümleri geliştirilemiyor. Dinci – pragmatist (yararcı) tezlere karşı bu argümanlar demokrasi, katılım ve adalet gibi talepler kadar inandırıcı ve umut olamıyor.

Türk tipi diye ifşa edilen başkanlık sistemi ise çoğulculuk açısından çözüm olmayacağı gibi aksine çoğunlukçu sistemin dayattığı bir keyfiyet olarak daha büyük sorunlara gebe. Ve siyasal haklar ve temsil olanaklarını çok daha fazla kısıtlayacak  tek adam rejiminin somutlaşmış bir örneği olarak adeta bundan sonra “devlet benim” der gibi karşımızda duruyor.

Zaten farklı mıydı ki…18 madee

TAMER UYSAL

İlhan KARAÇAY’ın röportajı: AB Komisyonunun Birinci Başkan Yardımcısı Frans Timmermans, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) kesinlikle darbe girişiminde rol oynadığına dair artan işaretler bulunduğunu söyledi

Tam 75 gün önce ayrıldığım Hollanda’dan, Türkiye’mizin şirin kenti Mersin’e gitmiştim.
Mersin’de geçirdiğim 75 gün süresince, gerek Türkiye’deki ve gerekse Hollanda’daki gelişmeleri dikkatle takip ettim.

75 gün sonra dönüş yaptığım Hollanda’da, bilgisayarımın karşısına geçtim ve 75 günlük analizimi yazmak istedim.

Zihnimi kurcaladım, notlarıma baktım, son günlerdeki gelişmelere baktım. Buna rağmen sağlıklı bir analiz yapayacağımdan korktum.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye’de neler söylenmişse, hala aynı şeyler söyleniyor.
Aynı durum Hollanda için de geçerli. Bu ülkede de nakaratlar devam ediyor.

Açıkçası, Türkiye; Batı devletlerini darbeye karşı lakayd kalmakla suçluyor, Batı devletleri de, Türkiye’deki gelişmeleri Recep Tayyip Erdoğan’ın bir oyunu olarak kabul ediyor.roportajj-ilhan

Türkiye, Batlıları suçluyor, Batılılar da Türkiye’yi.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Avrupa Parlamentosu, Türkiye ile görüşmelerin durdurulması kararı alıyor.

Türkiye ABD (Amerika Birleşik Devletleri) ilişkileri iyi gitmediği gibi, Türkiye AB (Avrupa Birliği)  ilişkileri de çok kötü.

Taraflar biribirlerini şantaj yapmakla ve tehdit etmekle suçluyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Kafamı bozmayın sınır kapılarını açarım’ tehdidi de cabası.

Taraflardaki olumsuzluklar her geçen gün kötüye giderken, Hollanda Dışişleri Eski Bakanı ve şimdiki Avrupa Komisyonu’nun Birinci  Başkan Yardımcısı Timmermans önemli bir açıklama yapmıştı.
Timmermans’ın açıklaması büyük yankı yaptı ama, büyük etki yapmadı.

Timmermans’ın anlatmak istedikleri pek anlaşılmışa benzemiyor.
Timmerman’ın anlatmak istediklerini ardında bir şeyler yatıyor.
İşte tam bu sırada sağlıklı bir analiz yapmak için, Amsterdam Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı olan  araştırmacı dostum Veyis Güngör ile görüşmenin yararlı olacağını düşündüm.

Önce, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile görüşmelerin durdurulması kararı haberine bakalım:
Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin geleceğine dair Avrupa Parlamentosu’nda hafta ortasında oylananan tasarıda “Müzakereler geçici olarak durdurulsun” kararı çıkmıştı.

Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin geçici olarak dondurulmasına ilişkin kararı 37 oya karşı, 479 oyla kabul edilmiş, 107 parlamenter ise çekimser kalmıştı.

Bu gelişme karşısında çok sinirlenen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ‘Bana bakın, kafamı kızdırırsanız sınır kapılarını açarım’ tehdidini savurdu.

Bu tehdit tabii ki Avrupalılar’ı korkuttu.
İyi ama, Hollanda’nın eski Dışişleri Bakanı ve şimdi de AB Komisyonu’nın Birinci Başkan yardımcısı olan Frans Timmemans’ın daha önce yapmış olduğu açıklamaya ne demeli?
Timmermans’ın bu samimi açıklamasına tepki gösterenlerin asıl amaçları neydi?
Şimdi gelin bunların analizine geçelim.roportajj-ilhan-jpg1

 

Önce, Timmermans’ın o açıklamasına ait habere bir göz atalım:

AB Komisyonunun Birinci Başkan Yardımcısı Frans Timmermans, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) kesinlikle darbe girişiminde rol oynadığına dair artan işaretler bulunduğunu söyledi.

Belçika’da yayın yapan haftalık dergi Knack’a konuşan Timmermans, “Darbe girişimine ilişkin dışarında çok az empati gördükleri söyleyen Türklerin bu konuda haklılık payı var. Desteğimizde daha cömert olabilirdik.” dedi.

Avrupa’nın darbe girişimini hafife aldığını kaydeden Timmermans, “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Gülen hareketinin darbe girişimindeki rolüne ilişkin açıklamalarının tamamen manasız olmadığı artık açık. ABD’deki araştırmalar temelinde, hareketin darbede kesinlikle rol oynadığına ilişkin artan işaretler var.” diye konuştu.

Timmermans’ın açıklamalarıyla üst düzey bir AB Komisyonu yetkilisi, ilk kez FETÖ’nün darbe girişimdeki rolünü kabul etmiş oldu.
Knack ise röportajın girişinde, “Fetullah Gülen’in günleri sayılı. ABD Başkanı seçilen Donald Trump, Gülen hareketinin liderini iade edebileceğini söyledi. AB Komisyonu da buna karşı görünmüyor” değerlendirmesinde bulundu.

Öte yandan, röportajın yayımlanmasının ardından Belçika ve Hollanda’daki FETÖ mensupları, Timmermans’ı sözlerini geri alması için açıklama yapmaya zorlamaya başladı.

Şimdi, tüm bu gelişmelerden sonra, Amsterdam Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör’e dönelim ve sorularıma verilen yanıtlara bir göz atalım.
Karaçay: 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Batı’nın lakayd, hatta tarafgir tutumu hakkında neler diyorsun?

Güngör: ”15 Temmuz kanlı darbesinin üzerinden 4 ay geçti. Türkiye, bu süre zarfında Avrupa’nın darbeyle tutumunu hayretle izledi. Avrupa’da hakkim olan darbe yorumları insana dudak ısırtacak nitelikte. Avrupa’da aylarca, günlerce Türkiye karşıtı ve Erdoğan’ı hedef alan yayınlar yapıldı. Ortalık Türkiye uzmanlarıyla doldu taştı. Zaman zaman hakkaniyet ölçülerinde çıkış yapan, yorum yapanlar da oldu. Ancak hakim görüş, Türkiye’de özgürlüklerin kısıtlandığı, Erdoğan dikdatörlüğünün kurulduğu yönündeydi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Edoğan ve ülkenin karar vercileri Avrupa’nın bu anlaşılmaz tutumu karşısında zaman zaman sert açıklamalarda bulundular. Avrupa Birliği’nin Türkiye için tek alternatif olmadığını açık açık beyan ettiler. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa’nın karar vermeyi uzatması halinde, halka gideceklerini dahi söyledi. Özbekistan ziyareti dönüşü, Şangay Birliği açıklamasını yaptı…”

Karaçay: ABD’deki Başkanlık seçiminden sonra da Batı dünyasında gelişmeler oldu.

Güngör: ”Sonuçları Avrupa’da büyük memnuniyetsizlik uyandıran ABD başkanlık seçimleri yapıldı. Sonuçlardan Avrupa memnun görünmüyordu. Donal Trump’un seçimleri kazanması belli olunca, Türk hükümeti hem Trump’u tebrik ediyor hem de FETÖ elebaşını Türkiye’ye teslim etmesini söylüyordu.

Tam da bu sırada Hollanda gazetelerinde Türkiye’nin Hollanda üzerinden Amerika’da lobi yaptığı haberleri yayınlandı.  Eski Amerika Askeri İstihbarat müdürü Michael Flynn’in Hollanda’nın Utrecht şehrinde kurulmuş bir şirketi tarafından FETÖ elebaşının iade edilmesinde lobi yapmak için işe alındığı yazıldı…”

Karaçay: Frans Timmermans’ın açıklamaları hakkında neler diyeceksin?
Güngör: ”Bütün bu gelişmeler arka arkaya yaşanırken, Avrupa Komisyonu Birinci Başkan Yardımcısı, yani Avrupa’nın ikinci adamı Frans Timmermans yukarıdaki gündemle ilgili bir açıklama yaptı. Timmermans Avrupa’nın 4 aydır bir türlü söyleyemediğini, 15 Temmuz darbesinde ‘Gülen’in rol oynadığını’ söyledi. Avrupa’daki akıl tutulmasını bozdu. Hatta Gülen’in Türkiye’ye iade edilmesinde Avrupa Birliği olarak engelleme yapılmayacağını da belirtti. Avrupa’nın darbeyi hafife aldığını, ‘Erdoğan’ın Gülen hareketinin rol aldığı sözlerinin tamamen yanlış olmadığını’söyleyen Timmermans, Amerika araştırmasına göre, Gülen hareketinin darbede rol oynadığına yönelik fazlaca gelişmelerin olduğuna dikat çekti.

Frans Timmermans Türklerin, ‘darbe meselesinde dış dünyanın yeterince empati yapmadıkları’ eleştirisinde haksız olmadıklarını söylerken, ‘Türkiye’ye desteğimizi o zaman daha geniş ve cömert bir şekilde gösterebilirdik’ dedi.”

Karaçay: Timmermans’ın bu açıklamasını destekleyenler ve itiraz edenler oldu.

Güngör: ”Avrupa’nın ikinci ismi Timmermans’ın, Gülen hareketiyle ilgili yaptığı açıklama farklı kesimlerden tepkiler aldı. Bunlardan bir tanesi, eski Avrupa Parlamentosu milletvekili, ve bu arada Türkije uzmanı olan, Joost Lagendijk’ti. Lagendijk, ‘Çok hassas bir konuda bu tür bir açıklama yapmak tehlikelidir’ dedi. Timmermans’ın bildiği ama dünya kamuoyunun bilmediği bir araştırma sonuçlarına dayanarak yapılan açıklama, akıllıca görünmüyor. Timmermans gibi bir görevde bulunan birisinin bu tür bir ateşi yakması Lagendijk’i endişelendirmiş.

Avrupa Parlamentosu ve Türkiye raportörü Kati Piri, Timmermans’ın açıklamalarına reaksiyon vermekten çekinirken, Türkiye’de yayınlanan bir gazeteye şu açıklamayı yapmıştı: ‘Darbe kalkışmasında Gülen hareketine mensup olanlar yer almış olabilir, ama tüm Gülen hareketinin darbenin içinde olduğunu söylemek cesaretli bir çıkış değil’. Timmermans’a bir başka tepki de ChristenUnie partisinden, Joël Voordewind’an geldi. Voordewind, Türkiye Cumhurbaşkanı’nı, hiç beklenmedik bir yerden gelen bu desteğin  sevindirdiğini, ancak Timmermans’ın bunu kanıtlaması gerektiğini söyledi.
Sosyalist partisi milletveili Harry van Bommel’da, ‘Altın kuralın, hukuk alanına giren meselede susmak olduğu’ açıklamasını yaptı. Yeşil Sol patisinden Rik Grashoff ise, ‘Muhtemelen Timmermans Türkiye haleti ruhiyesini iyileştirmek için bu açıklamayı yaptı’ diyor.
CDA’lı Raymond Knops, Timmermans’ın açıklamasının Amerika’ya bir mesaj olup olmadığını, zira Trump’ın göreve gelmesiyle Fetullah Gülen’in teslim edileceğinin gündeme geldiğine dikkat çekerken, VVD’li Han ten Broeke ise Timmermans’ın Amerika araştımasına atıfta bulunmasının, durup dururken olmayacağını belirtiyor.”

Karaçay: ”Peki Timmermans’ın açıklamasının akra planında, derininde ne yatıyor? ”

Güngör: ”Bu sorunun cevabı ilginç. Hollanda’nın önemlli fikir gazelerinden Trouw’ın baş yazarının bazı cümleleri şöyle: “Timmermans sevimli birisi. Avrupa Komiseri yaptığı işe tutkulu, yetenekli bir üst düzey diplomat. Görevini eksiksiz yapmaya çalışır. Avrupa Birliği projesinin olması gereken yer için oldukca realist ve net birisi….

Ancak Timmermans’ın önemli bir sorunu da var: Ağzına geleni söylüyor. Kamuoyunun bilmediği billgileri açıklayabiliyor. İşte bunlardan birisini de geçtiğimiz hafta, Knack gazetesine yaptığı açıklamayla gösterdi. Açıklamada, Gülen hareketinin başından beri 15 Temmuz darbesinin içinde olduğunu, iddia etti. Bu açıklama elbette Türk hükümetinine hak vermek ve yardım etmekti…

Timmermans bu açıklamasıyla, konuyla ilgili görüşleri alt üst etti. Elinde delil yoktu, Amerika araştırması sonuçlarına atıfta bulunuyordu…”

Karaçay: ”Demek ki, Timmermans yeni bir tartışma başlatmış oldu?

Güngör: ”Evet. Avrupa Birliği kurumlarının öneli bir bölümünü oluşturan Avrupa Komisyonu Birinci Başkan Yardımcısı, yani Avupa’nın ikinci önemli adamı Timmermans, yaptığı sıradışı açıklamayla 15 Temmuz kanlı darbe tartışmalarına yeni ve farklı bir boyut kazandırdı.
Geride bıraktığımız dört ay içinde Timmermans benzeri açıklama yapan Avrupalı siyasetci, bilm adamı, gazeteci pek fazla değildi. Tek tük, yer yer Gülen hareketinin dünya çapında örgütlenmesinin arka planı, bu hareketin para kaynakları, çalışma şekli, yapılanmaları ile ilgili yazılar görülsede, Timmermans gibi tüm Avrupa kamuoyunu etkileyecek bir üst düzey açıklama ilk defa gelmiş oldu.  

Tüm tepkilere, eleştirilere rağmen Timmermans şeytanın bacağını kırdı. Bundan böyle bu tür açıklamaların arkası gelecektir.”   

Karaçay: Peki, Timmermans açıklamasında samimimiydi?

Güngör: Bence çok samimiydi. Tabii bir de şu var. Timmermans Türkiye’nin gönlünü almak için, aynı açıkalamada, mülteci krizine de değindi. Mülteci meselesinde Türkiye ile işlerin iyi gittiğine dikkat çekti. Anlaşmaların uygulandığını söyleyerek Türkiye’ye övgüler yağdırdı. İnsan kaçakcılığındaki azalmanın, Yunanistan’dan gönderilen mültecilerin Türkiye tarafından zamanına alındığını söyledi.

Sonuç olarak, 15 Temmuz’da Türkiye’de yapılan kanlı darbenin, dört ay sonra Avrupa’da farklı bir zeminde tartışmaya açılması, her ne kadar tepkiler olsa da, olumlu bir gelişme olarak görülmelidir. Aylardır tekrarlanan tek yönlü bilgi aktarımı yavaş yavaş değişecektir. Hak ve hakikat er geç anlaşılacaktır. ”

Karaçay: Peki şimdi beklentler ne? Avrpa Parlamentosu mu aklıselim mi karar verecek?

Güngör: Bana göre, Avrupa Birliği’ni yönetenler, yani söz sahibi liderler, Türkiye’nin kendileri için ne derece önemli olduğunu biliyorlar. Timmermans’ın açıklamalarına iyice baktığımız zaman, Avrupa’nın Türkiye’yi dışlaması söz konusu olamaz. Bir gün gelecek, Türkiye’ye karşı hata yaptıklarını anlayacaklar ve Recep Tayyip Erdoğan at yarışı yapamayacaklarını öğrenecekler.
Şimdi yaşananlar birer şovdur.
Türkiye hak ettiği yerie ulaşacaktır.

*****

AVRUPA BİRLİĞİ’NDE BÜYÜK KIRILMA !

 

23 Haziran’da İngiltere’de önemli bir halk oylaması-referandum yapıldı. Bu oylama, Avrupa Birliği ve Birleşik Kırallık olarak da bilinen İngiltere’nin geleceği açısından çok önemliydi.  Seçimle ilgili ilk açıklamalarda AB’ye evet önlerde iken kırsal kesimlerden gelen sonuçlar dengeyi değiştirdi ve oylardan % 52 oranında “AB’ye Hayır” çıktı. Bu sonuç Avrupa kadar tüm dünyayı şaşırttı. Dolar, Euro, borsalar düştü ve altın yükseldi. İngiltere’de eveti destekleyerek kaybeden ve Türkiye’nin AB üyeliğine de engeller çıkartan Başbakan David Cameron hükümetinin istifa etmesi de beklenilmekte.

ab çıkışı28 devletten oluşan “AB’ye Hayır” oyunun ağırlık basmasında; Yunanistan merkezli ekonomik krizler, mülteci sorunundan korkma, işsizlik probleminin daha da artma endişesi, Kıta Avrupası’ndan kendilerini üstün görme, sterlin kullanmaya devam etme arzuları ve Avrupa Birliği’nin daha yüzeysel bir örgüt olarak görmek istemeleri gibi sebeplerden kaynaklandığı tahmin ediliyor.

Referandum kararının AB Konseyi’ne bildirilmesinin ardından Birleşik Krallık’ın birlikten çıkması için 2 yıllık müzakere süreci başlayacak. Birleşik Krallık’ın AB’den resmen ayrılmasının 2 ila 10 yıl sürmesi beklenirken, bu süre içerisinde de İngiltere, AB kurallarına tabi olmaya devam edecek. Bu zaman zarfında İngiltere’ye bazı tavizler verilerek yeniden kazanılma politikasının yürütüleceği öngörülse de, AB için verilen hayır oyu, büyük bir prestij kaybı vermiş durumda… Strateji uzmanları bu sonucu “AB’de büyük bir deprem” olarak da yorumlamakta.

Oy kullanma yaşının 18 olan Birleşik Krallık’ta toplam 46 milyon 499 bin 537 seçmen bulunuyor. İngiltere 39 milyon 956 bin 824 seçmenle Birleşik Krallık’taki en önemli seçmen oranına sahip, onun ardından  3 milyon 988 bin 492 ile İskoçya, 2 milyon 270 bin 743 ile Galler, 1 milyon 260 bin 955 ile Kuzey İrlanda takip etmekte. Cebelitarık’ta ise 24 bin 117 seçmen mevcut.

Haber: Fevzi Yurtoğlu

Prof.Arslan: Soykırım tasarısı dostlarımızın gerçek yüzünü gösterdi

sivas cumhuriyet hocası aslanSivas Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nagehan Talat Arslan, Almanya Parlamentosu’nda kabul edilen sözde Ermeni soykırımı tasarısının kabul edilmesini değerlendirerek, “Tasarı dostlarımızın gerçek yüzünü bir kez daha gösterdi’’ dedi.

Türk siyasi hayatında özellikle son yüzyılda Almanya’nın diğer ülkelere göre farklı bir yeri olduğunu hatırlatan Prof.Dr. Nagehan Talat Arslan, I. Cihan harbinde ittifak halinde olmamızın da psikolojik etkisiyle Türk Milleti’nin Almanlara ve Almanya’ya bakışının Fransa, İngiltere, İtalya gibi diğer Avrupa ülkelerinden farklı olduğuna dikkat çekti.

1950’lerden sonra Almanya’nın ikinci dünya savaşı yaralarını sarmasında ve imarında Türkiye’nin ve Türkiye’den Almanya’ya çalışmaya gidenlerin etkisinin çok büyük olduğunu belirten Prof.Dr. Arslan, “Almanya hem geçmişi hem de günümüzdeki rolü ile Avrupa’nın özellikle de Avrupa birliğinin lokomotif ülkesi konumundadır. Fransa ile birlikte AB içinde aslı unsurdur. Ortak çıkarlar olduğunda dost olduğumuzu her zaman hatırlayan batı bin yıldan daha fazla tarihi ve siyasi mirasıyla ceddimiz Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’yle dostluk kavramının tersine davranışlara girmekten çekinmemektedir. Türkiye aleyhine uluslararası bir konu olduğunda maalesef aynı cephede, aynı safta, aynı ittifak içinde bulunduğumuz taraflar hiç çekinmeden dostluklarına uymayan davranış içine girebilmektedirler. Stratejik ortak, stratejik müttefik kavramlarının uluslararası arenada anlamsızlaştığına bir kez daha şahit olduk’’ dedi.

 

                                                                 YENİ POZİSYON ALINMALI 

Uluslararası arenada aslı unsurun menfaat olduğunu, dostluk ve hamasi yaklaşımların geçer akçe olmadığını hatırlatan Arslan, çıkarların belirlediği bir alanda haklı haksız, doğru yanlış gibi değer yüklü yaklaşımların bir anlam taşımadığını ifade etti. Bu nedenle her konuda ve her olayda a, b, c gibi planlar yapılıp durumsallık yaklaşımı içinde hareket edilmesi gerektiğini belirterek, “Özellikle Ermeni tasarısı konusunda Almanya’nın bu tavrı Türk-Alman ilişkilerine yeni bir pozisyon almamızı zorunlu kılacaktır. 1915 olayları konusunda özellikle dünya kamuoyunda Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze çok etkin bir çaba gösterdiğimiz söylenemez. Şu an dünyada Uruguay’dan Belçika’ya, Kanada’dan Amerika’ya, Vatikan’dan Lübnan’a, Rusya Federasyonu’ndan Arjantin’e, Yunanistan’dan İsveç’e, İtalya’dan İsviçre’ye, Hollanda’dan Venezuella’ya, Litvanya’dan Şili’ye, Polonya’dan Bolivya’ya, Avusturya’dan Brezilya’ya, Suriye’den Almanya’ya 25 ülke soykırım tasarısına imza atmış bulunmaktadır. İşin ilginç yanı bütün dünya kamuoyu önünde ve pervasız bir şekilde bu kararlar alınmaktadır’’ İfadelerini kullandı.

                                             ERMENİSTAN ÜZERİNDEN KÜRESEL BASKI

Bir zamanlar millet-i sadıka olarak tanımlanan Ermeni halkı ile ne Osmanlı’nın ne de Türkiye Cumhuriyeti’nin bir sorunu olmadığına dikkat çeken Arslan, sayısı yüzbinleri bulan Ermeni kökenli Türk vatandaşlarının bulunduğunu, 1915 olaylarının bir yönüyle Ermenilerin meselesi olmaktan öteye geçirilip, Türkiye üzerinde etkili olmak isteyen ülkelerin bir oyuncağı haline dönüştürüldüğünü iddia etti. Dünya ölçeğinde hemen hemen hiçbir etkinliği bulunmayan Ermenistan’ın 25 ülkede bu tasarıları kabul ettirmesinin imkansız olduğuna vurgu yapan Prof.Dr. Arslan, “Türkiye Ermenilerin uluslararası arenada kullanılmasını engellemelidir. Bir zamanlar Yunanistan üzerinden yapılan bu küresel baskılar günümüzde yeniden ısıtılıp Ermenistan üzerinden yapılmaktadır. Bu ülkelerin gerçek yüzlerinin bu olduğu bizler için yeni bir durum değildir. Tarihte tekerrür eden yüzlerce olay bize batının ikiyüzlülüğünü göstermiştir. Bu durumda bizlere düşen ise büyük devlet haşmetine yakışır şekilde ‘Yolunuz açık olsun’ demektir’’ görüşlerine yer verdi.

DEĞİŞİMLER DİBEĞİNDEKİ DIŞ VE İÇ SİYASET

 

 

 

süleyman pekinGeçen yıl başında Fransa’daki Charlie Hebdo karikatür dergisine yapılan saldırılar sonrasında Dünya siyasal sisteminin yeni bir evreye yöneldiğinin işaretlerini okumaya çalıştık. Akabinde ortaya çıkan PEGİDA (Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar) gibi hareketler de bu evrilmenin hız katalizörleri işlevini üstlendi.

Tarih ve sosyolojiyi istatistik bilimiyle buluşturduğunuzda yeni stratejiler zemin bulur. Gerek Avrupa’nın tümden ve gerekse Almanya, Fransa, İngiltere gibi kıtanın büyük ülkelerinin 2040-2060-2080 yılları için yapılan simülasyonlarında etnik ve dinsel bir değişim gözlenmekte. Dolayısıyla bu gözlemlerin deneysel ölçümlerle etkileri kırılabilir mi, canlı laboratuarında test edilecektir.

Bu meyanda etken pozisyonundaki Batı’dan ve edilgen pozisyondaki İslam Dünyası’ndan iki örneği siyaset ve toplum bilimi masasına yatırmakta fayda var. ABD’deki Başkanlık seçimleri Donald Trump’la farklı bir noktada devam ediyor. Cumhuriyetçilerin tek adayı olan milyarder Trump, Demokratların adayı Hillary Clinton olursa kazanacak gibi duruyor.

Bu şu demek: 7 milyarı aşan Dünya nüfusunun çok fazla olduğu Amerikalı entelektüeller tarafından dile getirilirken ideal nüfusun da 1,5 milyar olması vurgulanır. Doğal olarak bu nüfus kendi kendine bu yaşanır noktaya gelemeyeceği için bu nüfusun doğal olmayan yöntemlerle ayıklanması gerekecektir.

İşte o zaman da Hitlervari tiplere yani Trumplara ve diğer Batı ülkelerinde de aşırı sağın iktidar yapılması söz konusu olacaktır. (Bkz: Evvelki günkü Avusturya seçimleri) Yani halk diline çevirirsek bundan sonra savaşa savaş demeyeceksiniz, kan ve gözyaşına doyacaksınız. Allah başta Müslümanlar olmak üzere bütün insanlığı bu kıyametimsi beladan şuurlu kullarına imkân yaratarak korusun.

İkinci örnek ise Tunus’tan.. Geçen haftasonu NAHDA (Yeniden Doğuş) Partisi’nin tekrar Genel Başkanlığına seçilen Raşid Gannuşî, “Siyasal İslam’ı bırakıp Demokratik İslam’a geçiyoruz” diyerek İslam Dünyası’nda yaşanacak dev değişimin ilk kıvılcımını ateşledi. Ve sonucunu da “Bu siyasetçiler için iyi olacak çünkü artık çıkarları için dini manipüle etmekle suçlanmayacaklar. Din için de iyi olacak çünkü artık siyasetin esiri olmayacak” şeklinde özetledi.

Normalde ABD örneğinde olduğu değişimler büyük balıkla başlar. 2001 Meydan Okuması sonrasındaki değişimin adı olan BOP ilk olarak 2002 seçimleri sonrasında doğal olarak Türkiye’de karşılık buldu. Daha Arap Baharı annesinin karnındayken Türkler sonbaharda yeni döneme uygun adım atan ilk Müslüman ülke oldular.

Şimdiyse öncülük sırası Türk Bayrağına en çok benzeyen ve Atatürk örneğinden Burgiba üzerinden en çok etkilenen Tunus’ta. Demek ki Türkiye de er yada geç o noktaya gelecek. Bu bağlamda Türkiye’deki iç siyasete bakarsak biri iktidar biri de muhalefet olmak üzere iki siyasal partide kazanlar fokurdamakta. Üçüncü ve en köklü siyasal partide de yakın zamanda değişim sancıları başlar.

14 yıllık iktidar Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’nin düzensizliğine benzer bir düzenle yeniden yapılanması bekledikleri değil beklemedikleri değişimi hızlandırır ancak. Ve yarım asırlık Milliyetçi Hareket Partisi’nin de yancı vaziyetinde bu değişimi kesme faaliyeti aslında dönüşümün dozunu arttırmakta.

Bol sancılı bir sürece doğru ve dolaylı gidiyoruz.

Çiler İlhan 14-16 Mayıs’ta Fransa’nın en prestijli edebiyat festivali Étonnants Voyageurs’de!

Çiler İlhan 14-16 Mayıs’ta
Fransa’nın en prestijli  edebiyat
festivali Étonnants Voyageurs’de!

Çiler İlhan, dünyanın en prestijli edebiyat festivallerinden biri olan, Fransa’nın Bretanya bölgesinde düzenlenen Étonnants Voyageurs’e davet edildi. Festival bu yıl 27. kez, 14-16 Mayıs 2016 tarihleri arasında düzenleniyor.Her yıl tarihi Saint-Malo kasabasında dünyanın dört bir yanından yazarlara ev sahipliği yapan Étonnants Voyageurs bu yıl da Tarık Ali’den Jean-Claude Carrière’ye 41 ülkeden 250’nin üstünde yazar ve sanatçıyı söyleşi, sergi ve belgesellerle dolu bir programda ağırlayacak. Bu yılın dikkat çeken temaları ise “Avrupa Fikri”, “Almanya, Bilinmeyen”, “Fransa, Nedir” ve “Türkiye’nin Yeni Sesi”.

ilhanİlhan’ın 2011’de Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü kazanan kitabı Sürgün, Nisan 2016’da Galaade Éditions tarafından Fransızca olarak basıldı. Arapça, Hintçe, İtalyanca, İngilizce, Urduca, Fransızca da dahil 13 dilde basılan Sürgün’ün uluslararası edisyonlarının sayısı 2017 sonuna dek 20’yi bulmuş olacak.

Çiler İlhan bugüne dek Copenhagen Interlit (Danimarka), Festival della Letteratura Mediterranea (İtalya), Euro Stars (İngiltere) ve İTEF (Türkiye) dahil olmak üzere pek çok uluslararası etkinlik ve festivale katıldı.

Sürgün, Rüya Tacirleri Odası isimli bir öykü kitabı bulunan yazarın ikinci kitabı.
Aralarında City-Pick IstanbulÉcrivains de Turquie Sur les rives du soleilİpekli Mendil ve PEN Türkiye ve Norveç ortak projesi Canımı Yakma! kitaplarının olduğu 13 ulusal ve uluslararası antolojide öykü ve yazıları bulunan İlhan’ın üçüncü kitabı yıl sonu okurlarla buluşacak. Bir yandan romanı üstünde çalışan İlhan aynı zamanda aylık bir seyahat dergisinde de editörlük yapıyor.