Etiket arşivi: Amsterdam

KOTO heyeti, Amsterdam Sağlık Turizmi Fuarı’na katıldı

KOTO Başkanı Necmi Bulut ve beraberindeki heyet, Amsterdam Sağlık Turizmi Fuarı’nın açılışına katılarak şehrimizin bu alanda gelişimine katkı sunmak adına global ölçekli görüşmeler gerçekleştirdi

Kocaeli Ticaret Odası Başkanı Necmi Bulut, Başkan Yardımcısı Hüseyin Gezer ve Yönetim Kurulu Üyesi Murat Barış, 20- 21 Mayıs 2022 tarihlerinde Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da düzenlenen Amsterdam Sağlık Turizmi Fuarı’nın açılışına katıldı. TOBB Uluslararası Sağlık Turizmi Meclisi, DEİK Sağlık İş Konseyi, DEİK Hollanda İş Konseyi, Hizmet İhracatçıları Birliği, OSHAD, MÜSİAD Hollanda ve HOTİAD’ın destekleriyle 20 – 21 Mayıs 2022 tarihlerinde Türkiye’nin önde gelen 56 Hastane ve Kliniğinin katılımıyla düzenlenen “Amsterdam Sağlık Turizmi Fuarı” katılımcı ve ziyaretçilerinden tam not aldı.

AÇILIŞ TÖRENİNE DEV KATILIM

Açılışı; T.C. Hollanda Büyükelçisi Şaban Dişli, T.C. Belçika Büyükelçisi Hasan Ulusoy, Amsterdam Başkonsolosu Engin Arıkan, Kocaeli Ticaret Odası Başkanı Necmi Bulut, Ankara Ticaret Odası Başkanı Gürsel Baran, Afyonkarahisar Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Hüsnü Serteser, Ticaret Bakanlığı UHT Genel Müdür Yrd. Alperen Kaçar, T.C. Hollanda Ticaret, Turizm ve Basın Ateşeleri, TOBB Sağlık Turizmi Sektör Meclisi Başkanı Özgür Öztan, DEİK Sağlık İş Konseyi Başkanı Reşat Bahat, Hizmet İhracatçıları Birliği Genel Sekreter Yrd. Üzeyir IŞIK, MÜSİAD Hollanda Başkanı Ali Köklü, HOTİAD Başkanı Hikmet Gürcüoğlu, Amsterdam Esnaf Birliği Başkanı Ramazan Kaya, Hollanda Türk Turizm Acenteleri Birliği Başkanı Kamil Saygı, TOBB Türkiye Fuarcılık Sektör Meclisi Başkanı Cihat Alagöz’ün yanı sıra, Hollanda, Belçika ve Almanya iş dünyasından pek çok Sivil Toplum Kuruluşu Başkanlarının katılımıyla gerçekleşen Fuar iki gün boyunca Hollanda ve Belçika’dan gelen doktorlar, sağlık turizmi acenteleri, turizmciler, seyahat acenteleri, sigorta acenteleri başta olmak üzere pek çok kesimin ilgisini çekti.

ULUSLARARASI GÖRÜŞMELER

Fuarda stant açan Kocaelili ROMATEM Fizik Tedavi Hastanesi’nin standını da ziyaret eden KOTO heyeti, fuar çalışmalarıyla ilgili bilgiler aldı. Fuarın açılış programında yaptığı konuşmada Kocaeli’nin sağlık turizminde potansiyeli yüksek ve iddialı şehirlerin başında geldiğini ifade eden KOTO Başkanı Necmi Bulut, “Bu potansiyeli uluslararası yatırımcılarla buluşturmak amacıyla düzenlenen organizasyonları çok önemsiyoruz. Burada, ilimizin sağlık turizminin gelişimine katkı sunmak amacıyla global ölçekli yatırımcılarla görüşmeler gerçekleştirip, firmalarımızın tanıtım süreçlerine katkı sağlayacağız” dedi.

HOLLANDA’DA BİR İLK BAŞARILDI

Geniş katılımcı sayısı, katılım seviyesi ve ziyaretçi niteliğiyle Hollanda’da bir ilk niteliği taşıyan Amsterdam Sağlık Turizmi Fuarı’nın katılımcıları büyük bir başarıyla tamamlanan Fuarın, Türkiye, Hollanda ve Belçika arasında sağlık turizmi konusunda ilişkilerin geliştirilerek güçlendirilmesine büyük katkı sağlayacağı değerlendirmesinde bulunuldu.

FUAR ÇALIŞTAYLARINDA TÜRKİYE SAĞLIK TURİZMİNİN HOLLANDA-BELÇİKA YOL HARİTASI ÇİZİLDİ

Ücretsiz ziyaret imkanı sunan fuarda, Türkiye’den gelen 56 farklı hastane, diş klinikleri, tüp bebek klinikleri, saç ekim merkezleri, estetik klinikleri, termal turizm merkezleri ve Sağlık Turizmi Acenteleri Hollanda ve Belçika’da kendilerini tanıtarak yeni işbirlikleri tesis etti. Fuar kapsamında ayrıca katılımcı sağlık kuruluşlarının üst düzey yetkilileri ile sağlık sektöründe önemli aktörlerin biraraya geldiği çalıştaylara ev sahipliği yaptı. Bu toplantılar, Hollanda ve Belçika’da yerleşik hekimler, sağlık sigortası kuruluşları ve sağlık turizmi acenteleri için ayrı ayrı düzenlendi. Sağlık Turizmi Acenteleri, Hekimler ve Sigorta Acenteleri ile fuar katılımcısı firma yöneticilerinin katılımıyla düzenlenen toplantılar vesilesi ile sağlık sektörüne yönelik görüş alışverişi, sağlık sektöründe işbirliklerinin artırılmasına yönelik değerlendirmeler yapılırken taraflar arasında yeni ilişkiler kurulması sağlandı. 

Hollanda Türkleri’nin içinde bulundukları hâletiruhiyeyi anlayan var mı?

Hollanda’da’nın Utrecht şehrinde meydana gelen ve ülkeyi tam anlamıyla sarsan hunharca katliamın motivasyonu üzerinde tartışmalar sürerken, ülkede yaşayan yarım milyonu aşkın Türk ve Türk kökenlilerin içinde bulundukları hâletiruhiyelerini anlayan var mı?

Gün boyu ve gece yarılarına kadar süren TV ve Radyo yayınlarında ortaya serilen varsayımlar kafaları karıştırırken, öğleden sonra yapılan açıklamalarda, olayı yaratan caninin bir Türk olduğu açıklandı. Bu açıklamadan sonra, olayın etkisi ile zaten üzüntü içinde olan Türk ve Türk kökenlilerin yürekleri bir kez daha cız etti.

Olayın yankıları sürerken, gerek Email, gerek WhatsApp ve gerekse messenger ile temasta olduğum dostlarım, ‘Neden bu konuda bir şey yazmadın’ diye hayıflanıyorlardı.
Ben de, çok karmaşık olan söylenti ve iddialar arasında yanlış yapmaktan korktuğumu belirterek, ‘Konu, hele biraz daha netlik kazansın’ diye beklediğimi söyledim.

Saldırganın bir Türk olduğu açıklandıktan sonra pek çok dostum, duyumlarını bana da anlattılar. Olayın bir aile dramı olduğunu duyanlar, ‘İnşallah böyledir’ demeden de edemediler.

Hollanda’da yaşanan bu acı olay, başta Başbakan Rutte olmak üzere, ülkedeki huzuru sağlamakla mükellef olan tüm yetkilileri, tam anlamıyla fırtına gibi koşturdu.
Dile kolay, 3 ölü 5 yaralı var ki, ölü sayısının artmasından da korkuluyor.
Hollandalılar çok hüzünlüler ama tabii ki kızgınlar da…
İşte, Hollandalılar’ın bu kızgınlığı, ülkede yaşayan Türkleri ve Türk kökenlileri hem üzüyor ve hem de korkutuyor.
Kim bilir, bu fırsatı kaçırmamaya dikkat edecek olan ırkçı politikacılar ve medya neler diyecekler?

Hollanda’daki Türk ve Türk kökenlileri endişeye sevk eden son gelişmeler hakkında ne düşündüklerini sorduğum Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli şu açıklamayı yaptı:

 

”Öncelikle, ölen kardeşlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı diliyorum. Ayrıca, yaralı kardeşlerimize de acil şifalar diliyorum.


Olayı duyar duymaz, Utrecht Belediye Başkanı’nı aradım. Sonra da Amsterdam başkonsolosumuz  Engin Arıkan’ın Utrecht’e gitmesini istedim. Başkonsolosumuz Utrecht’te gerekli temasları kurdu. Ben de önümüzdeki günlerde Utrecht’e gidip Belediye Başkanı Jan van Zanten nezdinde başsağlığı dileyeceğim.

 

Olayın nednini, katilin motivasyonunun ne olduğunu bilmeden, bazı medya organlarının sorumsuz yayınlarını üzülerek izledik. Medyadan son öğrendiğimiz, bu olayın motivasyonunun  yüzde doksan terör olayı olmadığı yönünde.

Vatandaşlarımız bu durumdan çok etkilendiler.  Hollanda yetkililerinin, olayın meydana geliş nedenini bir an önce açıklamaları lazım. Sorumsuz yayınlar, vatandaşlarımızı oldukça tedigin etti. Vatandaşlarımız, sokağa çıkamayacak kadar endişeliler. Biz, gerçek bilgiye ulaşana kadar, medya ile görüşmeme kararı aldık. Bunu ilkesel olarak tercih ettik.
Gerek Bakanlığımız ve gerekse ben gelişmeleri yakından takip ediyoruz.
Vatandaşlarımız şaşkınlık içindedir. Onlara sabırlı ve sakin olmalarını tavsiye ediyorum.
Ölen kardeşlerimize bir kez daha rahmet, yaralananlara da acil şifalar diliyorum.’

 

 

 

 

15 Temmuz şehitleri, Ana Vatan, Yavru Vatan ve tüm dünyada olduğu gibi, Hollanda’da dört temsilciliğimizde  anıldı

Türkiye’de 2 yıl önce 15 Temmuz’da yaşanan  darbe girişiminde şehit olanlar, Ana Vatan Türkiye, Yavru Vatan Kuzey Kıbrıs ve tüm dünyada olduğu gibi Hollanda’da dört temsilciliğimizde çeşitli etkinliklerde  ayrı ayrı anıldı.
“Demokrasi şehitlerini anma”  ve “15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü” olarak başlıklarıyla yapılan anma törenlerinde, teröristler lanetlendi.

Hollanda’daki ilk etkinlik Amsterdam Başkonsolosluğumuzda yapıldı.

Başkonsolos Tolga Orkun, Sivil Toplum Kuruluşları’nın temsilcileri ile medya mensuplarının katıldığı anma töreninde yaptığı konuşmada, 15 Temmuz darbe girişiminin, Türkiye tarihinin en kanlı, acımasız ve hain olaylarından biri olduğunu belirterek, “FETÖ’nün kana susamış darbe girişiminin ikinci yıl dönümünde, özellikle şehitlerimize ve darbe girişimini akim bırakan kahraman gazilerimiz ve bütün halkımızın fedakar girişimlerini anmak için bir araya geldik.” diye başlayan Başkonsolos  Orkun, FETÖ’nün Batı tarafından desteklendiğinin herkes tarafından bilindiğine dikkati çekerek, “FETÖ, PKK gibi birçok terör örgütü ile ilişkisi ve aldığı destek aşikar olan acımasız bir terör örgütüdür. DEAŞ ve PKK’dan hiçbir farkı olmayan FETÖ’cüler hem aramıza sızıp faaliyet yapmışlar hem de diğer örgütlerle birlikte ülkemizi bölmeye çalışmışlardır. PKK ve DEAŞ ile mücadelemiz neyse FETÖ ile mücadelemiz de odur. Fakat biz birlikte olduğumuz sürece bu hain terör örgütünün faaliyetleri ve casusluk şebekesinin tamamı ortaya çıkarılacaktır” değerlendirmesinde bulundu.

Amsterdam’da unlu mamülleri ile ünlenen Muhammed Karadeniz’in tatlı çeşitleri, börek. kurabiye ve poğaçaların ikram edildiği törende, Anadolu Ajansı muhabirleri tarafından çekilen fotoğrafları ve sinevizyonu izleyen davetlilerin, duygulu anlar yaşandığı gözlemlendi.

Lahey Büyükelçiliğimizde:
Amsterdam’daki törenden 4 saat sonra bu kez Lahey Büyükelçiliğimizdeki tören başladı.
Tören, şehitler için bir dakikalık saygı duruşu, Kuran-ı Kerim Tilaveti ve İstiklal Marşının okunması ile başladı.

Lahey Büyükelçiliğimizin  rezidansında düzenlenen etkinlikte konuşan,  Maslahatgüzar Alper Yüksel, “İki sene önceki hain darbe girişimi, İstiklal aşığı bir milletin kahramanlığıyla demokrasi zaferine dönüşmüştür.” dedi.

FETÖ’nün bazı ülkelerde masum rolü oynayarak düzenbazlıklarını sürdürmeye devam etmesine rağmen, giderek zayıfladığını söyleyen Yüksel, “Yabancı kamuoylarında da FETÖ’nün kendisini lanse etmeye çalıştığı şekilde eğitim ve hayır işleriyle uğraşan toplumsal bir hareket olmadığı yavaş yavaş anlaşılmaya başlanmıştır. Bunun anlaşılması o ülkeler bakımından da önemlidir. Zira FETÖ’nün ihaneti sadece Türkiye’ye yönelik bir ihanet değildir. Dünyanın hangi ülkesinde yapılandılar ise o ülkenin hukuk düzenine, demokrasisine ve özgürlüklerine de ihanettir” diye konuştu.
Türkiye’nin ve halkın demokrasisine sahip çıktığını ve zor günleri geride bıraktığını dile getiren Yüksel, “Türkiye terör örgütleriyle mücadelede polisiyle, askeriyle ve 15 Temmuz gecesi tek yürek olup sokağa dökülen silahsız ama korkusuz kahramanlarıyla başarılı olmuştur” ifadesini kullandı.

Rotterdam Başkonsolosluğumuzda:

Şehitlerimiz, Amsterdam ve Lahey’deki törenden bir gün sonra Rotterdam’da anıldı.
Rotterdam Başkonsolosluğumuzda yapılan anma töreni, saygı duruşunun ardından, İstiklal Marşı ve Kur’an-ı Kerim okunmasıyla başladı.

Din görevlisi Osman Gül’ün yaptığı anlamlı konuşma ve duygulandıran dualardan sonra, Rotterdam Başkonsolosumuz Sadin Ayyıldız, yaptığı konuşmasına şöyle başladı:
‘Değerli Misafirler, hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyor, 15 Temmuz Şehitlerini Anma Programı’na hoş geldiniz diyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı ve hain terör saldırısını atlatmamızın üzerinden tam iki yıl geçti. Aradan geçen zaman şunu açık ve net bir şekilde ortaya koymuştur ki, 2016 yılının 15 Temmuz gecesi gerçekleşen bu hain girişim aslında darbe görünümü altında ülkeyi ele geçirme ve işgal planının bir parçasıydı. Bu hain planı yapanlar ise aklını, vicdanını ve ruhunu tek bir kişiye kiraya vermiş olan ve 40 yıldır yüce Türk milletinin dini ve milli duygularını istismar eden Fetullahçı Terör Örgütü’nün, ordu ve devlet içine sızmış hain militanlarıydı.
Adı Türkiye Büyük Millet Meclisi olan ulusal parlamentosunu bombalayan, terör örgütleriyle mücadelemizde ön cephede yer alan polis özel harekat karargahını yerle bir eden, silahsız sivillerin üzerine tanklar süren ve savaş uçakları ve saldırı helikopterlerinden ateş açan canilerle karşı karşıya kaldık.
Tarihimizde böyle bir vahşet yaşamamıştık. O gece darbecilerin gösterdiği vahşet ve hıyaneti tanımlayacak uygun kelimeleri bulmakta şahsen zorlanıyorum. Sözkonusu teşebbüs, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihindeki en kanlı terör eylemini teşkil etmektedir. Ülkenin demokratik kurumlarını savunmak için sokağa çıkan masum sivillere karşı ölümcül silahlar kullanıldı. Kendilerini silah arkadaşı olarak gören ve girişime katılmayı reddeden masum askeri personel ve komutanlar öldürüldü.’

Ayyıldız, 15 Temmuz’da yaşanan darbe girişimindeki acı deneyimden iki gurur vesilesi ortaya çıktığını belirterek, şunları kaydetti:

“Birincisi, Türk halkının cesaret ve kararlılığıdır. Toplumun ve siyasi yelpazenin her kesiminden vatandaşlarımız, darbecilere karşı sokağa döküldüler. Bu süreçte Sayın Cumhurbaşkanı’mızın gösterdiği liderlik ve halka yaptığı çağrının kritik önemi haizdir. Ayrıca televizyon kanallarımız darbecilerin tehditlerine, baskınlarına rağmen yayınlarına devam etti. Türk milleti bir bütün oldu. İkinci gurur vesilemiz ise Türk milletinin tüm dünyaya demokrasiye sahip çıktığını ve çıkacağını göstermesi olmuştur. Halkımız, Türkiye’ye silahlı grupların değil, sadece demokratik yoldan işbaşına gelen hükümetlerin ve milli iradenin hakim olabileceğini ortaya koymuştur.”

Bu girişimi sadece sapkın bir hain grubunun ülke yönetimini ele geçirme projesi olarak görmenin hata olacağına dikkati çeken Ayyıldız, “Bunu, günümüzde giderek şiddetlenen bölgesel ve küresel ölçekteki büyük güç mücadelesinin ve küresel güçlerin Türkiye üzerinden hayata geçirmek istedikleri hain planları dikkate alarak değerlendirmek daha isabetli olacaktır.” diye konuştu.

Deventer Başkonsolosluğumuzda

15 Temmuz şehitleri, Amsterdam, Lahey ve Rotterdam’dan sonra, Hollanda’da dördüncü temsilciliğimiz olan Deventer Başkonsolosluğumuzda da anıldı.

Sivil Toplum Kuruluşları temsilcileri ve medya mensuplarının katıldığı anma töreninde konuşan Başkonsolos Tuna Yücel Modrak, milli iradenin hain darbe girişimine karşı koymayı başardığını, Türk milletinin demokrasisine sahip çıkarak, tüm dünyaya bir demokrasi dersi verdiğini söyledi.

Başkonsolos Tuna Yücel Modrak, 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü vesilesiyle, o talihsiz gecede tanklara karşı göğsünü korkusuzca siper eden şehitlerimizin ve gazilerimizin minnet ve rahmetle anıldığını, çıplak elleriyle silahlı teröristlere karşı koyan kahramanların hakkının ise ebediyen ödenemeyeceğini belirtti.

Darbe girişimi gecesi Ankara’da olduğunu söyleyen  Başkonsolos Modrak, yaşanan korkunç olayları ve Türk halkının yazdığı 15 Temmuz destanını, bir ömür boyu, dünmüş gibi hatırlayacağını, bunların gelecek nesillere en iyi şekilde anlatılması gerektiğini, bunun demokrasimiz, milli birlik ve beraberliğimizin korunmasının teminatı olduğu kadar, o gece canları pahasına demokrasimizi savunan şehit ve gazilerimize boynumuzun borcu olduğunu, şehit ve gazilerimize olan minnet duygularımızın ilelebet süreceğini ifade etti.

Yücel Modrak, 15 Temmuz darbe girişiminde üzerinde durulması gereken en önemli noktalardan birinin insanların dini duygularını sömürerek gizli suç faaliyetleri yürütülmesi olduğunu, ancak bu hain ve karanlık yapıya en iyi cevabı sivil direnişin verdiğini hatırlattı.

Başkonsolos Yücel Modrak, 15 Temmuz gecesi yaşananların bir daha yaşanmamasını tüm milletimiz adına temenni ettiğini, o talihsiz gecede hayatını kaybeden Aziz şehitlerimizi minnetle andığını, gazilerimize en derin teşekkürlerini ilettiğini söyledi.

Haber: İlhan Karaçay  -Hollanda

Tarihin ilk Barış Antlaşması KADEŞ, Avrupa başkentlerinde danslarla kutlandı

Yunus Emre Enstitüsü’nün organizasyonları anlamlı ve görkemli oldu

Kadeş Antlaşması, MÖ 1280 yılında Kadeş Savaşı’nı sonlandıran, Mısır Firavunu II. Ramses ile Hitit Kralı III. Hattuşili arasında imzalanan ve bugünkü Suriye topraklarının paylaşılması ile neticelenen barış antlaşması olarak biliniyor. Kadeş’in, tarihteki ilk yazılı barış antlaşması olduğu bilgisi kaynaklarda yer alıyor. Fotoğrafta, Çivi yazılı tablet görülüyor. (M.Ö. 1274)

İşte, tarihin ilk Barış Antlaşması olarak kayıtlara geçen Kadeş Antlaşması, Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde Yunus Emre Enstitüsü tarafından danslarla kutlandı.

PARİS’TE
Paris’te tarihi Marie Bell Tiyatro salonunda, Paris Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Dr. Ahmet Bakcan’ın ev sahipliğinde gerçekleşen gösteriye diplomatik temsilciler, vatandaşlar ve çok sayıda yabancı katıldı.

Bakcan, yaptığı açıklamada, Kadeş Antlaşması tarihte milattan önce 1280’li yıllarda Mısır ile Hititliler arasında imzanlanan “ilk” olma özelliğini taşıyan barış anlaşması olduğunu belirtti.

Bu gösteriyle dünyada çatışmaların yoğun olduğu bir dönemde barış anlaşmasını ve insanların arasında kardeşliği tesis etmenin önemini hatırlatmayı amaçladığını ifade eden Bakcan, Paris’teki Türklere ve yabancılara yönelik bu gösteri düzenlenmekten gurur duyduğunu söyledi.

BRÜKSEL’DE

Yunus Emre Enstitüsü, “Anadolu’nun Renkleri” etkinlikleri kapsamında Brüksel’de tarihte ilk yazılı barış antlaşması olarak bilinen “Kadeş” temalı dans gösterisi düzenledi.

Türkiye’nin Brüksel Büyükelçisi Zeki Levent Gümrükçü’nün himayesinde, Yunus Emre Enstitüsü’nün organize ettiği “Kadeş Dans Grubu” gösterisi, Brüksel Flaman Kültür Merkezinde gerçekleşti. Seçkin bir izleyici kitlesinin izlediği gösteride, Anadolu kültür mozaiğine ait figürler modernize edilerek sergilendi. Projenin genel koordinatörlüğünü yapan Sezgin Aydın “Bu proje 2016 yılında Antalya EXPO’da başladı. Kurgusunu dünyadaki ilk yazılı anlaşması olan Kadeş Barış Anlaşması üzerine kurduk. Barışın bu kadar önemli olduğu bu medeniyette, barışı Anadolu’nun zengin kültür figürleri ile anlatmak istiyoruz” dedi.

Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Rahmi Göktaş ise, “Bu akşam Anadolu’nun renklerini Brüksel’de sergileyeceğiz. Kadeş bilindiği gibi dünyada kayıt altına alınmış ilk anlaşma, bizim topraklarımızda gerçekleşmiş, böyle bir anlaşmayı Anadolu’nun renkleri, Anadolu’nun müziği, Anadolu’nun değerleri ile taçlandırmak istedik. Bu akşamki konuklarımızın büyük çoğunluğu Belçikalı”ifadelerini kaydetti.

Türkiye’nin Brüksel Büyükelçisi Zeki Levent Gümrükçü’nün selam konuşması ile başlayan dans gösterisi, Brüksel’deki izleyiciden büyük beğeni topladı. Gümrükçü, “Muhteşem bir gösteri izledik. Hem sanatçılarımıza hem de gelenlere teşekkür ediyorum. Bu proje Yunus Emre Enstitüsü’nün bir projesi. Kadeş Dans Grubu adı altında, giderek uluslararası bir nitelik alan bir projemiz var. Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış güzel Anadolu’muzun bütün renklerini bu gösteride bulmak mümkün. Adı da çok anlamlı, Kadeş. Bizim Birleşmiş Milletlere üye olurken replikasını hediye ettiğimiz bir barış anlaşması. Burada sadece müziğe ve dansa doymadık aynı zamanda bir barış mesajını da aldık diye düşünüyorum” dedi.

AMSTERDAM’DA

Amsterdam Yunus Emre Enstitüsünün (YEE) “Anadolu’nun Renkleri” etkinlikleri kapsamında düzenlenen ve Hollandalıların da katıldığı gösteri ilgi gördü. Gösteride, Anadolu’nun birbirinden renkli müzikal birikimi ve halk dansları sergilendi.

Amsterdam YEE Müdürü Abdullah Akın Altay, açılışta yaptığı konuşmada, enstitüyü tanıtarak faaliyetlerine ilişkin bilgi verdi. Altay, müzik gibi evrensel bir değer olan dansın, farklı kültür ve geleneklere sahip insanları bir araya getirdiğini söyledi.

Dans grubunun sanat yönetmeni Sezgin Aydın ise yaptığı açıklamada, Amsterdam’da sahne almaktan çok mutlu olduklarını ifade etti.

Amsterdam’a gelmeden önce Paris ve Brüksel’de gösteri yaptıklarını aktaran Aydın, “O kadar büyük bir medeniyetin üstündeyiz ki figürlerimizle, müziklerimizle ve danslarımızla bütün o medeniyeti kapsayacak derecede zenginliğimiz var. Biz bu zenginliğin bir kısmını bu akşam gösterebildik. Anadolu’muzun zenginliğini her yerde tanıtmak istiyoruz.” dedi.

*****

Hollandalılar’ın ekmeğine yine yağ sürdük…

Biber gazı ve dayak’ gerekçesiyle Rotterdam Başkonsolosluğu görevlileri hakkında suç duyurusu.

 

Geçen yıl 11 mart günü ilişkilerimizin haddinden fazla bozulduğu Hollandalılar’ın ekmeğine yine yağ sürdük.
İlişkilerimizin bozulmasında önemli bir rol oynayan Belediye Başkanı Ebutalep, Başkonsolosluğumuzda yaşanan yakışıksız bir olayı kullanabilmek için elinden geleni yapacağa benziyor.
Zira, ilişkilerimizin bozulmasında önemli bir rol oynayan Ebutalep ile Başkonsolosumuz Sadin Ayyıldız arasında çok ciddi çekişmeler yaşandı. O yaşananları da haberimizin sonunda sizlere sunuyorum.

 

Hollanda’da yaşanan aşağıdaki olay, bana tam 42 yıl önce yaşanmış olan bir başka olayı hatırlattı.

Ama isterseniz önce, BBC’ye muhabirlik yapan dostum Yusuf Özkan ile eski başkonsoloslardan dostum Orhan Ertuğruloğlu’nun haberlerini okuyalım.
Haberin sonunda 42 yıl önce yaşanan olayı okuyabileceksiniz.

 

Akbaba

Hollanda’nın Lahey kentinde yaşayan Erdal Akbaba, Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosluğu’nda görevliler tarafından yüzüne biber gazı sıkılarak, ağır şekilde dövüldüğü gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.

Gördüğü şiddet nedeniyle 18 gün “iş göremez” raporu verilen Akbaba’nın, yoğun biber gazı nedeniyle kör olma tehlikesi atlattığı belirtildi.

Lahey’de telefon ve bilgisayar tamiri üzerine bir iş yeri bulunan Erdal Akbaba, Salı günü Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosluğu’nda yaşadıklarını BBC Türkçe’ye anlattı.

Akbaba, 41 gün önce dünyaya gelen kızını nüfusa kaydettirmek için randevu alarak, başkonsolosluğa gitmiş. Ancak bilgisayar sisteminde arıza olduğu gerekçesiyle kayıt işlemi yapılamamış.

Bir hafta sonra yeniden randevu alan Akbaba, eşi ve iki çocuğuyla birlikte yeniden Rotterdam’a gitmiş. Başkonsoloslukta 4 saate yakın bekleyen Akbaba’ya, yine sistemde arıza olduğu belirtilmiş.

Bekleyiş sırasında bebeğinin rahatsızlanması üzerine görevli memura giderek, evraklarını geri isteyen Akbaba, “Anlamıyor musun, sistem çöktü ne evrakı?” karşılığını almış.

‘Tokatlayıp, gözüme sprey sıkmaya başladılar’

Erdal Akbaba’nın evraklarının geri verilmesi konusundaki ısrarı üzerine tartışma büyümüş. Akbaba’nın “Terbiyesizlik yapmayın” demesi üzerine, camekanın arkasındaki görevli zile basarak güvenlik görevlilerini çağırmış.

Yanına gelen güvenlik görevlisinin, kendisine “Ne oluyor lan!” dediğini söyleyen Akbaba, sonrasında yaşanan ve polis kayıtlarına da geçen gelişmeleri şöyle anlattı:
“Lan ne demek, doğru düzgün konuşun dememle birlikte tokatlayıp, gözüme sprey sıkmaya başladılar. O ara kendimi korumaya çalışırken 4 kişi beni içeri alıp, yere yatırdı. Karşı koyacak durumum zaten yoktu. Bu haldeyken yerde copla, tekmeyle dövmeye başladılar. Konsoloslukta işlem sırası bekleyen bir çok kişi, kapıya, cama vurarak görevlilere engel olmaya çalıştı.”

Bu sırada eşinin Rotterdam polisini aradığını söyleyen Akbaba, polisin başkonsolosluk binası önüne gelmesi üzerine dışarı çıkarıldı.

Polisin çağırdığı ambulansta Akbaba’ya ilk tıbbi müdahale yapılmış. Akbaba, sağlık görevlileri ve polisin, “İnanılmaz bir şey, o kadar fazla biber gazı sıkılmış ki, zamanında müdahale etmeseydik kör olabilirdiniz” dediğini anlattı.

Polis, konsolosluktaki görgü tanıklarının da  benzer şeyler anlattığını söyledi.

Daha sonra karakola giderek ifade veren Erdal Akbaba’ya, yaşadığı şiddet nedeniyle doktor tarafından “18 gün iş göremez” raporu verildi. Raporda, sağ ve sol omuzda ağır ezik ve kas sorunları oluştuğu belirtildi.

Kendi ülkesinin temsilciliğinde ve ailesinin gözü önünde dövülüp, hakarete uğradığını belirten Akbaba, “Sorumlular bunun hesabını yargı önünde verecek, peşini bırakmayacağım” diyor.

‘Şu anda bu konuda bilgi verme taraftarı değiliz’

Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosluğu yetkilileri ise Erdal Akbaba’nın yaşadığı olayla ilgili olarak sessiz kalmayı tercih ediyor.

Bir başkonsolosluk görevlisi BBC Türkçe’nin soruları üzerine, “Şu anda bu konuda bilgi verme taraftarı değiliz” dedi.

Bu da, eski Başkonsolos Orhan Ertuğruloğlu’nun haberi:

 

ROTTERDAM TÜRK KONSOLOSLUĞU GÜVENLİK GÖREVLİLERİ BİBER GAZI PÜSKÜRTECİ KULLANDI
Türk polisler yasa dışı silah taşımak ve kullanmakla suçlanıyor. Rotterdam Belediye Reisi Ahmet Abutalep’e göre, 29 Mayıs salı günü konsoloslukta olay çıkartan bir müracaat sahibine karşı Konsolosluğun güvenliğinden sorumlu Türk polisler, müsaadeleri olmadığı halde biber gazı kullanmış.
Hollanda polisi, Türk Güvenlikçilerin, püskürteçle biber gazı kullanarak olay çıkartan kişiyi kapı dışarı ettiklerini ifade etti. Biber gazından fenalık geçiren diğer iki kişiye ilk tedavileri ambulans personeli tarafından yapıldı.
Belediye Başkanı Abutalep, Konsolosluktaki olayla ilgili tahkikat açtıklarını belirtti. Belediye başkanına göre olayın diplomatik dokunulmazlığı olan binada geçmesi tahkikatı güçleştiriyor.
Abutalep, biber gazı püskürtücüsü bulundurmanın ve kullanmanın Hollanda yasalarına göre müsaadeye tabi olduğunu söyledi
Belediye başkanına göre sonuçta personelinin tüm davranışlarından Başkonsolos sorumlu. Hollanda polisi ve kamu düzenliği bakanlığı (Savcılık) olayla ilgili tahkikat başlattı. Düzenlenecek tahkikat raporu Hollanda Dışişleri Bakanlığı’na gönderilecek.

 

Şimdi gelelim 42 yıl önce yaşanan olaya:
Yıl 1976. Hollanda televizyonu NOS’te, ‘Pasaport’ adlı bir program yayınlıyor, TRT Hollanda ve Hürriyet Benelüks temsilciliği yapıyorum.
Utrecht’te çok büyük bir AVM içinde bulunan büroma bir vatandaş geldi.
Vatandaş, Rotterdam’daki Başkonsolosluğumuzdan bana gelmişti.
Vatandaşın anlattıkları inanılacak gibi değildi.
Konsoloslukta yapılan işlelemlerden hoşnut olmayan vatandaş, yukarı kattaki Başkonsolosun odasına gitmiş ve şikayetini anlatmak istemiş. İsmini belirtmek istemediğim Başkonsolos vatandaşa çok kızmış ve silah çekmiş. Bu da yetmemiş, Rotterdam polisini arayarak, vatandaşı Türk toprağı sayılan Başkonsolosluk binasından karakola sevkettirmiş. O zaman çok iyi dostum olan Başkonsolosu telefonla aradım ve vatandaşın yanımda olduğunu söyleyip bilgi istedim. İyi dost Başkonsolos ‘Sana hesap mı vereceğim’ diyerek beni de refüze etti.
Bunun üzerine, Büyükelçilikte Basın Müşavirliği yapan, eski Hürriyetçi arkadaşım Ajlan Akıncı’yı aradım ve durumu izah ederek, ‘Bu konuyu Hollanda televizyonunda da yayınlayacağım’ dedim Ajlan durumu Büyükelçiye aktarmış. Bu defa Büyükelçi Müsteşarı beni aradı ve konuyu yayınlamamı istedi. Ben de ‘Yayınlayacağım’ deyince, müsteşar bana ‘Ankara’da dosyan kabarır’ tehdidinde bulundu. Bu tehdide çok kızdım ve müsteşarın bu çirkin tehdidine daha çirkin karşılık verdim.
Daha sonra Büyükelçimiz aradı ve ortalığı yumuşatmak için, ‘İlhan’cığım, haberi Hürriyet’te yayınla ama Hollanda televizyonunda yayınlama, rezil oluruz ‘ dedi.
Ben de Büyükelçinin bu isteğine uydum ve haberi sadece Hürriyet’te yayınladım.
Daha sonra o Başkonsolos bir hafta içinde Ankara’ya geri döndü.

Yukarıda anlattığım 42 yıl önce yaşanan olaydan  sonra, şimdi de yine Rotterdam’da böyle bir olay yaşandı. Çok iyi bir diplomat olduğundan hiç şüphe etmediğim Rotterdam Başkonsolosumuz  Sadin Ayyıldız’ın işi zor gibi. Zira, Sadin Ayyıldız ile Belediye Başkanı Ebutalep arasında yaşanmış sıkı bir çekişme var.
İsterseniz o çekişöeyi de size hatırlatayım.

‘Sorumlular hesabını yargı önünde verecek, peşini bırakmayacağım’

Akbaba, avukatları aracılığıyla Rotterdam Başkonsolosluğu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulundu.

Erdal Akbaba geçen yıl, Türk bakanlara Hollanda’da propaganda yapmasına izin verilmemesi nedeniyle düzenlenen gösterilere katılmış. Her zaman vatanına ve milletine bağlı olduğunu söylüyor.

***********

İşte, ekmeğine yağ sürdüğümüz Rotterdam Belediye Başkanı, Fas asıllı Ebutalep’in yediği naneler…

 

ROTTERDAM BELEDİYE BAŞKANI EBUTALEB’İN SONU YAKLAŞIYOR.

 

* İkinci kez yalan söyleyen Fas asıllı Başkan’ın foyaları
CNN TÜRK’de uzun uzun anlatıldı.

* Rotterdam Başkonsolosumuzu yalanlayan Abutaleb,
Bakan Fatma Betül Sayan Kaya olayında polislere ‘Vur’
emri vermiş.

* Bir saçmalık da Amsterdam Belediye Başkanı’ndan:
Bakan Kaya’nın muhtemel toplantısını gürültülü
müzik ve havai fişekler ile sabote edecekti.

İlhan KARAÇAY Yazdı:

 

Geçtiğimiz 11 Mart akşamı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül  Sayan Kaya olayında, talimatlara göre hareket ettiğini söyleyen Rotterdam’ın Fas asıllı Belediye Başkanı Ahmet Ebutaleb’in bir yalanı daha meydana çıktı.

Daha önce, Rotterdam Başkonsolosumuz Sadin Ayyıldız için ‘Çağırdım ve hizaya çektim’ yalanını savuran Abutaleb, bu kez de, ‘Başkonsolos bana Bakan’ın toplantı yapmayacağını söyledi’ yalanını savurdu.

Bakan Kaya’nın otomobili içinde tecrit edilme olayı sırasında, azılı teröristlere müdahalede kullanılan bir tim ile çelik kuvvet polislerini görevlendirdiğini belirten Ebutaleb, bununla da yetinmedi ve medyaya şu saçma ve korkutucu açıklamayı yaptı: ” Türk Bakan’a 12 geniş omuzlu adam refakat ediyordu. Bu adamlardan biri yanlış bir hareket yapsaydı, vur emri vermiş olduğum kuvvetler tarafından vurulacaktı.”

 

Ebutaleb ilk yalanını, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Başkonsolosluk önünde toplanan Türkler’in Türk bayrakları taşımalarından rahatsız olan siyasetçilere hoş görünmek için, ‘Türk başkonsolosu makamımda hizaya çekecektim ve hesap soracaktım’, yalanını savurmuştu.

Bakan Kaya’nın sınır dışı edilişinden sonra, Hollanda’da genel seçimlerin yapıldığı 15 Mart günü CNN TÜRK’te yayınlanan bir programda, Ebutaleb ele alındı ve benim aylarca önce yazdığım bu konudaki yorum ekranlara getirildi.
Ekrana getirilen, aylar önce yazdığım yorum şöyleydi:

Rotterdam Belediye Başkanı Ahmet Ebutaleb, Rotterdam Başkonsolosumuz Sadin Ayyıldız’ı, ‘Bana görevimi yapmayı öğretiyor’ diye topa tutmuştu. Ebutaleb, Hollanda medyasındaki açıklamalarında Başkonsolosumuza veryansın ediyordu. Sonra da ‘Hizaya çekmek’ üzere çağırdığını beyan etmişti. Tüm medya organları, ‘Başkonsolos bugün Ebutaleb’in ayağına gidecek ve hesap verecek’ diye yazmışlardı. Ama olmadı. Zira, Lahey Büyükelçiliğimiz uyanık davranmıştı ve o ziyareti iptal etmişti.

İşçi Partisi’nin liderliğine soyunan ve bu uğurda popülarite arayan Ebutaleb, ne nane yemişti biliyor musnuz?
Ben öğrendim, size anlatayım:
Lahey Büyükelçiliğimizdeki Geçici Maslahatgüzar Kurtuluş Aykan, Rotterdam’da meydana gelenTürk gösterileri hakkındaki medya kargaşasını sağlıklı bir şekilde anlatabilmek için, Rotterdam Belediye Başkanı Fas asıllı Ahmet Ebutaleb ile görüşmek için bir randevu almıştı.
Ebutaleb bu görüşme için gün vermişti. Maslahatgüzar Aykan, bu ziyarete Başkonsolos Ayyıldız ile birlikte gidecekti.
Ne var ki, randevudan iki gün önce, çok yoğun işler nedeniyle çok yorulan Maslahatgüzarımız Aykan, makamında fenalık geçirdi. Bayılan Aykan’ın durumu Büyükelçiliktekileri korkutmuştu. İki ambulans, itfaiye ve polis ekipleri Büyükelçiliğe geldi. Aykan hastaneye pencereden çıkarılarak kaldırıldı. O sırada Aykan’ın sekreteri Belediye Başkanı Ebutaleb’i aradı ve durumu anlatarak randevuyu iptal etti. Çok şükür ki Aykan’ın durumu iyiye gitti ve ertesi gün çalışmamak şartıyla ayağa kalktı.

Rotterdam Başkonsolosumuz Ayyıldız, Maslahatgüzar Aykan’ı ziyaret etti ve ‘Uygun görürseniz Belediye Başkanı’na ben gideyim’ dedi. Aykan da bu teklifi kabul etti ve Belediye Başkanı yeniden aranarak randevu saati sabit tutuldu.

Şimdi gelelim püf noktasına:
Rotterdam Başkonsolosumuz Sadin Ayyıldız, görüşme talebinden üç hafta önce, Belediye Başkanı Ebutaleb ile birlikte, civardaki Belediye Başkanları’na birer mektup göndermişti. Bu mektupta genellikle şunlar yazılıydı: ”15 Temmuz darbe girişiminden sonra, Rotterdam’da gösteri yapan Türkler’in tutumu hakkında yaygara koparan Hollanda medyası sizi de etkilemiş görünüyor. Sanırım, yardımcılarınız bu konularda size sağlıklı bilgi vermiyor. Örneğin, sokaklarınızda gösteri yapan PKK’lılar’ın Abdullah Öcalan portresi taşıdıklarını ve PKK bayrağı açtıklarını size intikal ettirmiyorlar. Biliyorsunuz ki, PKK ülkeniz tarafından da bir terör örgütü olarak tanınmış ve her türlü faaliyeti yasaklanmıştır. Bu durumda, bizim vatandaşlarımızın yaptıkları gösterilerin abartılması da şahsınızı yanıltmıştır.”

 

Belediye Başkanı Ebutaleb, Başkonsolos Ayyıldız’ın bu mektubuna cevap verme zahmetine katılmamıştı. Ama son randevu olayını fırsat bilen Ebutaleb, medyayı kullanarak şu mesajı geçmişti: ”Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosu, bana işimi nasıl yapacağımı öğretmeye çalışarak boyunu aşan bir işe karışmıştır. Bu nedenle kendisini çağırdım. Bugün hizaya çekeceğim.”
Bu haber gerek Büyükelçiliğimiz ve gerekse Ayyıldız’ı çok şaşırtmı ve üzmüştü.
Bunun üzerine Büyükelçilik randevuyu yeniden iptal etti. Belediye Başkanı Ebutaleb’e de, ”Bu konularda bizim muhatabımız Dışişleri Bakanlığı’nızdır. Bu nedenle randevu iptal edilmiştir” haberi gönderildi.

Rotterdam Belediye Başkanı Ebutaleb’in bu tavrı, 32 Türk sivil toplum kuruluşunun ortak imzası ile, nedenleri belirtilerek protesto edildi.

 

İkinci yalan

Rotterdam Belediye Başkanı Ebutaleb, aylar önce söylediği üstteki yalandan sonra, ikinci yalanını hafta başında yaptı. Ebutaleb, Başkonsolosumuz Ayyıldız’ın, Bakan kaya’nın toplantı yapacağından söz etmediğini ileri sürdü ve Başkonsolosumuzu yalancilikla itham ett. Kaldı ki, Bakan Kaya’nın Hollanda’ya gelmekte olduğu tüm kamuoyunun ve hatta Hollanda istihbaratının bilgisi dahilindeydi.

 

Bir saçmalık da Amsterdam’dan

 

Bakanımız ve mahiyetindekilere Rotterdam’da yapılan insanlık dışı davranışlar hepimizi kahrederken, bir açıklama da Amsterdam Belediye Başkanı Van der Laan’dan geldi. Het Parool gazetesine bir açıklama yapan Van der Laan şunları itiraf etti:
” Türk Bakan, Amsterdam’a gelip toplantı yapsaydı yasak koymayacaktım. Türk Başkonsolosluğunun bulunduğu Muzeum Plein meydanına acilen bir podyum kurduracak ve yüksek sesli müzük v havaai fişekler ile konuşmasını dinletmeyecektim”.
Şu saçmalığa ve düşmanlığa bakar mısınız?
Allah gecinden versi ama, kanser olduğu bilinen ve ölümü bekleyen bir Belediye Başkanı nasıl olur da böylesi çocukça ve düşmanca bir hareket yapar?

 

Kısasa kısas doğru değil

Son gelişmeler hakkında yazdığım haber-yorumların hepsine övücü reaksiyonlar aldığım gibi, yerici tepkiler koyanlar da oldu. Yerici tepkilerin hepsinde, ‘İyi de, Türkiye şunu yapmasaydı, bunu yapmasaydı’ ifadeleri vardı. Yani Hollanda’nın kısasa kısas yaptığını belirtiyorlardı.
Peki kısasa kısas, doğru bir davranış mı?
Mademki Hollanda çok medeni, çok demokrat, çok özgürlükçüydü, neden kısasa kısas yaptı? Demokrat ve özgürlükçü davransaydı ya?

‘Türkiye şunu yaptı, bunu yaptı’ diyenlere şu söylenebilir: ‘İyi de, Hollanda’nın yasak koyma hakkı var mıydı?”

Bu soruya ‘Evet’ diyenler var ama, bu sorunun en doğru cevabını yargı mutlaka vereceltir.

Bekleyeceğiz ve göreceğiz.

 

Sonu yaklaşıyor

Rotterdam Belediye Başkanı Ebutaleb’in sonu yaklaşıyor gibi. Zira, O’nun bağlı olduğu İşçi Partisi ve Başbakan yardımcısı Asscher artık hükümet olamayacak.
İleride bu konuda yapılacak olan uzlaşma faaliyetleri sırasında, Ebutaleb mutlaka kurban edilecek.

Bunu da bekleyeceğiz ve göreceğiz.

Rotterdam Belediye Başkanı Ahmet Ebutalep ile maalesef birkaç kez buluşmam olmuştu. Kendisine kitabımı hediye ettiğim Ebutaleb ile, tereciye tere satan Türk balıkçı kardeşlerin ödül kazandığı törende ve daha birkaç etkinlikte biraraya gelmiştim. Keşke görmez olaydım…

 

Mevlana Celaleddin Rumi, 744’üncü Vuslat Yıldönümü’nde Amsterdam’da anıldı

Büyük Türk düşünürü Hz. Mevlana Celaleddin Rumi’nin  anma töreni, geçen yıl, dünyadaki en etkin 500 Müslüman arasında gösterilen fotoğrafçı ve film yapımcısı Amerikalı Şems Friedlander’in hazırladığı belsegel filmi ve anlatımı ile yapılmıştı. Mevlana, bu yıl ise  Türkevi Topluluğu ve Tevazü Tasavvuf Grubu tarafından hazırlanan bir başka programla anıldı.

Program Mevlana’nın meşhur eseri Mesnevi’nin ilk onsekiz beytinin Hollanda’ca, Türkçe ve Farsça okunmasıyla başladı. Daha sonra, ‘Mevlana Celaleddin Rumi’nin günümüzde anlamı’ konulu bir toplantı yapıdı. Toplantıda Mesnevi’yi Hollandacaya tercüme eden Abdulwahid van Bommel ve Leiden Üniversitesinden Dr. Asghar Seyed-Gohrab birer konuşma yaptılar. Katılımcılarla soru cevap halinde devam eden program, Amsterdam Tevazu Tasavvuf Musiki Grubu’nun hazırladığı birbirinden güzel ilahilerin yer aldığı müzik programı ile son buldu.

Leiden Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Asghar Seyed-Gohrab konuşmasına,  ‘Ben adeta Mevlana ile birlikte büyüdüm, onun şiirleri, kitapları bana hep yol gösterdi desem abartmış olmam herhalde‘ sözleriyle başladı. Rumi’nin günümüzde çok farklı yollarla insanlık gündemine geldiğini söyleyen Gohrab, ‘Mevlana’nın bu kadar ilgi görmesi adeta ülkelerin birbiriyle yarışmaları, Rumi’nin büyük bir Mutasaffıv olmasıdan kaynaklanmaktadır. Rumi adeta bir vizyoner konumunda, insanlık için bir öğretici, sadece yaşadığı çağ insanlarına değil aynı zaman da günümüzede mesajları var Rumi’nin.’ diye devam etti.

Leiden Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Asghar Seyed-Gohrab

 

Seyed Gohrab, Mevlana Rumi’nin, Madonna’dan tutun da özellikle Avrupa’da kiliseden ayrı manevi yolda yürüyenler arasında çok fazla ilgi gördüğünü söyledi ve ,‘Mevlana’nın İnsanları yargılamaması, insanlar hakkında hemen hüküm vermemesi, hoşgörülü olması modern insanın dikkatini çekiyor.’ dedi.

Daha sonra söz alan Abdulvahit van Bommel konuşmasına, Mevlana’nın bir şiiri ile başladı.

Dinle, Candan Sevgilim,
Ben bu dünyanın gerçeğiyim,
Herşeyin merkeziyim,
Ben bütünün bir bölümüyüm,
Ben Gök ile yer arasındaki iradeyim,
Ben şuurlu olarak sana uygun oldum,
Benim gözlemimdeki hedefi görmen için,
Şayet beni gözlemlersen kendin algılarsın,
Ama sen beni algılayamazsın,
Ancak benim gözlerimle beni ve kendini görebilirsin,
Kendi gözlerinle beni göremezsin…
Candan sevgili !
O kadar çok çağırdım ki sen duymadın,
Kendimi sana o kadar gösterdim ki sen görmedin,
Pek çok kez kendimi koku yaptım. sen koklamadın,
Pek çok kez yemeğine tad oldum sen tadamadın.

Abdulwahid van Bommel, Mevlana’nın yediyüz küsür yıl sonra hala bizimle konuşabildiğini söyledi.
Mevlana’nın, ‘Sevgili, Bana yaklaşırsan, Ben sana yaklaşmış olurum. Ben sana senden daha yakınım. Ruh’undan, nefesinden daha yakın. Aramızda kimseler yok…’ şeklindeki sözlerini de aktaran Abdulwahid van Bommel, dikkatleri günümüze çekerek, 1980 sonrası küresel ekonominin büyüdüğünü ancak bu büyümenin sadece dünyanın yüzde 0,1’ini oluşturan zenginlerin faydalandığına dikkat çekti. İnsanın toprağı sahiplenmesinden sonra adaletsiz dağıtım ve paylaşımın başladığını söyleyen Van Bommel, günümüz sorunlarından bir başkasına dikkat çekti.

Bireyin teknolojiye esir düştüğünü, köleliğe dönüştüğünü ve Slikon Vadisi eski müdürlerinin dahi teknolojinin parça parça toplumu çürüttüğüne dikkat çektiklerini söyleyen Van Bommel, ‘Bu hafta Facebook’un insanlar üzerinde bu kadar etkili olduğundan suçluluk duygusu taşıdılarını açıkladılar’ dedi. Günümüz insanını meşgul eden bir başka meselenin ise, üç dinin kutsal saydığı şehir Kudüs’de, üçünün de hakları olduğunu söyleyen Bommel, siyasi kararların şiddete davet çıkardığına değindi.

‘Kudüs’den Amsterdam’a geçelim’ diyen Van Bommel, 29 Kasım’da Zuidkerk’de ‘Amsterdam’da inançlar’ konulu bir toplantı yapıldığını ve burada Amsterdamlılar’ın sadece yüzde 38’inin bir dine veya inanca sahip olduklarının belirtildiğini, ancak dini kuruluşların buna rağmen hükümetin politikası doğrultusunda yaptıkları yardımdan alabildiklerini belirten  Van Bommel, ‘Oysa Hollanda’nın Hollanda’daki 475 camide çalışan gönüllülerden yılda 150 milyon tasarruf yaptığını Oikos’un araştırmasından öğreniyoruz’ dedi.

  

Bu iki örnekten sonra Amsterdam’da ‘Yalnızlık’ sorununa dikat çeken konuşmacı Van Bommel, Amsterdam’da her sekiz kişiden bir kişinin ciddi yalnızlık sorunuyla karşı karşıya olduğunu söyledi. Yalnızlıkla mücadelede bibloterepi okuma günleri organize edildiğini söyleyen Van Bommel, ‘Bununla Mevlana’nın Mesnevi’sinde görüldüğü gibi, okunan metnin kişilik gelişmesine ve günlük ilişkilere katkısı bulunacağı düşünülmektedir’ dedi.

Bu noktada varılmak istenen sonucun aslında Mevlana’nın ‘Görmediğimiz oniki düşmanla mücadele ediniz’ ifadesinde özetlendiğini söyleyen Abdulwahid van Bommel, bunların: ‘Egoizm, ukalalık, kendini beğenmişlik, doyumsuzluk, hoşgörüsüzlük, kızgınlık, yalancılık, çıkarcılık, aldatma, dedi kodu, rahatsız etme, şehvet’ olduğuna dikat çekti.

Bunun için bir dil geliştirmenin önemini vurgulayan Van Bommel, 2018 yılında Hollanda’da bizi bekleyen bir seçeneğin olduğunu, bunun da ‘birbirmize yatırım yapıp yapmamada özetleneceğini söyledi. Van Bommel sözlerini, ‘Toplum olarak ya izole halde yani adacıklar halinde yaşayacağız ya da birbimizi tanıyıp kabul edip saygı duyacağız.’ diyerek tamamladı.

Mevlana’nın şiirinin Hollandcası:

Luister, O innig geliefde

Ik ben de werkelijkheid van de wereld

Het Centrum van al wat ons omringd

Ik ben de delen en het geheel

Ik ben de wil tussen hemel en aarde

Ik heb bewustzijn in jou geschapen

Om dát het doel te laten zijn van Mijn waarneming

Als je Mij waarneemt besef je jezelf

Maar je kunt Mij niet waarnemen door jezelf

Het is door Mijn ogen dat je Mij en jezelf kunt zien

Door jouw ogen kun je Mij niet zien..

Innig geliefde!

Ik heb je zo vaak geroepen en je hebt Mij niet gehoord

Ik heb Mezelf zo vaak aan jou getoond

en je hebt Mij niet gezien

Zo vaak heb ik Mijzelf ‘geur’ gemaakt

en je rook Mij niet.

Zo vaak was Ik de ‘smaak’ in jouw voedsel,

maar je hebt Mij niet geproefd.

Rusya Müslümanları’nın ünlü İslam düşünürü Musa Carullah Amsterdam’da anıldı

Rusya Müslümanları’nın ünlü İslam düşünürü Musa Carullah Amsterdam’da anıldı
Veyis Güngör, Biyografi Okumaları toplantısında, Avrupalı Türkler’in örnek alabileceği düşünürü anlattı

İlhan KARAÇAY’ın haberi…

Amsterdam’da Türkevi Topluluğu tarafından düzenlenmekte olan ‘Biyografı Okumaları’, yeni bir medeniyet tasavvuru için kültür tarihimizin temel referanslarını gündeme getirerek, onların hayat tecrübeleri ve fikirlerini ortaya koymaktadır. Biyografı Okumaları’nın 6’ncısında, Rusya Müslümanları’nın ünlü İslam düşünürü Musa Carullah Bigiyef anlatıldı ve anıldı.

Program, Musa Carullah Bigiyef’in yetiştiği topraklarda yaşananların anlatılmasıyla başladı. Bunu takiben, TRT-AVAZ tarafından hazırlanan, ‘Türk Dünyasının Enleri’programına konu olan Musa Carullah hakkındaki belgesel izlendi.
Daha sonra Türkevi Topluluğu Başkanı Veyis Güngör, “Musa Carullah’ın hayatı, eserleri, Carullah’ın İslam dünyasını değerlendirmesi, Türkiye izlenimleri ve tecrübesi ile birlikte fikirlerinden örnekler” sunumunu yaptı.

Programın fikir alışverişi bölümünde ise, özellikle Avrupa’daki Türkler’in Musa Carullah’tan neler öğrenebilecekleri, kişiliğinden ve fikirlerinden hangi derslerin alınacağı üzerinde duruldu.

Veyis Güngör’ün anlatımıyla Musa Carullah:

1500 – 1917 Sovyet Coğrafyası
Musa Carullah’ı anlatmaya ve anlamaya çalışan pek çok kişi, O’nun  yetiştiği topraklarda yaşananları anlatıyorlar. Ama tarihçiler, geçmişi bilmeden Carullah’ın anlaşılmasının çok zor olduğunu söylüyorlar.

Bugün Tataristan, Çuvaş ve Başkırdistan olarak bilinen bölge, eski Kazan Hanlığı’nın olduğu bölgedir. Bu topraklarda, yani Kazan’da iki ayrı Türk İslam devleti kurulmuştur. Bunlar Bulgar ve Kazan devletleridir. Bulgar devleti 14’üncü asırda Altınordu devletinin boyundurluğuna girer. Kazan devleti de Altınordu hükümdarı Uluğ Muhammed tarafından kurulur. 1520 – 1552 arası Ruslarla kanlı ve ağır savaşlar yapılır. Kazanlı eski siyasetçi Fevziye Bayramova’ya göre, Kazan sokaklarında oluk oluk kan akar. Kadın ve çocuklar da kılıçtan geçirilir.

Türkler, İkinci Rus Türk savaşı sonrası, yani birinci Katerina döneminin başlamasıyla biraz nefes alırlar. Bu dönemde dini ve kültürel faaliyetlere başlarlar. 1904 yılında Rus-Japon savaşı ve 1905 inkilabıyla Müslümanlar da hareketlenirler. Kazanlı aydınlar öncülüğünde Rusya’nın diğer bölgelerindeki Müslümanlar’ın da katılmasıyla üç defa Müslüman İttifakı Kongreleri yapılır. Daha sonra 1917 Bolşevik ihtilali olur. Bolşevikler ilk yıl toleranslı davranırlar. Ancak, 1918 de gerçek yüzlerini gösterirler. İşte bugün burada anacağımız Musa Carullah, başlıklar halinde ifade ettiğimiz coğrafyada yetişir.

Hayatı
Musa Carullah Bigiyef üzerine çalışan uzman ve akademisyenler, onun hayatını genel anlamda üç ana bölüme ayırırlar. Bunlar:
– Doğumundan Kazan dışına çıkıp, çeşitli İslam ülkelerinde de tahsilini bitirip tekrar Kazan’a döndüğü devre (1875-1904).
– Rusya’da verdiği siyasi, dini ve sosyal mücadele dönemi.(1904-1917 ve 1917-1930)
– Sürgünde geçirdiği ve bir daha memleketine dönemediği dönem.(1930-1949)

Musa Carullah, 1875 yılında Avrupa Rusya’sının Rostov Na-Don şehrinde doğar. Babası Yarullah efendi, annesi de  Fatıma Hanım’dır. Musa Carullah henüz 6 yaşındayken babasını kaybeder, eğitimiyle annesi Fatıma Hanım ilgilenir. Carullah, liseden sonra eğitim için Buhara’ya gider. Burada başta dini ilimler öğrenir ve astronomi, matematik’e de ilgi duyar. Daha sonra 1904 yılına kadar süren Türkiye, Mısır, Mekke, Medine, Beyrut’da ilim tahsili yapar. Rusya dışı tahsil dönemi tam 11 yıl sürer.

Gazeteci ve siyasetçi Musa Carullah
1904 yılında Kazan’a geri dönen Carullah, gelenek olduğu üzere, yani İslam ilimlerini tahsil edenlerin ya bir camide imam ya da medrese açıp çocuk okutmalarına rağmen, o ilim peşindedir. Kendini daha da iyi yetiştirmek ister. 1905 yılında Kazan’a bağlı Çistay kasabası imamı olan Şeyh Zakir efendinin kızı Esma Aliyye Hanım ile evlenir. Dördü kız ikisi erkek olmak üzere altı çocuğu vardır Carullah’ın.
İlim aşkı devam eden Musa Carullah Petersburg (Leningrad) gider ve hukuk Fakültesine kaydını yaptırır.  Bu sıralarda “El-Asr’ul Cedid” ve “Vakit” gazetelerinde makaleler yayımlar. Daha sonra, arkadaşı Abdurreşid İbrahim ile birlikte “Ülfet” gazetesini çıkarır. 1907’de Ülfet Gazetesinin

kapanmasının akabinde telif eserler yazar. 1913 yılında Petersburg’da Emanet Matbaasını kurarak “İL” adında bir gazete çıkarır.(Yusuf Tosun)

Musa Carullah ele avuca sığmamaktadır. Mehmet Görmez 1905-1917 arası verilen özgürlük havasını Kazanlıların çok iyi kullandıklarını söyler. Gazete Yayınları başta olmak üzere ilim ve irfan faaliyetleri, Müslüman kurultayları, hatta 1906 yılında yönetiminde Musa Carullahın’da bulunduğu “Müslüman İttifak Partisi” kurulur. Ancak bu dönem fazla uzun sürmez. 1907 yılından itibaren verilen özgürlükler geri alınmaya başlar…
İslamiyetin Alfabesi

Musa Carullah’ın siyasi mücadelesinde ilk önceleri, Bolşevikler birlikte hareket ederek Müslümanlar’ın konumlarını iyileştirmeyi düşünüyor.  İşe, (Abzuka Kommunizma) “Komünizmin Elifbası”na karşılık, “İslamiyet’in Elifbası” adlı bir eser ortaya koyarak başlamış. Eser 236 maddeden oluşup, ilk 68 maddesi Rusya Müslümanları’nın ihtiyaçları,  168 maddesi de dünya Müslümanları ve İslam ülkeleriyle ilgilidir. Eserde, hilafet, insan hakları, savaş hukuku, sözleşmeler, kadın hakları yer almaktadır.
1923 yılında Finlandiya’da bastırılan “İslamiyet’in Elifbası” eserinden dolayı, 1930 yılında Rusya’yı terk ederek sürgün hayatı yaşar. Rusya’da 3 ay hapis yatmıştır. Ancak, hapishane, gözaltı ve sürgünler sonrası artık Bolşevikler’e yenildiğini kabul etmek durumunda kalır.

Sonra  Rusya’dan ayrılma süreci başlar. Bundan sonra gurbet ve sürgün hayatı başlayacaktır.
Sürgün hayatı yaşayan Musa Carullah, Finlandiya, Japonya, Almanya, Türkiye, Mısır, Hindistan, Irak, İran gibi ülkelerde kalarak, çalışmalarına devam eder. Örneğin, 1947-1948 kışını İstanbul’da geçirir. Rahatsızlığı artınca Mısır’a geri döner. Prenses Hatice hanımın yardımıyla Mısru’l Kadim’deki kimsesizler huzurevinde yer verilir.

Ve Carullah 28 Ekim 1949 yılında burada vefat eder.

Eserleri

120 eser ve bir çok makaleye imza atan Musa Carullah’ın bazı kitapları şunlardır: Tarihu’l Kur’an vel Mesahif, Rahmeti ilahiye burhanları, Kavaidi fıkhıye, Zekat, El riba ve’l bunuk fi’l İslam, Islahat esasları, İslamiyetin Elifbası,

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Müracaat, Müskirat meselesi, Büyük mevzularda Ufak fikirler, Rusya müslümanlarının ittifakının esasları, Siyonizm,

Kur’anı Kerim’in Nurları Huzurunda Hatun…

Kişiliği

Musa Carullah’ın kişiliği ile ilgili pek çok şey söylenebilir. Çalışkanlığı, cins bir insan olduğu, kendine olan özgüveni, ilime doymaması, hırslı olması gibi bir çok özelliği sayılabilir. Gayet şık ve temiz giyinmesi de sayılabilir örneğin.

Kırım davası savunucularından merhum Yusuf Uralgiray Musa Carulllah’ı şöyle tarif eder: ”Carullahİçinde yaşadığı geniş çevreyi bir inceleyici ve araştırmacı gözüyle görmüş, her zaman takımla gezmiş, Rusya’da şapka ile dolaşmış, hatta öğrenci iken Petrograd Camii’nde mukabeleyi de başında şapka olduğu hâlde okumuş, mülteci hayatında ise kurşuni astragan Tatar börkünü, kalpağını nadiren başından çıkarmıştır. Çünkü o, Müslüman olmak için kıyafete gerek olmadığına içten inanan asil bir Türk, imanı sağlam, ameli hakiki, iyi bir Müslümandı.”

Musa Carullah’ın kişiliğini anlatan yaşanmış bir olay da, Carullah’ın Japonya’dayken altın dişini çektirerek ziyafet vermesidir. Araştırmacı Ahmet Kanlıdere bu hatırayı, “Kadimle Cedit Arasında Musa Carullah Hayatı-Eserleri-Fikirleri” kitabında Ruşen Sezer’den nakille şöyle anlatır: “Carullah o günlerde parasızdı. Kendisini yemeğe çağıran Tatarlara bir karşılık vermek ister. İzutsu’ya kendisini bir dişçiye götürmesini söyler. Dişi ağrıdığı için değil, bir altın dişi varmış onu çektirip altını satacak, parasıyla da et alıp tarihinin en azılı etoburları olan Tatarlara et ziyafeti çekecektir. Daha ucuz olduğu için morfin de istememiş, dişi çekilirken inim inim inlemiş, bana sorsanız bağırmıştır. Yemeğe İzutsu’yu da çağırmış. O da gidip afiyetle yemiş. İzutsu’ya yemeğin nasıl olduğunu sordum: ‘it was horrible (berbattı)’ dedi.”

Bu olay bile bize Musa Carullah’ın kişiliği hakkında önemli bir fikir verir.

İslam Dünyası Değerlendirmesi

Musa Carullah 11 yıl süren İslam dünyası seyahatinin ardından çok acı olan şu değerlendirmeyi yapıyor: “Büyük ümitlerle İslam alemini gezdim. Buhara, Türkiye, Mısır, Hicaz, Hind ve Şam diyarlarında dolaştım. Dini medreselerin her birini gördüm. Fakat teessüf, akibet kanaatle değil, tama-ı hayretle vatanıma döndüm”.
Biz de skolastik düşünce, Kazan ve Kırım’da rasyonel düşünce
19.Yüzyılda Anadolu’da Medreselerde skolastik düşünce ve taklitçilik hakimiyetini hızla arttırırken Kazan ve Kırımlı Müslümanlar ‘Ceditçiler’ adıyla milli ve medeni bir uyanış hareketi başlatırlar. Bu hareket Türk ve İslam coğrafyasında aydınlanmaya öncülük eder. Taha Akyol’a göre Ceditçiler, “Gazali’yi zaten biliyorlardı ama modern rasyonalizmin kurucusu Descartes’ı da okuyan ilk Müslüman ve Türk nesilleriydi” Kazan ve Kırımlı düşünürler.

“Teessüf Etmiştim Artık Anladım”
Bugün olduğu gibi yüzyıl önce de, Türkiye, dünya Müslümanlarınca örnek alınıyordu. Onların gözleri hep Türkiye’de olmuştur. Musa Carullah ve Rusya Müslümanları da böyle. Türkiye, hep umut olmuştur. Hatta Rusya Müslümanları, kısmen de olsa aralarında birliği sağlayınca hilafete bağlılıklarını ilan etmişlerdir. Zira “Hilafetin gerekliliğini vurgulamış ve siyaset meydanında ehliyetini kanıtlayan Türk milletinin bu müessesenin başında olmasını istemiştir.” (Yusuf Tunçbilek)
Bu doğrultuda “Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Müracaat” adlı bir eser kaleme alan Musa Carullah, bu eseri 1921’de Türkistan’a gelen T.B.M.M. üyesi Suysallı İsmail Subhi Bey’e, Mustafa Kemal’e takdim edilmesi ricasında bulunur. (Zeki Velidi Togan)
Musa Carullah bu eserini on yıl sonra 1931 yılında Mısır’da kitap olarak bastırır. Zira hala bütün ümitler Türkiye’dedir.
Musa Carullah böyle bir haleti ruhiyenin içindeyken, dönemin Osmanlı şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi, Musa Carullah’ın kitaplarını reddiye yazıları yazar. Hatta İçişleri Bakanılığına Carullah’ın kitaplarının yasaklanması için müracaat eder. Bunu öğrenen Musa Carullah “Teessüf Etmiştim Artık Anladım” başlıklı sert bir yazı yazmıştır.

Hüseyniye medresesinden ayrılışı ve Rahmet-i İlahiyye görüşü
Musa Carullah’ın 1910 yılında o günün meşhur Hüseyniye Medresesine Arapça ve dinler tarihi dersleri vermek üzere davet edildiğini öğreniyoruz. Burada ders anlatırken öğrencilerine ünlü tasavvuf üstadı ve Vahdet’i vücûd görüşünü savunan İbn Arabi’nin Rahmet-i İlahiyye’nin umumiyyeti yorumunu da anlatır. Bu görüşe göre, müşrikler dahil hiçkimse cehennemde ebedi olarak kalmayacaktır. Tabiiki büyük tartışmalara sebep olan bu çıkış, Carullah’ın Hüseyniye Medresesinden de ayrılmasını beraberinde getirir. Sonra bu konuyu anlatan bir eser kaleme alır. Ve görüşünü şöyle ortaya koyar: “Merhamet edenlerin en merhametlisi ve yardım edenlerin en iyilik seveni Hz. Allah’ın, mutlak rahmetini zavallı insanların hiçbirinden esirgememek ve varlık aleminin her bir zerresine varıncaya değin, hesapsız, bolca ve esirgemeksizin verilmiş mutlak rahmetin en geniş şekilde açılmış kapılarını, insanların yüzüne kapamamak için “bütün insanların kurtuluşuna” inanırım. Bu konudaki inancım işte budur.”
( İlahi Rahmet ve Uluhiyyet, Musa Carullah, Fide yay, s: 13-15)

Kadın meselesi veya sorunu!
Kadın meselesi insanlık tarihi boyunca hep tartışılagelmiş bir konu. İslam’dan önce de, Musevilik ve Hıristiyanlık döneminde kadın bir sorun olarak görülmüş, çoğu zaman aşağılanmıştır. Bu sorun, İslam düşünürlerinin de tartıştıkları en önemli konular arasındadır. Mehmet Görmez, “kadın konusu, batılılaşma hareketlerine sahne olan İslam aleminin gündemine, Mısırlı yazar Kasım Emin’in 1899 yılında kaleme aldığı “Tahriru’l-Merve” (Kadın’ın Hürleştirilmesi) adlı eseri ile girmiştir” diyor. Kadın meselesi, günümüzde de tartışılan en önemli meseleler arasında yerini almaya devam ediyor. Özellikle de “İslam’da Kadın” başlı başına bir tartışma konusudur. Hasseten Avrupa’da, bu konuda Müslümanlar köşeye sıkışmış durumdadır.
Musa Carullah, kadın meselesine farklı bir bakış açısı getirmektedir. 1916 yılında “Kur’an-ı Kerim Ayet-i Kerime’lerinin Nurları Huzurunda Hatun” isimli bir kitap kaleme alır ve 1933 yılında bu kitabı Berlin’de yayınlar.
Carullah, İslam’da kadın meselesinde Müslüman alimlerin, Kur’an’daki kadınla ilgili ayetleri yorumlarken, Hristiyanlık ve İsrailiyet yani Tevrat’ın kadınla ilgili ayetlerinin tesiri altında kaldıklarını belirtiyor. Ayrıca Carullah, Hz. Peygamber’in bu konudaki “Kadınlar eğe kemiğinden yaratılmıştır” hadisi’ni de zahiri şekliyle lafzi ve harfi manasıyla anladıklarını ve bunun yanlış olduğunu savunur.

Musa Carullah, kadının şahitliği, kadın erkek eşitliği, örtünme gibi kanularda, geleneksel İslam alimlerinin kabullerine karşı farklı bir görüş ortaya koymaktadır. İnsan, insanlık her şeyin önünde gelir diyen Carullah, “İnsan olmak sıfatıyla kadınla erkek eşittir. Hukuk açısından aralarında hiçbir fark yoktur. “Biz ademoğlunu şerefli kıldık” gibi beşer hukuku ile ilgili bütün ayetler hem erkekleri hem de kadınları ihtiva etmektedir”. (Hatun, s. 55)

Musa Carullah, örtünme ve başörtüsü konusunda da farklı bir yorum ortaya atar. Carullah’a göre örtünme içten dışa doğru olmalıdır. “Zira kadının en değerli varlığı olan iffeti ve namusu sadece bir perde ile korunamaz. İman ve ilim gibi mukaddes nikabın kıymetini hiçe indirgeyerek onun yerine kadının iffetini hicapla korumak beyhudedir. Havada, güneş ışığında, ilim ve imanın aydınlığında fitne olmaz. Varsa fitne sadece erkeklerin gözlerinde, kalplerinde ve dillerinde bulunur. İlle de tedbir almak gerekiyorsa erkeklerin gözlerine nikap, kalplerine edep, dillerine ceza lazım gelir”. (Hatun, s. 43)

Özgür düşünce ve akıl
Musa Carullah için hür düşünmek, aklın eseratten kurtulmasıyla mümkün olur. Carullah’a göre “müteffekir adam, yani düşünen insan daima muhteremdir”. Edebiyat-ı Arabiye kitabında “Hakikati arayan insan herşeyden ihtimal ile sözeder. Hiçbir zaman “benim dediğim mutlak doğrudur” diye kestirip atmaz. Hısmıyla müzakerede bulunurken duyduğu en batıl bir meseleyi bile tahkik süzgecinden geçirir” der Carullah.
“Oysa hakikati bulma yolunda yapılan bir hata, ne kadar büyük olursa olsun, insanı ismet-i İslamiye dairesinden çıkarmaz. İnsanın vazifesi hakikati aramaktır. Bulmak değildir. İnsan yalnız vazifesiyle mükelleftir. Fakat isteyen gayeye erişmesi Allah’ın kollaylık göstermesiyle olur”
 diyor Carullah.
Musa Carullah şöyle bir tez ileri sürer: “Eski milletler tapınak bekçileri elinde, yahudi ve hrıstiyanlar ahbar ve ruhbanların kahrı altında, ehli islam ise birtakım kıssalar, gümrah sofiler, cahil müftülerin tehdidi altında akıl nurundan nasipsiz bırakılmışlardır.”

Müslümanların özgüven sorunu
Dünyabizim yazarlarından Yusuf Tunçbilek, “Carullah’un Müslümanların özgüveni ile ilgili “Uzun Günlerde Oruç” kitabının sonunda ayrı bir makale ekleyerek, geleceğin sahibi Müslüman gençlerdeki özgüvensizliğin miras yoluyla analardan çocuklara geçen bir durum olduğunu belirttiğini” söylüyor.  Kadınların özgüvensizliğini ise erkeklerin onlara baskı yapmasında görmüştür. Kadınların sorunlarını ‘Hatun’ isimli kitabında ele alır.

Örnek alınacak bir eylem: not almak ve tarihe not düşmek
Musa Carullah’ın bizim için örnek alınacak bir yönü de hiç şüphesiz, onun vakanüvis özelliğidir. Katıldığı toplantılar ve kongreleri kitaplaştırması veya karşı karşıya kaldığı eleştirilere kitap yazarak cevap vermesidir. Bu özellik, tarihe not düşmektir. Olayları, vakıaları değerlendirip ortaya bir görüş koymasıdır. Bir başka ifadeyle not alması ve bunu insanların hizmetine sunmasıdır. Uzmanlar ve araştırmacılar Carullah’ın kitaplarının bazılarının bu yöntemle yazıldığını belirtiyorlar. Carullah’ın bu özelliği ve çalışma şekli günümüz bireyleri tarafından da örnek alınabilir.

Musa Carullah’ın biyografisi bize ne anlatıyor? Ne diyor? Neler öğretiyor?

Musa Carullah’ın biyografisi bizlere, yani hassaten Avrupalı Türkler’e kısaca şu dersleri veriyor:

  • Çok çalışmak, ama çok çalışmak durumundayız.
  • Okumalıyız, not almalıyız, yazmalıyız, tarihe not düşmeliyiz.
  • Aklımızı kullanmalıyız. Tefekkür etmeliyiz. Taklid değil düşünmeyi öğrenmeliyiz.
  • Seyahat etmeliyiz, gözlem ve inceleme yapmalıyız.
  • Teslimiyetçi değil, sorgulayıcı olmalıyız.
  • İçinde yaşadığımız Avrupa ülkelerinin dil ve kültürlerini bilmeli aynı zaman da kendi kültür ve inanç değerlerimize hakim olmalıyız.
  • Sahip olduğumuz maddi ve manevi imkanların kıymetini bilerek, bunları en iyi şekilde değerlendirerek insanlık için sorumluluklar almalıyız.

Amsterdam Yunus Emre’deki gelişmelere tepki yağıyor…

 

ilhan karaçayYunus Emre Enstitüsü’nün Amsterdam şubesinde yaşanan üzücü olayları ifşa eden haberimin yayınlanmasından sonra, email adresime, facebook sayfama ve WhatsApp, Messenger ve Twitter hesaplarıma tepki yağdı.

 

Kanaat önderleri, Sivil Toplum Kuruluşları ve okurlarımdan gelen tepkilerin tamamında, torpilli atamalar kınandı.

Bu haberimde, bana gelen tepkilerin bir kısmını sizlere aktarıyorum:

 

Hollanda Türk Spor Dernekleri Federasyonu Başkanı Sabri Kenan Bağcı:

”Amsterdam Yunus Emre’de yaşananlar, Türk geleneğinin tipik bir örneğidir. Gelenek derken, Yunus Emre gibi büyük düşünürlerin bize armağan ettiği gelenekleri kastetmiyorum. Nedense biz Türkler, bize verilen görevleri hep yüzümüze gözümüze bulaştırırız. Amsterdam’daki olaylar değil yüzümüze, kıçımıza kadar bulaştı. Ben şahsen çok utandım. Çeşitli önemli koltuklara torpilli atama yapılırsa sonuç böyle olur işte. Bizi yönetenlerden ricamız, koltukları hak eden bireyleri iyi seçmeleridir. Siyasi ve dini görüş doğrultusunda yapılan atamalar, felaket doğurur.”

 

Alevilik Araştırma ve Dökümantasyon Merkezi ODCA ve Hollanda Türkiye Demokratlar Derneği Başkanı Veli Tongel

 

”Yunus Emre Enstitusu, British Council, Goethe Instituut gibi, söylemleri olan çok kültürlü çok uluslu, Türkiye’nin dünyaya açılan yüzü olacaktı. Bugüne kadar Hollanda’ya baktığımızda, ehil olmayan, akademik geçmişleri uygun olmayan kişiler bu kuruma atandığını görürüz.  Böyle önemli bir kurum, kültür, sanat, linguistik, felsefi, sosyolojik çalışmalar da dahil, ciddi üretimlerde bulunup, dünyanın en önemli kültür sanat şehrinde, büyük müzelerle, galerilerle, üniversitelerle ortak sergiler acmak, Türkçeyi tanıtma projeleri gelistirmek yerine, dar görüşlü çevrelerin politik oyunlarına ve bireysel çıkar ilişkilerine ve parti yönetiminin kısır duruşuna teslim edilmiş. Profesyonel olmayan ve kurumsallıktan uzaklaştırılmış olan Yunus Emre için, bunca akademik uzmanlar varken, neden böyle bir yöntem izlenmekte anlamak çok zor. Yıllar önce, Türk dilini tanitma ve geliştirme projesi için var olan bütün imkanlarımızı sunmamıza ragmen, mevcut kursiyerler ‘Turkçe Web sayfamız ve sekiz şehirdeki kurs yerlerini değerlendirelim’ önerimizi de reddetmişlerdi.
Son gelişmelerden sonra YE, Batı Avrupa toplumlaının ilerici, demokratik, kültürel zenginligine uygun stratejik çalışmalara yönlenecegini umuyorum.”

************
Demekratik Sosyal Dernekler  DSDF Başkanı Nevzat Cingöz

Türkiye cografyasının kúlturel zenginliklerini dünyada ve Hollanda’da tanıtmak ve Hollanda’daki Türkiye kökenli göçmenlerin içinden çıkan, Kültür & Sanat elçilerinin tanıtımına destek amacı ile kurulduğu açıklanan, Yunus Emre Enstitüsü Amsterdam Şubesindeki gelismeleri kaygı ve üzüntü  ile izliyoruz.

İşi ehline vermek yerine sadakatli olan yandaşa vermek politikası nihayet Hollanda’da da olumsuz etkisini göstermeye başladı.

Bu gidişle Yunus Emre Enstitüsü Amsterdam Şubesi, sanat ve kültür çalışmaları  ile değil yönetimde yapilan kavga (atama skandalları) ile Hollanda kamuoyunda anılacak.

Bu durundan en çok Hollandalı Türkler zararlı çıkacak.
DSDF olarak , bu tür kurumlara yandaş yönetici atanması politikalarına son verilmesini, kurumlara görevini yapacak donanımlı kişilerin açık mülakatla alınmasinı talep ediyoruz.”

**************

Hollanda İslam Dernekleri Federasyonu eski Başkanı ve Amsterdam Sosyal Kültürel Merkezi Başkanı İbrahim Görmez
‘Hollanda Yunus Emre Enstitüsü’nde neler oluyor’  başlıklı haberinizdeki sorunuza  havada kalmasın diye acizane görüşlerimi bildirmek isterim.

 

Evvelemirde, ülkemiz adına yapılacak olan faaliyetlerde,  hasbilik, inanç, irade ve samimiyet gerekmektedir.

 

İkibinli yılların  ortalarına kadar Hollanda’da  yapılan hizmetler yukarıda belirttiğim kurallar çerçevesinde yapıldığı için karşılık görmüş ve tüm ülkeye yayılmış ve Hollandallar da  bundan istifade etmişlerdir.

Ne zaman ki bu hizmetler,  makam ve mevki aşkına  yapılmak istenmişse,  bugün içinde bulundugumuz  kaotik durum meydana gelmiştir.

 

Kimin ve hangi torpil neticesinde bu makama gelenler, adı YUNUS EMRE  olan bu kuruluşun isminden ve öğretisinden  bile bihaber olanlar, en azından YUNUS EMRE’ye  een büyük kötülüğü yapmaktadırlar.
‘YARATILMIŞI SEVERİM YARATANDAN ÖTÜRÜ’  diyen bu  öğreti, maalesaef  başında layık olmadıkları belli olan kişiler, tekme tokat kavgaya girip, Hollanda polisinin araya girmesi en azındean yarım milyona yakın Türk  toplumuna  yapılmış en büyük hakarettir.

 

Kimler, kim olduklarından dahi haberimiz olmayan bu kişileri böyle bir kuruluşun  başına getirmiştir?

 

Hollanda’da bu kuruluşun başına, layık olabilecek başka kişiler yok mudur?
Ne yazik ki buraya atanan kişilerin malum bir  kuruluş ve cemaate yakın olmaları gerekmektedir. Kulağımıza gelenler, son gelen kişinin  bir cemaat yanlısı olduğudur.
Kimin ne yanlısı olduğu bizi ilgilendirmez.  Lakin  tüm yurttaşlarımızı ve Hollandalıları  ilgilendiren bir kuruluşun  yönetimi,  entellektuel, bağımsız, onyargısız ve en azndan YUNUS EMRE  ögretisini bilmesidir.
Benim oglumun adı YUNUS EMRE dir 46 yıl önce doğan oğluma ben bu ismi vermiş bir vatandaş olarak, bu enstitüde yasananları kınıyorum. ”

************

Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği HTİB Başkanı Mustafa Ayrancı:

”Yunus Emre Tiyatrosuna Hoşgeldiniz!
Yer: Amsterdam. Mekan: Yunus Emre Enstitüsü. Yönetmen: Ankara:
Oynayanlar: Remzi Kabadayı, Fatih Okumuş, Caner Akkurt, Abdullah Akın Altay ve bilumum diğer figüranlar. Oyunun adı: Başkanlık Komedisi.

Oyun hakkında kısa bilgi.

Yıllar önce, Türk kültürünü ve dilini tanıtmak amacıyla yurt dışındaki önemli kentlerde şubeler açıldı.  Adına da nedense Yunus Emre denildi. Yunus Emre, Türk şiirinin gelmiş geçmiş en büyük ustasıdır ve kendisi bir Bektaşi’dir. Alevi-Bektaşi düşüncesine sıcak bakmayanların, bir Bektaşi figürünü sembol olarak seçmesi pek akla yatmıyordu ama benzer ‘takiye’lerine alıştığımız için bize pek garip gelmedi. Her neyse.

Yunus Emre şubelerinden birisi de Amsterdam’da açıldı. Açılıştan önce ve sonra bizim gibi sivil toplum örgütleriyle ilişki kurmadılar. Kendileri çaldılar, kendileri oynadılar. Yalnız son dönemde bu şubede garip şeyler olmaya başladı. Önce sahnede Başkan olarak Remzi Kabadayı isminde birisi belirdi. Nedense kısa bir süre sonra yeni bir başkan atandı. Adı: Fatih Okumuş. Peki, Remzi Kabadayı’ya ne oldu? O da ‘projeler koordinatörü’ olarak sahnede kaldı. Ama işi ağır gelmiş olacak ki, bu beyefendi hastalandı. Doktor haftada birkaç saat

çalışmasına izin verdi! Doktor izin verdi ama Fatih Okumuş bundan hiç hoşlanmadı, çünkü Kabadayı’yı şubede görmek istemiyordu.

Ne olduysa 30 Eylül’de oldu. Bu tarihte IOT’nin Yunus Emre şubesinde düzenlediği bir toplantı sırasında Fatih Okumuş, Remzi Kabadayı’yı yaka paça salondan atmak istedi. Bunu onuruna yediremeyen Kabadayı polis çağırdı. Tabi olay ta Ankara’da duyuldu ve hemen müdahale edildi, Caner Akkurt isminde birisi Amsterdam’a gönderildi. Caner Bey gelir gelmez Fatih Okumuş’un işine son verdi ve başkanlık koltuğuna kendisi oturdu. Böylelikle bu önemli koltuk boş kalmamış oldu!

O arada arka planda ne olduğunu bilmiyoruz ama bir süre sonra o koltuğa Abdullah Akın Altay atandı. Günahı söyleyenlerin boynuna, son başkanın, malum bir cemaate bağlı olduğu dillendiriliyor ve arka planda cemaatlerin ve dini tarikatların savaşı olduğu iddia ediliyor. Oyun henüz sonlanmış değil, devam ediyor. Bakalım bundan sonra nasıl sonuçlanacak hep birlikte göreceğiz. Bu arada belirtelim ki oyunu seyretmek beleş ve tekmili birden Amsterdam’da Yunus Emre şubesinde oynanıyor. İlgilenenlere duyurulur.”

 ************

 

Kabadayı’dan açıklama:

Amsterdam Yunus Emre’nin 4,5 yıl müdürlüğünü yapan Remzi Karadayı, kendileriyle ilgili haberimin facebook’ta da yer almasından bir gün sonra, aynı haberin altına bir yorum ekledi. Bu yorumu daha sonra bana WhatsApp ile gönderen Kabadayı’nın açıklamasını aynen yayınlıyorum.

Yayın öncesinde telefonla aradığım Fatih Okumuş ise, reaksiyonda bulunmayacağını, polemiği uzatmak istemediğini belirtti.

İşte Kabadayı’nın açıklaması:

 

Son zamanlarda bazı (sosyal) medya organlarında 1 Temmuz 2012 tarihinden itibaren büyük bir onur ve gururla çalıştığım ve kuruculuğunu yaptığım Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü hakkında birtakım gerçeği yansıtmayan yazılar yayınlanmıştır. Bu hususta uzun zaman suskunluğumu korumak istedim. Ama bazen suskunluk kabul anlamına geldiği için bu konuda kısa bir açıklama yapma gereği duydum. Açıklama aşağıdadır.

Saygı ve selamlarımla.

4,5 yıl müdürlüğünü büyük bir onur ile yaptığım Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü (ki dünya çapında isim babası da benimdir. Daha önceki ve kanundaki (resmi) ismi Yunus Emre Türk Kültür Merkezi’dir. Bu şekilde kurumun markalaşmasını sağlamış bulunmaktayım) sıfırdan Hollanda’da tek başıma kurdum. Hollanda’da Türkiye’ye ve Türk kültürüne sempati duyan her yabancının ve her Türkün gurur duyacağı bir mekanda dört dörtlük bir şekilde kurumu kurdum. 4,5 yılda – yine tek başıma organize ettiğim – cok sayıda kültür, sanat etkinliği, bilimsel ve tarihsel konferans, sergi, konser, film festivalleri, Türkçe derslerinin alt yapısının hazırlanması vs faaliyetlerle ülkemizi ve kültürümüzü hem Hollanda’da hem de uluslararası camiada ve en seçkin mekanlarda sıfır hatayla, en iyi şekilde organize etmeye, ülkemizi ve kültürümüzü en iyi şekilde temsil etmeye çalıştım. Bunun için geceli gündüzlü çalıştım, ayak basmadığımı mekan, ve şehir kalmadı. Tek gayem ülkemizi ve kültürümüzü vizyon ve misyonumuza uygun şekilde yüksek kalitede ve geniş bir yabancı kitleye tanitmak ve Hollanda ile Türkiye arasındaki dostluk ilişkisine katkı sağlamak oldu.

2004 yılından beri yönetimlerinde bulunduğum vakıflar ve STK’larda Türkçe derslerinin en iyi sekilde organizasyonu için gayret ettim. Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü müdürü olarak bu konuda çalışmalar yapmaya gayret ettim. Türkçe dersi Enstitüsünün faaliyet alanı olan üç saç ayağından birisidir. Türkçe derslerinin alt yapısını hazırlamak için Türkçe alanında çalışma yapan kurum ve öğretmenlerle işbirliği yaptım. Kurumumuzda ve Hollanda çapında Türkçe derslerinin verilebilmesi için alt yapısını hazırladım.

Kültür sanat faaliyetlerini organize ederken tek endişem ve gayem, kültürümüzü en kaliteli sekilde sunmak, ve bütçenin en hassas sekilde idare edilmesi olmuştur.

Allah’in inayet ve yardımıyla Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü’nü en seçkin mekanda dört dörtlük bir şekilde kurmuş ve faaliyet geçirmiş olarak göreve başladığımdan 4,5 yıl sonra 5 Aralık 2016 tarihinde müdürlük görevim yüzümün akıyla sonlandı. Bu süre zarfında Enstitümüz her türlü diplomatik kuruluşlarımızla, Hollandalı kurum ve kuruluşlarla, AB kurum ve kuruluşlarıyla, akademik ve kültür-sanat kurumlarıyla çok verimli ve sağlıklı işbirliği yapmış, bütün projelerde öncü ve lokomotif görevi üstlenmiştir. Yine 2016 yılı sonu itibariyle her türlü sosyal ve siyasi krize rağmen Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü ne Hollanda ne de Türk medyasında tek bir kere dahi olumsuz bir şekilde yer almamıştır.

Yaptığımı etkinliklerle Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü kültür sanat dünyasında hak ettiği saygın konuma ulaşmıştır. 2016 yili itibariyle kalite ve itibar bakimindan ulaştığımız çıta çok yüksekti. Ben bayrağı bu seviyede devrettim ve Enstitü’deki görevimi Projeler Koordinatörü olarak devam ettirdim.

Benden sonra görevi devralan müdür arkadaslarım da Enstitümüzü ve ülkemizi en iyi şekilde temsil etmek amacıyla elinden gelen gayreti ve gerekli hassayeti gösterdiğinden ve göstereceğinden en ufak bir şüphe duymamaktayım.

Herkese saygı ve selamlarımı iletirim.

***********

 

 

Facebook yoluyla tepkide bulunan duyarlı insanların mesajları da şöyleydi:
Eyüp Sultan Camii Başkanı Murat Türkmen

Amsterdam Meubelen  Kimin neyi paylaşamadığı açıkça ortada sayın abim. Bilinen şeyler neden bilmemezlikten geliniyor bizim kurumlarımızda ben halen anlamış değilim. Ayrıca vatandaşa hizmet amacı değil rant ve koltuk sevdasından vaz geçilmediği sürece, oradaki kiralanmış olan binaya ödenen kira bedelinden başlayarak birşeyleri masada tartışarak çözüme bağlamak lazım tabiiki polisi aramak çözüm değil! Saygılar. Murat Türkmen.
Not: normal şartlarda bu tür olayların bu sanal alemde tartışılması taraftarı değilim. Bizim sözde güzide kurumları yıpratmaktan başka birşey olamaz. Yalnız şahsiyetinize duyduğum güvenden dolayı ve açık sözlülüğünüzden dolayı bu paylaşımı yaptım.

 

 

Murat Gedik Ve birileri o makamları kapmak için pusuya yatmışlar İlhan bey. Üzülmemek elde değil.

 

Nusret Oksuz Hangi Acidan Bakalim?Yunus Emre,isminemi?Yoksa,VAKIF,olarak,mi?Yoksa,MAKAM,olarak,mi?Hangisi?

Musa Arslan Türk dilini, Kültürünü, tanıtmak ha. ! Tam bir rezalet. Tuzun koktuğu an.

 

Ahmet Aydogdu Hiç iyi bir gelişim değil bildigim kadar Remzi Bey çok güzel işiini yapiyordu

Kadir Asilsoy Neden bilemedim. Polisi isin içine katmak neyin düşmanlığı?
Adamlar daha Yunus Emre’nin sözlerinin değerlerinin farkına varamamış insanlara bu kurumda görev veriyorlar.
Bari birbirinize pislik yapacaksanız istifa edin sonra ne haliniz varsa görün.
Böyle insanlar bir milletin yakasından düşmedi gitti. Bu ne la, sülük gibiler.

 

Bülent Türker Ben şahsım olarak bugüne kadar bu kurumun hiçbir faaliyetine davet edilmedim. Ne yapıldığını bilmiyom. Bunlara verilen paranın 10’da birini bana verseydiler neler yapmazdım. 2 yıl içinde  Çankkale Müzemi 12 bin kişi ziyaret eti. Bu kurumlar 1 TL’lik destekte bulunmadılar. Müzeme giriş, park, çay kahve ücretsizdi.
Kavga emelerini anlayamıyorum. İş yapacak onlarca adam var piyasada.

Stoc İsmail Ercan Yunus Emre Vakfinda neler oldu? Neler oluyor? Anlamış değilim. Yıllardır Amsterdam ve çevresinde yaşayan çocuklarımıza, Hollandalıllar’a Türkçe dersleri veriyoruz. 23 Nisanları, Cumhuriyet Bayramını kutluyor, 10 Kasım anma törenleri düzenliyoruz. Yunus Emre Kurumu’ndan ne bir davetiye aldık ne de destek. Ne yapar bu insanlar Türk Devleti’nin ayırdığı bütçelerle bilemem ?!..

Sila Altuntas Yazık, atanan başkanlar Yunus Emre Enstitüsü’nün önemini felsefesini gerçek manada kavramış olsalardı, kişisel sorunları yüzünden bu durumlar yaşanmamış olurdu.
Kişi nerde olursa olsun,yaptığı işin hakkını verebilmeli. yükümlü olduğu göreve saygı göstermeli ve sahip çıkmalı.Bu vasıflar yoksa hiç getirilmemeli.

 

Mansur Bildik Çok çok doğru bir yorum…

Mesut Cavusoglu Kimlerin Eline niyetine egolarina kalmış.

Saffet Atak Çok hüzün verici ve düşündürücü… Her şey Yunus’un adı ile musamma olabilse..

Ahmet Aydogdu Anlayana

               ==========

NOT: Bazı ‘hiç’ olanlar, Yunus Emre olayını tüm detaylarıyla yayınladılar.
Ben ise polemiğe meydan vermemek için  olayı özetleyerek yayınladım.
Remzi Kabadayı yaptığı açıklamada, olayı üstü kapalı yayınlayan beni değil, o ‘Hiç’leri kastetti. Ama o ‘Hiç’ler bugün, Remzi Kabadayı’nın bana yanıt verdiğini yazmışlar ve benden de ‘Sözde yazar’ diye bahsetmişler. Vay ‘Hiç’ler vay !!!     

İlhan KARAÇAY soruyor… Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü’nde neler oluyor ?

ilhan karaçayYunus Emre Enstitüsü’nün Amsterdam şubesinde cereyan eden olaylar, Hollanda’da yaşayan Türk toplumu içinde büyük üzüntüye neden oldu.
Türk kültürü, Türk tarihi, Türk sanatı ve Türk dilini yurtdışında tanıtma ve geliştirme amacı ile kurulan Yunus Emre Enstitüsü’nün Amsterdam şubesinde yaşanan olaylar, ‘skandal’olarak nitelendiriliyor.

               clip_image006Remzi Kabadayı

Yunus Emre Enstitüsü’nün Amsterdam şubesinin açılması ile birlikte, Remzi Kabadayı isimli Hollandalı bir Türk Başkanlığa getirilmişti.
Ne var ki, Remzi Kabadayı’nın başkanlığına 2016 eylül ayında son verilmiş ve yerine Fatih Okumuş atanmıştı. Başkanlıktan çıkarılan Remzi Kabadayı, işten çıkarılmamış ve Proje Koordinatörü olarak işine devam etmişti. Remzi Kabadayı ile Fatih Okumuş arasındaki ilişki iyi değildi. Remzi Kabadayı hastalığını öne sürerek işe gelmez oldu. Daha sonra, işe yeniden alışabilmesi için, doktorların tavsiyesi üzerine haftanın belirli günlerinde birkaç saatlığına işine gelip gitmeye başladı. Ama Başkan Fatih Okumuş ile ilişkiler yine iyi gitmiyordu.

              Fatih Okumuş

 

clip_image008Geçtiğimiz 30 eylül günü, Yunus Emre Enstitüsü’nde, Türkler İçin Danışma Kurulu’nun dışa kapalı bir toplantısı yapılmıştı.

O toplantıya gelen Remzi Kabadayı ile Fatih Okumuş arasında hoş olmayan bir olay yaşandı. Polemiği büyütmemek için, bu konuda yazılanlar ve söylenenleri bir kenara bırakıyorum. Ama, Remzi Kabaday’nın şikayeti üzerine olay yerine gelen Amsterdam polisinin müdahalesinden sonra yaşananların bir hayli üzücü olduğunu da belirtmek istiyorum.

‘Skandal’ olarak nitelendirilen bu olayın Ankara’da duyulmasından sonra, Ankara’dan Amsterdam’a gelen Caner Akkurt, bu kez Fatih Okumuş’un işine son verdi. Bir süre Amsterdam şubesini yöneten Akkurt, daha sonra Abdullah Akın Altay’ın Amsterdam Başkanlığı’na getirildiğini açıkladı.
Amsterdam’da muhasebecilik yapan ve Amsterdam Musiad’ın Genel Sekreterliğini yapan Abdullah Akın Altay, Yunus Emre Enstitüsü Amsterdam şubesine, bir yıl içinde dördüncü Başkan oluyor.

Şimdi, gerek Hollanda’daki pek çok Türk adına ve kendi adıma soruyorum:
Yunus Emre Enstitüsü’nün Amsterdam şubesinde neler oluyor?
Böylesi güzide bir kuruluşun, Amsterdam şubesini hakkıyla yönetebilecek kişiyi bulmak çok zor mu?
Buraya ‘Başkan’ olarak atananlar neyi paylaşamıyorlar?

 

clip_image010Yeni atanan Başkan Abdullah Akın Alpay

En son atanan Başkan Abdullah Akın Altay

 

Kendilerine tercüman olmaya çalıştığım Hollanda’daki bazı Türkler’in bu sorularına yanıt beklerken, Yunus Emre Enstitüsü’nün Amsterdam şubesindeki skandalların sona ermesini diliyoruz.

 

Yunus Emre Enstitüsü’nün, Türkiye ve Türkler için ne kadar önemli ve değerli bir kuruluş olduğunu anlatabilmek için, kurumun web sayfasından aldığım bilgileri altta sunuyorum:

 

Yunus Emre Vakfı

Türkiye’yi, Türk dilini, tarihini, kültürünü ve sanatını tanıtmak; bununla ilgili bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak; Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurt dışında hizmet vermek; Türkiye’nin diğer ülkeler ile kültürel alışverişini arttırıp dostluğunu geliştirmek amacıyla 05.05.2007 tarihli ve 5653 sayılı kanunla kurulmuş bir kamu vakfıdır.

 

Yunus Emre Enstitüsü ise Vakfa bağlı bir kuruluş olarak bu Kanunun amaçlarını gerçekleştirmek üzere yurt dışında kurduğu merkezlerde yabancılara Türkçe öğretimi çalışmalarının yanı sıra ülkemizin tanıtımı amacıyla kültür ve sanat faaliyetleri yürütmekte, ayrıca bilimsel çalışmalara destek vermektedir.

 

2009 yılında faaliyetlerine başlayan Yunus Emre Enstitüsünün yurt dışında 40’dan fazla kültür merkezi bulunmaktadır.  Kültür merkezlerimizde verilen Türkçe eğitiminin yanı sıra, farklı ülkelerdeki eğitim kurumlarıyla yapılan işbirlikleri ile Türkoloji bölümleri ve Türkçe öğretimi desteklenmektedir. Kültür merkezleri aracılığıyla kültür ve sanatımızı tanıtmak amacıyla birçok etkinlik düzenlenmekte, ulusal veya uluslararası etkinliklerde ülkemiz temsil edilmektedir.

 

Vizyon

Vizyonumuz; kültür sanat ve yabancılara Türkçe öğretimi ana başlıkları altında dünyanın birçok ülkesinde gerçekleştirilecek faaliyetler ve oluşturulacak iş birlikleri ile dünya toplumlarının Türkiye’yi daha yakından ve doğru kaynaklardan tanımasını sağlamaktır.

 

Misyon

Misyonumuz Türkiye’yi, kültürel mirasını, Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak, Türkiye’nin diğer ülkeler ile dostluğunu geliştirmek, kültürel alışverişini arttırmak, bununla ilgili yurt içi ve yurt dışındaki bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak, Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurt dışında hizmet vermektir.

 

Neden Yunus Emre

Yunus Emre Enstitüsü, adını 13. ve 14. yüzyıllarda yaşamış bir Anadolu mutasavvıfı Yunus Emre’den almıştır. En önemli özelliği, insanî değerleri, insan sevgisini ve toplumsal barışı temsil eden bir sembol isim olmasıdır. Dolayısıyla Enstitümüz, dünyaya Türkiye’nin kültür ve sanatını tanıtarak, uygarlığın en yetkin, incelikli ve kendine özgü dilini kullanarak birbirini daha iyi anlayan, daha barışçıl bir dünya için çalışmayı hedeflemektedir. Bu amaca ulaşabilmek ve bütün dünyaya söyleyecek bir sözümüz olduğunu göstermek için, öncelikle kendimizi ve kültürel değerlerimizi doğru anlatmak zorundayız. İnsan odaklı bir anlayışla hareket eden Enstitümüze Yunus Emre isminin seçilmesi bir tesadüf değildir. Bu büyük şahsiyet, şiirleriyle sadece Türkçenin gelişimine önemli bir katkıda bulunmakla kalmamış, aynı zamanda evrensel insani değerler üzerine inşa edilmiş felsefesiyle, hiçbir din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin insanoğlunun barış ve ortak değerler etrafında birlikte yaşamasını amaçlayan mesajlar vermiştir. Yunus Emre Enstitüsü tüm faaliyetlerinde bu temel felsefeyi gözetmeyi bir hedef olarak belirlemiştir

İlhan KARAÇAY’ın röportajı: AB Komisyonunun Birinci Başkan Yardımcısı Frans Timmermans, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) kesinlikle darbe girişiminde rol oynadığına dair artan işaretler bulunduğunu söyledi

Tam 75 gün önce ayrıldığım Hollanda’dan, Türkiye’mizin şirin kenti Mersin’e gitmiştim.
Mersin’de geçirdiğim 75 gün süresince, gerek Türkiye’deki ve gerekse Hollanda’daki gelişmeleri dikkatle takip ettim.

75 gün sonra dönüş yaptığım Hollanda’da, bilgisayarımın karşısına geçtim ve 75 günlük analizimi yazmak istedim.

Zihnimi kurcaladım, notlarıma baktım, son günlerdeki gelişmelere baktım. Buna rağmen sağlıklı bir analiz yapayacağımdan korktum.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye’de neler söylenmişse, hala aynı şeyler söyleniyor.
Aynı durum Hollanda için de geçerli. Bu ülkede de nakaratlar devam ediyor.

Açıkçası, Türkiye; Batı devletlerini darbeye karşı lakayd kalmakla suçluyor, Batı devletleri de, Türkiye’deki gelişmeleri Recep Tayyip Erdoğan’ın bir oyunu olarak kabul ediyor.roportajj-ilhan

Türkiye, Batlıları suçluyor, Batılılar da Türkiye’yi.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Avrupa Parlamentosu, Türkiye ile görüşmelerin durdurulması kararı alıyor.

Türkiye ABD (Amerika Birleşik Devletleri) ilişkileri iyi gitmediği gibi, Türkiye AB (Avrupa Birliği)  ilişkileri de çok kötü.

Taraflar biribirlerini şantaj yapmakla ve tehdit etmekle suçluyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Kafamı bozmayın sınır kapılarını açarım’ tehdidi de cabası.

Taraflardaki olumsuzluklar her geçen gün kötüye giderken, Hollanda Dışişleri Eski Bakanı ve şimdiki Avrupa Komisyonu’nun Birinci  Başkan Yardımcısı Timmermans önemli bir açıklama yapmıştı.
Timmermans’ın açıklaması büyük yankı yaptı ama, büyük etki yapmadı.

Timmermans’ın anlatmak istedikleri pek anlaşılmışa benzemiyor.
Timmerman’ın anlatmak istediklerini ardında bir şeyler yatıyor.
İşte tam bu sırada sağlıklı bir analiz yapmak için, Amsterdam Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı olan  araştırmacı dostum Veyis Güngör ile görüşmenin yararlı olacağını düşündüm.

Önce, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile görüşmelerin durdurulması kararı haberine bakalım:
Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin geleceğine dair Avrupa Parlamentosu’nda hafta ortasında oylananan tasarıda “Müzakereler geçici olarak durdurulsun” kararı çıkmıştı.

Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin geçici olarak dondurulmasına ilişkin kararı 37 oya karşı, 479 oyla kabul edilmiş, 107 parlamenter ise çekimser kalmıştı.

Bu gelişme karşısında çok sinirlenen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ‘Bana bakın, kafamı kızdırırsanız sınır kapılarını açarım’ tehdidini savurdu.

Bu tehdit tabii ki Avrupalılar’ı korkuttu.
İyi ama, Hollanda’nın eski Dışişleri Bakanı ve şimdi de AB Komisyonu’nın Birinci Başkan yardımcısı olan Frans Timmemans’ın daha önce yapmış olduğu açıklamaya ne demeli?
Timmermans’ın bu samimi açıklamasına tepki gösterenlerin asıl amaçları neydi?
Şimdi gelin bunların analizine geçelim.roportajj-ilhan-jpg1

 

Önce, Timmermans’ın o açıklamasına ait habere bir göz atalım:

AB Komisyonunun Birinci Başkan Yardımcısı Frans Timmermans, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) kesinlikle darbe girişiminde rol oynadığına dair artan işaretler bulunduğunu söyledi.

Belçika’da yayın yapan haftalık dergi Knack’a konuşan Timmermans, “Darbe girişimine ilişkin dışarında çok az empati gördükleri söyleyen Türklerin bu konuda haklılık payı var. Desteğimizde daha cömert olabilirdik.” dedi.

Avrupa’nın darbe girişimini hafife aldığını kaydeden Timmermans, “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Gülen hareketinin darbe girişimindeki rolüne ilişkin açıklamalarının tamamen manasız olmadığı artık açık. ABD’deki araştırmalar temelinde, hareketin darbede kesinlikle rol oynadığına ilişkin artan işaretler var.” diye konuştu.

Timmermans’ın açıklamalarıyla üst düzey bir AB Komisyonu yetkilisi, ilk kez FETÖ’nün darbe girişimdeki rolünü kabul etmiş oldu.
Knack ise röportajın girişinde, “Fetullah Gülen’in günleri sayılı. ABD Başkanı seçilen Donald Trump, Gülen hareketinin liderini iade edebileceğini söyledi. AB Komisyonu da buna karşı görünmüyor” değerlendirmesinde bulundu.

Öte yandan, röportajın yayımlanmasının ardından Belçika ve Hollanda’daki FETÖ mensupları, Timmermans’ı sözlerini geri alması için açıklama yapmaya zorlamaya başladı.

Şimdi, tüm bu gelişmelerden sonra, Amsterdam Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör’e dönelim ve sorularıma verilen yanıtlara bir göz atalım.
Karaçay: 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Batı’nın lakayd, hatta tarafgir tutumu hakkında neler diyorsun?

Güngör: ”15 Temmuz kanlı darbesinin üzerinden 4 ay geçti. Türkiye, bu süre zarfında Avrupa’nın darbeyle tutumunu hayretle izledi. Avrupa’da hakkim olan darbe yorumları insana dudak ısırtacak nitelikte. Avrupa’da aylarca, günlerce Türkiye karşıtı ve Erdoğan’ı hedef alan yayınlar yapıldı. Ortalık Türkiye uzmanlarıyla doldu taştı. Zaman zaman hakkaniyet ölçülerinde çıkış yapan, yorum yapanlar da oldu. Ancak hakim görüş, Türkiye’de özgürlüklerin kısıtlandığı, Erdoğan dikdatörlüğünün kurulduğu yönündeydi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Edoğan ve ülkenin karar vercileri Avrupa’nın bu anlaşılmaz tutumu karşısında zaman zaman sert açıklamalarda bulundular. Avrupa Birliği’nin Türkiye için tek alternatif olmadığını açık açık beyan ettiler. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa’nın karar vermeyi uzatması halinde, halka gideceklerini dahi söyledi. Özbekistan ziyareti dönüşü, Şangay Birliği açıklamasını yaptı…”

Karaçay: ABD’deki Başkanlık seçiminden sonra da Batı dünyasında gelişmeler oldu.

Güngör: ”Sonuçları Avrupa’da büyük memnuniyetsizlik uyandıran ABD başkanlık seçimleri yapıldı. Sonuçlardan Avrupa memnun görünmüyordu. Donal Trump’un seçimleri kazanması belli olunca, Türk hükümeti hem Trump’u tebrik ediyor hem de FETÖ elebaşını Türkiye’ye teslim etmesini söylüyordu.

Tam da bu sırada Hollanda gazetelerinde Türkiye’nin Hollanda üzerinden Amerika’da lobi yaptığı haberleri yayınlandı.  Eski Amerika Askeri İstihbarat müdürü Michael Flynn’in Hollanda’nın Utrecht şehrinde kurulmuş bir şirketi tarafından FETÖ elebaşının iade edilmesinde lobi yapmak için işe alındığı yazıldı…”

Karaçay: Frans Timmermans’ın açıklamaları hakkında neler diyeceksin?
Güngör: ”Bütün bu gelişmeler arka arkaya yaşanırken, Avrupa Komisyonu Birinci Başkan Yardımcısı, yani Avrupa’nın ikinci adamı Frans Timmermans yukarıdaki gündemle ilgili bir açıklama yaptı. Timmermans Avrupa’nın 4 aydır bir türlü söyleyemediğini, 15 Temmuz darbesinde ‘Gülen’in rol oynadığını’ söyledi. Avrupa’daki akıl tutulmasını bozdu. Hatta Gülen’in Türkiye’ye iade edilmesinde Avrupa Birliği olarak engelleme yapılmayacağını da belirtti. Avrupa’nın darbeyi hafife aldığını, ‘Erdoğan’ın Gülen hareketinin rol aldığı sözlerinin tamamen yanlış olmadığını’söyleyen Timmermans, Amerika araştırmasına göre, Gülen hareketinin darbede rol oynadığına yönelik fazlaca gelişmelerin olduğuna dikat çekti.

Frans Timmermans Türklerin, ‘darbe meselesinde dış dünyanın yeterince empati yapmadıkları’ eleştirisinde haksız olmadıklarını söylerken, ‘Türkiye’ye desteğimizi o zaman daha geniş ve cömert bir şekilde gösterebilirdik’ dedi.”

Karaçay: Timmermans’ın bu açıklamasını destekleyenler ve itiraz edenler oldu.

Güngör: ”Avrupa’nın ikinci ismi Timmermans’ın, Gülen hareketiyle ilgili yaptığı açıklama farklı kesimlerden tepkiler aldı. Bunlardan bir tanesi, eski Avrupa Parlamentosu milletvekili, ve bu arada Türkije uzmanı olan, Joost Lagendijk’ti. Lagendijk, ‘Çok hassas bir konuda bu tür bir açıklama yapmak tehlikelidir’ dedi. Timmermans’ın bildiği ama dünya kamuoyunun bilmediği bir araştırma sonuçlarına dayanarak yapılan açıklama, akıllıca görünmüyor. Timmermans gibi bir görevde bulunan birisinin bu tür bir ateşi yakması Lagendijk’i endişelendirmiş.

Avrupa Parlamentosu ve Türkiye raportörü Kati Piri, Timmermans’ın açıklamalarına reaksiyon vermekten çekinirken, Türkiye’de yayınlanan bir gazeteye şu açıklamayı yapmıştı: ‘Darbe kalkışmasında Gülen hareketine mensup olanlar yer almış olabilir, ama tüm Gülen hareketinin darbenin içinde olduğunu söylemek cesaretli bir çıkış değil’. Timmermans’a bir başka tepki de ChristenUnie partisinden, Joël Voordewind’an geldi. Voordewind, Türkiye Cumhurbaşkanı’nı, hiç beklenmedik bir yerden gelen bu desteğin  sevindirdiğini, ancak Timmermans’ın bunu kanıtlaması gerektiğini söyledi.
Sosyalist partisi milletveili Harry van Bommel’da, ‘Altın kuralın, hukuk alanına giren meselede susmak olduğu’ açıklamasını yaptı. Yeşil Sol patisinden Rik Grashoff ise, ‘Muhtemelen Timmermans Türkiye haleti ruhiyesini iyileştirmek için bu açıklamayı yaptı’ diyor.
CDA’lı Raymond Knops, Timmermans’ın açıklamasının Amerika’ya bir mesaj olup olmadığını, zira Trump’ın göreve gelmesiyle Fetullah Gülen’in teslim edileceğinin gündeme geldiğine dikkat çekerken, VVD’li Han ten Broeke ise Timmermans’ın Amerika araştımasına atıfta bulunmasının, durup dururken olmayacağını belirtiyor.”

Karaçay: ”Peki Timmermans’ın açıklamasının akra planında, derininde ne yatıyor? ”

Güngör: ”Bu sorunun cevabı ilginç. Hollanda’nın önemlli fikir gazelerinden Trouw’ın baş yazarının bazı cümleleri şöyle: “Timmermans sevimli birisi. Avrupa Komiseri yaptığı işe tutkulu, yetenekli bir üst düzey diplomat. Görevini eksiksiz yapmaya çalışır. Avrupa Birliği projesinin olması gereken yer için oldukca realist ve net birisi….

Ancak Timmermans’ın önemli bir sorunu da var: Ağzına geleni söylüyor. Kamuoyunun bilmediği billgileri açıklayabiliyor. İşte bunlardan birisini de geçtiğimiz hafta, Knack gazetesine yaptığı açıklamayla gösterdi. Açıklamada, Gülen hareketinin başından beri 15 Temmuz darbesinin içinde olduğunu, iddia etti. Bu açıklama elbette Türk hükümetinine hak vermek ve yardım etmekti…

Timmermans bu açıklamasıyla, konuyla ilgili görüşleri alt üst etti. Elinde delil yoktu, Amerika araştırması sonuçlarına atıfta bulunuyordu…”

Karaçay: ”Demek ki, Timmermans yeni bir tartışma başlatmış oldu?

Güngör: ”Evet. Avrupa Birliği kurumlarının öneli bir bölümünü oluşturan Avrupa Komisyonu Birinci Başkan Yardımcısı, yani Avupa’nın ikinci önemli adamı Timmermans, yaptığı sıradışı açıklamayla 15 Temmuz kanlı darbe tartışmalarına yeni ve farklı bir boyut kazandırdı.
Geride bıraktığımız dört ay içinde Timmermans benzeri açıklama yapan Avrupalı siyasetci, bilm adamı, gazeteci pek fazla değildi. Tek tük, yer yer Gülen hareketinin dünya çapında örgütlenmesinin arka planı, bu hareketin para kaynakları, çalışma şekli, yapılanmaları ile ilgili yazılar görülsede, Timmermans gibi tüm Avrupa kamuoyunu etkileyecek bir üst düzey açıklama ilk defa gelmiş oldu.  

Tüm tepkilere, eleştirilere rağmen Timmermans şeytanın bacağını kırdı. Bundan böyle bu tür açıklamaların arkası gelecektir.”   

Karaçay: Peki, Timmermans açıklamasında samimimiydi?

Güngör: Bence çok samimiydi. Tabii bir de şu var. Timmermans Türkiye’nin gönlünü almak için, aynı açıkalamada, mülteci krizine de değindi. Mülteci meselesinde Türkiye ile işlerin iyi gittiğine dikkat çekti. Anlaşmaların uygulandığını söyleyerek Türkiye’ye övgüler yağdırdı. İnsan kaçakcılığındaki azalmanın, Yunanistan’dan gönderilen mültecilerin Türkiye tarafından zamanına alındığını söyledi.

Sonuç olarak, 15 Temmuz’da Türkiye’de yapılan kanlı darbenin, dört ay sonra Avrupa’da farklı bir zeminde tartışmaya açılması, her ne kadar tepkiler olsa da, olumlu bir gelişme olarak görülmelidir. Aylardır tekrarlanan tek yönlü bilgi aktarımı yavaş yavaş değişecektir. Hak ve hakikat er geç anlaşılacaktır. ”

Karaçay: Peki şimdi beklentler ne? Avrpa Parlamentosu mu aklıselim mi karar verecek?

Güngör: Bana göre, Avrupa Birliği’ni yönetenler, yani söz sahibi liderler, Türkiye’nin kendileri için ne derece önemli olduğunu biliyorlar. Timmermans’ın açıklamalarına iyice baktığımız zaman, Avrupa’nın Türkiye’yi dışlaması söz konusu olamaz. Bir gün gelecek, Türkiye’ye karşı hata yaptıklarını anlayacaklar ve Recep Tayyip Erdoğan at yarışı yapamayacaklarını öğrenecekler.
Şimdi yaşananlar birer şovdur.
Türkiye hak ettiği yerie ulaşacaktır.

*****