Etiket arşivi: Almanya

İFLAH  OLMAZ  TİPLERİN  ÜKESİ

İFLAH  OLMAZ  TİPLERİN  ÜKESİ

 

 

Sesi en çok çıkanlar asla laftan anlamayız ve önümüze geleni yargılarız tribinde.

Kuran’ın “Bu topluluğa ne oluyor ki hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar” (Nisâ 78) tespiti üzere bir yaşam karşılıyor bizi şehrin sokaklarında.

Hatta İncil’in “Kendi törenizi sürdürmek için Tanrı buyruğunu bir kenara itmeyi ne güzel beceriyorsunuz” (Markos 7:9) hitabını hatırlıyoruz sık sık.

Normalleşmeme trendi bir bulaşıcı hastalık gibi yayılmaya devam ediyor. Hem 17 yıllık muktedir olma keyfiyetiyle ve dahi iktidar nimetleriyle diş kamaşmasına benzeyen görüş kamaşması yaşayan iktidar kanadıyla (son üç yıldır aynı maksudun gölgesine konuşlananlar da dahil) hem de rövanş durağında aynı eşkalle iştigal eden bir kısım muhalefetiyle.

Diyoruz ki Fatih, çağüstü plan ve projelerle İstanbul’u alırken Bizanslılar her halükârda kendilerini kurtaracak olan meleklerin cinsiyetini konuşuyorlardı; dişiler miydi, erkekler miydi?

İlk şok meleklerin tayfa tayfa dindar Hıristiyanların yardımına gelmemesiydi. Hatta Tanrı kâfir ve barbar Türklerin yanında gibiydi sanki.

Biz de camiye ayakkabıyla girilip girilmeyeceğini, laikçi kadınların mı başörtülülere saldırdığını yoksa tarikatçı adamların mı başı açıklara saldırganlıkta bulunduğunu tartışıyoruz kaç zamandır. Tartışma da değil atışma.. Arada dileyen yani hazırlığını yapan da dilediği yeri fethediyor.

Tam ciddi bir mevzu konuşmaya niyetleniyoruz; aynı kafanın ön ve arka yüzünden ses geliyor. Suriye’de dipsiz göl hükmündeki İç Savaşı bitirmekten ve beka meselemiz haline gelen Sığınmacıları layığı veçhile ülkelerine geri göndermekten bahsetsek “Ensar & Muhacir”, “Katil Eset”, “Alçak Amerika”, “Ş….… Suriyeliler” bağrışları gırla gidiyor ve tarih – dış politika bilgileri amatör maçtaki taraftar tezahüratı muamelesi görüyor. Belki o bile değil..

— Sen benim kim olduğumu biliyor musun?

— Sen benim nasıl bir sistem kurduğumu biliyor musun?

Alman; ortaokuldan itibaren kabiliyete göre ayıran ve meslek sahibi yapan, sadece rafine kısmını üniversiteye yönlendiren bir eğitim modeliyle futboldan lüks otomobil üretimine varıncaya kadar dünya çapında ses getiriyor. İhracatı yani üretimi 57 İslam ülkesinin toplamından fazla. Hatta senden giden 3 milyonla senin 83 milyonunla çıkaramadığın kadar sporcu, zanaatkâr, iş insanı çıkartabiliyor.

Sense aynı partinin iktidarında 7 tane bakan değiştiren (Mumcu, Çelik, Çubukçu, Dinçer, Avcı, Yılmaz, Selçuk),  7 kere liselere geçişte (AL, LGS, OKS, SBS, TEOG, Nitelikli, Sürpriz) ve 5 kere üniversiteye girişte (OBP, ÖSS, YGS, LYS, AYT-TYT), sayısız kere de Belediye Encümeninde sistemle oynayan bir model geliştirdin.

Parlamenter Sistemden Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçtik, Bakanlıkları bir arttırdık bir azalttık, TBMM’ni 550’den 600’a çıkarttık; aman ne kadar da kararlıyız. En çok oy alan Başbakanı bir ay içinde hain ilân ettik. Fakat yine de arkası Gelecek gibi..

Libya desem; ya “Barbaros koptu, dönüyor”, “Reis, Sevr ejderhasının başını kesti” yada “Ne işimiz var orada” repliklerine tosluyor analiz ve önerileri sunma isteği: Önermiyorum ulan!

Almanya diyeyim; bakayım ne denecek? Her şeyin kurallı bir normalleşmeyle yaşandığı; bağırış – çağırışın, korna – klaksonun, kuralsızlığın – karmaşanın, belirsizliğin ve bireysel üstünlüğün dahası iktidar – muhalefet çekişmelerinin hissedilmediği bir garip huzur ülkesi.

Onların herşeyleri sistemli ve tıkır tıkır işliyor. Bizim işlerimizse ya sistemsizlik sistemiyle yürür veyahut reform adı altında getirdiğimiz her türlü sistemin götürücüleri olmak yürürlüğündedir.

Zira sistem bir zihniyet meselesidir. Kafası çıfıt çarşısı gibi olanların, içten içe “Bana sevdanın yolları, sana kurşunlar” şarkısını mırıldananların bir sistem kalıbına uymalarını bekleyemezsiniz zaten.

O yüzden böyleyiz, bu yüzden öyle..

3. KAPIKAYAFEST ULUSLARARASI DOĞA SPORLARI VE KÜLTÜR FESTİVALİ BAŞLIYOR !

 

Neşesi, doğallığı ve espri anlayışı ile her yeri renklendiren karadeniz insanı, eşsiz ve benzersiz bir doğa sunan konumu ve yaylaları ile de yerli ve yabancı turistleri çekerek her yıl cazibesini artırmayı başarıyor.


KAPIKAYAFEST ?
Karadeniz’in önemli illerinden Samsun Bafra Kapıkaya’da 24-28 Temmuz 2019 tarihleri arasında 3.sü düzenlenecek olan  “Kapıkayafest Uluslararası Doğa Sporları ve Kültür Festivali” nde  adrenalini yüksek doğa sporlarının ve karadenize  özgü  kültürel faaliyetlerin Türkiye gündemine taşınacağına inanıyoruz.  Karadeniz coğrafyasının eşsiz doğa güzelliği, coğrafyanın kendine özgü karakteristik özelliklerini koruyarak yapılan etkinliklerin zenginliği her yıl bölgeye gelen yerli ve yabancı kişi sayısındaki artışı beraberinde sağlamakta ve bölge turizm gelirlerinden aldığı payı artırmaktadır.

Adını Samsun / Bafra – Kapıkaya tepesinden alan Kapıkayafest; Çeşitli spor dallarını aynı ortamda sunarak ulusal ve uluslararası birçok sporcuyu ve doğa severleri her yıl temmuz ayında bir araya getirmeyi hedefleyen, sağlıklı bireylerle daha çok yaşanabilir bir dünya için sporun ve sporcunun önemini vurgulamak gayesini güden bir festivaldir.

Bafra Belediyesi sahipliğinde ve  Astajans organizasyonu ile yapılacak olan Kapıkayafest’te, gökyüzünde paraşütçüler süzülürken katılımcılar karada bisiklet ve doğa yürüyüşü, baraj gölünde kano gezisine katılabilirler. ‘En güzel fotoğrafı ben çekerim’ diyenler ise fotomaratona katılabilirler. Kamp ve çevresinde çeşitli etkinlikler ile eğlenme ve güzel vakit geçirme olanağı bulabilirler. Akşam ise kamp ateşini yakıp yıldızların altında doğanın sesini dinleyebilir, güzel sohbetler edebilirler. Ayrıca çeşitli kültürel faaliyetler, spor branşlarının aktiviteleri ve eğlenceleri ile unutamayacakları bir festival geçirebilirler.

5 gün 4 gece “Her şeyiyle eğlenceli” bir festivale davetlisiniz.!

DÜNYANIN 55 ÜLKESİ FESTİVAL İÇİN DAVET EDİLDİ !

Kapıkayafest Festivali uluslararası bir festival olması sebebiyle geçen yıl kırka yakın ülkeden sporcu ve katılımcıyı Bafra’ya getirme başarısı elde etmiş durumda. Bu sene 55 ülkeden sporcu ve katılımcılar ile iletişime geçilerek, festival uluslararası arenadaki konumunu yükseltme çabasında. Festivale davet edilen ve katılması planlanan ülkeler ise şöyle;  Almanya, Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Belçika, Birleşik Krallık, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Dubai, Estonya, Fas, Finlandiya, Fransa, Gürcistan, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, İran, İrlanda, İspanya, İsveç, İtalya, Katar, Kazakistan, Kıbrıs, Kırgızıstan, Kosova, Kuveyt, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Makedonya, Malta, Mısır, Özbekistan, Pakistan, Polonya, Portekiz, Romanya, Rusya Federasyonu, Sırbistan, Slovakya, Slovenya, Tacikistan, Tataristan, Türkmenistan, Ukrayna, Ürdün ve Yunanistan.

DÜNYANIN EN ÖZEL EKSTREM SPOR ALANLARI ARASINDA!

Kapıkayafest; Kızılırmak’ın yanı başında doğanın ve tarihin bir arada olduğu, birçok ekstrem spor ve  sportif faaliyetleri ile dünyanın nadir alanları arasında gösteriliyor. Hava sporları, su sporları, dağcılık, fotoğrafçılık, bisiklet, atv, kamping vb gibi doğa sporlarını ve faaliyetlerini aynı noktada barındırıyor.

Kapıkayafest; yamaç paraşütü için dünyanın en elverişli noktaları arasında yerini alma yolunda ilerliyor. Bir yamaç paraşütçüsünün bir noktadan kalkıp aynı noktaya inebildiği ve Kızılırmak’ın eşsiz doğal güzelliklerini ve manzarasını görebildiği dünyanın en özel konumlarından birisi.

Aynı zamanda turizm turları, fotoğraf – bisiklet ve atv safari, yöresel ve kültürel pazarlar da Kapıkayafest etkinlik alanında olacak. Etkinlik alanı bu branşların ve sportif etkinliklerin tamamını bir arada buluşturabilecek Dünya’nın nadir alanlarından..

İLGİ İLE BERABER BÖLGE EKONOMİSİ DE CANLANDI

Kapıkayafest; ilki 2017 yılında 25 bin, ikincisi 2018 yılında 50.000’in üzerinde ziyaretçi, 5000 civarı kamp ve ticari katılımcısı ile ciddi bir ses getirdi. Bu yıl ise 100 bine yakın katılımcı ve ziyaretçi bekleniyor. Festivale ev sahipliği yapan Samsun / Bafra – Kapıkaya ve Asar mevkileri, ulusal – uluslararası sporcuların ve doğa sporlarına ilgi duyanların odak noktası durumunda. Festivalin yöre ve bölge halkına ciddi bir ekonomik katkı sağladığı, her geçen yılda artarak devam edeceği düşünülüyor.

“Fütüvvet Sultanı Ebû’l Hasan Harakanî” Üsküdar Üniversitesinde anıldı

Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü tarafından her yıl düzenlenen Tasavvuf Araştırmaları Günleri, bu sene “Fütüvvet Sultânı Ebû’l-Hasan Harakanî” Uluslararası Sempozyumuna ve Tasavvuf Araştırmaları Tez Atölyesine ev sahipliği yapıyor.

Seyyid Ebû’l Hasan Harakanî Vakfı, Kerim Eğitim Kültür ve Sağlık Vakfı, TÜRKKAD Türk Kadınları Kültür Derneği İstanbul Şubesi ve Nefes Yayıncılık iş birliği ile düzenlenen “Fütüvvet Sultânı Ebû’l-Hasan Harakanî” Uluslararası Sempozyumu Üsküdar Üniversitesi Merkez Yerleşkesinde gerçekleşti.

27-28 Nisan tarihlerinde düzenlenen sempozyumda ABD, Almanya, Bulgaristan, Hindistan, Rusya, Ürdün gibi yedi farklı ülkeden 28 davetli bildirileri ile yer aldı.

Programın açılış konuşmalarını Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Muhsin Konuk, Seyyid Ebû’l Hasan Harakanî Vakfı Başkanı Yavuz Selim Uzgur ve Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı Mutasavvıf Yazar Cemalnur Sargut yaptı.

“Günümüzde İslamofobi neticesinde asimetrik bir savaş başladı”

“10 gün önce, Pakistan Gençlik Meclisinin başkanı ile beraber 13 kişilik bir heyet üniversitemizi ziyaret ettiklerinde, üniversitemizin Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü olduğunu öğrendiklerinde çok mutlu oldular” diyen Prof. Dr. Muhsin Konuk, şunları kaydetti:

“Özellikle günümüzde İslamofobi neticesinde asimetrik bir savaş başladı. Bu savaş artık, savaş meydanlarında olmuyor. Bu savaş, doğrudan beynimizi ve kalbimizi etkiliyor. Dolayısı ile bu savaş neticesinde tek amaç, Müslümanların elinden gerçek Müslümanlığı almak ve birilerinin istediği şekilde bir Müslümanlık ortaya koymak. Buna karşı, işte bizim hayatımıza ölçü olacak hayatlar, ki bunlardan bir tanesi, bu yüce ruh Hz. Harakanî, o ve onun gibi bu topraklarda yetişmiş olan müstesna insanlar. Allah onlardan razı olsun ve sizin de huzurunuzda o yüce ruhu saygı ile selamlıyorum. Ümit ediyorum, bu sempozyum neticesinde açığa çıkan ortak raporlar da ülkemiz geleceği adına hayırlara vesile olacak.”

“Bu ruh, bu toprakların bize vatan olmasına vesile oldu”

Açılış konuşmalarına programda emeği geçen herkese teşekkür ederek başlayan Seyyid Ebû’l Hasan Harakanî Vakfı Başkanı Yavuz Selim Uzgur, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Harakani Hazretleri yaklaşık bin yıl önce Kars’ı ve Anadolu’yu şereflendirdiğinde kapısının üzerine şöyle yazmış: ‘Her kim bu kapıya gelirse, ekmeğini verin ve inancını sormayın. Allah katında ruh taşıyan herkes Ebû’l Hasan’ın sofrasında ekmeğe layıktır’. Anadolu’nun ruhu, aşkı, sevdası, insanlığı, ahlakı, Allah Resulünün güzel ahlakından neşet eden bu sözün içerisinde gizlidir. İnsanın yaratılışına ve ruhuna değer veren ve o ruhu bütün yaratılmışlardan aziz tutan bir anlayış, Anadolu’yu bin yıldan beri mayaladı, aşk ve muhabbetle yoğurdu ve bizim ayakta durmamıza ve bu topakların bize vatan olmasına vesile oldu.”

“Kyoto Üniversitesinde kurmuş olduğumuz Kenan Rifai Tasavvuf Araştırmaları Merkezi, muazzam çalışmalar yapıyor”

Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı Cemalnur Sargut ise, duygularını şu cümlelerle dile getirdi:

“Ebû’l Hasan Harakanî, büyük sultanlardan bir tanesi… Onlarla olmak, onlarla yaşamak, onları idrak etmek, onları anmak onlardan sözler söylemek, İslam tasavuffunun kemal noktasında birleşmesini sağlıyor ve bizi benlikten edebe davet ediyor. Yaptığımız işi kendimizden görmemeyi öğretiyor. Bizde bir kuvvet-i kudret yok. Biz biliyoruz kendimizin ne olduğunu, bir sinek hükmünde olmadığımızı; ama bize bu işleri lütfeden ve bu enerjiyi veren bu sultanlardan Allah razı olsun. Şimdi hedefimiz çok daha büyük. Kyoto Üniversitesinde kurmuş olduğumuz Kenan Rifai Tasavvuf Araştırmaları Merkezi, muazzam çalışmalar yapıyor ve çocuklar hakikaten İslam için büyük çabalar gösteriyorlar.

“Amerika’daki çalışmalar İslamofobi’ye karşı çok büyük bir mücadele arz ediyor”

İlk defa Kyoto Üniversitesinde dini bir müessese kuruldu ve bu müessese İslam’ı anlatıyor. Çin’de yaptığımız İslam ve Çin Medeniyeti Sempozyumu (2015) çok büyük ses getirdi ve Çinli çocukların Müslüman oluşlarını, onların Allah aşkı ile ağlayışlarını izledik. İnşallah tekrar sempozyumlar orada devam edecek. Amerika’daki çalışmalar İslamofobi’ye karşı çok büyük bir mücadele arz ediyor. Bunların hepsinin gayesi birlik ve beraberlik. Onun için muhabbet ve birlik sağlamak, sadece farklı inançları değil, İslam’ın içindeki farklı yolları bir araya getirmek, çok önemli. Bugün bütün tarikatlar, yollar, anlayışlar, bugün büyük sultanların önünde birleşiyor ve onu anlatmaktan zevk alıyorlar.

Başkanlığını, Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Emine Yeniterzi’nin yürüttüğü ilk oturumda; Prof. Dr. İsa Yüceer “Anadolu’nun Manevi Kimliğinde Hasan Harakanî Faktörü”, Doç. Dr. Alan Godlas “Ebû’l Hasan Harakanî’nin Nûrü’l Ulûm Eserindeki Sûfiyâne Dünya Görüşünün Boyutları” ve Dr. Laila Khalifa “Hakikat ve Hayal Arasında: İbn Arabî’de Fütüvvet Anlayışı” başlıklı konuşmaları ile yer aldı.

“Tasavvufta kokunun çok önemli bir yeri vardır”

Sempozyumda, ikinci oturumun başkanlığını ise Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan yürüttü. Oturumda, Prof. Dr. Mim Kemâl Öke “Tasavvufta Kokuların Sırrı ve Mesnevî’de Harakanî Kokusu”, Prof. Dr. Niyazi Beki “Ebû’l Hasan Harakanî’ne Naz Makamı” ve Dr. Cangüzel Güner Zülfikar “Fütüvvet Anlayışına Farklı Yaklaşımlar” başlıklı konuşmaları ile katılımcılarla bir araya geldi.

Prof. Dr. Mim Kemâl Öke, Mesnevi’den öyküler anlatarak, tasavvufta kokunun önemi hakkında şunları kaydetti: “Tasavvufta kokunun çok önemli bir yeri vardır. Anlatmaya kalksak, bir sempozyum daha yaparız. Birçok koku bizi rahatsız edebilir; ama önemli olan sufliyetin kokusunu duyabilmektir. O koku alkol, anason, küfür kokusu olabilir. Ama bir ağız neyi kokluyorsa, neyi koklamaktan hoşlanıyorsa, o kokuyu çıkartır. İnsanın içinin kirli olması bunu da dışarıya salar. Onun için koku önemli. Güzel kokmak lazım. Hz. Peygamberimizin kokuyu ne kadar sevdiğini biliyoruz.”

Ahmet Taşğın’ın başkanlığında gerçekleşen 3. oturum; Kabir Helminski “Aşkta Mütevâzı Ol, Sevmekte Gözüpek”, Bilal Gök “Fütüvvet Sultanı İle Hikmet Sultanının Buluşması: Harakanî – İbn Sînâ Görüşmesi” ve Muhammed Bedirhan’ın “Ebû’l Hasan Harakanî ve İlk Dönem Sûfîlerinde Allah’ı Talep Etmek: Dünya ve Âhiretten Fânî Olmak” başlıklı sunumları ile düzenlendi.

Sempozyumun ilk gününün son oturumu ise Halil Baltacı başkanlığında tamamlandı. Oturuma, Omid Safi “Harakanî: Allah’la Beraber Nefeslenen Velî”, Barbaros Ceylan “Meslek Hayatında Fütüvvet Felsefesinin Güncellenmesine İlişkin Bir Çalışma: Hâmîlik Okulu” ve Velin Belev “Harakanî ve Ümmî Sûfinin Hâli” başlıklı konuşmaları ile katıldı.

Tez Atölyesinde, Tasavvuf Aaştırmaları Enstitüsünden 8 tez çalışması sunuldu

Tasavvuf Kültürü ve Edebiyatı Yüksek Lisans Programında yürütülmekte olan tez çalışmaları Sempozyum oturumlarıyla eş zamanlı olarak gerçekleştirildi. “Akşemseddin’in Mâddetü’l-hayât Eserinde Canlı ve Canlılık Anlayışının Tasavvuf ve Biyoloji İlimleri Açısından İrdelenmesi”, “Eşrefoğlu Rûmî’nin Tarîkatnâme Eserindeki Hz. Ali Tasavvuru”, “Türk Edebiyâtında Manzum Dervişnâmeler”, “Tasavvuf Kültürünün Meyvesi Kuş Evleri”, “Yazıcıoğlu Kardeşlerin Eserlerinde Hz. Ali”, “Liyâkat ve Lütfi Paşa: Asafnâme’de Devletli Ahlâkı”,“Beşiktaşlı Yahya Efendi’nin Divân’ında Muhabbet Kavramı” ve “Ken’an Rifâî’nin eserinde Rifâî Mihrâbı: Sembolden Mânâya Yolculuk” başlıklı tebliğler sunuldu.

Sempozyum, canlı yayın kanallarında da yoğun ilgi ile karşılandı.

Yabancı Büyükelçiliklere Kıbrıs dersi

 

Kıbrıs İlim Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanı ve Uluslararası Politika Uzmanı Prof. Dr. Ata Atun, Ankara’da görev yapan yabancı büyükelçileri ve elçilik misyonlarını Kıbrıs sorununun geçmişi ile Türkiye’nin Akdeniz’deki hakları üzerine bilgilendirdi. Moderatörlüğünü emekli büyükelçi Yiğit Alpogan’ın yaptığı toplantıda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) Ankara Büyükelçisi Kemal Köprülü ile, Türkiye’de görev yapan yabancı Büyükelçiler, büyükelçi yardımcıları ve yabancı misyon hazır bulundu.

Türkiye’nin başkenti Ankara’da görev yapan büyükelçiler ve elçilik temsilcileri, Kıbrıs sorununun temeli ve bugün gelinen nokta üzerine bilgilendirildi. KKTC Ankara Büyükelçiliği ve Türkiye’nin önemli fikir kuruluşlarından AVİM (Avrasya İncelemeleri Merkezi) tarafından organize edilen bilgilendirme toplantısı, Ankara Çankaya’da bulunan AVİM binasında gerçekleştirildi.

Fransa, İsviçre, Almanya, Hollanda,  Portekiz, Slovakya, Suudi Arabistan, Romanya, Letonya, Avusturya,  Karadağ,  Azerbaycan Büyükelçi ve büyükelçi yardımcılarının katıldığı bilgilendirme toplantısına Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile İngiltere Büyükelçilikleri ikişer kişiyle katılım gösterdi.

AB Türkiye Delegasyonu tarafından da izlenen toplantıda konuşan Prof. Dr. Ata Atun, Kıbrıs sorununun, Rum ve Yunanların iddia ettiği gibi 1974’te başlamadığını vurguladı. Rumların Megali İdea’dan kaynaklanan (Büyük ülkü) Enosis saplantılarının (Adanın Yunanistan’a bağlanması) 1930’lu yıllardan itibaren adada huzursuzluğa sebep olduğunu anımsatan Atun, Rum tedhiş örgütü EOKA’nın faaliyete geçtiği 1955 yılından itibaren adada kan ve gözyaşının eksik olmadığını ifade etti.

“Türkiye’nin Kıbrıs’taki statüsü yasal”

Kıbrıs Türklerinin 1974 yılına kadar yaşama hakkı dahil birçok haklarının gasp edildiğini belirten Prof. Dr. Ata Atun şunları söyledi: “Kıbrıs Türkleri adada tam anlamıyla soykırıma uğramışlardır. 1960 yılında kurulan ortaklık cumhuriyeti anlaşmasına hiçbir şekilde uymayan Rumlar, Türkleri eşit ortak olarak göremeyeceklerini kaydederek, Türklerin eşitliği garanti altına alan 13 maddeyi değiştirme yoluna gitmişlerdir. Bu 13 maddeyi değiştirmeyeceklerini anladıklarında da silah zoruyla Kıbrıs Türklerini önce ortaklıktan, sonra da adadan atma, yok etme prensibiyle hareket etmişlerdir. Adanın yüzde 3’lük bir kısmına hapsedilen Türkler, ağır ekonomik baskılara maruz bırakılmıştır. Makarios’un talebi ile dönemin Yunanistan Başbakanı 1964 yılında adaya 20,000 kişilik bir ordu göndermiş ve bu Yunan ordusu Milli Muhafız ordusu ile birlikte 1964 yılında Erenköy’e, 1967 yılında da Geçitkale’ye saldırmıştır. 20,000 kişilik Yunan Askeri Kuvvetlerinin adadan çekilmesini emreden BM kararı BM Genel Sekreteri’nin Güvenlik Konseyine sunduğu S/8322 sayı ve 3 Ocak 1968 tarihli Raporunda yer almaktadır. Dolayısıyla bugün Türkiye’yi ‘işgalci’ olarak nitelendirenler yalan argümanlarla algı operasyonu yürütmekte, tüm dünyayı kandırmaktadırlar. Türkiye, 1974 yılında Yunanistan’dan gönderilen subayların desteği ile Kıbrıs’ta Makarios’a karşı gerçekleştirilen darbe ve sonrasında, Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nin ilan edilmesi ile Türkiye’nin garantör olarak, adada 16 Ağustos 1960 tarihinde ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin statüsünün bozulması durumda müdahale etmesine olanak veren Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, EK 1, Garanti Ve İttifak Anlaşması, Madde 4 doğrultusunda anayasal hakkını kullanmıştır. Anayasanın bu maddesine göre garantör devletler, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin statüsü bozulduğu vakit, (Lağvedilmesi, bir başka ülkeye bağlanması vb…) birlikte veya tek başlarına müdahalede bulunma ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının gereklerini yerine getirip, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tekrardan kurma hakkına sahip olmakla yetkilendirilmişlerdir.”

“Ada 1959’da bölünmeye başladı”

Kıbrıs adasının 1974’te bölündüğü yönündeki Rum tezlerinin de gerçeği yansıtmadığını ifade eden Prof. Ata Atun, “Lefkoşa’nın ilk bölündüğü tarih 1959’dur. İngiliz Koloni İdaresi çatışmaları önlemek için Baf Kapısı’ndan Mağusa Kapısı’na kadar, Ermu Caddesi boyunca tel örgüler çekmişti. Öte yandan, Rumların 21 Aralık 1963 sabahı adanın tüm yerleşim yerlerinde Türklere saldırmasının ardından 27 Aralık 1963 günü toplanan; Duncan Sandys ve İngiliz Yüksek Komiseri, Türkiye ve Yunanistan Büyükelçileri, Kıbrıs Türk ve Rum Toplumlarının temsilcileri, İngiliz hava Mareşali Sir Deniz Barnett ve adadaki İngiliz Birliklerinin Komutanı General Peter Young’dan oluşan komite bir sınır hat tespit edilmesine karar verdi. İki günlük çalışma sonrasında 29 Aralık 1963 tarihinde komisyon tarafından kabul edilen plan üzerine çizilen sınır çizgisi ile “Yeşil Hat” adı altında resmileşti ve BM kayıtlarına girdi” şeklinde konuştu.

“Türkiye’nin sondaj faaliyetleri Uluslararası Deniz Hukukuna uygun”

Kıbrıs İlim Üniversitesi Dekanı Atun, Türkiye’nin Akdeniz’deki hakları ve Rum kesiminin doğalgaz konusundaki çalışmaları hakkında da şunları kaydetti: “Türkiye’nin 1958 ve 1960 yıllarında kabul edilen 1. ve 2. Deniz Hukuku Konferansı sonuçlarına göre kendine ait olan kıta sahanlığı ve bu kıta sahanlığından kaynaklanan Münhasır Ekonomik Bölgesi, 1994 yılında, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından tek yanlı ilan edilen 3. Deniz Hukuku Konferansı (UNCLOS) kararına dayalı tek yanlı ilan edilen sözde Münhasır Ekonomik Bölgesi tarafından işgal edilmiştir. 3. Deniz Hukuku sonuçlarını 18 ülke ile birlikte kabul etmeyip imzalamayan Türkiye’nin, Kıbrıs Rum tarafının tek yanlı ve sözde ilan ettiği münhasır ekonomik bölgesi ile çakışan parsellerde sismik araştırma ve sondaj faaliyetlerine bulunması tamamen Uluslararası Deniz Hukukuna uygundur. Aynı doğrultuda KKTC’nin kendi Münhasır Ekonomik Bölgesini tek yanlı ilan etmesi, Türkiye ile Kıta Sahanlığı belirleme anlaşması yapması ve kendi Münhasır Ekonomik Bölgesinde de TPAO ile Araştırma ve sondaj anlaşması yapması, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin yabancı şirketler ile yaptığı araştırma ve sondaj anlaşmaları kadar geçerli olup, uluslararası Deniz Hukukuna uygundur.”         

İngilizce gerçekleştirilen ve görsel öğelerle zenginleştirilen toplantı, soru cevap bölümüyle son buldu.

 

 

 

Workinton Kuluçka Merkezi, Beta Pitch Global 2018’de Ülkemizi Temsil Edecek Startup’ı Seçiyor…

Workinton Kuluçka Merkezi Workincubation, dünyanın en prestijli start-up yarışması Beta Pitch Global’de Türkiye adına yarışacak girişimciyi seçiyor. 25Eylül ‘de Workinton Levent 199’da gerçekleşecek Beta Pitch İstanbul 2018’e katılacak 10 start-up arasından seçilecek en yaratıcı girişimci, 7 Aralık’ta Berlin’de yapılacak Beta 8’de ülkemizi temsil edecek.

Beta Pitch İstanbul, Türkiye’de ilk kez 2017 yılında Workinton’un evsahipliğinde yapıldı ve yarışmada birinci gelen start-up Compocket, 9 ülkenin birincisini geride bırakarak Beta Pitch Global 2017 büyük ödülünü Türkiye’ye getirmeyi başardı.

Türkiye’de co-working sektörünün en hızlı girişimcisi olan Workinton, kendi kaynakları ile kurduğu ‘Workincubation’ Kuluçka Merkezi ve Lonca Girişimcilik Merkezi ile Fikir Değirmeni gibi kurumsal işbirlikleri ile start-uplar’ı geleceğe ve global rekabete hazırlayarak girişimcilik ekosistemine destek oluyor.

Beta Pitch’in, Almanya merkezli ve global arenada co-working alanı sahibi olan Betahaus tarafından 2009’da başlatılmış bir start-up yarışması olduğunu belirten Workinton CEO’su Pınar Massena, “Workinton olarak start-up dünyasına el vermek, gençlerimize ve genç beyinlerimize yol açmak amacı ile hergün çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Betahaus işbirliğimiz ile ilk kez 2017’de Türkiye’de Workinton’un ev sahipliğinde Beta Pitch İstanbul’u düzenledik. İşbirliğimiz genç Türk girişimcilerimizin global düzeyde melek yatırımcılarla buluşmasının önünü açtı” dedi.

Geçtiğimiz yıl elektronik laboratuvarlarında kullanılan ölçüm cihazlarını, bilgisayar ve mobil uyumlu hale getiren Compocket uygulamasının Türkiye’de birinci olduğunu ve Beta Pitch Global Finali’nde Türkiye’yi temsil ettiğini belirten Massena, “Compocket, Beta Pitch Global Final’de 9 ülke finalisti rakiplerini geride bırakarak birinci oldu, 5 bin Euro para ödülü, Berlin Yatırımcı ekosistemi ile tanışma fırsatı ve Çin’de düzenlenecek elektronik fuarına gitme fırsatı kazandı. Bu yıl 25 Eylül’de Workinton Levent 199’da ikincisini düzenlemekte olduğumuz Beta Pitch İstanbul 2018’e yine pırıl pırıl genç girişimcilerimiz katılıyor. Alanında jüri üyelerimiz ile birlikte girişimcilerimizin sunumlarını dinleyerek, ülkemizi temsil edecek start-up’ımızı belirleyeceğiz. Hedefimiz 12 ülkenin katıldığı yarışmada büyük ödülü ikinci kez ülkemize getirmek” dedi.

7 Aralık’ta Almanya Berlin’de düzenlenecek Beta Pitch Global 2018’e, 12 ülke Almanya, İsveç, Bulgaristan, Portekiz, Mısır, Arnavutluk, Bosna Hersek, Makedonya, Sırbıstan, Güney Kore, Malezya ve Türkiye’de eş zamanlı olarak yapılacak yerel Beta Pitch yarışmalarında birinci gelen finalistler yarışacak.Birinci gelen start-up 5 bin Euro para ödülü, Silikon Vadisi’ne seyahat ve melek yatırımcılarla buluşma şansı ile Berlin’de 6 ay süreli co-working alanı üyeliği kazanacak.


Workinton Hakkında

2018 yılında kuruluşunun 5’nci yılını kutlayan Workinton, Türkiye’de coworking sektörünün en hızlı büyüyen girişimcisi konumunda. Türkiye’de İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa’daki şubelerinin yanı sıra ABD’de San Diego’da gerçekleştirdiği iş birliğiyle ve Katar Doha’daki şubesiyle 16 farklı iş merkezinde, 12 bin 500 m2 alanda, 15 bin üye ile 2 binin üzerinde kurumsal firmaya co-working, Sanal Ofis, Hazır Ofis ve Toplantı Odası hizmetleri sunuyor. Şirket, Türkiye’nin en yaygın kuluçka merkezi unvanına sahip. Workinton Kuluçka Merkezi’nde startup’lar 16 şubeden faydalanıyor ve 3 program üzerinden destek alarak geleceğe ve global rekabete hazırlanıyor. Kendini ‘İyi Çalışanlar Ülkesi’ olarak tanımlayan Workinton, yıl boyunca 150’yi aşkın kişisel gelişim semineri, eğitim, deneyim ve gezi programları düzenliyor. Üyeler bu etkinliklerden ücretsiz veya indirimli yararlanarak Workinton networking ağına dahil oluyor ve yeni iş birlikleri geliştirme fırsatları yakalıyor.

Avrupa’nın en popüler moda arama motorlarından GLAMI Türkiye’de

11 ülkede faaliyet gösteren ve 30 milyonu aşkın ziyaretçi sayısıyla Avrupa’nın en popüler moda arama motorlarından biri olan GLAMI, artık Türkiye’de. Binlerce marka ve ünlü sanal mağazalar ile milyonlarca müşteriyi tek bir çatı altında buluşturan GLAMI, kişiye özel moda keşfini ve alışverişini önemli ölçüde kolaylaştırıyor. Türk tüketicilerine hızlı ve kolay alışveriş yapmanın ayrıcalığını sunuyor.

Teknoloji ve internetin hayatımıza girmesiyle birlikte online alışveriş kavramı yaşantımızın önemli bir parçası haline geldi. Zaman tasarrufu, evden çıkmadan oturduğumuz yerden alışveriş yapmanın rahatlığı, yorulmadan ayağımıza gelen hizmet, ürün çeşitliliği, ürün karşılaştırmaları, teslimat kolaylığı ve bunların hepsini farklı sanal mağazalardan yapabilmek gibi faktörler tüketicileri online alışverişe çeken en önemli unsurlar. Bu noktada tüketicilerin özellikle moda konusunda yüzbinlerce seçenek arasında aradıklarını rahatça bulabilecekleri yenilikçi uygulamalara da ihtiyaçları var.

Hedef 1 yıl içinde ortak sanal mağazalara 10 milyon Euro ciro

GLAMI, odağında moda olan bir ürün arama motoru. GLAMI, sanal mağazaların tekliflerini tek bir platformda toplayıp kullanıcıların hızlı ve basit bir şekilde alışveriş yapmalarını sağlıyor. GLAMI’yi farklı kılan özelliklerinden biri, akıllı teknolojisi sayesinde kullanıcıların incelediği ürünleri baz alarak giyim, ayakkabı ve aksesuar kategorilerinde ilgi çekici önerilerde bulunması ve kullanıcıların diğer beğenebilecekleri ürünleri göstermesi.

Çek Cumhuriyeti merkezli moda grubu Inspigroup’un ana markası olan GLAMI, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Romanya, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Yunanistan, Rusya ve Türkiye dahil 11 ülkede faaliyet gösteriyor.

2016’dan bu yana her yıl satışlarda iki basamaklı rakamlarla büyüyen Türkiye moda e-ticaret pazarının potansiyeline inanan GLAMI, girdiği pazarlarda, platformda yer alan sanal mağazalara gelecek 1 yıl içinde 10 milyon Euro ciro sağlamayı hedefliyor.

GLAMI Türkiye’ye www.glami.com.tr üzerinden ulaşılabiliyor. Giyim, ayakkabı ve aksesuar ürünlerinin bulunduğu www.glami.com.tr’de şu an 560 binden fazla ürün ve 4700’ün üzerinde marka yer alıyor.

Alışveriş ve moda tutkunu kullanıcıların hayatını kolaylaştıran moda arama motoru

GLAMI moda arama motoru; en son moda trendleri, ve indirimleri listeleme gibi özellikleriyle online alışverişi kişisel bir deneyim haline getiriyor. İhtiyaçlarını en iyi fiyata en hızlı ve kolay şekilde karşılamak isteyen tüketicilerin de hayatını kolaylaştırıyor.

Giriş ve kullanım için üyelik talep etmeyen GLAMI’nin sitesindeki arama kutusuna yazılan tek bir ürün, saniyeler sonra anlaşmalı tüm satış noktaları ve birçok alternatifle birlikte ekranda sıralanıyor. Kadın, erkek, çocuk, giyim, ayakkabı ve aksesuar kategorilerinden ürünlerin yer aldığı site; marka, mağaza, beden, indirim oranı, renk, fiyat ve hatta teslimat detayları gibi geniş filtreleme seçenekleriyle kullanıcının aradığı ürüne hızlıca ulaşmasını sağlıyor.

Mobil uygulaması da var

GLAMI’yi aynı zamanda mobil cihazlarınız üzerinden de kolayca kullanabiliyorsunuz. Hem IOS hem de Android cihazlarla uyumlu GLAMI mobil uygulaması; büyük görseller ile sunduğu ürün detayları sayesinde keyifli ve kolay bir alışveriş deneyimi sağlıyor.

Rakamlarla GLAMI

GLAMI, dünya çapında 2500’den fazla mağazayla işbirliği yapıyor. Elbiseden ayakkabıya, iç çamaşırından aksesuarlara varıncaya kadar 7 milyona yakın ürün çeşidinin yer aldığı sitede aylık sipariş sayısı 280 bin civarında. Tüm ülkelerde 5.5 milyon sosyal medya takipçisi olan GLAMI’nin aylık toplam ziyaretçisi sayısı ise 45 milyon.

GLAMI’yi www.glami.com.tr adresinden ziyaret edebilirsiniz.

Turkcell Türkiye’nin 5G’de söz sahibi olması için bir adım daha atıyor

Türkiye’nin yerli ve milli teknoloji devi Turkcell ile dünyanın teknolojide lider isimlerinden Nokia, 5G alanında önemli iş birliğini açıkladı. Yeni teknolojilerin geliştirilmesi için bir araya gelen iki şirket, Türk mühendislerin gücüyle Turkcell şebekesinde, 5G teknolojisiyle nesnelerin interneti, akıllı araç teknolojileri, e–sağlık ve otomasyon alanında kapsamlı çalışmalar yapacak.

Dünyanın ilk dijital operatörü Turkcell ile Finli teknoloji devi Nokia, gelecek nesil iletişim teknolojilerini birlikte geliştirmek üzere Türkiye’de önemli bir iş birliğine imza atıyor. 5G teknolojilerinin Türk mühendislerin gücüyle ülkemizde geliştirilmesine yönelik kapsamlı çalışmalar yapmak üzere bir araya gelen iki şirket, Türkiye’nin bu alanda söz sahibi ülkelerden biri olması için ortak çalışmalar yürütecek. Turkcell ve Nokia ayrıca, nesnelerin internetine yönelik yenilikler, akıllı araç teknolojileri ve e-sağlık alanında yeni çözümlerin geliştirilmesi için de iş birliğini yoğunlaştıracak.

 

Turkcell şebekesinde yeni nesil teknolojiler geliştirilecek

İmzalanan iş birliği kapsamında, dünyanın en hızlıları arasında yer alan Turkcell şebekesinde, yeni nesil teknolojiler ve çözümler geliştirilmesine yönelik farklı uygulamalar denenecek. Buna ek olarak ayrıca Nokia ve Turkcell, nesnelerin interneti teknolojisinin getirilerinden de yararlanarak akıllı araçlar, e-sağlık çözümleri ve çeşitli kullanıcı otomasyon çözümlerinin geliştirilmesine odaklanacak.

Turkcell olarak her alanda, yerli ve milli teknoloji üreten bir ülke haline gelebilmemiz için uluslararası iş birliklerine imza atmaya devam ettiklerini kaydeden Turkcell Şebekelerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Gediz Sezgin, “Yeni nesil iletişim teknolojileri ve özellikle 5G’de yerli teknoloji geliştirmenin, ülkemizin yeni bir sıçrama yapması adına önemli bir fırsat olduğunu düşünüyoruz. Nokia ile yaptığımız iş birliği de bunun kanıtı” dedi. Turkcell’in bu çalışmalarla Türkiye’de 5G’nin ticarileştirilmesi ve geleceğin teknolojilerini üretme konusunda önemli adımlar atmaya devam edeceğini vurgulayan Sezgin, “Bu iş birliği tüm dünyanın çözümler geliştirmek için yarıştığı nesnelerin interneti, akıllı araçlar ve e-sağlık alanındaki yeni teknolojilerin Türkiye’de de üretilmesine zemin sağlayacak. Geleceğin çözümlerini geliştirerek, ülkemizde katma değer yaratan işlerde öncülüğümüzü sürdürmeyi devam edeceğiz” diye ekledi.

 

Nokia Solutions Networks Türkiye, Orta Avrupa ve Orta Asya Başkanı Mikko Lavanti ise şu açıklamayı yaptı: “Turkcell ile birlikte Türkiye’de telekomünikasyon teknolojilerinin geliştirilmesine ve uygulanmasına katkı yapabilme fırsatı bulabildiğimiz için onur duyuyoruz. Nokia’nın Türkiye’ye inancını gösteren bu anlaşma, Nokia’nın 5G teknolojilerinin geliştirilmesine ve bu alandaki inovasyonlara olan taahhüdünü sergilerken, Türk halkının günlük hayatında çok olumlu bir etki yaratacak olan 5G şebeke altyapısının ortaklaşa hazırlanması ve gelişimine olanak tanıyor.”

 

 

NOKIA HAKKINDA: Dünyayı birbirine bağlamak için teknoloji geliştiriyoruz. Nokia Bell Labs’ın araştırmaları ve inovasyonları ile güçlendirilmiş, endüstrinin uçtan uca en geniş ürün yelpazesi, servisleri ve lisansları ile iletişim operatörleri, devletler, büyük çaplı özel sektör firmaları ve tüketicilere servis veriyoruz. Sosyal amaç, kalite ve dürüstlükle teknolojiyi yarattığımızdan, en yüksek etik iş standartlarına bağlıyız. Nokia 5G ve Nesnelerin İnterneti alt yapı sağlayarak kullanıcıların deneyimini dönüştürmesine olanak sağlıyor. nokia.com 

 

TURKCELL HAKKINDA: Turkcell, mobil ve sabit şebekeleri üzerinden müşterilerine benzersiz dijital servisler, ses, mesajlaşma, data ve IPTV hizmetleri sunan Türkiye’de yerleşik bir dijital operatördür. Turkcell Grup şirketleri Türkiye, Ukrayna, Belarus, Kuzey Kıbrıs, Almanya, Azerbaycan, Kazakistan ve Moldova olmak üzere toplam 8 ülkede faaliyet göstermektedir. 1 Nisan 2016’da LTE servislerinin lansmanını yapan Turkcell, LTE-Advanced ve 3 taşıyıcı birleştirme teknolojilerini kullanarak Türkiye’de 81 ilde hizmet vermektedir. Haziran 2018 itibarıyla, 2G şebekesi ile Türkiye nüfusunun yaklaşık %99,59’unu, 3G şebekesi ile de %97,98’ini kapsamaktadır. Turkcell, evlere kadar saniyede 10 Gbps’e varan hızlarda fiber data erişimi sağlamaktadır. 30 Haziran 2018 itibarıyla, Turkcell’in 2Ç18 geliri 5,1 milyar TL ve aktif büyüklüğü 41,0 milyar TL’dir. Temmuz 2000 yılından bu yana hem NYSE, hem de BIST’te kote olan Turkcell, NYSE’de kote olan tek Türk şirketidir. Daha fazla bilgi için

Yunanistan Ve İsrail’e Dişimiz Geçiyor Mu?

 

 

Daha evvel Filistinli çocukların İsrailli polislerce kırılan kolları için, Gazze’ye uygulanan abluka için hatta Mescid-i Aksa’da askerlerin zoraki arama yapması için bile ortalığı ayağa kaldırmıştık; kiminde orantılı ve kiminde orantısız, zulme karşı eylem gücümüzü organize ederek.

1 hafta – 10 gündür Gazze’ye Dönüş Yürüyüşü sırasında 32 Filistinli öldürüldü, 2.850 Filistinli yaralandı; tık yok. Keskin nişancıyla sivilleri vuruyorlar; tık yok. İslam Dünyasının kulağına Amerika kaçmış, Türkiye’nin gözünde de Suriye gözlüğü.

Eyy dinî teşekküller, İslamî vakıflar, insanî yardım kuruluşları, Motosikletli Ebuzer’ler nerdesiniz? Beyazıt Camii’nde restorasyon varsa Fatih Camii’nde toplanıp giyabî cenaze namazları kılalım. Aksaray’da eylem yapıp iki slogan atalım. Olmadı, Yenikapı’da ortak miting düzenlesinler; katılalım.

2 defa ‘Allah Rumlardan razı olsun’ dedim yoksa Kıbrıs’ı ya Annan Planı’nda kuşa çevirip Rum Tarafına pazarlıyorduk ya da son son Toprağın 4’te1’ini, Garantörlüğün 9’da 8’ini müzakere tepsisinde sunuyorduk; adamlar ilkeli çıktılar ve ya hep ya hiç dediler, kıçı kurtardık. Ama habu Yunanistan’a helal olsun (!) deme noktasına geleceğimi lise yıllarımda söyleseler, Yunanistan’la savaş çıkar diye İzmit Tren Garı’ndan Selanik gönüllüsü olarak nasıl giderim diye bilet sormazdım.

Elin oğlu FETÖ’den sığınanları aldı; bizde hukuk var, hukuk karar verecek diyor, diyor; vermiyor. Meriç’ten bu yana 2 tane sazan düştü bizim ağa; ‘Türkiye onları vererek jest yapmalı’ diyor Çipras Efendi; sanki bizde guguk var. Adamın ülkesinde Türkiye’den 8 asker, 2 binden de fazla sivil kaçak var; herifçioğlu 2 Yunan askeri için BM’den yardım istiyor. İktidarımızın meşhur isimleri Kılıçdaroğlu’na söylediklerinin 40’ta 1’ini Çipras’a söyleyerek haddini bildirirlerse çok hora geçer.

Bizden teğet geçerken kriz Yunanistan’a bir girdi (2009) ve halen çıkmadı. Adaları ipotek ederek ve AB’ye, Almanya’ya avro dilentisine çıkarak ancak vaziyeti kurtardılar. Bu arada 2004’ten itibaren Bulamaç, Keçi, Kalolimnoz, Nergizçik, Hurşit, Formoz, Eşek, Gavdos, Koyun, Dhia, Sakarcılar, Koufonisi, Koçbaba, Dionisades, Ardacık, Gaidhouronisi ve Venedik Kayalıkları’nı yani toplamda 16 ada ile 1 kayalığı gözümüzün ve Ege Denizi’nde gözetleme yapan devriye gemilerimizin gözü önünde iç ettiler; gık bile diyemedik. Geçen yıllarda kebap – kuzu çevirdiler; cık. Yılbaşı kutladılar; cık. Garnizon kurdular; cık. Tatbikat yaptılar; cık. Türk devlet yetkililerini pasaportsuz sokmuyorlar; cık. Yanında, yöresinde petrol – doğalgaz arıyorlar; cık cık.

Bu ne menem sessizlik be kardeşim! Dost ve kardeş ülkelere yapmadığımız muameleleri mi yapıyoruz bu resmî işgallere? Afrin gibi bize ait olmayan ama bize sığınan Suriyeli mülteciler için ve sınır güvenliğimiz için önemli bir yere 2 aylık olağanüstü bir gayretle ve 52 şehit vererek operasyon yaptık; bu adalar topraktan sayılmıyor mu ve Afrin kadar bile kıymet-i harbiyeleri yok mu?

Hakan Albayrak bile Filistin’de olanları görmek yerine Türk – Yunan Barışı üzerine yazdığı yazılarda “Federatif bir birlik kurmaya ihtiyacımız var” diyebiliyor. N’ooldi; Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyiyle federasyon yapamadık şimdi Yunanistan’la mı federasyon kuracağız; o yüzden sesimiz – soluğumuz çıkmayi?

Türk kamuoyunun harekete geçmesi için illâ İzmir’in İşgali mi gerekiyor?

 

Üç Ayrı devtin ABD CİA yeni başkanı, Almanya Başbakanı ve İngiltere Başbakanının nostaljik tesadüf birlikte çekilen resimleri

Ekteki resimde göreceğiniz gibi, yılar önce çekilen bu resimdeki kişiler, Soldaki Almanya Başbakanı Merkel, Ortadaki İngiltere Başbakanı May ve En soldaki Yeni CİA Başkanı Gina. Bu resmi 

Tesadüfmü sandınız? Değil tabiki. Süper NATO, kontrgerilla  yani Gladio elamanları bunlar. Hiç bir şey tesadüf değil. Bu konuda Eski Gladio yöneticisi ve İtalyan eski Cumhurbaşkanı Cossiga nın anılarını okumanız konuyu daha iyi olarak anlamanıza yardımcı olacaktır.
Oradada, Ben, Helmut Kohl ve Helmut Scmith aynı kurstan geçtik diyor Gladio yu anlatırken.
Saygılarımla
Sefa Yürükel 
Soykırımlar ve terörizm araştırmacısı
Sosyal Antropolog ve etnograf.

Almanya ile kavgamızın, tarihe dayanan nedenleri Amsterdam’da masaya yatırıldı

Tatsız, tuzsuz geçen bir yaz dönemi

2017 yaz mevsimini geride bıraktık. Eylül’ü geçtik ve Ekim’e ulaştık.
Ama kolay geçmedi bu mevsim.
Zira mevsim öncesinde, yani mart ve nisan aylarında yaşadığımız olaylar bizi epey yıpratmıştı.

Hollanda’daki genel seçimler, Türkiye’deki referandum öncesi ve sonrasında yaşanan, modern çağa hiç yakışmayan oy avcılığı açlığı, hem Türkiye ile Hollanda ve hem de Türkiye yurttaşları ile Hollanda yurttaşları arasında çok büyük üzüntü yarattı.

Başınızı yeniden ağrıtmamak için detaylara girmeyeyim.

Ne var ki, iki ülke ve hatta iki halk arasındaki gerginliği yumuşatmak için büyük çabalar sarfedildi. Sarfedilen çabalar içinde acizane şahsımın da bir katılımı oldu. Durumun düzeltilmesi için Hollanda Başbakanı Mark Rutte’ye bir mektup yazdım. Türkiye-Hollanda’nın 400 yıllık ilişkilerini içeren kitabım ile birlikte gönderdim.
Rutte’ye, ‘Madem ki siz, daha medeni ve daha demokratsınız, o halde inisiyatifi siz ele alın ve Türkiye ile barışmak için siz elinizi uzatın’ gibi sözler yazdım.
Ne var ki, engin daldan murt yemek istemeyen Rutte, mektubuma iki ay sonra cevap verdi ve havanda su dövdü.

Gerek Türkiye’yi ve gerekse Hollanda’yı yönetenler ile her iki ülkenin medyası, yangına körükle gitmeyi tercih ettikleri için, Hollanda’daki Türkler çok zor pozisyonlara düştüler.
Tarafların birbirlerini suçlamaları her iki ülkenin medyası tarafından abartılı bir şekilde işlendi. Hollanda medyası, tabii ki buradaki siyasetçilere dayanarak abuk sabuk şeyler yayınlıyordu. Buna karşın Türk medyası da Hollanda’nın Türk düşmanlığı yaptığını öne sürüyordu.

Hollanda’yı yöneten siyasetçiler, daha sonra ortamı yumuşatmak için çaba göstermeye başladılar. Özellikle Bakan Lodewijk Asscher, dört Türk kuruluşunu töhmet altında bırakan maksatlı bir araştırmayı, yeniden yaptırarak, çıkan sonuç ile ortalığı yumuşatmaya çalıştı ama bu gerçekleşmedi. (Bu konuda Hollandaca ve Türkçe yazıları altta bulacaksınız)

Gerek İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları  ve gerekse çeşitli devlet teşekkülleri elemanları, Türk kuruluşlarının temsilcileri ile ayrı ayrı görüşmeler yaptılar. Bu ara Türk kuruluşlarının temsilcilerini de birkaç kez biraraya getirdiler. Ama yine havanda su dövüldü.

Hollandalılar, Türk kuruluşlarının tensilcilerine, ‘Mutlaka bir araya gelmelisiniz ve birlikte çalışmalısınız’ telkininde bulunuyordu. Aynı telkin hala devam ediyor.
Hollanda’yı yönetenler, en önemli noktayı kaçırıyorlar. Türk kuruluşları arasındaki ihtilaf o kadar büyük ki,  farkı uçurumlarla değil, yıldızlararası mesafelerle ölçmek bile zor.

Anlayacağınız,  Hollanda ve diğer ülkeler, Türkiye’nin iç ve dış düşman tespitini kabul etmedikleri sürece, ne Türkler arasındaki ilişki ve ne de ülkeler arası ilişki asla düzelmeyecektir.

Bugünlerde, Avrupa’da yaşayan Türkler’e çeşitli konularda bilgi vermek ve gergin havayı yumuşatmak için çeşitli toplantılar yapılıyor. Yaz tatilinden önce Amsterdam ve  Rotterdam’da tatilden hemen sonra Amsterdam’da bu yönde toplantılar yapıldı.

Böylece, yaz tatili dönüşü Hollanda’da hareketlilik başlamış oldu.

*****

Almanya ile kavgamızın, tarihe dayanan nedenleri Amsterdam’da masaya yatırıldı

Türkiye-Almanya İlişkileri Uzmanı Doç.Dr. Can Ünver, duyanlara parmak ısırtan ifşaatları ile dikkat çekti

Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör’ün düzenlediği toplantı Hollanda’da gündem yarattı

İlhan KARAÇAY’ın haberi:

Hollanda Türkevi Topluluğu’nun, yaz dönemi faaliyetleri geçtiğimiz hafta start aldı. Tatil sonrası ilk faaliyet; son aylarda Avrupa ve Türkiye gündemini meşgul eden ‘Türkiye-Almanya ilişkileri ve bunun AvrupalıTürklere yansımaları’ oldu.  Başkan Veyis Güngör’ün organizesi ile gerçekleşen toplantının misafir konuşmacısı Türkiye-Almanya ilişkileri uzmanı Doç. Dr. Can Ünver’di. Ünver sunumunda, Türkiye-Almanya ilişkilerinin tarihsel arka planı ve son elli yılda yaşananları ortaya koyarak, ilişkilerin belki de en zor dönemini yaşadığını söyledi.
Avrupa Türkleri olarak, iki ülkeye, Doğu’ya ve Batı’ya aidiyet duymanın önemli bir sınavdan geçtiğine dikkat çekildi ve ‘Atılacak her adım da, söylenecek her söz de, yazılacak her cümle de hassas olmak zorundayız. Bu dönemde mümkün mertebe soğuk kanlı olmak durumundayız. Her iki tarafın da, farklı sebeplerden dolayı yaşanan gerginliği bir an önce sonlandırmaları, yeniden sağlıklı ilişkilere girilmesi Avrupalı akli selim Türkler’in arzusudur’ ifadeleri de kullanıldı.

Konuşmasının başında, Avrupa’yla ilişkisinin 1970’li yıllara dayandığını, 45 yıllık bir tecrübeye sahip olduğunu söyleyen Can Ünver, Üniversite’ye Münih’te başladığını, Nürnberg ve Hamburg’da Çalışma Ateşeliği ve Berlin’de de Çalışma Müşavirliği yaptığını belirtti. Daha sonra Çalışma Bakanlığında, Başbakanlıkta, şimdiki YTB’nin öncü kurumu olan “Yurtdışı Vatandaş Konuları Müşavirliği Başkanlığı” görevlerini de yaptığını söyleyen Ünver, şimdi Antalya’da AKEV Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışmalarını sürdürdüğünü belirtti.
Türkevi’nin Ankara’daki partnerlerinden Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği EkoAvrasyada da programlar yapan Can Ünver, aynı zaman da Birleşmiş Milletler’de Türkiye adına Göçmen İşçiler Komitesi üyeleği de yapıyor.

Can Ünver ilgi ve dikkatle dinlenen konuşmasında şunları söyledi:
”Son zamanlarda, sizler gibi bizler de ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Avrupa’daki mevcut hükümetlerle, bir tek Almanya değil, Türk hükümetinin de yani Cumhurbaşkanımızın ciddi çekişmesi var. Daha doğrusu şunu söylemek lazım: burada da kullanıyorlar mı bilmiyorum ama, Almanya’da ‘Erdoğan’ı kötüleme’ lafı çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Alman siyasetçiler için öyle prim yapıyor ki, doğru da yapsa yanlış da yapsa, her gün gazetelerde yer alıyor. Almanya’da belli bir basın grubu, örneğin meşhur Welt ve  Bild  üzerinden Türkiye’yi karalama, kötüleme kampanyası yaşıyoruz. Tabii ki bu gelişmelerin arka planını anlamak için, ilişkilerimizin tarihine bir göz atmak durumundayız. İlişkiler, Almanya ile, daha doğrusu Avrupa’yla ilişkiler ne zaman başlamış, nasıl olmuş, neler yaşanmış sorularına cevap bulmak zorundayız.”

Can Ünver, uzun yıllara dayalı olan ilişkileri şöyle anllattı:

”Avrupa ve Almanya ile ilişkilerimiz Selçuklular döneminde, 1190’larda, yani Haçlı Seferleriyle başlıyor. O yıllarda Kudus’ü almaya gelenler arasında Almanlar da var, Fransızlar da. İlk karşılaşma bu. Aradan bir kaç yüz yıl geçiyor, Osmanlı ile birlikte yani 1356’da, Süleyman Paşa komutasında Trakya ve Rumeli topraklarına geçilmesi ve Füyühatın başlamasıyla ikinci büyük temas ve çatışma ortamı yaşanıyor. Bu çatışma adeta bir gel git hareketi gibi. Önce gelmişiz sonra gitmişiz. Yıllar sonra, malum 1699 Karlofça’yla birlikte Osmanlı’nın gerilemesi başlamıştır. Bu süreç Birinci Dünya Harbini kaybedene kadar devam etti. Tabii ki bu süreçte hep kavga etmedik. Bazılarıyla ittifak kurmuşuz, mesela Fransızlarla, Lehiztan, Polanya, İsveçlilerle ittifak kurmuşuz. Hatta onları birbirleriyle de bazen tokuşturmuşuz. II. Abdulhamid döneminde, Berlin anlaşmasıyla Almanlarla daha yakın bir ilişki içine girmişiz. Mesela Almanlar 1890’larda Türkiye’den toprak istiyorlar. Romanya bölgesinden toprak isteği Abdulhamid tarafından kabul edilmiyor. Toprak Almanların Amerika’ya göç etmelerini önlemek için isteniyor. Almanya’dan ikinci kez toprak talebi Bağdat demiryolu yapıldığı zaman yine geliyor. Demiryolunun geçtiği güzargahın sağlı sollu beşer kilometre toprak ve zenginliklerini istiyorlar. Padişah tabiki bu isteği de kabul etmiyor.

  

Ünver, çok kişinin bilmediği Almanya ilişkilerini anlatmaya devam ederken şunları söyledi:

”İlişkilerin bu şekilde yürüdüğü Almanya ile birlikte, istemeyerek Birinci Dünya Harbine girdik. 1918’e kadar inişli çıkışlı ilişkiler devam ederken, Bakü’de Türklerle Almanlar arasında ciddi bir çatışma yaşanıyor. Üstelik de müttefikiz. Kafkas İslam Orduları Komutanı Nuri Paşa, Enver Paşa’nın kardeşidir, Bakü’yü fethederken Almanlarla savaşıyor.
Elbette ittifaklar ebedi değildir.”

Ünver, Almanya ile ilişkilerin nasıl geliştiğini şu sözlerle anlattı:
”Ankara’da, 1925 yılında Avrupa’dan ilk büyükelçilik Almanya tarafından açılıyor. Almanlar bunu övünerek söylüyorlar. Atatürk, bugünkü Alman Büyükelçilik arazisini Almanlar’a bevada vermiş, gelsinler yeterki diye. Kaldıki, Ekim 1918’de Kapütilasyonların kalkmasına Almanya razı olmuyor. Demek istediğim, ülkeler arasında iyi veya kötü ilişkiler olabilir. Ülkeler arasında mutlak dostluk filan yoktur. Ebediyyen hasımlık da olamaz. İşte Yunanistanla olan ilişkilerimiz. 1974’de savaş var, ama sonraki yıllarda bir deprem oluyor, onlar bize biz onlara yardıma koşuyoruz. Ülkeler arası ilişkiler değişebiliyor. Diplomatik ilişkiler ne kadar gergin olursa olsun, halklar birbirlerine düşman olmuyor.”

Katılımcılar tarafından adeta nefeslerini tutarak dikkatle dinlenen Ünver’in konuşması şöyle devam ediyor:

”Şimdi bu gerçeklerden hareketle, Avrupa topluluklarına gelirsek, aslında biz Avrupa halklarıyla akrabalaştık. Evlenenler, gelinler, damatlar, torunlar var ortak. Örneğin Almanya’da ikiyüzbin karma evlilik var. Tabii ki bunlar yeni sorunlar, bugünlerin sorunları. Cumhuriyet döneminde biz Almanya ile genelde dost olduk. Taki, 1945 yılında savaşı kaybettiklerinde  Almanya’ya savaş açana kadar. Bu da kağıt üzerindedir. Birleşmiş Milletlere girebilmek için Almanya’ya savaş açmış olmamız gerekiyordu. 1950’lilerde ilişkilerimiz gayet iyi.”

  

Ünver, Almanya’ya işçi göçünü de şöyle anlattı:
”1960’larda Almanya’ya işçilerimiz gitti. Burada da bir gariplik var. Almanlar’dan bir grup Türk işçilerinin gelmesine karşı. Bunlar daha çok Hıristiyan Demokratlar. ‘Türkler’in kültürleri farklı, müslümanlar’ diyorlar 1961 yılında. ‘Bunlar bize uyum sağlamazlar, domuz yemezler’ gibi sebepler öne sürdüler. Ama Berlin duvarı var. Geçiş yok. İşçi geçemiyor. İş gücüne muhtaç Almanya. Bir taraftan da sendikalar karşı çıkıyorlar Türkler’in gelmesine. ‘Ücret kırıcı’ olarak değerlendiriyorlar Türkleri. Çünkü İtalyanlar’ın gelmesiyle böyle bir kırılma yaşanmış zaten. Ancak bu itirazlara kim karşı çıkıyor bilyor musunuz? Amerika. Tamamen stratejik nedenlerle Almanya’ya ‘Türkiye’den işçi alacaksınız’ diyor Amerika. Hem Türkiye ekonomisine katkı sağlasın hem de komünizme karşı Almanya’da bir grup olsun diye. Almanlar çok da memnun olarak, yani Türkleri ‘Hoş geldiniz’ diyerek almıyor. Dolayısiyle, zoraki bir evlilik olmuş. Politikanın, ekonominin dikte ettiği bir şey. Fakat, ne yapalım hasbel kader birlikte yaşıyoruz.”

 

Almanya ile işçi göçü anlaşmasının garipliklerle dolu olduğunu anlatan Ünver konuşmasına şöyle devam etti:
”Şimdi, 2008 yılına atlamak istiyorum. Biliyorsunuz, Recep Tayyip Erdoğan Başbakan iken, Ludwigsburg’da bir evde dokuz vatandaş yanarak öldü. Ne olduğunu hala tam olarak anlamış degiliz. Yangın sebebini, elektrik kontağı filan dediler. Oysa yangında ölen Türkler ilk değildi. 1988’de Nürnberg bölgesinde üç Türk yanarak öldü, 1992’de Mölln kundaklamasında üç Türk, 1993’te Solingen’de beş Türk yakıldı. Arada bazı benzer olaylar da oldu. Almanya tarafı bunların üstünü kapatma eğilimine girdi. Ancak bizim tarafta, bir uyanma oldu. Hassasiyetimiz vardı devlet olarak elbette. 2008’de Recep Tayyip Erdoğan Almanlar’ı sinir edecek bir konuşma yaptı. Şöyle dedi Başbakan: ‘Siz bunların üstünü örtebilirsinniz, ancak biz Türkiye’den uzman gönderip bu işi araştırırız’. Bu söze fena halde kızdılar, ifrit oldular Almanlar. Niye biliyor musunuz? Almanlar bizi her zaman bir basamak aşağıda gördüler, hiç bir zaman eşit görmediler. Karşılıklı eşit partner olmak keyfiyetini kabul etmek istemiyorlar. Neden? Çünkü biz işçi onlar işveren, biz fakir onlar zengin. Bu bakış açısı Almanlar’ın Türkler’e ve Türkiye’ye bakışlarına yansımıştır.”

Ünver, o sıralardaki ilginç gelişmeleri anlatmaya devam ederken, katılımcılar adeta ter döküyorlardı:

”2008’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Köln’e geldi. Köln Arena’da Türk vatandaşlarına yaptığı konuşmasında, ‘Asimilasyon bir insanlık suçudur. Asimile olmayın entegre olun, dil öğrenin, vatandaş olun, siyasete girin, sorumluluk alın’ dedi. Almanlar bu konuşmaya da kızdılar. Başbakanın diğer tavsiyelerini bir kenara iterek ‘Asimilasyon suçtur’ sözüne bozuldular. Oysa Başbakanın söylediği, bizim devlet politikamızdı. Rahmetli Turgut Özal da aynı cümleleri kurmuştu. ‘Türk kalın, uyum sağlayın o ülkenin saygın vatandaşları olun’. Bunlar bizimkilerin her zaman söyledikleri, savundukları görüşlerdi.”

Ünver, Almanya’da Erdoğan düşmanlığının 2008’de başlamış olduğunu belirttikten sonra şunları anlattı:
”Böylece, yani 2008 yılından itibaren, ‘Erdoğan böyle, Erdoğan şöyle’ demeye başladılar Almanlar. Daha sonra, Böhmermann adında bir soytarı, zıpçıktı bir ressam çıktı ortaya. Şiir diye bir küfürname, hakaretname, terbiyesizlikname ortaya attı. Buna Türkiye tepki gösterince, hemen basın özgürlüğü, mizah özgürlüğü gibi savunmaya geçti Almanlar. Hemen arkasında 2 Haziran’da, Ermenistan meselesini ortaya çıkardılar. Tamamen siyasi bir karar, bir parlamentonun karar almasıyla soykırımı kabul etmek elbette olmaz. Cem Özdemir’i bu olayda iyi kullandılar. Bundan sonra Türkiye’yi sıkıştırma arka arkaya gelmeye başladı. Ve en son Türkiye’deki darbe girişimini kabul etmeme durumu doğdu. Oysa, Alman arkadaşlarıma ’15 Temmuz gecesi hayatımın en kötü gecesini yaşadım, 1402 yılından bu yana Ankara’da ilk kez bir savaş havası yaşandı, tepesinde uçan Türk uçakları tarafından bombalandı’ diye anlatıyorum olayı. Alman arkadaşlar da, ‘Biz Büyükelçiliğe sorduk, o kadar da önemli bir şey değil dediler’ diye yanıt verdiler  bana. Yani Almanlar darbeye destek oldular ne yazık ki.
Şimdi Almanya olarak bir taraftan PKK’ya destek ol, diğer taraftan Darbecilere destek ver, yani Türkiye’ye düşman olan her şeye destek ol, ondan sonra da Erdoğan şöyle böyle de. Erdoğan’la ne ilgisi var. Adamlar sanki bizim kanımızı içmeye karar vermişler.”

Ünver, Almanya ile kavganın sebeplerini şu sözlerle anlatmaya devam etti:

”Evet. kavganın sebebi bu ve benzeri gelişmelerdir. Radyo ve televizyon konuşmalarımda da ifade ettim. Kavganın, bence iki sebebi var. Almanlar, Hollanda’yı ve Kuzey ülkeleri dışarıda bırakırsak, üç buçuk milyon Türk’ün yaşadığı ülkede kendilerine göre hayali bir entegrasyon konsepti geliştirdiler. Bu 2005’ten sonra başladı. Sosyal Demokratlar ve Yeşiller’in zamanında, Almanya’nın bir göçmen ülkesi olduğu kabul edildi. Devamında Merkel dönemi başladı ve Almanya’nın göçmen ülkesi olmasından rahatsızlıklarını dile getirdiler. Televizyonlara sözde sosyolog Nejla Kelek diye birisini çıkardılar. Rol model olarak Almanya’daki Türkler’e sunmaya çalıştılar, ki bu bayan sürekli İslam’a, Türklüğe saldırıyor. Bir de aynı katogoride Seyran Ateş diye birisini çıkardılar. Bu kadın kendini imam ilan etti Berlin’de. FETÖ’nün, İsrail ve Kilisenin desteğiyle bir yer tutuldu, Goethe Camii herhalde. Bu iki ismi sürekli televizyonlara çıkararak bir rol modeli olarak Türklere sunuyorlar. Hayali bir entegrasyon modeli sunan entegrasyon mühendisleri, İslam Komitesi, entegrasyon Komitesi gibi oluşumlar kurmaya başladılar. Bunlar sosyal mühendisliktir, hayatın gidişatına müdahale etmek istiyorlar. Bu ellerinde patladı, başarılı olamazlardı zaten. Ve Almanlar buna kızdılar. Asabiyet oluştu. Kavganın birinci sebebi budur. Başarısız olmaları.
Bu bir komplekstir, bundan vazgeçmeleri gerekir. ”

Ünver, Almanlar ile kavganın ikinci nedenini de şöyle ifade etti:
”Kavganın ikinci sebebi ise şöyle. Almanya stratejik bir değişim içerisinde. Avrupa’da kendi denetiminde ve gözetiminde bir Avrupa düşüncesi hakimdir. Almanya bu düşüncede, İngiltere’nin AB’den ayrılmasıyla, tek güç olarak kaldığına inandı. Almanya’nın önderliğinde Avrupa’nın dünyada önemli bir aktör olması yolunda bir gidişat var. NATO’dan ayrı bir Avrupa ordusunun kurulması düşüncesi buna bir örnektir. Böyle bir aktör ne yapar? Sadece Avrupa’da kalmak istemez. Orta Doğu’ya, Kafkasya’ya uzanmak zorunda. Aynı zaman da Karadeniz’e ve Balkanlar’a uzanmak zorunda. Böyle olunca, buralarda, yani karşısında Türkiye’yi görüyor. Yani güçlenen bir Türkiye rahatsızlık veriyor. Türkiye’ye yukarıdan bakınca güçlenen ve büyüyen Türkiye görüyorsunuz. Türkiye’nin bu gücü Balkanlarla sınırlı değil, Kafkaslar, Kazakistan’a kadar uzanıyor. Nursultan Nazarbayev’in çok orijinal fikirleri var. Türklüğün babası konumuna gelmiş durumda. Diğer taraftan Türkiye aynı zamanda bir Orta Doğu ülkesidir. Almanya PKK’yı neden destekliyor? İncirlik’ten ayrılıp Ürdün’e gidiyor Almanya. Kısacası Almanya büyük bir hesabın içinde. Seçim sonrası da bu gerginlik maalesef devam edecek. Ne yazıkki niyeti bozmuş bir takımla karşı karşıyayız.”

Ünver,  dikkatle dinlenmeye devam edilen konuşmasını şöyle sürdürdü:

”Evet, Avrupa’da ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Fransa’da Le Pen’i parlatıyorlar. Avusturya’ya bakın, bir dışişleri Bakanı var Sebastian, ağzını açtımı Türkiye’ye hakaret ediyor. Böyle bir Avrupa’da populist ve ırkçı söylem, Türk karşıtı, İslam karşıtlığı başımızın derdi. Bütün bu saldırılar Erdoğan’dan dolayı yapılmıyor, üç buçuk milyon Türkün varlığından duyulan rahatsızlık ve stratejik hedefler yüzünden yapılıyor. ”

Ünver, kötüye giden gelişmelerin düzelmesi için çareler de ortaya attı:

”Bu durum karşısında ne yapılmalı? Elbette Türkiye çok ciddi bir kamu diplomasisi çıkartması yapmalı. Müttefik oluşturmayı bilen bir yapının oluşması gerekiyor. Topyekün bir düşmanlık havasına bürünemeyiz. Duygusallık bize kaybettirir, ki Türkler duygusaldır. Netice itibarıyla başımız derttedir. ”

Can Ünver, herkesin bilmesinde büyük yarar olan uzun konuşmasını şu sözlerle tamamladı:

”Peki, bütün bunların size, Avrupalı Türkler’e yansıması ne olacak? Her halde iyi yansımayacak. İki arada bir derede kalmak gibi bir durum Avrupalı Türkler’in durumu. Gelişmeler size iki sandalyede oturan bir insan durumuna soktu. Bundan sonra ne olur? Ne olacağına insiyatifi ele alanlar karar vermeli. Yoksa edilgen, pasif, başkalarının yaptığı işlere ancak cevap veren, bazen de bu cevapların altında kalmaya mahkum kalarak yaşamaya devam ederiz. Biz başkasının oyuncağı olmamalıyız. Gündemi biz belirlemeliyiz. Çatışmacı bir tavırla sorunlar çözülemez. Olaylara, gelişmelere eşit seviyede bakmayı anlatmaya devam etmeliyiz. ”

*****