Etiket arşivi: Allah’ın

EN’AM  SÛRESİ’NDE ŞEFAAT VE VELÂYET

EN’AM  SÛRESİ’NDE ŞEFAAT VE VELÂYET

 

 

Geleneksel Din Anlayışı diyerek kibarlaştırdığımız Tekerlemeci ve Taklitçi İnanç Sahiplerinin ekopolitik takıntılarından velilik, evliyalık, velâyet mevzularına Kuran-ı Mübin acep ne diyor? Dokuz kusurlu hareketin sonuncusundan başlarsak Celâleddin Rumî’nin Mevlâna lâkabını kullanması tevhidî açıdan caiz değil; zira Bakara 286’te “Ente Mevlâna fensurnâ.. / Sen Mevlâ’mızsın (Efendi’mizsin), artık yardım et!” dendiği için Allah’ın ‘koruyucu, velâyet sahibi’ anlamındaki özel ismi herhangi bir insan için kullanılamaz, kullanılmamalı.

Velî koruyup gözetici; Evliyâ veliler, Velâyet idare etmek, yönlendirmek mânâlarında.. Şefaat ise korumak, aracılık yapmak ve Şefî‘ de sıkıntıdan koruyucu, bağışlanmaya aracı mânâlarında..

EN’AM 14: “Kul egayrallâhi ettehızu veliyyen fâtır’ıs-semâvâti ve’l-ardı ve hüve yut‘ımu velâ yut‘amu kul innî umirtu en ekûne evvele men esleme velâ tekûnenne min’el-muşrikîn. / Söyle: Göklerin ve yerin fıtratçısı Allah’tan gayrisini mi velî ittihaz edineyim? Ki O besleyen ve fakat beslenmeyen. Söyle: Ben evvelâ teslim olmakla emrolundum ve müşriklerden olmamakla.”

EN’AM 51: “Veenzir bihillezîne yehâfûne en yuhşarû‘ ilâ rabbihim leyse lehüm min dûnihî veliyyun velâ şefîun leallehüm yettekûn. / Ve bu indirilenle korkanları Rabbleri toparlayacak. Uyar onları: O’ndan başka velî ve şefaatçi yok; umarız sakınırlar.”

EN’AM 56: “Kul innî nuhîtu en a‘budellezîne ted ‘ûne min dûnillâh. Kul lâ ettebi‘u ehvâeküm. Kad dalaltü izen vemâ ena min’el-muhtedîn. / Söyle: Ben yasaklıyım, Allah’ın yanında kullukla dualandıklarınıza. Söyle: Hevanıza tâbi olmam! O vakit sapıtmışlar gibi ve aydınlanmış değilmiş gibi..”

EN’AM 62: “Sümme ruddû ilâllâhi mevlâhüm’ul-hakk. Alâ leh’ül-hükmü ve hüve esra‘u’l-hâsibîn. / Reddolur Allah’tan öte hak koruyucuları. Hüküm O’nun ve O hesapları hızlı gören değil mi?”

EN’AM 70: “Ve zerillezînettehazû dînehüm le‘iben ve lehven ve garrathum’ül-hayâtü’d-dünyâ ve zekkir bihî en tubsele nefsun bimâ kesebet. Leyse lehâ min dûnillâhi veliyyun velâ şefî‘un. Vein te‘dil külle adlin lâ yu‘haz minhâ. Ûlâ‘ikellezîne ubsilû bimâ kesebû. Lehüm şarâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn. / Bırak dinlerini oyun ve eğlence ittihaz edinenleri ve dünya hayatının aldattıklarını! Ve hatırlat bununla nefsin kazandığının sebil olmasını. Ona Allah’ın yanında velî yok ve şefaatçi yok. Ki adaletlenilse tüm adalet ahzolunmaz ondan. Onlara cehennem şarabı ve elîm bir azap; küfürde olmalarından dolayı.”

EN’AM 127: “Lehum dâr’us-selâmi inde rabbihim ve hüve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn. / Barış yurdu onların, Rableri indinde ve O koruyucusu olan amellerinin.”

EN’AM 137: “Ve kezâlike zeyyene likesîrin min’el-müşrikîne katle evlâdihim şürekâ‘uhum liyurdûhum ve liyelbisû aleyhim dînehum. Velev şâ‘ellâhu mâ fe‘alûhu fezerhüm vemâ yefterûn. / Ve böylece çokça süslendi müşriklikleri, şirk koştuklarına yaranma için evlatlarını katletme helâkiyetleri. Ve dinin üzerini örttüler. Velev Allah diledi faaliyetlerini; bırak onları tüm iftiralarıyla!”

Ey Allah’ın kulları (Yâ ibâdellâh): Allah’a karşı sorumlu olun ve uyun (Ittekullâhe ve ‘atîuh)

İslâmiyet Müslümanlara Beş Numara Büyük

 

 

80’lerin sonlarına doğru meşhur “Patagonya’nın Sesi Radyosu”nda sorardı ecnebîler Vatandaş Rıza’ya:

—  Sen Müsliman?

—  Eh, zaman zaman..

Mısır’ın fethi Osmanlı için sonun başlangıcı oldu. Zira ardından Kanunî devrinde tavan yaparak yavaş yavaş dibe salınmaya durdu. Çünkü Osmanlı Türkü’nün beynindeki Matûridî çip yerini Eş’arîliğe bıraktı.

Marka Müslümanlığı, menkıbevî Müslümanlık, an’ane Müslümanlığı, kaba  softa / ham yobaz’lık gibi isimlendirmelerden öte merhum Âkif gibi şakakları zonk zonk bir vicdan abidesi bile Avrupa dönüşünde “Dinleri yaşantımız gibi, yaşantıları Dinimiz gibi” demek durumunda kalmıştı.

Bizim hacılar – Allah kabul etsin – ‘Yâ sabır’ yemini ettikleri için uhrevî telezzüzden gayrisini anlatmazlar. Oysa Allah’ın Beyti’nde bile Müslüman Müslümanı omuz – dirsek yara yara geçiyor.

Temizlikten bîhaber hacının yada ehl-i namazın enforme edilmesi için hangi canlı yayına bağlanacağız?

Dünyada rüşvetin en yaygın olduğu ülkeler: Pakistan, Mısır, Azerbaycan, Nijerya, Türkiye.. Hatta gittiğimiz Avrupa ülkelerine bile hile – hurdayı biz öğrettik, iftiharla.

Dinimiz “Oku” der, yatmayı tercih ederiz. “İnsana çalıştığından başkası yoktur” der, Sazanlık Piyangosu’na milyon milyon sarkarız. Dedikoduyu, gıybeti, hasedi yasaklar; dizilerle ailemizin ‘sıfır kilometre’ üyelerine bile tay tay’ı bunlarla öğretiriz.

Çevre bilincimiz katletmek üzerine; sorumluluk anlayışımız Bu dünyada bir tek ben yaşıyorum üzerine. Kitabına uydurmak en sevdiğimiz şey ve padişah dedelerimizden miras.

Müslüman her şeyin en iyisine lâyık teranesiyle çocuklarını dış ülkelere gönderip genç kızlarla tanışsınlar diye yarışan İslâm-cı sosyetemizin makyajları rahmet yağmurunda bile dökülmüyor.

Olumsuz örneklemdeki Bunu yapan birkaç kendini bilmez. Gerçek Kocaelisporlular kesinlikle yapmaz repliği bizim Müslümanlık anlayışımıza sökmüyor birader.

Temel’in ters yol anonsunu duyduğunda dediği gibi: “Biri değil, biri değil,  hepsi!” “Siz onlar görseydiniz deli derdiniz, onlar da sizi görseydi ‘Bunlar Müslüman değil’ derlerdi.” (H)

Filmin en acıklı sahnesi; hastanın hasta olduğunu bilmemesi.. Cuma Hutbesinde gözü açık uyurken ‘ilim farz’ cümlesini ‘filim az’ deyu algılayan, şişeden – zardan düşmeyen ama din-ci’liği de kimseye bırakmayan nesiller yetişti son yıllarda her yaştan.

24 saatinin yarım saatine bile uğramayan dindarlık arkadaşın seçim sandığında gemi çıpası gibi bekliyor. Bir elinde pusula, bir elinde ayna; işkemben yazsın, sen oyna!

Necip Fazıl yaşasaydı; “Bize kalan aziz görev, asırlık zamanlardan  

     Temizlemek tarihi sahte Müslümanlardan” der miydi?

Tek yol; Kur’an ikliminde, Nebevî ahlâkı duyumsaya duyumsaya, Matûridîlik’le Hanefîlik’in akıl bileşkesinde, meâl müdrik bir vaziyette iman inşâsına yeni baştan başlamak.

Sürekli olarak yaptığımız şey neyse biz oyuz. ‘İkra!’ diyoruz.