Etiket arşivi: Akdeniz

Hepsi birden Türkiye’ye yaptırım için masaya oturuyor

Avrupa Birliği dışişleri bakanları bugün Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetleri nedeniyle Türkiye’ye karşı uygulanması planlanan yaptırımları masaya yatırıyor.

Brüksel’de bugün düzenlenecek olan Avrupa Birliği (AB) dışişleri bakanları toplantısının gündeminde Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetleri var. Türkiye’nin bölgedeki doğal gaz arama faaliyetlerini “yasa dışı” olarak nitelendiren Avrupa Birliği, Türkiye’ye karşı cezaî önlemler almayı planlıyor. Türkiye’ye karşı uygulanması planlanan yaptırımlar arasında Havacılık Anlaşması’yla ilgili yürütülen müzakerelerin askıya alınması, AB yardımlarının kısılması ve Avrupa Yatırım Bankası üzerinden verilen kredilerin sınırlandırılması bulunuyor.

AB, planladığı yaptırımlarla Ankara üzerinde baskı oluşturarak Türkiye’nin AB üyesi Kıbrıs açıklarında doğal gaz arama faaliyetlerine son vermesini amaçlıyor. Ancak Türkiye, sondaj faaliyetlerinde bulunduğu bölgenin kıta sahanlığına ait olduğunu savunarak Doğu Akdeniz’de hak iddia ediyor.

“FAALİYETLERDEN VAZ GEÇİLMEYECEK”

Hafta sonu Kuzey Kıbrıs merkezli Kıbrıs Postası gazetesinde Ankara’nın tutumu ile ilgili bir makalesi yayımlanan Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Güney Kıbrıs yönetimini Kıbrıslı Türklerin doğal kaynaklar üzerindeki haklarını hiçe saymakla eleştirdi ve Güney Kıbrıs yönetimini Türkiye’nin kıta sahanlığında uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını ihlal etmekle suçladı. Aynı zamanda Kıbrıs Türklerinin Ada’daki doğal kaynaklarla ilgili haklarını da savunduklarını vurgulayan Çavuşoğlu, Doğu Akdeniz’de doğal gaz arama faaliyetlerinden vazgeçmeyeceklerine işaret etti.

Kuzey Kıbrıs lideri Mustafa Akıncı da hafta sonu doğal gaz arama tartışmaları ile ilgili bir açıklama yapmıştı. Akıncı, açıklamasında Güney Kıbrıs yönetimine Ada çevresindeki hidrokarbon kaynaklarının araştırılması için ortak bir komite kurulması çağrısında bulunmuştu.

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN TUTUMU

DW Türkçe’nin aktardığına göre, doğal gaz tartışmasında Kıbrıs’ın Avrupa Birliği üyesi olduğunu vurgulayan Brüksel ise Türkiye’yi Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarını ihlal etmekle suçluyor. Türkiye’nin sondaj amaçlı bölgeye iki araştırma gemisi göndermesini yasa dışı olarak nitelendiren Birlik, bunun Türkiye’nin uzun vadede AB ile ilişkilerine olumsuz etkileri olacağı mesajları veriyor.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki arama faaliyetlerine Akdeniz’e kıyısı olan Mısır da tepki gösteriyor. Mısır Dışişleri Bakanlığından geçen hafta yapılan açıklamada Türkiye’nin uluslararası hukuku ihlal ettiği ve tek taraflı çalışmalar yaptığı savunulmuştu. Mısır, Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması yaptığı ülkelerden biri. Kıbrıs’ın, Akdeniz’e kıyısı olan Lübnan, İsrail ve Suriye ile de anlaşması var. Münhasır Ekonomik Bölge, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi uyarınca bir devletin deniz kaynaklarının araştırılması ve kullanılmasında özel haklara sahip olduğu bölgeler olarak tanımlanıyor.

Türkiye, bölgeye ilk olarak geçen Mayıs ayında Fatih adlı sondaj gemisini göndermişti. Yavuz adlı ikinci sondaj gemisi de Temmuz başından bu yana Doğu Akdeniz’deki arama faaliyetlerine katılıyor.

Kaynak:  Odatv.com

KÜÇÜLÜP KÜÇÜLÜP DE CEBİME GİR!      

KÜÇÜLÜP KÜÇÜLÜP DE CEBİME GİR!      

 

 

Tarih sahnesine girerken asker millet diye girmişiz. Orta Asya’daki Afanesyova Kültürü’nde bulunan ve MÖ 3 binlere ait savaş aletlerinden belli.

Tarihte ilk ve en kalıcı imzayı MÖ 209’da kadim atamız Mete Kağan’ın Ordu ve 10’lu Sistemi kurmasıyla atmışız. Ki kullanılan terimler ve teşkilatlanma modeli halen Ordumuzun çekirdek yapısında mündemiçtir. Hatta şu anki Kara Kuvvetlerimizin bröveleri bile örgütlü askerî maceramızın 2228 yıllık ispatıdır.

Yerleşmek amacıyla 1000 yıl önce Çağrı Bey komutasında Anadolu’ya yaptığımız o meşhur Keşif Seferi’nde de, 948 yıl önce Sultan Alparslan’ın Muş coğrafyasında kazandığı o muhteşem Zafer’de de “Ordu & Millet” olan Türklerin askerî başarıları destanlaştırılır.

Osmanlı’nın kuruluşu ve yükselişi savaş stratejileri üzerine bina edilmiş yönetim organizasyonlarıyla şekillenmiştir. Osmanlı’nın dağılma sürecinden atom filizi hükmünde yeni bir devleti çıkarabilmemiz de 100 yıl önce idealist ve kahraman generallerimiz tarafından mümkün kılınabilmişti.

Mondros denilen ve bize karşı söylenen “Eller Yukarı!” Ateşkes Antlaşmasının özeti de –  7/24’e gizlenen – Ordumuzun terhis ve teslimidir. Sarı Paşa’mızın Gençliğe Hitâbe’sinin “Cebren ve hile ile” diye başlayan kısmı bunu anlatır ve halen canlıdır.

Biz lisedeyken yani 30-35 yıl önce Türkiye’nin nüfusu 50 milyon, Ordu mevcudu ise 1 milyonun az altındaydı. 2019 yılına geldiğimizde Suriyeliler hariç nüfusumuz 82 milyon, Ordu mevcudumuzsa 300 binin biraz üstünde.

Norveç yada Yeni Zellanda’da otursak “Her Türk asker doğar” diye tarihe kayıtlı olmamıza rağmen büyük bir ordu beslemeye gerek yok, savunma teknolojilerine ağırlık versek yeter derdik. Yoksa Türkiye’nin konumu ve koordinatları değişti de haberimiz mi olmadı?

Bildiğimiz kadarıyla Bağımsızlık kararını geçici olarak engellediğimiz Barzanî’nin Kuzey Irak’ta roketli, tanklı, helikopterli 250 bin kişilik Peşmerge Ordusu var. Başmüttefiğimiz (!) tarafından yine aynı şekilde silahlandırılan PYD YPG Güçleri’nin de 70-75 bin kişilik mevcudundan bahsediyoruz.

Yunanistan son 10-15 yılda bizden çaldığı 18 ada ve 1 kayalığı bile silahlandırıyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bütçesini çok aşacak şekilde savaş gemisi, tank, top ne varsa alıp alıp biriktiriyor. Zaten Doğu Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölge ve sondaj parsellerinden dolayı kırmızı alarm durumundayız.

Şimdilik aramızın fena olmadığı Rusya, Kırım Türklerinin özerk meclislerini de dağıtarak Kırım’ı ilhak etti, Sivastopol’u doğrudan Moskova’ya bağladı. Donetsk ve Luhansk’ı yani Ukrayna’nın Doğusunu koparıp orda Küçük bir Rusya (MaloRus) kurma faaliyetini ise askerî açıdan desteklediği milislerle sürdürüyor. Üstüne üstlük Suriye’de komşu olduk. İdlip’te onlarla beraber, Menbiç’te ise Amerikalılarla beraber devriye atıyoruz. Rusya’dan izin alamasaydık ne Fırat Kalkanı ne de Zeytin Dalı Harekâtını yapabilirdik. İlişkilerimiz tekrar 4 yıl öncesindeki Rus Uçağının düşürüldüğü vaziyete gelirse ne yaparız?

Mevzu uzuyor; İran hedefte, ABD karadan ve denizden sınırlarımızda tatbikat yapıyor. Biz ne yapıyoruz; “Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan” Türk Ordusu celplerle 75 bin, 75 bin azaltacak Yeni bir Askerlik Kanunu çıkarıyoruz. S-400’ler ile F 35’ler arasında hayatımızın yazı-turasını atacak hale gelmişiz; para bedelli askerliği kalıcı hale getiriyoruz. Ülkede 5 milyondan fazla kayıtdışı vatandaş (!) var, sınırlarımızdan giren-çıkan belli değil, Bursa caddelerinde insancığın biri kafa kesmekten bahsediyor; bizse “Gerekli görülen sahalarda özel olarak görevlendirilen gönüllüler” için Cumhurbaşkanına ‘muafiyet’ yetkisi verdiriyoruz.

Türk Ordusunu ‘cep ordu’ yapmaya mı niyetlendik? Kimin cebine koyacağız?

İstanbul Seyahat A.Ş Yeni Havalimanı için Tekirdağ ve Çorlu dan tarifeli seferlere başladı

İstanbul Seyahat A.Ş Yeni Havalimanı için Tekirdağ ve Çorlu dan tarifeli seferlere başladı

 

Başta Trakya bölgesi olmak üzere Türkiye’nin sahil şeritlerine Akdeniz, Ege ve Karadeniz bölgesinin büyük kısmına birinci kalite ve güvenilir hizmet sunan İstanbul Seyahat A.Ş, İstanbul Havalimanına ulaşım için Tekirdağ ve Çorlu dan karşılıklı olarak havalimanı seferlerine başladı.

 

Türsab (Türkiye Seyahat Acentaları Birliği) üyesi olan İstanbul Seyahat A.Ş Türsab Trakya bölgesel yürütme kurulu ile birlikte hareket ederek daha önceki dönemlerde Trakya bölgesinden İstanbul Atatürk havalimanına ulaşımda yaşanan zorlukları bu proje ile ortadan kaldırmayı hedefliyor.

 

Trakya bölgesinin lider turizm firması, yeni İstanbul Havalimanı işletmecisi İGA tarafından düzenlenen şehirlerarası yolcu taşımacılığı ihalesinin Tekirdağ-Çorlu-İstanbul Havalimanı güzergâhında tarifeli sefer düzenleme haklarını aldı.

 

Trakya bölgesinden havalimanına yapılan seferlerde tek yetkili taşımacı olan İstanbul Seyahat A.Ş, 15 Nisan 2019 tarihinden itibaren yolculara hizmet vermeye başladı.

 

  • Başlangıç noktası, Tekirdağ Otogar olan seferler, 24 saate yaygın bir şekilde her 2 saatte bir Tekirdağ-İstanbul Havalimanı güzergâhında karşılıklı olarak düzenleniyor.
  • İstanbul Seyahat A.Ş, ayrıca Trakya bölgesinin diğer il ve ilçelerinden de Çorlu Ağır Bakım Hareket Merkezi’n de yolcu aktarma ve transfer hizmeti sağlıyor.
  • Kapaklı-Çerkezköy-Çorlu ve Lüleburgaz-Çorlu arasında ücretsiz transfer hizmeti sunuluyor, Çanakkale-Keşan-Malkara güzergahından gelecek yolcular için ise-Tekirdağ seferleri ile İstanbul Havalimanı seferleri entegre edilmiş bulunuyor.
  • Sefer saatlerimiz için istanbulseyahat.com.tr adresin den havalimanı seferlerine tıklayarak bilgi alabilirsiniz.
  • Ulaşım bedeli ise 50 TL.
  • Havalimanı seferleri için direk telefon numarası ise: 0533 209 15 59

Doğu Akdeniz’de İkinci Sevr ve Hayali Türk – Amerikan Deniz Savaşı

Doğu Akdeniz’de İkinci Sevr ve Hayali Türk – Amerikan Deniz Savaşı

ABD’nin denizlerde ve okyanuslarda en büyük rakiplerinden birisi olan Rusya’ya karşı uygulanacak harp oyunlarında bile suni savaş senaryosu kullanılırken, NATO müttefiki bir ülkenin senaryoda açık şekilde düşman statüsüne alınması Türkiye’ye ciddi bir mesaj ve diplomatik hakarettir.

 

Yüzbaşı Decatur ve Trablusgarp (1804) Çatışması tablosu.

 

Yazılarımı sürekli okuyanlar bilir. Denizde vekalet savaşı olmaz. Karada PKK ve IŞİD gibi devlet dışı aktörlerle savaşırsınız ancak denizde ulus devletler savaşır. Türk ordusu gerek Fırat Kalkanı gerekse Zeytin Dalı harekatında vekiller ile savaşıyor görünebilir ancak savaşın gerçek karşı tarafı topyekun Atlantik cephedir. Bu durumun hükümetler arası ilişkilerin diplomasi yolu ile yürütülmesine engel teşkil etmediğini söyleyebiliriz. Ancak denizde bu strateji uygulanamaz. Hele çıkar çatışma alanı Doğu Akdeniz ise…

 

JEOPOLİTİK AĞIRLIK MERKEZİ: DOĞU AKDENİZ

21’inci yüzyılda Türkiye’nin en ciddi jeopolitik sorun alanı Doğu Akdeniz’dir. Zira Atlantik cephe Türkiye’den neredeyse Mavi Vatanın dörtte birinden vazgeçmesini istemektedir. Bu nedenle yaşanan sürece İkinci Sevr dönemi diyebiliriz. 1919 sürümünde anavatanın, 2019 sürümünde Mavi Vatanın parçalanması hedeflenmektedir. Bu kapsamda Doğu Akdeniz’de yaşananlar ve yaşanacaklar Ege sorunlarını gölgede bırakmaktadır. Zira karşımızda dev enerji firmaları ve arkalarında emperyalizmin tarihsel temsilcisi devletler vardır. (Noble Energy ve Exxon-Mobil: ABD; Total: Fransa; ENI: İtalya gibi)

 

İTTİFAK DÜŞMAN OLUR MU?

Ancak durum görünenden çok daha karmaşıktır. Türkiye, mavi vatanını parçalamak isteyenlerle aynı askeri ittifak şemsiyesi altındadır. Paradokslar silsilesi yaşanmaktadır. Bu nedenle Türkiye’ye donanma üzerinden yapılacak baskı ve uyarılar önce çekirdek ikili (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan) ile onların ayrılmaz müttefikleri İsrail ve Mısır aracılığı ile deneniyor. Sonra baskı cephesi büyütülüyor. Tatbikatlar, yeni silah alımları, denizde ve enerjide işbirliği açıklamaları, Türkiye karşıtı AB ilerleme raporları, ABD’nin çok sayıdaki düşünce kuruluşu ve kongre araştırma raporları, Atlantik cephede bazı siyasi kişiliklerin tehdit dolu beyanatları gibi faaliyetler Türk iradesini değiştirmeyi hedefliyor. Bu baskılara ABD Başkanı Trump’un 13 Ocak tweetinde Türk ekonomisi için kullandığı devastate (mahvetmek) fiilini, ya da 20 Mart Kudüs Zirvesinde ABD Dışişleri Bakanının Türkiye için kullandığı malign (habis) tanımlamasını ve son olarak S-400 ve F-35 uçakları üzerinden yürütülen baskı siyasetini de ekleyebiliriz.

 

AMERİKAN SENARYOSUNDAKİ DÜŞMAN: TÜRKİYE

Fakat bu saydıklarımın hiç biri, Amerikan Silahlı Kuvvetleri ateş gücünün Türkiye’ye karşı kullanılmasını açık bir şekilde dile getirmiyordu. Türkiye’deki Amerikan çıkarlarını ve Atlantik Sistemin Türk dostlarını tamamen kaybetmemek için hassas bir dil kullanan ve dolaylı tutum stratejisi uygulayan ABD, bugüne kadar yaptığı Türkiye karşıtı faaliyetlerde (4 Temmuz 2003 Özel Kuvvetlere Çuval Geçirme hadisesi hariç) ya Türkiye’deki FETÖ benzeri işbirlikçi enstrümanları kullanarak kumpas/baskı kurulmasını sağlıyor ya da gerek NATO, gerekse milli tatbikatlarında (Millenium Challenge 2000 gibi) jenerik bir coğrafya, uydurma isimler ya da semboller üzerinden Türkiye’ye mesaj vermeye çalışıyordu. Şimdi bu stratejinin değiştiğini ve ABD’nin vites yükselttiğini görüyoruz. Başkanlığını Yunan asıllı eski NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı (SACEUR), Emekli Oramiral James Stavridis’in yaptığı USNI-United States Naval Institute (ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü) bağımsız, kâr amacı gütmeyen bir düşünce kuruluşudur. Temel amacı, Amerikan deniz gücünün geliştirilmesine strateji, taktik ve fikirler üreterek katkı sağlamaktır. Aktif ve emekli, yerli ve yabancı binlerce üyesi vardır. Her sene onlarca yeni kitap USNI markasıyla çıkarılır. 1986 yılından bu yana çıkarılan “Naval Operations and Fleet Tactics (Deniz Harekatı ve Donanma Taktikleri)’’ isimli referans kitabın Temmuz 2018’de tamamlanan üçüncü baskısının 15. Bölümü, Ege Muharebesi (The Battle of Aegean) adıyla yayınlandı. Bu bölümde ABD Donanması ile Türk Donanması savaştırılıyor. Birinci baskıda hayali Amerikan-Sovyet deniz savaşı suni bir harita ve senaryo üzerinden; ikinci baskıda (1999) suni bir coğrafyada kıyı sularında deniz harbi işlenirken, son baskıda gerçek haritalar ve gerçek olgular kullanılmış. USNI’nin yayınladığı referans bir kitapta, bir NATO üyesini açıkça düşman statüsünde görmesi ciddi bir sorundur. ABD’nin denizlerde ve okyanuslarda en büyük rakiplerinden birisi olan Rusya’ya karşı uygulanacak harp oyunlarında bile suni savaş senaryosu kullanılırken, NATO müttefiki bir ülkenin senaryoda açık şekilde düşman statüsüne alınması Türkiye’ye ciddi bir mesaj ve diplomatik hakarettir. Zira kitabın önsözü ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı tarafından yazılmış ve imzalanmıştır. NATO’da bile tatbikat senaryolarında hedef ülkenin kim olduğu uzmanlar tarafından bilinmesine rağmen, hiçbir zaman o ülkenin ismi doğrudan zikredilmez, suni bir isim kullanılırken, bir NATO ülkesine (Türkiye) karşı, bir başka NATO ülkesinin (Yunanistan) savaşını adeta kışkırtan ve daha sonra, tüm askeri ve siyasi gücü ile o ülkenin yanda savaşa katılacağın açıklayan bir senaryo, bulunabilecek en hafif tabiri ile, skandaldır. İlk iki baskısı sadece duayen deniz taktik uzmanı Wayne Hughes tarafından yazılan kitabın 3. Baskısında yeni yazar olarak E. Amiral Grier yer almış. Bu baskıda yeni kavramların ve özellikle Türk Amerikan çatışmasının eklenmesinde 90 yaşına gelen Hughes’un rolünden çok, müktesebatı modern deniz taktikleri, bilgi harbi, asimetrik harp, suni zeka, insansız araçlar, mayın harbi ve denizaltı savunma harbi olan, uzun yıllar NATO’da ve ABD Deniz Akademisinde çalışan Amiral Grier’ın rolünün öne çıktığını söyleyebiliriz.

 

DOST GÖRÜNEN DÜŞMAN: TÜRKİYE

Senaryo, Kıbrıs’a Yunanistan’ın balistik füzeler yerleştirmesini Türkiye’nin bunu önlemesi ve fırsattan yararlanarak benzer silahların yerleştirileceği Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve İstanköy adalarını işgal etme niyeti üzerine kurgulanmış. Başlangıçta senaryonun Türkiye’yi hedef almadığı, 1920 yılında Amerikan donanmasının İngiliz donanmasına karşı oynadığı harp oyunlarına benzetilerek kurgulanmış olduğu belirtilse de, metinde Türkiye için ‘dost görünümlü güçlü bir düşman’ ifadesi kullanılması bu kabullenmeyi baştan çürütüyor. Türkiye’nin İslami değerlere sahip çıkan, ancak fanatik teokratik yaklaşıma sahip olmayan bir ülke olduğu belirtilen (her nedense laik-secular kelimesi kullanılmamış) senaryoda, Amerikan ateş gücünü Türk anavatanına yönlendirmenin ABD çıkarları için bir felaket olacağı vurgulanıyor.

Senaryo gereği, Ege’de gerçekleştirilen deniz kampanyasında silahlı çatışma alanı olarak sadece deniz tarafı kullanılmış. ABD 6. Filosu, başlangıçta Yunanistan’ın ve Güney Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü sağlamak ve Yunan Donanmasının yokoluşunu önlemek için Kıbrıs’a giden Türk amfibi konvoyuna ve filosuna karşı Aegis sınıfı kruvazörleri gönderiyor. Türkiye birini batırıyor. Onlar da adaya giden Türk tank çıkarma gemisini (LST) batırıyor. Gemiyle birlikte 700 kişi kaybediliyor. Daha sonra savaş Ege’ye yayılıyor, Türkiye Boğaz önü ve Doğu Ege adalarını işgale yöneliyor.

 

TÜRKİYE’Yİ TAMAMEN KAYBETMEMEK

  1. Filonun hedefi amfibi gücü adalara varmadan diğer muharip unsurlarla birlikte imha etmek. Bunun için de Türk savaş gemilerinin karşısına yem olarak 6 adet korvet tipi gemi çıkararak Türk unsurları açık denize çekmek. Bu gemiler Türkleri oyalarken senaryoda gelecekte sahip olunması gerektiği vurgulanan 8 adet Phantom ismi verilen ve her biri 10 tane taktik balistik füze taşıyan kıyı sular saldırı gemileri ile Türk donanmasının işini bitirmek hedefleniyor. Senaryoda çok güçlü düşman olarak gösterilen Türkiye’ye karşı Ege’deki Türk kıyılarından itibaren tam bir deniz kontrolünün tesisi amaçlanıyor. Kıyı sularda deniz savaşının değişik taktik, doktrin ve muharebe sistemleri gerektirdiği ve yeni gemi tipleri ile silahlara olan ihtiyaç öne çıkarılıyor. Senaryoda amacın, savaşı karaya yaymadan sadece denizde kısıtlı ve emniyetli bir hareket yaparak riski azaltmak olduğu belirtiliyor. Böylece hem Türkiye’yi tamamen kaybetmemek ve aynı zamanda Amerikan gemi ve can kaybını artırmamak amaçlanıyor. Genelde bilgi harbi ve insansız sistemlerin kullanılmasına vurgu yapılan senaryoda 6. Filo süper kahraman olarak gösterilmiş ve sayısal olarak güçlü Türk donanmasının karşısına zaman kaybetmeden çıkarılmış. Senaryo bu meydan okumayı İkinci Dünya Savaşının Pasifik Cephesinde Japonya’ya karşı kazanılan Midway savaşına benzetiyor. Avrupa Amerikan Deniz Kuvvetleri Komutanının akış içinde “barışı sağlamak için kan dökmenin gerekli olduğuna inanıyorum’’ sözü dikkat çekiyor. Senaryo Amerikan Başkanını tam bir Yunan hayranı yaparken, Amerikan Milli Güvenlik Kurulu Kıbrıs’a yönelik fiili bir harekatın ABD’ye yapılmış olacağı tehdidini ihmal etmiyor. Yunanistan’a da hiç bir adasının işgal edilmeyeceği garantisi veriliyor. Her nasılsa savaşı Türkiye, Amerikan kruvazörünü batırarak başlatıyor. Senaryoda dikkat çeken bir diğer önemli husus, Ege gibi kıyı sularda Amerikan donanmasının bu sahada tecrübeli Türk donanması karşısında büyük riskler alamayacağı ve gemi kayıplarına tahammül edemeyeceğini belirtmesi. Bu nedenle Truman uçak gemisi, Türk Hava Kuvvetleri ve Türk gemilerinin füze menzili içine sokulmuyor. Diğer taraftan kıyı sularda Harpoon benzeri gemiye karşı güdümlü mermilerin de ana kara ve adaların gölgesi nedeni ile güvenilir olmayacağı genellemesi yapılıyor. Senaryoda Ruslar da Türkleri ikna için aracı olarak kullanılmış. “Türklere söyleyin. Adaları işgal etmesin.’’

 

SEMBOLLER VE MESAJLAR

Amerikalı meslektaşlarımız semboller üzerinden mesaj vermeyi de ihmal etmemişler. Amerikalı Oramiralin İtalya’daki NATO görevinden ve Rhode Island/Newport’taki Deniz Harp Akademisinden arkadaşı olan Türk Donanma Komutanının adı Oramiral Mehmet Abdül. Yazar, Abdül’ün Birinci Dünya Savaşında İngilizlerin Türkleri medyada küçük gördüğü karikatür ve yazılarda kullandığı bir tabir olduğunu bilmediğimizi sanıyor olabilir. Diğer sembol isim açık olarak verilmiş ve izah edilmiş. Phantom filosunun iki komutanından birisinin adı Albay Stephanie Decatur. Bayan subaya verilen soyadı da 1804 yılında Cezayir Dayısını yenerek Berberi gambotunu ele geçiren Deniz Yüzbaşı Stephen Decatur’dan geliyor. Amerikan Donanmasının ilk deniz zaferi olarak kabul edilen olayı resmeden ve yere düşen Türk bayrağını da gösteren Dennis Malone’nun yağlı boya tablosu, Pentagon’da ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı makam odası girişinde bulunuyor.

 

GÜNCEL NAVARİN TEHDİDİ

Söz konusu kitabın 15. Bölümü salt bir deniz taktik kitabının çok ötesindedir. Türkiye’nin Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de çıkarlarını korumak için Yunan deniz gücü ile karşı karşıya kaldığında Amerikan gücünün kayıtsız şartsız Yunanistan’ın yanında olacağını ve bu uğurda gerekirse Türk donanmasını imha edebileceğinin açık mesajını veriyor. Durumu 1827 yılında Pilos’ta yaşanan Navarin Baskını şartlarına benzetebiliriz. Reel politik düzlem ile bu senaryo bir arada değerlendirildiğinde, Doğu Akdeniz’de, kontrolü giderek güçleşen askeri yığınaklanmanın devam ettiği; Türkiye ve KKTC’nin deniz yetki alanındaki meşru haklarına şirketleri üzerinden araştırma ve fiili delme, faaliyeti ile meydan okuyan; resmi açıklamada Türkiye’ye “habis” diyebilen siyasi ittifakların yer aldığı bir ortamda, ABD Deniz Enstitüsü tarafından yayınlanan bu senaryo, düşmanca bir niyetin yansıması ve Türkiye’yi hala Bon Pour L’Orient (şark için iyi) olarak görme temayüllerinin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.

 

DİKKAT EGE’YE ÇEKİLİYOR

Senaryonun ve taktiklerin Ege harekat alanı açısından eleştirisi için sayfalar yetmez. Ancak söylenmeden geçilemeyecek husus, senaryoda bir savaşta son sözü söyleyecek Türk denizaltılarından hiç bahsedilmemiş olmasıdır. Pek çok maddi hata ve yanlış bilgi ile bu senaryo ve hal tarzının, hiç bir yerinde Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin kıta sahanlığını koruma kararlılığı ve hidrokarbon kaynakları mücadelesine yönelik gönderme yapılmaması da çok ilginçtir. Halbuki bugün için asıl mesele Ege’deki durumdan çok daha önemli olan Doğu Akdeniz enerji kaynakları mücadelesidir. Bir bakıma kurguda, Türkiye’yi Ege sorunlarına çekerek, Doğu Akdeniz yetki alanı paylaşım mücadelesini ikinci plana atmasını arzulayan bir mesaj verilmeye çalışılmıştır. Senaryoda Türkiye’nin Avrasya’ya ve özellikle Rusya’ya tamamen yönelmemesi için de tedbirler alındığını görüyoruz. Örneğin Türk Amfibi gücünü önlemek için çok fazla can kaybına neden olacağından denizaltıların kullanılması ya da ana karaya hava saldırısı istenmiyor. Yani Türk kamuoyunu kazanmak için açık kapı bırakılıyor.

 

YUNANİSTAN’A VE RUMLARA GÖREV

Diğer yandan Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a bu senaryo ile aslında bir görev verilmektedir. “Türkiye’nin askeri gücü çok artmıştır, siz şimdi ön alırsanız, bizim de desteğimizle Türkiye’yi yener, karada ve denizde siyasi hedeflerinize ulaşırsınız.” Geçmişte emperyalizmin benzer teşvikleri ile kendi başlarına “Küçük Asya” felaketini getirmiş olanların, bu ucuz ve çok tehlikeli senaryoda yer alıp almayacaklarını bilemeyiz.

 

BİLGE DEVLET ADAMLARI NEREDE?

Diğer taraftan bazı Amerikalıların İkinci Dünya Savaşının bilge amirallerinden ders alması gerekiyor. Mesela Amiral King ve Amiral Leahy başta Başkan Truman olmak üzere karşı cephenin yoğun baskısına rağmen 1945 yılında Japonya’ya karşı nükleer silahların kullanılmasına açıkça karşı çıkmıştı. Bugün de ABD devlet sisteminde savaş çığırtkanlığı yapanları dizginleyecek akil devlet adamlarına ihtiyaç var. Sadece denizde kısıtlı kalacağını hayal ettikleri Türk Amerikan savaşının söz konusu koşul sağlansa bile yaratacağı deprem ve kıracağı fay hatlarını Amerikalılar düşünemiyor mu? Türkler ve Türk Donanması, anavatan ve mavi vatanın bir karışını vermez. Bu uğurda güç kullanım tehdidi ve savaş ile caydırılamaz. Ege’de veya Doğu Akdeniz’de 1827 ve 1919 koşullarını geri getirmenin, mantık dışı senaryolarla Türkiye’ye mesaj vermenin zamanı geçmiştir. Zaman, deniz dibi kaynaklarının ve deniz yetki alanlarının kıyıdaşlar arasında hakça paylaşılması için müzakere edilmesi; Ege’de başta karasuları genişliği sorunu olmak üzere Yunan oldu-bittilerinin Türkiye’nin hayat alanını nasıl kısıtlayacağının anlaşılması zamanıdır. Zaman, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın ulusal güçlerinin ötesinde hayaller ile Türk mavi vatanından hırsızlık yapma teşebbüslerine son vermeleri zamanıdır.

 

CHURCHİLL DERSLERİ

Diğer yandan yazarlara, Birinci Dünya savaşında Türkler için kullanılan Abdül’ün yerini Mehmetçiğin aldığını hatırlatalım. Beğenmedikleri Abdül, Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşında Mehmetçiğe dönüştü. Churchill’in Lozan sonrası hatıratındaki ifadesi ile: “Türklerin yeniden Avrupa’ya girmeleri, müttefikler için en kötü aşağılanmadır… Müttefiklerin zaferi hiçbir yerde Türkiye’deki kadar tam olmamıştı. Şimdi galibin gücü hiçbir yerde Türkiye’deki kadar gösterişli bir şekilde aşağılanmamıştır.” Amerikalı meslektaşlarımızı tarih okumaya davet ediyoruz. Unutulmamalıdır ki, karşılıklı saygı ve anlayış üzerine inşa edilecek Türk – Amerikan dostluğunun küresel barış ve istikrara katkısı, bu ucuz senaryoların yaratacağı karmaşa ve yıkımdan çok daha değerlidir.

Başta Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarımız olmak üzere devletimizin sorumlu makamları kuşkusuz bu senaryoyu ciddi şekilde değerlendirecektir. Ancak, Türk ve KKTC kamuoyu, devlet yönetiminde bulunanlardan, bu konuda yaptıkları/yapacakları resmi girişimler ve gösterdikleri kararlılıkla ilgili aydınlatıcı açıklamayı da beklemektedirler.

AB’nin Türkiye hayalleri

 

 

Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs adasının Kuzey yarısında yaşamlarını sürdüren Kıbrıslı Türkler ile Türkiye’yi yok sayarak tek taraflı ilan ettikleri egemenlikleriyle, tek başlarına anlaşmalar yapmakta, ittifaklar imzalamakta. Tabi burada önemli olan Rumların ne yaptığı değil, üst akılların bölgedeki girişimleri.

 

Rusya’nın asırlardır süregelen arzusu Doğu Akdeniz’de güvenli bir yerinin olması. Adının ne olduğu çok önemli değil. İstediği, Kıbrıs’taki Ağrotur (Akrotiri) ve Dikelya gibi tamamen kendine ait toprağının bulunması. Körün istediği bir göz Allah vermiş iki göz misali şimdi Rusya’nın hem tamamen kendi kontrolünde bir deniz limanı var, hem de Ağrotur gibi… Tabi bir de hava üssü.

 

Gelelim aynı bölgeden bir taş atımı uzaklıktaki Suriye’ye. Suriye’nin petrol üretimi bilinenden çok daha fazla ve zengin. Petrol yerin sadece 250 metre altında. Çıkarması çok kolay. Toplam olarak 14 petrol kuyusu var ve üretimi de 6-7 milyar varil civarında. Kıyaslama yapmak gerekirse, dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip olduğu iddia edilen Suudi Arabistan’ın petrol üretimi ise 12 milyar varil düzeyinde. Sadece bu bilgi bile niye Rusya’nın ve ABD’nin Suriye’de olduklarını açıklamakta. Doğu Akdeniz’deki doğalgaz yatakları da üç aşağı, beş yukarı aynı konumda.

 

Rusya’nın dünyanın en zengin doğalgaz yataklarına sahip olduğu iddia ediliyor ancak

2009 verilerine göre İsrail’in Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) içinde yer alan Tamar’da 260 milyar metre küp (m3) ve Leviatan’da da 450 milyar m3 doğalgaz rezervi bulunmakta.

2012 verilerine göre de Afrodit bölgesinde 200 milyar m3 doğal gaz rezervi bulunmakta.

Bölgedeki toplam doğalgaz rezervi yaklaşık 900 milyar m3 civarında. Bu rakam ise Rusya’daki rezervin yarısına denk gelmekte.

 

Suriye ve Kıbrıs’ta mevcut sorununun niye çözülemediğinin yanıtını veriyor bölgedeki petrol ve doğalgaz kaynaklarının varlığı ve büyüklüğü. Gerçekte sorunun kökeninde yatan üst akıl Avrupa Birliği (AB).

 

AB’nin yumuşak karnı enerji.

Avrupa kıtasında artık ne kömür kaldı ne de başka bir toprak altı zenginliği. Yaşam koşullarının maddi açıdan zorlaşması nedeni ile aileler küçüldü, nüfus artmak yerine gerilemeye başladı. Yüzyıllardır sömürgelerinden elde ettikleri varlıklarını yemeye başladılar. Enerji gereksinimlerini de Rusya’dan petrol ve doğalgaz alarak karşılayabiliyorlar. Diğer üretici ülkelerden tedarik edilen petrol ve doğalgaz taşımacılık ve depolama nedeni ile Rusya’nınkinden daha pahalı. Kısaca AB’nin boğazına Rusya’nın eli yapışmış durumda. Rusya AB’nin boğazını sıkarsa AB ölmez ama yaşam koşulları daha da zorlaşır.

 

AB bu olasılığı bertaraf edebilmek için Rusya’yı devre dışı bırakmak istiyor ve bu nedenle de gözünü Suriye’ye ve Doğu Akdeniz’e dikti. Niyet çok açık; Suriye’de PYD ve PKK’yı silah ve para desteği ile güçlendirmek, silahlı terör gücünün sayısını 60 bine çıkartmak, ki an itibarı ile bu sayı 60 bini geçmiştir, Kuzey Irak’tan başlamak üzere Doğu Akdeniz’e kadar ulaşan güvenli ve PYD-PKK kontrolünde bir bölge oluşturmak ve bu bölgeye petrol boru hattını döşeyerek Kerkük petrolünü kendi kontrolündeki bu bölgedeki bir limana akıtmak ve Avrupa’ya göndermek.

 

Aynısını da doğalgaz konusunda yapmak için AB düğmeye basmış durumda. Hedefi Doğu Akdeniz’den çıkarılacak doğalgazı da İsrail, Kıbrıs Rum ve Yunanistan arasında yapılacak bir anlaşma ile Avrupa’ya taşımak. Hafta içinde Lefkoşa’da Kıbrıs Rum, Yunanistan ve İsrail liderleri toplanarak 2018 sonunda East Med doğal gaz boru hattı projesinin mutabakatını yaparak, imzalar attılar

 

Anlaşmalar yapmak tek başına bir önem arz etmemekte. Önemli olan yapılan anlaşmanın sürdürülebilir olması. Bunun için de AB’nin ileriye dönük 3 aşamalı bir de stratejik planı var.

  • Türkiye’de önümüzdeki 10 sene içinde iç savaş çıkarılması,
  • İsrail ile Suudi Arabistan’ın bölgede stratejik ortak ve müttefik haline getirilmesi,
  • PKK-PYD terör örgütünün, hukuk dışı olmaktan çıkarılarak yasal hale getirilmesi.

 

Bu pembe ama olmazsa olmaz hayale engel olabilecek bir tek ülke var bölgede. Bu nedenle de ekonomi ve terör başta olmak üzere her türlü yöntemle, her yönden saldırılıyor anavatan Türkiye’mize…

 

Prof. Dr. Ata ATUN

KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

Mersin Büyükşehir Belediyesi, UNESCO ile Avrupa Akdeniz Kültür Şehirleri Birliği’ne Üye Oluyor

Mersin Büyükşehir Belediyesi, UNESCO ile resmi ortaklık ilişkisi bulunan Avrupa Akdeniz Kültür Şehirleri Birliği’ne üye olma yolunda ilerliyor.

12 değişik ülkeden 31 üyesi bulunan Avrupa Akdeniz Kültür Şehirleri Birliği’ne üye olmak için hazırlıklarını tamamlamaya başlayan Mersin Büyükşehir Belediyesi, bu üyelik sayesinde Mersin’in tarihi ve kültürel anlamda artılar kazanmasını istiyor.

Yenilikçi uygulamaların kültürel mirasa uyumlu şekilde entegre edilmesi, üye şehir ve bölgelerin ekonomik anlamda gelişmesine katkı sağlaması açısından önemli bir birlik olan Avrupa Akdeniz Kültür Şehirleri Birliği’ne üye olmaya hazırlanan Büyükşehir Belediyesi’nin üyeliği kent için büyük önem arz ediyor. Ayrıca Büyükşehir Belediyesi’nin AVEC’e üye olması halinde, Akdeniz ülkeleri arasında kültürel ve tarihi mirasa sahip bir kent olan Mersin, tarihi mirasın sürdürülebilir kalkınma için itici güç olmasında katkı sağlayacak.

AVEC tarafından yapılan sınıflandırmaya göre de Türkiye, nüfusu 200.000 kişinin üzerinde olduğu için 2. kategoride yer alıyor ve yıllık üyelik ödemesi yaklaşık 1350 Euro olarak belirlenmiş.

AVEC nedir?

Tarihi ve kültürel mirasa sahip şehir ve bölgelerden oluşan bir ağ olan AVEC, 1997 yılında kurulan ve 2015 yılından bu yana UNESCO ile resmi ortaklık ilişkisini sürdüren bir birlik. Birlik, kültürel mirasın yönetimi, değerinin ortaya çıkarılması, doğal afetlere karşı korunması gibi konulardaki başarılı olmuş uygulamalar noktasında bilgi alışverişi atölye çalışmaları ve uluslararası projeler yürütüyor.

Birliğin hedefleri arasında, kültürel ve tarihi mirastan sürdürülebilir kalkınma için itici güç olarak faydalanılması, yenilikçi uygulamaların kültürel mirasa uyumlu biçimde entegre edilmesi ile üye şehir ve bölgelerin ekonomik anlamda gelişmesine katkı sağlanması yer alıyor. AVEC, sürdürülebilir şehircilik ve miras, risk yönetimi ve bölgelerin ön plana çıkarılması ile gerçekleştirilen çalışmaların temel yönelimlerini içeriyor. AVEC’e üye olmak için Avrupa – Akdeniz ülkelerinden birisinde tarihi mirasa sahip bir şehir veya bölge olmak, bu konudaki şartı kabul etmek, ağın faaliyet ve toplantılarına düzenli olarak katılım sağlamak ve yıllık üyelik aidatının ödenmesi gerekiyor.

Ağa üye belediyeler arasında Belçika’nın Arlon, Hırvatistan’ın Osijek, İspanya’nın Baeza ve  Mellilia, Fransa’nın Arles, Bastia, Cahors, Narbonne, Nimes ve Tours, Macaristan’ın Szombathely ve Babolna, Lübnan’ın Dannieh, Malta’nın Birgu ve İsla, Fas’ın Chefchaouen, Portekiz’in Beja, Evora, Freixo de Espada a Cinta, İdanha-a-nova, Macedo de Cavaleiros, Mertola ve Tavira, Romanya’nın Arad, Sırbistan’ın Bela Palanka, Kragujevak, Mediana, Nis, Niska Bnaja ve Novi Pazar ile Tunus’un Sbeitla şehri yer alıyor.

Ayrıca Mersin Büyükşehir Belediye Meclisi Şubat Ayı Toplantısı’nın 2’nci birleşiminde Avrupa Akdeniz Kültür Şehirleri Birliği’ne Büyükşehir Belediyesi’nin üye olması hakkındaki teklif de oy birliği ile kabul edilmişti.

İzini bırakıp giden babam Hakkı Atun

İzini bırakıp giden babam Hakkı Atun

ata-atun-Hoca (1)Rahmetlik Babam Prof. Dr. İbrahim Hakkı Atun bundan tam sekiz sene evvel Allah’ın Rahmetine kavuştu, sessiz, sakin ve yüzünde bir gülümseme ile. Sabah uyandığımızda bizi çoktan bırakıp gitmişti.

Kendisi gitti ama Kurucusu olduğu Van 100. Yıl Üniversitesi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Elazığ Veteriner Enstitüsü, Pendik Veteriner Enstitüsü gibi bilim yuvaları, Doğu Akdeniz Üniversitesi Vakıf Yönetim Kurulu Başkanlığı, Yakın Doğu Üniversitesi Rektörlüğü ve daha 1975 yılında KKTC’nin Üniversiteler adası olmasının fikrini ortaya atarak kıvılcımı çakması gibi eserleri bu dünyada kaldı. Belli ki uzun bir müddet daha kalmaya da devam edecek.

Herkesin babası kendine kıymetli ve özel, ancak benim babam yokluk yıllarının Kıbrıs’ında, daha yirmi yaşına bile girmeden, yol, sokak bilmeden, elinde tahta bavulu ile canını dişine takarak tek başına yollara düşmüş bir gözü pek. Hayatında ilk kez gördüğü adına gemi denen taşıta Larnaka’dan binerek yollara düşmüş, Karpaz bölgesinin imamı ve hocası olan babası (dedem), rahmetlik Mehmet Rifat Efendi’nin birkaç hayvanını satarak cebine koyduğu üç beş kuruş ile.

Olgunluk sınavını geçip, kazandığı Türkiye Cumhuriyeti’nin verdiği yatılı burs ile Ankara Üniversitesine kaydını yapmış. Şansa bakın ki Ankara Üniversitesi’nde eğitime başlayan babam, Atatürk ile karşılaşma şansına da sahip olmuş, hem de birkaç kez. Yatılı okul dışındaki yaşam giderlerini karşılayabilmek için çeşitli işler yapmış babam. Kravat, çorap, cüzdan ve kemer imal etmiş, eski bisikletleri alıp, yenileyerek satmış. Fakirlik kolay değil. ABD’de burslu olarak hem Lisans Üstü eğitimini tamamlamış hem de laboratuvarlarda çalışmış. Dönüşünde mecburi hizmet olarak Elazığ’a tayin edilmiş. Boş duramayan babam, 1952 yılında T.C. Tarım bakanlığını ikna ederek “Elazığ Bakteriyoloji ve Seroloji Enstitüsü”nü kurmuş babam, hem de sıfırdan, aynen Van Yüzüncü Yıl Üniversitesini seneler sonra gene sıfırdan kurduğu gibi. O dönemde birkaç parça laboratuvar aletinin uluslararası patentini de almış babam. Bunlardan en ünlüsü “Atun pensi”. Başbakan Adnan Menderes, eli değsin, adam etsin diye babamı Elzaığ’dan İstanbul’a, Pendik Veteriner Enstitüsüne tayin ettirmiş, görevini tamamlayınca da Ankara’ya almış babamı. Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) babamın farkına varınca da babamın yurt dışı görevleri başlıyor. Bu nedenle kıl payı Hindistan’da doğmadım.

Babamı İngiliz Sömürge Yönetimi de rahat bırakmıyor ve 1950’lili yılların ikinci yarısında Kıbrıs’taki bir salgın hastalık nedeni ile adaya çağrılan babam önce Lefkoşa’daki Laboratuvarın başına getiriliyor, sonra da adanın tüm ilçelerinde görev yapmaya başlıyor. Önemli bir görevde olduğu için de Grivas hariç, Makarios dahil, dönemin tüm Rum ve Türk siyasileri ile tanışmak fırsatım oldu. Irak’taki General Kasım hükümeti Türkiye’den ve Dünya Sağlık Teşkilatı’ndan salgın hastalık uzmanı isteyince babama Irak yolu gözüktü ve ertesi yıl babamın tayini Irak’a, Bağdat Üniversitesine çıktı. Bu defa da Irak’ın önemli kişileri ile tanışmaya başladım. Saddam Hüseyin’ini de sadece bir kez Türkiye-Irak Ordu Takımları maçında görebilmiştim tribünlerde.

Babamın aklında artık memlekete dönmek vardı ve gözüne de Hacettepe Tıp Fakültesini kestirmişti. Çok titiz biri olan Prof. Dr. İhsan Doğramacı öğretim üyesi seçerken bayağı ince eleyip sık dokumasına rağmen, babamı daha ilk günden işe başlatmıştı ““ününüz sizden evvel buraya ulaştı. Yarın Patoloji bölümünün başkanı olarak görevinize başlıyorsunuz, odanız hazırlanmıştır” diyerek.

Şansa bakın ki, 20 Temmuz 1974 tarihinde başlayan Mutlu Barış Harekatında babam Kıbrıs’tadır. Tıp eğitimindeki bilgilerini kullanarak Mağusa hastanesinde yaralıların tedavisine gönüllü olarak koşar. Mutlu Barış Harekatı’nda arşiv niteliği taşıyacak birçok değerli fotoğraflar çeker ve Mağusa’da yaşanan olayları ölümsüzleştirir. Babam Hakkı Atun’un Başbakan Bülent Ecevit’e ve Başbakan yardımcısı Turhan Feyzioğlu’na bıkmadan yazığı mektupları ile başlayan Kıbrıs’ın üniversite eğitimi merkezi olması süreci, kararlı tutumu ile nihayet olumlu bir sonuca ulaşır ve günümüzün DAÜ’sü olan Yüksek teknoloji Enstitüsü Mağusa’da kurulur.

Patoloji bölümündeki başarıları kendisine Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesinin (kurucu) Dekanlığını getirir. Birkaç yıl sonra da dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı kendisini “Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi”ni kurmakla görevlendirir. Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK) kararından sonra Van Üniversitesini kurmak için yola çıkar ve Doğu Anadolu’nun en iyi üniversitesi olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ni kurarak Kurucu Rektörü olur. Bu görev bir başka gururdur babam için. Hürriyet Gazetesi’nin yazdığı gibi “Elinde bir ibrikle” Van’a gider ve üniversiteyi sıfırdan yaratarak kurar. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi babamın KKTC’ye dönemsinden sonra vefalı davranır ve adını Konferans salonuna vererek ölümsüzleştirir.

1984 yılında, KKTC Cumhurbaşkanı rahmetlik Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş kendisinden Doğu Akdeniz Üniversitesi mütevelli heyetine girmesini ve Teknoloji Enstitüsünden Üniversiteye geçişine yardımcı olmasını ister. Bu talep üzerine KKTC’ye kesin dönüş yapan babam, önce Doğu Akdeniz Üniversitesi Vakıf Yönetim Kurulu üyeliğine sonra da başkanlığına seçilir, Cumhurbaşkanı rahmetlik Rauf R. Denktaş’ın da akdemi konusunda danışmanı olur.

Atun, 1988 yılında Cemaat Meclisi’nin üst katında ilk açılış konuşmasını yaptığı “Yakın Doğu Üniversitesi”nin de bilahare Rektörlüğüne atanır.

Başarılarla dolu yaşamı 2009 yılının 13 Kasım’ında yatağında gece uyurken sessizce son bulur. Vefalı sevenlerinin katıldığı görkemli bir törenle Gazimağusa’da ebedi istirahatgahına defnedilir.
Allah’ın rahmeti üzerinden hiç eksik olmasın, mekanı Cennet’te nurlar içinde yatsın babam.

ata atun babası hakkında ki yazısıProf. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

Beşinci Bisiklet Festivali Kemer’de

 

Beşinci Uluslararası Antalya- Kemer Bisiklet Festivali Kemer Belediyesinin destekleri ile Kemer’de yapılacak. 5.kemer bisiklet.jpg1
Başkan Mustafa Gül’ü makamında ziyaret eden Antalya Bisiklet Festivali Derneği Yönetim Kurlu Başkanı M.Ceyhun Altın ve Yönetim Kurulu Üyeleri Işıl Tutucu ve Adnan Tutucu katkılarından dolayı Başkan Mustafa Gül’e teşekkür ederek bir de bisikletçilerin giydiği forma hediye ettiler.
Festivalin amacını anlatan Bisiklet Festivali Derneği Yönetim Kurlu Başkanı M.Ceyhun Altın, “Bisiklet kullanımını büyük ölçüde yaygınlaştırmak, yurt dışı ve yurt içinden gelecek bisikletçilere Kemer’i tanıtarak turizme katkı sağlamak ve Antalya ve Kemer’de çeşitli bisiklet aktivitelerine uygunluğunu belirtmektir. Uluslararası kimliğe sahip olan festivalimize, daha önceki yıllarda düzenlediğimiz festivalde ülkemizin dört bir yanından gelen bisiklet sevdalıları dışında birçok ülkelerden de bisikletçi dostlarımız katılmışlardı. Eylül ayının sonunda başlayacak olan Antalya- Kemer Bisiklet Festivali için Kemer Belediye Başkanımız Mustafa Gül’ü ziyaret ettik. Başkanımız hiç tereddüt etmeden teklifimize olumlu cevap verdi. Sayın Başkanımız Mustafa Gül’e teşekkür eder yapılacak olan Bisiklet Festivali Kemer halkına hayırlı olsun” dedi 5.kemer bisiklet
Kemer Belediye Başkanı Mustafa Gül ise yaptığı açıklamada; Kemer Belediyesi olarak farklı aktivelerle Kemer’imizin tanıtımına katkı sağlıyoruz. Antalya- Kemer Bisiklet Festivalinin ilçemizde yapılmasının kendilerini mutlu ettiğinin altını çizen Başkan Gül; “Kemer Belediyesi olarak Kemer’de eğitim gören 6-7 ve 8’nci sınıf öğrencilerine yaklaşık 1450 bisiklet dağıttık. Turizm cenneti Kemer bir bisiklet ilçesi olmuştur. Kemer Belediyesi olarak bisiklet kültürünün yaygınlaşması ve zenginleşmesi adına önemli projelere imza atıyoruz ve de önümüzdeki yıllarda da bu projelere imza atmaya devam edeceğiz. Dedi
Kemer Belediyesi’nin desteğiyle 29 Eylül ve 2 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek Bisiklet Festivali, yurt içi ve yurt dışından yaklaşık 350 bisikletçiyi ağırlayacak.
Uluslararası Antalya- Kemer Bisiklet Festivali kapsamında buluşacak bisikletçiler, 4 gün boyunca Kemer ve çevresindeki tarihi ve doğal güzellikleri keşfetmek için pedal çevirecek. Bisikletçiler, Akdeniz’in mavi sularının yanı sıra Beydağlarının yeşillikleri Phaselis Antik Kenti gibi doğal ve tarihi yerleri görme fırsatı yakalayacaklar.

Akdeniz Bölgesel Yürütme Kurulundan Başkan Gül’e Ziyaret

 

(TURSAB) Akdeniz Bölgesel Yürütme Kurulu Başkanı Hakan Şahin ve beraberindeki heyet, Belediye Başkanı Mustafa Gül’ü ziyaret etti.TURSAB
Ziyarette TURSAB Akdeniz Bölgesel Yürütme Kurulu Başkanı Hakan Şahin Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Kerim Çavuşoğlu ve Yönetim Kurulu hazır bulundu.
(TURSAB) Akdeniz Bölgesel Yürütme Kurulu Başkanı Hakan Şahin yaptığı konuşmada; Kemer Belediye Başkanı Mustafa Gül’ün Tüm Türkiye’de şehir şehir dolaşarak Kemer tanıtımını yapmasını takdirle karşılandığının altını çizerek, bu tür çalışmaların tüm belediye başkanlarına örnek olmasını diledi. Bu sezon turizmde büyük sıkıntılar yaşandığını anlatan Şahin; “geçtiğimiz yıllarda turizmde çalışan 120 bin ile 130 bin çalışan bu sezon iş başı yapamadı. İnşallah iç turizmde bir patlama yaşarsak turizmde yaşanan sıkıntılar da azalır.” Dedi

Kemer Belediye Başkanı Mustafa Gül, TÜRSAB Akdeniz Bölgesel Yürütme Kurulu Başkanını ve Yönetim Kurulu üyelerini misafir etmekten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, seyahat acentelerinin ve tur operatörlerinin turizmin temelini oluşturduğunu ifade etti. 2016 turizmine değinen Başkan Gül, Akdeniz Bölgesi turizmden ne kadar etkileniyorsa Kemer’de o kadar etkilenmektedir. Biz Kemer Belediyesi olarak yurt dışı ve yurt içi tanıtım, reklam ve promosyon faaliyetleri ile Kemer’in tanıtım çalışmalarını sürdürüyoruz derken, Kemer bölgesinin bu krizden en az etkilenen bölge olacağının da altını çizmeyi ihmal etmedi.TURSAB.jpg1

AKGİM “HER ZAMAN GENÇLERİMİZİN YANINDAYIZ!”

Saran Holding Yönetim Kurulu Başkanı ünlü işadamı Sadettin Saran,  Batı Akdeniz Teknoloji Geliştirme Bölgesi Antalya Teknokent sponsorluğu ve Akdeniz Üniversitesi Girişimcilik ve İş Geliştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi ( AKGİM) Desteği ile Akdeniz Üniversitesi Girişimcilik ve Kariyer Topluluğu’nun düzenlediği söyleşilerin konuğu oldu.HOL1

Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Konferans Salonu’nda öğrencilerle bir araya gelen İş Adamı Saadettin Saran’a Medya Sektörüne yapmış olduğu yatırımlar ve yaratmış olduğu istihdam nedeniyle Onursal Medya Girişimcilik Ödülü verildi. Saran, Akdeniz Üniversitesi’nde olduğu için mutlu olduğunu belirterek moderatörün ve öğrencilerin sorularını yanıtlayarak tecrübe paylaşımında bulundu ve öğrencilere öğütler verdi.

Her zaman gençlerimizin yanındayız!

Akdeniz Üniversitesi Girişimcilik ve İş Geliştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi ( AKGİM) Birim Koordinatörü Berrin YÜCE, AKGİM’in en önemli misyonlarından birisinin gençliğin duygularını, heyecanını paylaşmak, onları dinleyerek anlamaya çalışmak, içlerindeki eleştirel, muhalif, girişimci, idealist yaklaşımları en etkin ve verimli şekilde topluma kazandırmak olduğunu belirterek, konuk olarak aralarında bulunan İş Adamı Saadettin Saran’a teşekkürlerini sundu.

Girişimcinin Çatısı” projesi ile hizmet vermekteyiz!

Berrin Yüce yaptığı açıklamasında, “ Merkez olarak web portalımızda hemenis.com olarak İnsan Kaynakları alanımız ile gençlerimize hizmet etmekte, mezuniyet öncesi staj ve part time işlerle iş hayatının kapılarını aramalarını sağlarken mezuniyet sonrası istihdamlarında merkez olarak destek vermekteyiz.  En önemli konu olarak da Girişimcilik alanında gençlerimizin girişimcilik potansiyellerini kendilerinde fark etmelerini sağlayarak, fikir aşamasında buluştuğumuz gençleri, girişimcilik eğitimleri ile destekleyerek girişimcilik yolunda fikirlerini erken dönemde hayata geçirmelerini sağlamak amacıyla  TÜBİTAK “Girişimcinin Çatısı” projesi ile hizmet vermekteyiz” dedi.HOL1