Etiket arşivi: Ajda

Ertuğrul Akbay’ın  haber atlatmakta ne kadar mahir olduğunu yazmayan kalmadı

Gazetecilik deyince, anılar İlhan Karaçay’da su dolu baraj gibidir.
Dile kolay, 1967 yılında başlayan serüvenin her anı dolu dolu günler, haftalar, aylar ve yıllar..
Olaylar ve insanlar.
Su dolu anılar barajının kapaklarından biri açılmaya görsün; coşkun sular gibi çağlayıveriyor İlhan Ağabey usta; Ardı ardına sıralanıyor, efsane sanatçılarla, sporcularla, gazetecilerle, dünyanın çeşitli ülkelerinde çeklilmiş , siyah beyaz fotoğraflarda kalan anıları…
Bu yazacaklarım da o anı dolu barajdan en dikkate değer olanı:
Hürriyet gazetesinin ‘tek adam’ yöntemi ile yönetildiği yıllara doğru yöneliyor anı deryasında sular.

8 Mart 2019 günü hayata vedan eden ünlü gazeteci Ertuğrul Akbay ile olan anılarını ise yeri geldi anlatmak gerekir. Aslında yaşı 50’nin üstünde siyasetçi, futbolcu, sanatçı, gazteci, işadamı aklınıza kim gelirse, bir döneme damga vurmuş hemen hemen herkes ile bir anısı vardır İlhan ağabeyin.

İlhan ağabeyin, Erturul Akbay ile öyle anıları var ki yazmadan olmaz. Ertuğrul Akbay çalıştığı gazete için dünyanın dört bir yanını gezen, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından kutuplara, Asya steplerinden Japonya’ya yaptığı geziler ve bu gezileri kaleme aldığı yazıları ile bir neslin ufkunu açmıştır. Kısaca rekoru kırılmaz, atlatılmaz, dünyanın hemen hemen her ülkesini avcunun içi gibi bilen bir gaztecidir. Gerçi ben şahsen, Gırgır Dergisine ve Hocam Oğuz Aral’a yaptıklarından dolayı kendisine kırılmıştım ama, ölünün arkasından kötü konuşacağım aklınıza gelmesin. Böyle bir insanı haber konusunda atlatan İlhan abi olunca, daha bir şevkle, hatta sanki Oğuz Aral hocamın intikamını alıyormuş gibi, garip bir hazla yazıyorum.

İlhan  ağabeyin, ”Dünya’dan ahirete göç eden ünlü dostlardan anılar”  başlıklı bir çalışması vardı.  Son olarak eklenen Ertuğrul Akbay’dan başka kimler yoktu ki onun anılar heybesinde?

Abdullah Yüce, Zeki Müren, Bülent Ecevit, Barış Manço, Hulusi Kentmen, Berkant, Azer Bülbül, Müslüm Gürses,  Yılmaz Güney-Tuncer Kurtiz ikilisi, Savaş Ay, Doğan Koloğlu, Necmi Tanyolaç, Sadri Alışık, Çolpan İlhan ve Erol Büyükburç,
Mehmet Ali Birand, Neşet Ertaş, Turgut Akyüz, Ahmet Sezgin, Aytunç Altındal, Nejat Uygur, Ahmet Mete Işıkara, Erdoğan Demirören ve daha niceleri.

İlhan ağabey, rahmetli Ertuğrul Akbay’a dünyayı dar eden adam oldu.

Ertuğrul Akbay’ın  haber atlatmakta ne kadar mahir olduğunu yazmayan kalmadı.
Ertuğrul Özkök bile, 9 martta Hürriyet’te yayınladığı köşesinde,  ”Aslında  ‘adama’ hâlâ kızıyorum. Gazetecilik hayatım, onun yüzünden az daha başlamadan bitecekti” diye başladığı yazısında, rahmetli Akbay’ın Amerika’da, rahmetli Turgut Özal’ın ameliyat oluşu haberi ile kendilerini nasıl atlattığını dile getirmiş.

Doğrudur, rahmetli Ertuğrul Akbay’ın gazetecilik yaşamında başarılı çalışmaları çoktur.

Ama ne yazık ki bazen de tersi oluyor.
İlhan ağabeyin rahmetliye karşı birkaç galibiyeti olduğunu daha önceleri de dile getirmiştim.
İlhan ağabeye bu konuyu sorduğumda zaman tünelinde yolculuk yapan bakışları ile daldı derinlere ve başladı konuşmaya:

”Yıl 1978. Arjantin’de Dünya Futbol Şampiyonası’nı izliyoruz. Türkiye’nin tüm ünlü futbol yazarları ve muhabirleri orada. Ben de orada tek başıma Hürriyet’i temsil ediyorum.

Türkiye’de ‘En çok haber atlatan adam’ olarak bilinen “Gölge Adam” lakaplı Ertuğrul Akbay kardeşimiz de orada. Ertuğrul çok iyi bir magazincidir. O da  Günaydın’a çalışıyor. Ertuğrul’un haber atlatma maceraları öylesine çok ki, kendi anlatımı ile bunlardan biri şöyle: Ünlü Maria Callas İstanbul’a gelmiş. Hiç kimse onunla görüşemiyor. Ama Ertuğrul bir helikopter kiralamış ve Callas’ın bulunduğu Marmara’daki yata iniş yaparak kendisiyle konuşmuş.

O zaman Günaydın’ın sporda çok iddiası yoktu. Ama Hürriyet hem sporda ve hem de magazinde iddialı idi. Bu nedenle benim hem spor, hem de magazin konusunda Ertuğrul’dan daha atik davranmam gerekiyordu.

Ertuğrul, 1976 Monreal Olimpiyatları sırasında, Hürriyet’in ünlü foto muhabiri Mehmet Biber ile bir anlaşmazlık sonunda kavga etmiş ve fotoğraf makinesi ile kafasını yarmıştı. Hastaneye kaldırılan Mehmet Biber, Kanada televizyonlarına bile haber olmuştu. Bu nedenle Ertuğrul’a fazla yanaşılmazdı.
Ertuğrul kurnaz bir gazeteciydi. Orada en büyük rakibi bendim. Bu nedenle bana yanaşmak ve böylece beni kontrol etmek durumundaydı. Bana ilk teklifini yapmıştı:
“Bak kardeş, birlikte çalışalım ve birbirimize yardımcı olalım”

Benden de tabii ki bir ‘hay hay’ yanıtı almıştı.

Aynı gece uyumaya giderken, otelin ilan tahtasında, ertesi sabah saat 07.00’de bir otobüsün Arjantin milli takımının kamp yaptığı şehre gideceği yazılmıştı. Arjantin ev sahibi olduğu için bu haberi işlemek çok önemliydi. Ben bu ilanı Ertuğrul’un görüp görmediğini merak ediyordum.

Ertesi sabah erkenden kalkıp otobüse bindiğim zaman arka sıralarda Ertuğrul’u gördüm. Tabii ki ben önce davrandım ve ‘Neredesin be kardeş, odanın kapısını çaldım ama yoktun’ yalanını söyledim. O da bana bir başka yalanla kendini af ettirmeye çalıştı.

Ertuğrul, 3 saatlik yol boyunca gazetecilik yaşamını,  nasıl çalıştığını, nasıl haber atlattığını anlattı. Bu ara Mehmet Biber’i de nasıl perişan ettiğini de anlattı. Arjantin kampına vardığımız zaman, o da, ben de futbol haberinden çok magazin haber peşine düştük. O kendine göre, ben de kendime göre güzellikler bulduk ve gazetemize gönderdik. Burada birbirimize üstünlük sağlayamadık.”

Nasıl ama mesleğin iki duayen arasındaki bu haber atlatma, bu hatıra, az şey mi?
Tarih, Türk basınını yazarken bu anıyı ders olarak anlatsa yeri değil mi?

GÜZELLİK YARIŞMASI

İlhan ağabeyin, Ertuğrul Akbay ile anıları arasında, birkaç olay daha vardı. Bunlardan bir başkası da, aynı zaman diliminde, bir yandan dünya futbol şampiyonası devam ederken, Arjantin’de bir güzellik yarışması da vardır. Jüri üyeleri arasında ise İlhan ağabeyin, “ bizim Togay Bayatlı” dediği dost da vardır. Yarışmaya üm Türk gazeteciler özel davetlidir. Biz konuyu açıp yine sözü İlhan Karaçay’a bırakalım:

 

“TV’den canlı yayınlanan yarışma sırasında, sahnedeki güzellerden birine yanaştım ve
‘En güzel sensin’ diye iltifat ettim.

Yarışma sonrasında benim favorim kraliçe seçilince, yaptığı ilk iş benim boynuma sarılmak oldu. Ondan sonra bu kızın ‘hamisi’ durumuna geldim ve bütün programı onunla birlikte yaşadım. Fotoğraf çekimi ve mülakat için hep bana başvuruluyordu. Tabii ki bu arada ben de onunla birlikte dans ederken fotoğraf çekildim. Ertuğrul da kendine göre fotoğraflarını çekiyordu.

Yarışma sonrasında otele giderken Ertuğrul teklif etti: “Kardeş, yarın sabah saat 10.00’da Lufthans’nın önünde buluşalım ve filmlerimizi gönderelim”
Ama ben Ertuğrul’a güvenemezdim ki. Aynı gece özel bir adreste filmi banyo ettirdim. Filmden bir tek kare kestim. Zarfladıktan sonra sabah saat 09.00’da İberia Havayolları’na gittim. Zarfımı Madrid ve Frankfurt üzerinden İstanbul’a gönderdim. Zarfın bu şekilde aktarmalı gitmesi zordu ama bu bir kumardı. Ertuğrul ile saat 10.00’da buluştuğumuz zaman film şeridini olduğu gibi gösterdim. Filmi zarfa koydum. O da filmini zarfa koydu. İki zarfı birlikte Lufthansa’ya verdik.

Çok talihliymişim ki, İberia ile gönderdiğim zarfım o günün akşamı Madrid ve Frankfurt’tan sonra İstanbul’a ulaştı.

Ertesi gün Basın Merkezi’nde telekslerin başındayız. Milliyet’in Fotoğraf Servisi Müdürü Hüseyin Kırcalı da yanımızda.

Ertuğrul teletekste yazıyor: “Burada güzellik yarışması yapıldı… Filmler bugün elinize geçecek”

Karşı taraftan cevap: “Güzellik Yarışmasına ait haber ve fotoğraf bugün Hürriyet’in birinci sayfasında var”. O zaman Ertuğrul’un yüzünü görmeliydiniz. Bana döndü ve sorar gibi baktı. Ben de ‘Ajanslardandır’ dedim. Ertuğrul da telekste ‘Ajanslardandır’ diye yazdı ama Günaydın’dan gelen cevap daha da moral bozucuydu: “Fotoğraf renkli”. 
O zaman ajanslar henüz renkli fotoğraf çekmiyorlardı. Böyle olunca da, fotoğrafın elden gittiği belli oluyordu. Ben de, ‘Ne bileyim kardeşim, filmi beraber göndermedik mi?
O resim bir ajanstan gitmiştir’
 diye yalanımda ısrar edince, Hüseyin Kırcalı araya girdi ve Ertuğrul’u daha çok fitillemeye başladı: “Vay be Ertuğrul, başına bu da mı gelecekti. Hürriyet basıldı, satıldı ve Diyarbakır’da kese kağıdı oldu ama senin haber halâ yayınlanmadı.”

EGALE EDİLEMEYEN GOL KRALLIĞI

  

Ertuğrul Akbay & Just Fontaine & Hüseyin Kırcalı

Ertuğrul ile Arjantin’de bu kez bir başka ödül törenindeyiz. Dünya Kupaları’nın egale edilemeyen gol kralı Juste Fontaine’ye ödül verilecek. Dünya Kupası tarihinde, İsveç 1958’de 13 gol atarak rekor kıran Fontaine’nin ödül törenine Halit Kıvanç, Necmi Tanyolaç, Kemal Belgin, Togay Bayatlı, Metin Türel, Erol Aydın, Hüseyin Kırcalı, Ertuğrul Akbay ve ismini hatırlayamadığım arkadaş ile kalabalık bir şekilde gitmiştik. Orada Ertuğrul Akbay, güzel bir kız ve top buldu. Kızı masaya çıkardı. Fontaine’yi de yanında getirdi. Ben de arkadaşlara, ‘Bakın şimdi Ertuğrul’u nasıl çıldırtacağım’ dedim. Ve arkasından deklanşöre bir kez bastım. O sırada Ertuğrul geri döndü ve “Benim hazırladığım sahneyi çekme yahu ” diye bağırdı. Arkadaşların yanına oturduğum zaman hepsi kıs kıs gülüyorlardı.

O gün filmleri ancak akşam uçağı ile gönderebilirdik. Haber de ertesi gün kullanılabilir ve iki gün sonra da yayınlanabilirdi. Saate baktım. Frankfurt’a gidecek olan bir uçağın kalkmasına yarım saat vardı. O uçağa kargo vermenin imkânı yoktu. Ben tuvalete gider gibi yaptım ve bir taksiye atlayarak 10 dakika ilerideki havaalanına gittim. Basın kartı sayesinde içeri girdim ve Lufthansa uçağına kadar gittim. Bir hostese yalvardım. Bir arkadaşımın kendisini Frankfurt havalimanında karşılayacağını söyledim. Hostes kabul etti ve içinde film olan zarfımı aldı.
20 dakika sonra otele geri döndüğüm zaman, yerime otururken Hüseyin Kırcalı yine konuştu: “Eee Sayın Karaçay, zarf gitti mi? ”

O an Ertuğrul’u gerçekten görmeliydiniz. Hüseyin ateşlemeye devam etti: “Oh anam oh, haber yine yarın Hürriyet’te. Diyabakır’da kese kâğıdı olduktan sonra da film Günaydın’a gidecek”

AJDA PEKKAN VE EUROVİSİON

 

Ajda Pekkan’ın, Hollanda’da katıldığı, Eurovizyon Şarkı Yarışması unutulur mu hiç.
Az mı okuduk İlhan Karaçay Hollanda’dan/Amstersam’dan bildiriyor mahreçli ( imzalı )  haberleri.

O devirde imzalar haberin sonuna değil, başlıkların üstüne yukarıdaki cümlede olduğu gibi atılırdı.
Ertuğrul Akbay-İlhan Karaçay rekabetinin son maçı Hollanda’da oynanır.

Hürriyet’te  “tek adam” devri, rahmetli Nezih Demirkentli yıllardır.
İlhan Karaçay’ın muhabirlik becerisine çok güvenen Demirkent’in yakın dostları iyi bilir. Konu İlhan Karaçay olunca, bazen dostları ve meslektaşları ile bu konuda iddiaya da girermiş Demirkent.
Bu iddialardan söz ediyoruz. ‘Nedir bunlar, nedir olaylar, yaşananlar, nerden kaynaklanıyor bu sonsuz güven İlhan Ağabey’ diyorum:
1970’li yılların sonu 1980’li yılların başında, ünlü popstar Ajda Pekkan’ın ünlü bir işadamı ile yaşadığı aşk hikayesi, dönemin magazin basınında gündemde ilk sıradaki yerini koruduğu, fakat hiç bir gazetenin cesaret edip yazamadığı da ayrı bir gerçektir!
Yazacak olsalar bile ispat etmek için fotoğraf gerekir ki, kimse iş adamının korkusundan, yaptırım gücünden çekindiğinden, böyle bir şeye cesaret edemez. Patronlar muhabirlerine, “Bu ilişkiyi görüntüleyin” diye görev vermez/ veremez…
Bilinen fakat fotoğraflanamayan Ajda Pekkan ile ünlü işadamı ilişkisi, bilinse yazılsa bile fotoğrafsız ne işe yarar ki..

Rahmetli Nezih Demirkent, ismini yazının sonunda açıklayacağım, gizemli ünlü işadamıyla, “Ben, Ajda ile ilişkinizi fotoğraflatırım” diye iddiaya girer.
Demirkent,  Ajda Pekkan’ın Eurovizyon Müzik Yarışması’na katılmak için gittiği Hollanda’nın Lahey kentinde, kendisiyle buluşacak olan ünlü iş adamı için İlhan Karaçay’a telefonla talimat verir: “İlhan, Ajda ile aşk ilişkisi olan iş adamı …… Hollanda’ya geliyor. Kendisini havalanından al, Lahey’e götür, yakından ilgilen ve sonra da Ajda ile birlikte fotoğraflarını çek ve bana gönder. Bunu yapamazsan ceketini alırsın ve Hürriyet’ten ayrılırsın.”

Erovizyon’da derceceye gireceğimize kesin gözü ile baktığımız, “ Petrol“ şarkısını hatırlamayan yoktur. Ajda Pekkan, Eurovizyon Şarkı Yarışması için Hollanda’ya gelir Ertuğrul Akbay ile İlhan Karaçay’ı bir kez de 1980’de Hollanda’da karşı karşıya getirmesi açısından, ‘Kaderin cilvesi’ olarak baktığım bu buluşmayı önemli buluyorum. .
Böyle olunca, Arjantin’de başlayan Ertuğrul Akbay ile İlhan Karaçay kapışmasının rövanşı Lahey’de kaçınılmaz olur…

Aldığı direktif doğrultusunda hareket eden Karaçay, işadamını havaalanından alır ve Lahey’deki otele götürürken işadamını da uyarmayı ihmal etmez:
“Ajda ile birlikte fotoğrafınızı çekeceğim ve Nezih beye göndereceğim. ”
Bu sözler üzerine işadamı dudaklarını büküp, başını yukarı kaldırarak,
‘Kesinlikle yapamazsın’ anlamına gelen bir işaret yapar.
Karaçay da “Bak, ben bu fotoğrafı çekeceğim ve göndereceğim. Gerisine karışmam, gerisi size kalmış” der.

Ertesi gün, Lahey’deki otelde ünlü işadamı, Ajda Pekkan , İlhan Karaçay ve eşi otururken Ertuğrul Akbay içeri girer ve yanlarına gelir. Bu, Karaçay ile Akbay’ın arasında başlayacak ikinci yarışın başlama düdüğü olur adeta.
Eurozvizyon Şarkı Yarışması için Türkiye’den gelen kafilenin başkanlığını TRT’nin en ünlü spikerlerinden Bülent Özveren yapmaktadır. O yıllarda TRT Hollanda muhabirliği yapan Karaçay, Özveren’e, “Bak, bu Ertuğrul Ajda ile ne yapmak isterse bana bildir ha !” diye rica eder.
Karaçay, rakibinin, Ajda Pekkan’ı bir camiye götürüp dua ederken fotoğraf çekeceğini öğrenir.“İyi bir işti” diyor Karaçay…
Bunun karşılığında bir şey yapmak zorundadır Karaçay.
O da Ajda’yı alıp Hollanda’nın otantik kasabası Volendam’a götürmeyi planlar ve Bülent Özveren’den bu izni de kopartır.
Fakat evdeki hesap çarşıya uymaz Volendam’a Ajdayı götürme planı iptal olur. Bunun üzerine Karaçay hemen başka bir plan yapar. Volendam’a gönderdiği bir elemanına, Hollanda’nın milli kıyafetlerinden satın aldırıp otele getirmesini söyler. Otele yakın olduğu için, Ajda Pekkan’ı Minyatür Park Madurodam’a götürür.. Minyatür Parkta Ajda Pekkan’a Volendam’dan gelen milli kıyafetler giydirilir. Bir yığın fotoğraf çekilir. Daha sonra, konu müzik ve eurovizyon olduğu için, sokakta müzik yapan bir laternacı bulunur. Laternanın başında da Ajda Pakkan’ın boy boy fotoğrafları çekilir. Karaçay’ın fotoğrafları sadece Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanmakla kalmaz. Başta Kelebek olmak üzere, Hafta Sonu, TV’de 7 Gün ve Gong dergilerinde birinci sayfadan yayınlanır…
Bütün bunlara rağmen henüz Ajda Pekkan’ın işadamı ile fotoğrafını çekmek için ortam ya da fırsat henüz olmamıştır.

Yarışma fiyasko ile sonuçlanmış, Ajda Pekkan’ın Petrol şarkısı en sonlarda bir yerlerde kendine yer bulmuştu.
Hiçbir gazetecinin fotoğraf çekmeye teşebbüs bile edemediği işadamı….., Ajda Pekkan, İlhan Karaçay ve eşi Jeanne ile, fiyaskoyla sonuçlanan yarışma sonrasında otelin barına gittiler. Barda işadamı ile Ajda da kederlerinden içtikçe içtiler.
Karaçay alkolün etkisiyle kontrolü zayıflayan işadamına hitaben:
“ ….. kardeş bir hatıra fotoğrafı çekilelim mi?”
Alkolün de etkisiyle işadamı cesurca : “Çekin anasını satayım…” der
Karaçay, o anda barda dolaşan Hürriyet’in foto muhabiri Zozo Toledo’ya,
“Zozo, gel bir fotoğrafımızı çek.” der.
Zozo, “Çekmem abi” deyince, Karaçay tekrar işadamına seslenerek,“Söyle şuna bir fotoğrafımzı çeksin”.
İşadamı, “Çek lan Zozo” der.
Zozo, “Abi şimdi sarhoşsun, yarın ayıkınca anamı bellersin” dese de
fotoğraflar çekilir, Ajda Pekkan ile ünlü işadamı aynı karede görüntülenmiştir…

Rahmetli Demirkent’in direktifi yerine gelmiş, Ertuğrul Akbay bir kez daha atlatılmıştır.
Sıra, filmi İstanbul’a göndermeye gelmiştir. Karaçay aynı gece Schiphol Havalimanı’na gider ve zarfı kargoya verir.
Ertesi gün sabah otelde, İlhan Karaçay, Ajda ile TRT için çekim yaparken, işadamı da Karaçay’ın eşi Jeanne’ye Türkiye’deki mal varlıklarını anlatmaktadır..
Karaçay röportajı bitirip geri döndüğünde, işadamımızın yatırımlarının hikayesi Eskişehir’de devam ediyordu.

İşadamı, Karaçay’a, “Dün ne oldu Karaçay, fotoğraf çekildi mi?” diye sorar.
Karaçay, “Fotoğraf çekildi ve dün gece kargoya verildi, bugün gazeteye ulaşır.” deyince, işadamı hemen İstanbul’u arar. Yaveri Ali Üstün’e verdiği talimat aynen şöyledir: “Bugün gazeteleri dolaşın. Benim ile Ajda’yı görüntüleyen fotoğraflar gitmiş. Çaresine bakın!”
Rahmetli Nezih Demirkent, ertesi günün akşamı Hafta Sonu gazetesinin birinci sayfasını tamamen o fotoğraflarla doldurur. Manşet oldukça manidardır: .
“İlhan Karaçay, ünlü işadamı ve Ajda Pekkan’ı işte böyle görüntüledi.”
İşin ilginç yanı, o gazeteden ancak 100 adet basılmasıdır. Nezih bey, sırf iddia kazanmak için bunu yapar. Zaten gazetenin sahibi Erol Simavi bile işe müdahale etmek için baskı sırasında gazeteye gelir. Ama Demirkent baskıyı durdurmuştur bile.

Aynı akşam Anadolu’ya gazete götüren tüm kamyonlar durdurlur. Anadolu baskıları erken basıldığı için gazeteler erkenden yola çıkmıştır. Zira, o yıllarda gazetelerin dağıtım, nakil işleri de o ünlü işadamının firmaları tarafından yapılıyordu.

Eurovizyon sonrasında İstanbul’a giden İlhan Karaçay, foto muhabiri Zozo ile Hilton’da karşılaşır. Zozo, “Ooooo İlhan bey, hoş geldin. Hoş geldin ama, işadamı …. abi seni bekliyor. Çekmecesinde Haftasonu gazetelerinin hesabını soracak” diye devam eder.
Karaçay ünlü ve gizemli işadamı ile buluşur ama en medeni ölçüler içinde ağırlanır.

Son olarak; “Kimdi İlhan ağabey o ünlü işadamı?” diye soruyorum
Karaçay yine, “Yavuz!… Yavuz! ” diye adımı iki kez arka arkaya söylüyor.
Belli o ismi vermeyecek.

Benim, “Ama gazeteci olarak bulmam hiç de zor değil abi” sözüm üzerine İlhan Karaçay; ”Yavuz, bunları anlatırken amacım, birilerini deşifre etmek değil, paparazilik yapmak değil. Ben sana gazeteciliğin güzel ve hoş anlarını anlatıyorum” der.

Şimdi devir değişti. Karaçay’ın açıklamadığı o işadamının ismi, şimdilerde sosyal medyada dillendi bile. Internet sayfalarında, Ajda Pekkan ile ilişkisi olan o işadamının,  geçen yıl vefat etmeden önce Hürriyet grubunu satın alan, Beşiktaş’ın  ve Futbol Federasyonu’nun başkanlığını yapan Yıldırım Demirören’in babası Erdoğan Demirören olduğu ilan edildi bile. Bu nedenle, İlhan ağabeyin açıklamadığı ismi, benim burada açıklamamın ekstra bir zararı olmayacaktır.

Bakın, Ekşi Sözlük web sayfasında bu konuda hangi satırlar var:
“ Erdoğan Demirören. Bir dönemler Ajda Pekkan’la büyük bir aşk yaşadığı dedikoduları ile cemiyet dünyasını sarsan eski kurt, şimdi ise eşinin dizinin dibinden ayrılmayan süt dökmüş kedi misalidir, yaşlanıp, torun torba sahibi olduğundandır herhalde….”

Bu öyküde de Karaçay’ın nasıl bir gazeteci olduğu, o dönemlerde bir fotoğraf karesinin bile ne şartlar ve zorluklar içinde gönderildiğini düşünecek olursak, bugün dijital makineler, diz üstü bilgisayarlar, cep telefonları kameralar, internet ile anında haber, fotoğraf ve video görüntüleri dünyanın öbür ucuna ulaşmakta.
Yavuz Nufel

İlhan Karaçayı’ın, Akbay ile ilgili dip notu:

”Evet, işte bunlar gazeteciliğin  güzel anları.

Allah rahmet eylesin, mekanın cennet olsun sevgili Ertuğrul.”

Səsi və görkəmi ilə Ajda Pekkanı xatırladan Semiramis

 

 

 

 

 

pervane memedli

 

Semiramis Pekkan. O görünüşü və səsiylə bacısı- ünlu türk  sənətçisi Ajda Pekkana çox bənzəyir, onları bəzən  qarışıq salırdılar. Onların həyat  yolları da oxşar olub. Hər ikisi sənət aləminə erkən başlayıb, kino və teatr sənətində özlərini sınayıblar. Sonralar musiqi həyatına qatılıblar. Artıq Türk estradasının idoluna  çevrilən və Türkiyədə “ minilliyin fenomeni” adına layiq görülən Ajda Pekkanı təqdim etməyə yəqin ki, ehtiyac  yoxdur. Amma onunla qoşa addımlayan və 60 -cı illərdən başlayaraq Ankara Sənət Teatrında sərgilənən bir çox tamaşalarda rol alan, filmlərə çəkilən, nəhayət “Bu nə forma həyat” və “Olamaz bu iş olamaz” mahnılarıyla səsini bütün ölkəyə eşitdirən, iki “Qızıl Valla”  mükafatlandırılan (Türkiyədə ilk dəfə “Qızıl Val” ödülünü almaq məhz Semiramis Pekkana nəsib olub) təkcə elə” Bana yalan söylediler” şarkısı ilə bu gün belə ürəkləri fəth edərək unudulmayan Semiramis ailə həyatı qurduqdan sonra İngiltərədə yerləşdi.

 

“Bana yalan söylediler”…

 

“Hatif alaturka” uslublu şarkılar söyləyən səsi və görkəmi ilə Ajda Pekkanı xatırladan Semiramis yaddaşlarda daha çox “Kimsəsiz adam” filmində oxu­­­duğu “Bana yalan söyledilər” şarkısı ilə qalıb. İspan Jose Felicianonun “Gipsy” mahnısının Türkcə versiyası – Əsin Ənginin oranjimanlığı və “ən sadə görünən eşq mahnısına belə bir həyat dərsi sıxışdırmağı bacaran şair” Fikrət Şeneşin qatıldığı “Bana yalan söylediler” Semiramisin duyğulu səsində cox düşündürücüdür. “Bir aleme indim yalnız. Yerde toprak, gökte yildız. Bir yan susuz bir yan deniz. İki el, bir baş verdiler. Bir çift göz ağlar da güler. Dört bir yanda benim gibiler. Doğru söz içinmiş diller. İşte kalbin sev dediler. Bana yalan söylediler. Kaderden bahs etmediler…Semiramisin həyatı da  şarkıda oxuduğu kimi oldu.

Ünlü sənət adamı Ərcümənt Qaraca ilə evləndilər. Çox xoşbəxt idilər. Amma bu uzun  çəkmədi. Oğlu Əmiri 5 yaşındaykən itirdi. Uzun müddət sevimli  yavrusunun itkisi ilə barışa bilmədi, sarsıntı içində yaşadı, üzüntü keçirdi. Sonralar hind əslli İngilis işadamı Gulu Lalvani ilə evlənib ikinci oğulu Zoranı həyata  gətirdi. Bu vaxt bəlkə özü belə yeddi illik musiqi və kino həyatını unutdu.

pervane hocam röportaj1.jpg3Londonda “Versace”,”Fever”,”Chiristian Guccinin ilk maqazin şəbəkəsini yaradan Semiramis

Səhnə aləmindən ayrı düşən Semiramis, incəsənət və biznes sahəsində çalismağa başladı .Və səhnədə olduğu kimi bu sahədə də getdikcə uğurlar qazana bildi. Semiramis musiqi və sinemada səsi,çəkiciliyi və istedadı ilə yanaşı yüksək zövqü,modern  və orijinal geyim tərzi ilə həmişə seçilirdi. İngiltərədə yaşadığı illərdə özünün söylədiyinə görə yüksək zövqü, “Versaçi”,”Fever”,”Kristian Qutçi” kimi aparıcı geyim firmalarının ilk maqazin  şəbəkəsini açır, avordlar alır.Beləcə Şərq-qərb mədəniyyətini  özündə  daşıyan və birləşdirən bu incə zövqlü, zərif türk qadını  Londonda ilk  elit butikləri yaradır.  Az qala həftədə üç dəfə Londonu tərk edib,dünyanın ən tanınmış modelyerlərinin  geyim üslubunu  yaşadığı ölkəyə  gətirib yayır. Sonralar ona baxıb  çoxları o cür butiklər açdı. Uşağı xəsətələnəndən  sonra bu işə bir il ara  verdi.İkinci övladı olanda isə tamamilə boşladı.

 

Kristian Qutçi ilə bir yerdə ”Meyzon  Franse”də(Fransız evi) işbirliyi.

Dumanlı Albionun ünlu sənət və iş adamları interyer dizaynlarını  əminliklə etibar etdikləri Semiramis.

 

Sonralar ev-interyer dizaynı ilə məşğul olmağa başlayır.Uzun illər bu sahədə çalışıb bilgilərini artırır. Kristian Qutçi ilə bir yerdə ”Meyzon  Franse”də(Fransız evi) işləyiblər.Semiramis Pekkan artıq bu sahədə professionallığı ilə seçilir.Dumanlı Albinosun ünlu sənət və iş adamları interyer dizaynlarını  əminliklə ona etibar edirlər. Bu siyahıda İngiltərə  kraliçaqsının yaxınları, ünlü aktrisa  Anastasiya Kinqskaya və digərləri var. Londonda”Homen qarden”, ”Arhitektural daycest” kimi dizayn qurumları ilə əməkdaşlıq edir. Los Anjelosda Kelif Alatonla  çalışıb. 4 ildən artıq Honq-Konqda yaşayıb yaradıb. Amerikanin “Dabl yu” jurnalının 1989-cı ildə çıxan sayında adı ”Dünyanın 100 məşhur qadınları sıyahısında  4-cü sırada  cəkilir.

Semiramis Pekkanla söhbət

İllər öncə Bakıda səfərdə olan Semiramis Pekkanla görüşüb bir yerde olduq. Çox xoş anlar  yaşatdı bizə. Ondan götürdüyümüz  müsahibəni oxucularımıza təqdim edirik. pervane hocam röportaj1.jpg2

Sayın Semiramis xanım, lütfən özünüzlə  bağlı oxuculara qısaca məlumat verərdiniz.

– Maddiyyatdan cox mənəviyyata önəm verən və yaşadığım olayların cavablarını öz içində axtaran, başqasının düşüncəsi və qanunlarla savasmaği deyil, qəbulla yaşamaği seçən bir insanam.

– Görünüşünüzlə və səsinizlə  bacınız Ajdaya çox bənzəyirsiniz. Sizi çoxmu qarışdırırlar?

– Elədir, bacım Ajda xanımla bizi bir-birimizə çox bənzədirlər və çox zaman da qarışdırırlar.

– Azərbaycana daha əvvəl gəldinizmi?

– Bu Azərbaycana ilk səfərim, onu ilk ziyarətimdir və bu məni cox həyəcanlandırdı.

– Bizim musiqimizi dinlədinizmi?

– Azəri musiqisini daha öncə çox dinlədim. Azəri musiqisi duyğuludu, onu özümə cox yaxın bilir, ondan çox zövq alıram.

– Azərbaycanda sizi ən çox nələr cəlb etdi?

– Azərbaycanda xalqıma yaxın olan bir toplumun olmasi məni cox təsirləndirir. Dil və eyni kulturu paylşmaq, məni Azərbaycan xalqına daha da yaxın hiss etdirir.

– İnsanlarda hansı zövqləri daha çox bəyənirsiniz?

–  Mən hər kəsin özü kimi olmasını seçərəm. Doğrusu, hər kəsin öz zövqü ilə yaşamasını təqdir edərəm.

– Xoşbəxtlik nədir?

– Xoşbəxtlik mənim icin insanların özünün fərqində olub, özünü hər halıyla qəbul edib sevə bilməsidir.

– Həyatınızdakı 3 xoşbəxt gün.

– Mən onsuz da hər anımı xoşbəxt yasamayi secən və bu mutlulugu daim kılmak ücün də yasadığım hər andan bir sey anlayıb qəbul edən bir insanam. Bu gün mənim 3 xoşbəxtlik anı tərifim cox kısıtlayıcı olacaqdır.

– Hansı xarakterdəki insanlardan nifrət edərsiniz?

–  Həyat içərisində qırıldığım insanlar ola bilər, amma nifrət mənim icin tanimadigim bir duyğudur.

– Ən sevdiyiniz məşğuliyyət?

– Estetik və gözəl olan hər seyi yaratmaq mənim için böyük bir zövqdür və məni cok həyəcanlandırar.

– Hansı növ kitabları oxumağı sevərsiz? Sevdiyiniz yazar varmı?

Mən hər dürlü kitabı oxumağı sevərəm. Anda ki, secimlerim mənim hansı kitabı oxuyacağımı mənə göstərir.

– Daha çox hansı ədəbi və kino qəhrəmanlarını sevərsiniz?

–  Həyatimin hər donəmində yazarlar haqqındakı, secimlerim dəyişmişdir və  mənim icin ən doğru və ən sevdigim yazar onlar olmuştur. O üzdən  bir siyahı etmək mənə dogru gəlmir. Məsələn, bu son zamanlarda bir arkadaşımın yazdığı kitabı oxuyuram və mənim icin şu anda ən sevdigim yazar o. Rolunu yaxşı oynayan və seyrettigim oyun da ki, o rolu gercəkmiş kimi mənə hiss etdirən hər oyunçunu təqdir edərəm.

– Azərbaycan yazarlarından kimlərisə oxudunuzmu?

– Azərbaycandan olan yaxın arkadaşım Sevinc Bağırova mənə Elxan Zalın şeir kitabını verdi. Bu şeirlər çox xoşuma gəldi. Başqalarını heç oxumadım.

– Ən çox bəyəndiyiniz yeməklər ?

– Turk mutfagindan (mətbəxindən) sonra mənə ən uyğun damaq dadı Uzakdogu (Uzaq Şərq) mutfagidir.

– Xoşlandığınız çiçəklər?

– Hər cicək gözəldir amma, dogadaki çirk cicekleri favoritimdir.

– Ən çox hansı şüarı bəyənirsiniz?

– Hər insanin özünə xas, özünü ifadə edən bir şüarı şübhəsiz vardır. Mənim ən cok bəyəndiyim şüar “Be yourself” yəni “özün ol “şüarıdır.

– Çox illər keçməsinə baxmayaraq sizi heç unutmayan, pərəstişkarlarınıza nə söyləmək istəyərsiniz? Onlara gələcəklə əlaqədar nə kimi müjdə verə bilərsiniz

– İllər boyunca məni unutmayan pərəstişkarlarımın, mənim də onları könlümdə dasıdığımı bilmələrini istəyirəm. Cünku mənə göstərdikləri sevgi və sayqını  hər bir vaxt ürəyimdə  hiss etdim və daim  də hiss edəcəyəm.

-Uzun  illərdən bəri Londonda yaşayırsınız, orada türklərə necə bir  yanaşma var?

–  Londonda yasadigim 35 il içərisində hec bir ayrıcalık hiss etmədim, əksinə basarılı bir Turk  kadini olaraq həm özüm, həm də Turk xalqı adına çox önəmli təqdirlər aldım. Bu da məni bir Turk qadını  olaraq cok qürurlandırdı.pervane hocam röportaj1