Etiket arşivi: 4

Seçim anketi sonuçları: Sürpriz sonuçlar! AKP ile MHP’ye kötü haber

Seçim anketi sonuçları: Sürpriz sonuçlar! AKP ile MHP’ye kötü haber

Seçim anketi sonuçları açıklandı. Europe Elects, Avrasya Araştırma’nın son anketini paylaştı. Anket sonuçlarında sürpriz ortaya çıktı. AKP ile MHP’ye kötü haber geldi. İşte anket sonuçları…

Seçim anketi sonuçları: Sürpriz sonuçlar! AKP ile MHP'ye kötü habermask

Uluslararası anket şirketi Europe Elects, Türkiye’de Avrasya Araştırma’nın 23-28 Haziran ayında yaptığı son seçim anket sonuçlarını paylaştı.

Europe Elects’in paylaştığı seçim anketi sonuçlarına göre AKP yüzde 29,4, MHP ise yüzde 7,1 oy alıyor. Cumhur İttifakı’nın toplam oy oranı ise yüzde 36,5 oldu.

Millet İttifakı’nı oluşturan CHP yüzde 26,9, İYİ Parti ise yüzde 15 oy aldı. Ankette Millet İttifakı’nın toplam oy oranları ise 41,9 olarak açıklandı.

Öte yandan HDP’nin oy oranı yüzde 11 olarak açıklanırken AKP’den koparak kendi partisini kuran Ali Babacan’ın oy oranı ise dikkat çekti. Ali Babacan’ın genel başkanı olduğu DEVA Partisi’nin oy oranı yüzde 4,5 olarak açıklandı.

AKP’den ayrılan eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun genel başkanı olduğu Gelecek Partisi’nin oy oranı yüzde 1,5 olurken CHP’den ayrılan Muharrem İnce’nin oy oranı ise yüzde 0,8 olduğu belirtildi.

Cumhur İttifakı’nın ortağıyım diyen Doğu Perinçek’in partisi olan Vatan Partisi’nin oy oranı ise yüzde 0,1 olarak açıklandı.

CUMHURİYET  DÖNEMİNİN  İKTİSADÎ  ARAYIŞLAR  TARİHİ–IV

 

 

 

III.Selim gibi bazı padişahların Saray çevresindeki varlıklı Müslümanları gemi yaptırıp dış ticarete teşvik etmesine karşı 19 ve 20. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa kapitalizminin bir yarı-sömürgesi olduğunu beyan eden Yahya Tezel, 17.yy’dan beri Osmanlı-Avrupa ticaretine hâkim olan İngilizlerin 18.yy’daki 250 bin sterlinlik ihracatını 1830’larda 3 milyon 750 bin sterline çıkarmasını ve yine aynı tarihlerde Mısır’da bağımsız ve etkili bir devlet gücü kuran Mehmet Ali Paşa’nın başlattığı sanayileşme hamlesi için 12 milyon sterlinlik bir yatırım yaptığını detaylandırmaktadır.

Fabrikalarındaki işçi sayısı 30 binli rakamlara ulaşan Mısır Valiliği’nin yaptıklarını erken Devletçilik uygulamaları olarak kabul eden Yazar, merkezî Hükümete karşı ayaklanarak İstanbul’a yürüyen Mehmet Ali Paşa’nın durdurulması için 1838’de İngilizlerle imzalanan Baltalimanı Ticaret Sözleşmesi’yle Osmanlı İmparatorluğu’nun kapitalist dünya piyasası ile bütünleşmede yeni bir dönem başlattığını ve diğer Avrupa ülkeleri ile benzer sözleşmeler imzalanmasıyla Avrupa’daki sanayi birikimi için açık Pazar haline geldiğini savunmaktadır.

Aynı ayrıcalıklı ticarî sözleşmeyi Donanmasının gözdağı vermesi suretiyle Mısır’la da imzalayan İngiltere’nin hem Mehmet Ali Paşa’nın ilgi çekici sanayileşme denemesini sona erdirdiğini hem de Osmanlı topraklarında Osmanlı uyruklarına göre kendisine sayısız üstünlükler sağlayan ikili bir yapıyı oluşturduğunu tespit eden Tezel, 20.yy başlarında 70 milyon sterline yükselen ticaret hacmiyle I.Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı dış ticaretindeki en büyük yeri İngiltere’nin işgal ettiğini betimlemektedir.

Yazarın Batılılaşmayla da ilgili tespitleri oldukça dikkat çekici.. Genelde Cumhuriyet’in ilk yıllarına atfedilen yanlış Batılılaşma eğilimi eserde Tanzimat’tan beri padişah ve üst düzey bürokratlarca bağdaş kurup bakır sinilerde yemek yerine gösterişli ithal yemek odası takımlarını kullanmak yada sade Topkapı Sarayı’ndan çıkarak Avrupa’dan alınan borç paralarla yapılmış gösterişli Dolmabahçe Sarayı’nda oturmak şeklinde sunulmaktadır. “Saray ve çevresi öyle bir ‘tatlı hayat’ ve ‘alafranga’ debdebe yarışına girdi ki Padişah’ın kızlarından birinin düğününde 2 milyon sterline yakın para harcanabildi” diyen Tezel’in verdiği rakam, maliyeti 3 milyon sterlini aşan Dolmabahçe Sarayı’nın yapımına yakın bir meblağdır.

19.yy sonlarında nâzırlara / bakanlara verilen yılda 5 bin altın lira ile 8 bin arasında yıllık maaşı Ocak 1994 kuruna çeviren S.Tezel, bunun 435 bin dolar ile 695 bin dolar arası bir rakam olduğunu ifade etmektedir. En çok tüketim kalıpları ile Batılılaşmış olan Saray ve Bâb-ı Âli çevrelerinin Batılı kapitalistler ve onların Türkiye’deki uzantısı olan gayrimüslim tüccarlarla binbir çıkar ilişkisi içine girdiğine de değinen Yazar, düşük verimlilikli bir tarım ekonomisinin sırtındaki bu sorumsuz israf kesiminin İmparatorluktaki iktisadî kaynakların Batılı çıkarlara peşkeş çekilmesini kolaylaştıran bir ortam sağladığını da düşünmektedir.

Yine Yazar’a göre özel el tezgâh endüstrileri çöken, devletçe açılan 160 sanayi işyeri kapanan, kara ve deniz taşımacılığında kendi uyrukları iç gümrük ödemek zorunda bırakılan Osmanlı; bir yandan müsadereyi kaldıran Ceza Kanunu (1840) ve özel mülkiyeti kolaylaştıran Arazi Kanunu çıkarmak (1858), Ziraat Bankası kurarak tarımsal üreticilere ucuz kredi sağlamaya çalışmak (1863), ithal gümrük vergisini yükseltmek (1875), Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarmak (1913) gibi yollarla direnmeye çalışmıştır.

Diğer yandan da Tanzimat sonrasında imparatorlukta tarım mülkleri edinme yarışına girenlerin başında Hanedan, gayrimüslimler, yabancı bankerler ve İngiliz girişimciler gelmektedir. I.Meşrutiyet sonrası özel hukuk çerçevesindeki en büyük toprak sahibinin II.Abdülhamit olduğunu dile getiren Tezel, Suriye ve Mezopotomya’daki ekili arazinin üçte birinin Sultan’a ait olduğunu tespitlemektedir. Artı; İngilizlerin 1857 ile 1892 yılları arasında İzmir yöresinde 2.600.000 dönüm tarım arazisi satın aldıklarını ilavelendirmektedir.

Thomas Edison: Başarısızlık Yeniden Deneyebilme Fırsatıdır!

Peşpeşe deneylerin sürdüğü bir gün asistanı:

– Artık bu işten vazgeçsek! deyiverdi.
– Niçin? dedi Edison.
– Çünkü şu ana kadar iki bin deney yaptık ve hiçbir sonuç alamadık! deyince asistanı, Edison hemen itiraz etti ve şu tarihi cümleleri sıraladı:
– Bu doğru değil… Evet, amacımıza ulaşamadık ama hiçbir netice elde edemediğimiz doğru değildir. Çünkü aradığımız şeyin yaptığımız şeyin yaptığımız bu iki bin deney içinde bulunmadığını öğrenmiş bulunuyoruz.

1879 Kasımında Edison bir gece yazı masasının başına oturmuş, sönük bir puroyu emerek ne yapacağını düşünüyordu. Dalgın dalgın ceketinin düğmelerinden birini çevirirken düğme koptu. Üstünden bir iplik parçası sarkıyordu. Birden yerinden fırladı, laboratuara geçti ve teknisyenlerine iplik parçasını gösterdi. Böylesini acaba ceyran nakledici olarak kullandık mı hiç? Demek kullanmadık! Öyleyse gidin bir yumak ip alın, ufak parçalar halinde kesin, kömürleştirin ve lambalarınızı takın.

Asistanları sonuç ummamakla beraber hemen dediğini yaptılar. Edison’un bu fikri, bu sahadaki çalışmalarından vazgeçmeden önce başvurulacak son çare olarak görülüyordu.

Kömürleştirilen iplikler her seferinde kırılmasına rağmen bu hassas ipliklerden biri kırılmadan lambaların birine takılabildi. Lambanın havası hemen boşaltıldı. Lambaya elektrik verildiğinde iplik kızdı ve tatlı sarı bir ışık meydana geldi. Edison ve arkadaşları ışığa büyülenmiş gibi bakıyorlar. Acaba ne kadar sürecekti? Ampul saatlerce sönmedi. Süren çalışmalar sonunda elektrik santrali yapmak, 900 binada elektrik şebekesi kurmak, binlerce sayaç yerleştirmek, duylarıyla beraber 14.000 ampul yapmak gerekti.

4 Eylül 1882‘de meşhur mucidin bir işareti üzerine akım verildiği zaman, bütün mahallenin yüzlerce binasında binlerce elektrik hâllenin yüzlerce binasında binlerce elektrik ampulü yandı ve etrafa parlak, tatlı ışıklar saçılmaya başladı.

Edison devrinin en büyük meraklısı ilan edildi. Herkes sadece lambaları değil, onu da görebilmek için akın etti. Edisonu tanımayan kimse kalmadı.

Genç Gelişim kaynaklı bu kıssadan hisse haberimizi, projelerinde sıkıntılar yaşayan, çıkmazlara düşen girişimcilerimiz başta olmak üzere tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Türkiye, ‘Endüstri 4.0’ İçin Hazırlıklara Başladı

KPMG Türkiye, Endüstriyel Üretim Sektörel Bakış 2018 raporuyla, sektörün 2017 performansını inceledi, 2018 yılını değerlendirdi.

Endüstriyel üretim sektöründe, ‘Endüstri 4.0’ olgusunun her geçen gün daha da güçlendiğini belirten KPMG Endüstriyel Üretim Lideri Hakan Ölekli“Türkiye’de 5.5 milyon kişinin istihdam edildiği endüstriyel üretim, ‘Endüstri 4.0’ı artık daha yüksek sesle konuşuyor. 2020 yılına kadar ‘Endüstri 4.0’ın etkisiyle 1,8 milyon işin ortadan kalkması ve 2,3 milyon farklı mesleğin doğacağı konuşuluyor. Bu pencereden incelediğimizde Türkiye’de sektörün kırılma noktasına yaklaştığını görüyoruz. 2017’de yaşanan politik ve makro ekonomik gelişmelerin yanında yıkıcı teknolojilerin yükselişi, dönüşüme ayak uydurmakta zorlananların sıkıntı yaşayacağını gösteriyor. Bu sorunların önüne geçmek adına 2017’de T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından ‘Sanayide Dijital Dönüşüm Platformu’ kuruldu. Bu platformun, Endüstri 2.0 ile 3.0 arasında konumlanan Türkiye’deki endüstriyel üretim tesislerinin gelişmesini planlıyor” dedi.

Yüzde 15,2 Büyüyen Üretim Sanayisi Başrolde

  • 2017 yılında, 2016 yılı üçüncü çeyreğinde yaşanan daralmanın ardından sektör toparladı ve GSYH’yı da beraberinde yukarı çekti. Üretimdeki büyümenin etkisiyle 2017’nin birinci ve ikinci çeyreği bir önceki yılın aynı dönemlerine göre sırasıyla yüzde 5,3 ve 5,4 arttı. GSYH, 2017’nin üçüncü çeyreğinde 11,1 değerinde gerçekleşti. Bu değerde yüzde 15,2 büyüyen üretim sanayisi başroldeydi.

Endüstri 4.0 ile Bin Farklı Ürün Milyonda 12 Hatayla Üretiliyor

  • Akıllı robotlar, Büyük Veri, Nesnelerin İnterneti, 3D baskı ve bulut gibi gelişmelerle ‘Endüstri 4.0’ olgusu güçlendi. ‘Endüstri 4.0’ı sadece teknolojik yatırım olarak görmek konuyu küçümsemek anlamına geliyor. Basit bir anlatımla fabrika içerisinde birbirine bilgi veren robot-makinelerin iletişimi verimliliği artırırken hata olasılığını düşürecek. 2020 yılına gelindiğinde yapay zeka yalnızca 1,8 milyon işi ortadan kaldırırken ortaya 2,3 milyon farklı iş çıkaracak olumlu bir sistem halini alacak.
  • Endüstri 4.0 konseptinin öncü firması olarak kabul edilen Siemens’in Amberg fabrikasının 10 bin m²’lik üretim alanında iş süreçlerinin yüzde 75’i makineler ve bilgisayarlarla yürütülüyor. Fabrikada 1000 farklı ürün, milyonda 12 hatayla üretiliyor.

Türkiye, ‘Endüstri 4.0’ İçin Hazırlıklara Başladı

  • Teknoloji büyük bir hızla geliyor. ‘Endüstri 4.0’ Türkiye endüstriyel üretim sektörü için kritik bir kırılma noktasına işaret ediyor. 2017’de yaşanan politik/makroekonomik gelişmeler ve yıkıcı teknolojilerin yükselişi şu mesajı veriyor: Dönüşüme ayak uyduramayanları sıkıntılı bir süreç bekliyor.
  • Bu mesajı net bir şekilde alan hükümet 2017’de yatırımlara başladı. Ülkemizde Endüstri 4.0 alanında, T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından önemli bir adım atıldı ve “Sanayide Dijital Dönüşüm Platformu” kuruldu. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye ihracatçılar Meclis (TİM), Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD), Uluslararası Yatırımcılar Derneği (YASED) ve Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (TTGV) gibi kuruluşların görev alması planlanan platform, yeni endüstriyel üretim devrimine hazırlık düzeyini artırmayı amaçlıyor.
  • ‘Endüstri 4.0’ yolculuğunda Türkiye’yi uzun bir yol bekliyor. Bugün, Türkiye’deki endüstriyel üretim tesislerinin büyük bir çoğunluğu, süreçlerinde otomasyonu kullanmaları noktasında değerlendirildiklerinde Endüstri 2.0 ile 3.0 arasında bir konumda bulunuyor.
  • 2018’de sektörün önündeki en önemli fırsatlardan birisi yerli otomobil…TOBB ve Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı girişimiyle kurulan ‘Otomobil Yerli Üretim Ortak Girişim Grubu’nun 2019’da Türkiye’nin yerli otomobil prototipini oluşturması ve 2021’de yerli otomobili satışa sunması endüstriyel üretim sektörü için gelişim fırsatları yaratıyor.

2017’de Kapasite Kullanımı Aşıldı

  • 2016 yılında endüstriyel üretimde kapasite kullanım oranı ortalaması yüzde 77,39 olarak belirlenmişti. 2017 yılının Kasım ayı verilerine göre kapasite kullanımında yüzde 78,48’le geçtiğimiz yılın ortalaması aşıldı. İhracatta yaşanan pozitif iyileşme ve iç tüketimdeki artış, bu olumlu tabloyu yarattı.

Sektör, İstihdamın Yüzde 18,8’ini Karşılıyor

  • TÜİK’in açıkladığı rakamlarda, Türkiye’de Eylül ayı itibariyle 28 milyon 797 bin kişi istihdam ediliyor. 5,5 milyonu aşan istihdam rakamıyla endüstriyel üretim sektörü, toplam istihdamın yüzde 18,8’ini oluşturuyor.
  • Üretim sektöründe istihdam edilen 5,5 milyon kişinin 5 milyona yakını üretim 282 bini elektrik, gaz, su temini ve kanalizasyon, 150 bini ise madencilik ve taş ocağı alt sektörlerinde görev yapıyor.

Sektörde İhracat Yüzde 12,8 Arttı

  • TİM verilerine göre sektörün ihracatı yüzde 12,8 oranında arttı. 2017’de 121 milyar 392 milyon dolar ihracat gerçekleşti. 2016’da ise 107 milyar 600 milyon dolar rakamına ulaşılmıştı.
  • Türkiye, 2017 genelinde 156 milyar 782 milyon dolarlık ihracat yaptı. 121 milyar 392 milyon dolarlık performansıyla endüstriyel üretimin toplam ihracattaki payı yüzde 77’yi aştı.

2017’de Yatırım Tavan Yaptı

  • 2016 yılında tüm sektörler 97 milyar 961 milyon TL yatırım alırken, üretim sanayisi 24 milyar 95 milyon TL yatırım almıştı. 2017’de ise 177 milyar 899 milyon TL yatırım gerçekleşti. Üretim sanayisi yatırım tutarı 39 milyar 279 milyon TL oldu. Böylece sektöre yatırım bir önceki yıla göre yüzde 60,5 arttı.
  • 2016’da sektöre yönelik yatırım teşvik belgelerinin toplamı 1.793 oldu. 2017’de ise 2.899 adet teşvik belgesi verildi.
  • Son dört yıl incelendiğinde ilk üç sene belge adedi ve yatırım tutarlarında büyük farklar oluşmazken, 2017’de son dört yılın en yüksek rakamlarına ulaşıldı.

Doğrudan Yabancı Yatırımlar Düşüşe Geçti

  • Doğrudan yabancı yatırımlar azaldı. 2016 yılı toplamında 7,5 milyar dolar olan doğrudan yabancı yatırımı, 2017’nin ilk 10 ayında 5,4 milyar dolar olarak gerçekleşti.
  • Endüstriyel üretim sektörü 2017’nin ilk 10 ayında doğrudan yabancılardan 983 milyon dolar yatırım aldı ve yabancı yatırımların yüzde 18,1’ini oluşturdu.
  • Son 10 yılda en düşük yabancı yatırım tutarı 2010 yılında 924 milyon dolar olarak gerçekleşmişti. Bu rakamların ışığında 2017, son 10 yılda uluslararası doğrudan yatırım girişlerinin en az olduğu ikinci yıl olarak tamamlandı.
  • Yabancı yatırımların azalmasında küresel ekonomilerde yaşanan sorunlar ile Türkiye’nin içinde bulunduğu zorlu jeopolitik ve makroekonomik sıkıntılar rol oynuyor.

KPMG Türkiye, Endüstriyel Üretim Sektörel Bakış 2018 raporunun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Sakarya Büyükşehir: 4 farklı projeden en iyisi olacak

Millet Bahçesi için hazırlanan 4 farklı projenin sunumun ardından konuşan Başkan Toçoğlu, “70 bin metrekarelik alan üzerinde inşa edeceğimiz Millet Bahçesi için hazırlanan projeleri değerlendireceğiz. Kamuoyumuzla da projeleri paylaşıyoruz. Gelen eleştiriler, öneriler ve teknik ekibimizin değerlendirmesiyle nihai kararı vereceğiz. İnşallah şehrimiz için en güzelini, en idealini bulacağız” dedi.

Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Sakarya’da müjdesi paylaşılan Millet Bahçesi için hazırlanan projelerin AKOM’da gerçekleştirilen sunumlarına katıldı. Toplantıda Genel Sekreter İbrahim Pehlivan, SASKİ Genel Müdürü Dr. Rüstem Keleş, Genel Sekreter Yardımcıları Ayhan Kardan, Zafer Poyraz, Ali Oktar, SASKİ Genel Müdür Yardımcısı Sezar Ercan ve Sebahattin Belik, daire başkanları, şube müdürleri ve akademisyenler yer aldı. Toplantıda 4 ayır projenin tüm detayları ele alındı.

Şehrimiz için en güzeli olacak

Başkan Toçoğlu, “Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, 5 Haziran’da şehrimiz için Millet Bahçesi müjdesini paylaşmış, gerekli talimatları tarafımıza iletmişti. Cumhurbaşkanımızın şehrimizden ayrılmasının hemen ardından çalışmalarımızı başlattık. Çark Mesire ve Eski Altyapı Tesisleri’ni projemize dahil ettik. İmar planlarımızı yeşil alan olarak değiştirdik. Bugün de 70 bin metrekarelik alan üzerinde inşa edeceğimiz Millet Bahçesi için mimarlarımız tarafından hazırlanan 4 farklı projeyi inceledik. Mimarlarımızı ve emeği geçen herkesi kutluyor, teşekkür ediyoruz. Projeleri değerlendireceğiz. Kamuoyumuzla da projeleri paylaşıyoruz. Kamuoyundan gelen eleştiriler ve öneriler ile teknik ebimizin değerlendirmesiyle nihai kararı vereceğiz. İnşallah şehrimiz için en güzelini, en idealini bulacağız” dedi.

Yeşilin ve doğanın şehri

Toçoğlu, “Büyükşehir Belediyesi olarak her zaman ifade etiğimiz gibi, doğadan, yeşilden, insandan ve temiz havadan yana olduk. Millet Bahçesi projesinde de Cumhurbaşkanımızın da talimatlarıyla yeşilden yana olan bir bahçeyi şehrimize kazandıracağız. Mimarlarımız projelerini detaylıca sundu. Kurmaylarımızla projeleri inceleyerek üzerine istişarelerde bulunduk. Millet Bahçemiz için hazırlanan 4 proje içerisinden en iyisini seçip vatandaşlarımız ile de paylaşıyoruz. Sakarya yeşilin ve doğanın şehri olmaya devam edecek” diye belirtti.

MHP’li Başkan: “Neden Antalya’mız “turizm” denince Dünya’da akla ilk gelen yer olmasın?”

Bu sene 14. Düzenlenen 14. Geleneksel Gökbel Yağlı Pehlivan Güreşlerine katılım çok yüksekti. Antalya Milletvekili Abdurrahman Başkan, MHP Antalya İl Başkanı Mustafa Aksoy, MHP Ülkü Ocakları İl Başkanı Alperen Küreşoğlu, MHP Alanya İlçe Başkanı Mustafa Türkdoğan, 657.tarihi Kırkpınar Güreşleri’nin altın kemerli Başpehlivanı Orhan Okulu ve binlerce vatandaşın katıldığı 14. Geleneksel Gökbel Yağlı Pehlivan Güreşleri 21 Temmuz Cumartesi ve 22 Temmuz Pazar günü büyük bir coşku ile gerçekleşti.

Festivale damgasını vuran, 22 Temmuz Pazar günü konuşma yapan Abdurrahman Başkan oldu .

Konuşmasına, organizasyonu yapan Alanya Belediye Başkanı Adem Murat Yücel’e ve emeği geçen herkese teşekkür ederek başlayan Antalya Milletvekili Başkan;

“Burası pehlivanlarımızın diyarı; Gökbel Yaylası.

Havası ile suyu ile demir bilekli pehlivanların yetiştiği, Antalyamızın incisi, Gökbel yaylası.

Ata sporumuz güreş; Milattan önce 4. Yüzyıldan beri Türkler tarafından yapılmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu zamanında karakucak ve yağlı güreşler yaygın olarak devletin kontrol ve himayesinde yapılırdı.

Hatta pek çok bölgemizde güreş tekkeleri bile kurulmuş, bunların başına da şeyh denilen eski ve ünlü pehlivanlar getirilmiştir.

Sultan 4. Murad ve Sultan Abdulaziz de bizzat güreş tutmuş ve bu spora verdikleri önemi, değeri göstermişlerdir.” dedi ve güreşin Türk geleneklerindeki yerine ve değerine dikkat çeken Başkan turizmin önemine de değindi.

Antalya’nın turizmde bir marka şehir olması konusunda isteğini dile getiren Başkan, “17 Temmuz 2018 tarihi itibariyle Antalya ve Gazipaşa havalimanlarından gelen turist sayısı
6 milyona ulaştı.” dedi ve ekledi,

“Fransayı 2017 yılı ilk yarısında 16 milyon turist ziyaret etmiş, 2017 yılı sonu tahminleri 89 milyon olarak açıklanmıştı

Sadece Eyfel Kulesini ziyaret eden turist sayısı 6.2 Milyon kişi.

İspanya’yı 2017’de 82 milyon ziyaret etmiş.

2017 yılı itibari Ülkemizi ziyaret eden Turist sayısı ise 29 milyonlar seviyesinde kaldı.

Peki değerli hemşehrilerim. Soruyorum size, neden Dünya’nın en güzel yerlerinden biri olan Türkiye’miz ve onun incisi Antalya’mız “turizm” denince Dünya’da akla ilk gelen yer olmasın?

50 milyon turist sayısı ve daha fazlası niye hayal olsun?” dedi.

 “Antalya’mızı tüm dünyaya tanıtacağız kaçarı yok bunun.”

MHP Antalya Milletvekili Abdurrahman Başkan’ın seçim çalışmaları sırasında en fazla dikkat çektiği konulardan biri olan turizm ile ilgili sözlerine şu şekilde devam etti:

“Antalya’mızın da Dünya’da turizm denince akla gelen bir “marka şehir” olması için hiçbir eksiği yok aksine Dünya’nın birçok turizm merkezinden de fazlası vardır, fazlalarından biri de işte muhteşem Gökbel Yaylası’dır Gökbel…

Gökbel yaylası’nın havası, suyu, yeşili başka nerede var? Antalya’mızda bunun gibi onlarcası daha vardır.

Festivallar, organizasyon, etkinlikler, fuarlar ile Antalya’mızı tüm dünyaya tanıtacağız kaçarı yok bunun.

Turizm denince Dünya’nın aklına Antalya gelecek, Alanya gelecek, Gökbel gelecek, Perge gelecek, Olimpos gelecek, Kekova gelecek, Phaselis gelecek..” dedi

“Biz bu topraklara sevdalıyız..”

Turizm alanında ellerinden gelenin fazlasını yapacağını söyleyen Antalya Milletvekili Başkan,

“Biz tüm gücümüz ile bu tarihin ve doğal güzelliğin Dünya markası olması için çalışacağız.

Bunun için elimizden gelenin fazlasını yapacağız. Bir kere söyledik, şimdi söylüyoruz ve gücümüz el verdiğince de söylemeye devam edeceğiz;

“Biz bu topraklara sevdalıyız..” dedi.

“Bizi sorunları çözmemiz için, Antalya’mıza daha da değer katmamız için gönderdiniz.

Dertlerin, sıkıntıların, eksikliklerin farkındayız. Tüm dava arkadaşlarımızla birlikte gece gündüz demeden çalışacak ve inşallah Antalya’mızın sorunlarını bir bir çözeceğiz.

Tabir-i caizse problemleri bir bir kündeye getireceğiz.” diyerek sözlerine devam eden Başkan, Milliyetçi hareket partisi Antalya il ve ilçe teşkilatlarımızla Ocaklarımızla birlikte Antalya’mız ve Aziz Türk milletimiz için çalışacağız. Bunu taşın altına elimizi değil, gövdemizi koyarak yapacağımız konusunda hiç şüpheniz olmasın.

Bir olalım iri olalım diri olalım. Yeter ki aramıza fitne girmesin,

Türk milletinin sesi Mehmet Akif der ki;

“Girmeden tefrika bir Millete düşman asla giremez,

Toplu vurdukça yürekler onu top bile dindiremez,”

Diyerek konuşmasını sonlandırdı.

Antalyalılar ve turistler tarafından büyük ilgi gören 14. Geleneksel Gökbel Yağlı Pehlivan Güreşleri’nde Abdurrahman Başkan’ın konuşması büyük alkış aldı.

Amerikan askerleri Türk ordusunu böyle gözetliyor

Mutabakata göre 4 Temmuz’da PKK’nın Suriye kolu YPG’lilerin tamamının kentten ayrılması gerekiyorken, belli başlı kişiler dışında, YPG’nin Münbiç’teki esas varlığı devam ediyor.

Türkiye ve ABD arasında Haziran ayında imzalanan Münbiç mutabakatında henüz bir ilerleme sağlanamadı. Mutabakata göre 4 Temmuz’da PKK’nın Suriye kolu YPG’lilerin tamamının kentten ayrılması gerekiyorken, belli başlı kişiler dışında, YPG’nin Münbiç’teki esas varlığı devam ediyor.

Mutabakata göre Türk ve ABD askerleri Münbiç’te ayrı ayrı bağımsız devriye faaliyeti gerçekleştireceklerdi. Türk askerleri şu ana kadar 12 devriye görevini gerçekleştirdi. Güvenlik kaynakları, devriye faaliyetlerinin ABD’nin oyalaması olduğunu öne sürülüyor.

Güvenlik kaynakları, ABD askerlerin attığı devriyelerin, Türk askerinin devriye rotasından çıkıp, çıkmadığını denetlemekten ibaret olduğunu söyledi ve devriye faaliyetlerinin Münbiç kent merkezinde değil, kentin dışında yapıldığını da vurguladı.

Münbiç’te şu an 400-500 civarında YPG’li olduğu ifade ediliyor. Aynı zamanda YPG’lilere askeri eğitimlerin verildiği bir askeri kamp da bulunuyor. YPG’nin Münbiç’ten çıkması durumunda PKK’nın Fırat’ın batısındaki varlığı tamamen sona ermiş olacak.

İşte TSK’nın 28 Haziran’da yaptığı 6. devriye görevini izleyen ABD askerlerinin fotoğrafları: 

 

Masum Gök

Odatv.com

İAÜ’LÜ ŞAMPİYONDAN MESLEK MESAJI

Türkiye Açık Kick Boks Şampiyonası’nda altın madalya kazanan İstanbul Aydın Üniversitesi öğrencisi Buğra Tugay Erdoğan, madalya törenine çıkarken gitdiği t-shirt ile halkla ilişkiler mesleğine dikkat çeken #MesleğiminFarkındaOl kampanyasına destek verdi.boks

İstanbul Aydın Üniversitesi (İAÜ) İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü 4. Sınıf öğrencisi Buğra Tugay Erdoğan, şampiyon olarak altın madalyaya uzandığı Türkiye Açık Kick Boks Şampiyonası’nın madalya törenine çıkarken giydiği t-shirt ile, halkla ilişkiler mesleği hakkında farkındalık yaratmayı amaçlayan “#MesleğiminFarkındaOl” kampanyasına dikkat çekti.

“AĞIR SIKLET” MESAJ

8-14 Ocak 2018 tarihleri arasında Antalya’daki WOW Kremlin Palace Hotel’de gerçekleştirilen şampiyonada ağır sıklette ringe çıkan Erdoğan, rakiplerini bir bir devirerek şampiyonluğa ulaştı. Erdoğan, madalya törenine çıkarken giydiği, üzerinde “İAÜ PR Atölye- #MesleğiminFarkındaOl” yazılı t-shirt ile, halkla ilişkiler mesleği hakkında farkındalık yaratmak ve yanlış algıları düzeltmek üzere İAÜ İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü öğrencilerinin başlattığı kampanyaya destek verdi.

“AMACIM KAMPANYAMIZI TANITMAKTI”

Konuyla ilgili konuşan Erdoğan şunları söyledi: “Kick boks benim çocukluğumdan beri ilgilendiğim bir spor dalı. Yıllardır sarf ettiğim emeğin sonucunda Türkiye şampiyonluğuna ulaşmak elbette benim için büyük mutluluk. Ayrıca bir halkla ilişkiler öğrencisi olarak, üniversitemiz bünyesinde kurduğumuz İAÜ PR Atölyesi’nde üzerinde çalıştığımız ‘#MesleğiminFarkındaOl’ kampanyasını da daha geniş kitlelere ulaştırmak için elime geçen bu fırsatı değerlendirmek istedim. Bu amaçla daha önce kampanya için hazırladığımız t-shirtlerden birini giyerek madalya törenine çıktım. Bu şekilde kampanyamızın büyük ilgi toplayacağını düşünüyorum.”

TÜRKİYE’NİN İLK ÖĞRENCİ TOPLULUĞU KAMPANYASI

İAÜ PR Atölyesi öğrencilerinin geçtiğimiz günlerde başlattığı, Türkiye’de ilk kez bir öğrenci topluluğu olarak halkla ilişkiler mesleğinin algı sorunu ile ilgili meslek farkındalığı projesi olan “#MesleğiminFarkındaOl” kampanyasının ana problemini, orta ve küçük ölçekli işletmelerin halkla ilişkiler mesleğinin farkında olmayışı, toplumda mesleğin pazarlama, sekreterlik, danışma görevlisi gibi başka mesleklerle karıştırmaları oluşturuyor. İlk etapta halkla ilişkiler sektörüne ve kamuoyuna açık mektup yazarak destek isteyen öğrenciler, senaryolar eşliğinde amatör skeçler hazırlayarak, çektikleri videolar ve görseller ile halkla ilişkiler mesleğinin ne olmadığını anlatmaya çalışıyorlar. Öğretim üyelerinin de görüşlerini alan öğrenciler, yönettikleri blog ve sosyal medya hesaplarından #MesleğiminFarkındaOl sloganıyla kamuoyuna sesleniyorlar. Bu şekilde sektörde gündem oluşturmayı ve farkındalık yaratmayı amaçlayan öğrenciler önümüzdeki günlerde projenin ikinci etabında sektör profesyonellerinin desteklerini paylaşacak.

 

Kudüs… Ey Kudüs

Kudüs… Ey Kudüs

         “Seni unutursam, ey Kudüs
Sağ elim hünerini unutsun
Eğer seni anmazsam
Dilim damağıma yapışsın”

      MEZMUR-137

tamer uysalKudüs Ey Kudüs yaklaşık 4 yılda yoğun çaba ve araştırmayla ortaya çıkmış, Kudüs ve İsrail-Arap sorunu üzerine yazılı en kapsamlı kitaplardan birisiydi. Fransız ve Amerikalı gazeteciler Dominique Lapierre ve Larry Collins tarafından kaleme alınmıştı.

Üç tek tanrılı (semavi) dinin merkezi Kudüs tarih boyunca nice “kutsal savaş”lara sahne olup üzerine sayısız kitap yazılmıştır. Ulusların yolları ve tanrı kelamı kavşağının tarihine ışık tutan ve ABD, Almanya, Fransa vs. gibi ülkelerde çok satan kitapta Kore Savaşını da izlemiş Lapierre ile Ortadoğu’daki toplumsal dönüşümlerin yakın tanığı Collins  Ortadoğu, Avrupa ve Amerika’da 250 bin km yol katedildiğini ve 2 bin kişiyle konuşulduğunu belirtiyorlardı. 20 araştırmacı 500 kg belgeyi inceleyip 6 bin sayfa doküman hazırlayarak önemli bir kaynak ortaya koymuştu… 091120165884

Talmud (ibranice lamad) öğrenmek sözcüğünden gelir. Uzmanları hahamlar, hukuk doktorları, dağılmış topluluğun unutulmuş parçaları olarak yüzyıldan yüzyıla yaşamaya devam ettiler. Yoksul hayatlar dinsel kurallara göre düzenlenmişti. Torah yani yasaların, öğretilerin ayetleri ezberlenmiş ve talmud metinleri kuşaktan kuşağa aktarılmıştı.

Kutsal saydıkları Süleyman’ın yaptırdığı tapınağın kalıntısı olan ağlama duvarı 2 bin yıldır yeryüzünün bütün Yahudilerinin ona dönüp dağıldıklarına gözyaşı döktükleri yerdi. Öte yanda ise Kudüs’te Muhammed’in beyaz kısrağı üstünde gökyüzüne yükseldiği Hazreti Ömer Camii bulunuyordu. Mekke ve Medine’yle birlikte İslam’ın da en kutsal yeriydi Kudüs.

Kudüs tarih boyunca dökülen kanlarla lanetlenmiş gibiydi. Eski Yahudi tapınağının mihrabında hayvanlar kurban edilirdi. İsa burada çarmıha gerilmişti. İnsanlar buradaki duvarların diplerinde canlarını vermişlerdi.  Din adına burada cinayetler işlenmişti. Davut ve firavun, Sebnaşerib ve Nabukadnezar, Herod ve Ptolome… Titus ve Godefroy de Babullion komutasında haçlılarla Timurlenk ve Selahattin-i Eyyubi’nin askerleri… Türkler ve Allenby yönetimindeki İngiliz askerleri… Hepsi karşı karşıya gelmişlerdi.   filistin

Geçmeli Kubbeler, minareler, sur mazgalları, çan kuleleri ile rengarenk bir anıtşehirdi Kudüs. Oysa Yeruşalayim eski İbrani dilinde “barış şehri” anlamına geliyordu. İlk yerleşim bölgesi dalları evrensel barışı simgeleyen Zeytinlik Dağı yamaçlarıydı. Davut şu sözlerle yüceltmişti onu: “Kudüs’ün barış içinde yaşamasına dua edin”…

Yahudilerin asıl anayurdu Mezapotamyadaydı. Buradan kovulan İbraniler Musa yönetiminde dönüp Jedée (Yahuda) tepelerinde ilk devletini kurmuşlardı. Ancak Davud ve Süleyman yönetiminde 100 yıl kadar dayanabilmişlerdi. Asur, Babil, Mısır, Yunan ve Romalıların egemenliği altına girdikten sonra tapınakları yıkıldı. Bizans imparatoru 2.Teodosyüs ırkçı görüşle Yahudileri ayrı bir ulus varsaydı. Frank kralı Dagobert de Galya’dan onları kovmuş, 4.yy da ise Bizans İmparatoru Heraklius zamanında haçlılar  Deus Vult “Tanrı İstiyor” diyerek kılıçtan geçirmişti.

Yaşadıkları ülkelerde Yahudilere mal edinme hakkı pek tanınmazdı. Papalık para ticaretini yasakladığından tefeciliğe yöneltilmişlerdi. Kilise ortaçağda onlarla bir arada yaşamayı yasakladı. 1215’te 4.Latran konsili belli bir işaret -10 emri ifade eden rozet- taşımaları kararıyla ırkçılığı doruğa vardırdı. Fransa ve Almanya’da bu  sarı renkte bir O harfi olmuştu. Naziler ise gaz odalarına gönderecekleri Yahudileri sarı yıldızla belirlediler.KudüsünPlanı

İngiltere ve Fransa’dan sınırdışı edildiler. Veba gibi hastalıkları taşımak, çocukları öldürmekle suçlandılar. Normal hayat sürebildikleri tek yer İspanya oldu. Ancak 1492’de Kristof Kolomb’un yeni keşiflere çıktıkları yıl İspanya kraliçesi İsabella’in hıristiyan kilise ile işbirliği yapmasıyla buradan da kovulmuşlardı.

Prusya’da, İtalya’da da Yahudilere çeşitli yasaklar uygulanırdı. Talmud’u bulundurmak suçtu. Venedik’te Yahudiler Ghetto Nouvo “Yeni Dökümhane” denilen bir mahallede yaşamaya zorunlu tutuldu. Böylece evrensel sözcük haznesine katkıda bulunmuştu.

Filistin’de Yahudilerin oturduğu ilk yerleşim yeri 1860’ta kuruldu. Polonya’da kazak isyanı sırasında 100 binden fazla Yahudi soykırıma uğradı. Rusya’da Çar 2.Alexandre’nin ölümünden sonra halk tarafından resmen kıyıma teşvik edildiler -böylece yılgı ve ölüm anlamında Pogrom sözcüğü de doğdu- ve 1881-82 programından sonra Filistin’e göçmen dalgası hız kazandı. Reuven Shari, David Gryn da bunlar arasındaydı. Gryn Romalıların Kudüs’ü kuşattıkları sırada orada bulunan bir yahudinin adını almıştır: “Ben Gurion” aslan yavrusu demekti…

1885 yılında Theodor Herzl Yahudi düşmanlığı denen volkanın asla sönmeyeceğini ve ulus devletler yüzyılında gelişen milliyetçiliğin kurbanı olan Yahudilerin de ancak ulus olarak hayatlarını sürdürebileceklerini ifade eden bir görüşün tohumunu atıyordu. Dini siyonizm siyasi siyonizm olarak 100 sayfalık bir manifestoyla gerçekleşecekti adını da yine Herzl koyuyordu: “Der Judenstaat” yani Yahudi Devleti. mescidiaksaks2

Sion ibranice “seçilmiş” anlamına gelir, siyonizm ise Kudüs’teki Sion tepesinin adından geliyor. Siyonistlerin Yahudileri eski ülkelerinde toplama isteği ile 25 yy dır İsrail halkının Kudüs’le ilgili umudu…

İlk siyonist kongre 29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde toplandı ve uluslar arası yürütme kurulu belirlendi. Ulusal fon oluşturuldu. Filistin’de toprak satın almak için bir banka kuruldu. Bayraklarıyla ulusal marşlarını kabul ettiler.  Mavi-Beyaz renkler Yahudilerin  dua ederken omzuna taktıkları geleneksel ipek şal Taleth’in renkleriydi. Marşları ise simgeseldi, umut anlamına gelen Hatikvah’tı. Aynı gün akşam Herzl deftere şunları not etmişti: “Basel’de yahudi devletini kurdum. Bunu şimdi yüksek sesle söylesem evrensel bir kahkaha tufanına yol açabilirim. Belki beş yıl sonra ama kuşkusuz elli yıl sonra herkes için kesin bir gerçek olacaktır bu”…

1922 yılında Milletler Cemiyeti tarafından İngilizlerin manda yönetimine girmişlerdi. İngilizler için bu topraklar Ortadoğu’da istedikleri politikayı uygulamak için gerekli idi. Böylece İngilizleştirilmiş petrol yataklarıyla Times Nehri ve Süveyş kanalı arasında köprü kurulacaktır. 5 yy süren Türk egemenliğinden sonra Yahudiler İngilizler tarafından Filistin topraklarına getirilecekti.

29 Kasım 1947’de BM’ye bağlı 56 ülke New York banliyösü Flushing Meadows’ta toplandı. Filistin’i arap-yahudi diye ikiye bölecek  kararı alıyorlardı. Sözde 30 yıllık savaş sona erecekti. Ama umutsuzluğun kalemiyle çizilen bu paylaştırma haritası katlanılabilir bir ödünler ve kabul edilemeyecek kepazelikler karışımıydı. Kurulacak Yahudi devletinin topraklarının çoğunluğu ve neredeyse nüfusunun yarısı arap olduğu halde Filistin’in yüzde 57’si Yahudilere bırakılıyordu. Eski çağlardan beri Filistin’in bütün siyasal, ekonomik ve dinsel yaşamının çevresinde döndüğü Kudüs şehrinin yönetimi ise BM’in denetimine bırakılıyordu.  Ne Arap ne de Yahudi başkenti olmayacaktı.

2 Kasım 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Arthur James Balfour bankacı Walter Rothschild’e yazdığı “majestelerinin hükümeti” şeklinde bir hitapla başlayan mektupla Filistin’de kurulacak bir devlete ışık yakıyor ve nazi kıyımından kaçan 4554 yahudi “exodus” adlı bir gemiyle Filistin topraklarındaki bir bölgeye yerleştiriliyordu. Oysa hrıstiyan Avrupanın batı emperyalizminin baskılarına karşılık Osmanlı Devletinin kapı açtığı Yahudilerle Araplar İspanya’daki Endülüs Emevi devrinden bu yana hep barış içinde yaşamışlardı. İngilizler hak sahibi olmadıkları halde Filistin topraklarını ipotek altına alıyorlardı.

Filistin’in paylaşılmasında en fazla çabayı gösteren ABD’ydi. Bu ülkenin etkili Yahudi cemaatinin oy baskısıyla politikacılar göçle devlet kurulması yönündeki kampanyalara kayıtsız kalıyorlardı.

İlk aşamada 1.200.000 araba karşılık 250 bin yahudi bölgeye yerleştirildi. Başkan Truman BM’den Filistin’in paylaştırılması yönünde karar çıkması için Fransa’yı Amerikan yardımlarını kesmekle tehdit ediyor hatta Yunanistan, Liberya, Haiti, Filipinler bile evet oyu kullanılması için baskı görüyorlardı.  fil3

Emmanuel Cellar adlı bir ABD parlamento üyesi Başkan’a telgraf göndererek Yunanistan gibi direten ülkelerin yola getirilmelerini istiyordu. Aynı baskı Filipinlere de yapıldı paylaşım için olur istendi. Yüksek mahkemenin iki yargıcı Filipinler Devlet Başkanına “paylaştırmaya karşı çıkma kararında diretirse ülkesinin milyonlarca Amerikalı dost ve taraftarını kaybedeceğini” bildirmişlerdi. Öte yanda Liberya’da Harvey Fireston 400 kauçuk çiftliği sahibiydi, yatırımları vardı. Liberya ürünlerinin boykot edilmesiyle tehdit edildi. Haiti Cumhuriyet Başkanı ikna edilmeye zorlandı, bir Haiti temsilcisi Harlem’de siyonist ajanlarca kovalandı. Kudüs müftüsünün yeğeni Cemal Hüseyni ise 29 Kasım 1947’deki oylamada paylaşım yönünde karar alınırsa Yahudilerle savaşacaklarını açıkladı.

Siyonist marşı Hatikvah paylaşımla zafer edasında söyleniyor Dave Rothschild gibileri de barlarda kendince zaferlerini Le Şayim (şerefe) diyerek kutluyorlardı. İsrail Devletinin kurulmasıyla Tel Aviv dünyanın ilk Yahudi şehri olarak karnaval havasındaydı. 14 Mart 1948 günü İngilizler Kudüs’ten ayrılıyor, Yahudi devleti kuruluşunu ilan ediyordu. 3 bin yıldan bu yana ataları pek çok işgalcinin gidişini görmüşlerdi. Asurlular, Babilliler, Persler, Romalılar Haçlılar, Araplar ve Türkler gibi sıra İngiliz askerlerine de gelmişti…

İngiliz Sir Henry McMahon’la en büyük Müslüman yetkili Mekke Şerifi arasında 8 mektupluk yazışmayla Almanlarla müttefik olan Türklere baş kaldırılması istendi. Güya Araplara 1.dünya savaşından sonra büyük bir bağımsız devlet kurdurulacaktı. İngilizler ve Fransızlar 1917 yılında gizli bir anlaşma yapıp Araplara verilecek toprakları Fransa’ya devretti. Araplar buna bozulmuşlardı. Sir Mark Sykes ile Charles Picot arasında Moskova’da yapılan bu pazarlık bolşevikler iktidara geldikten hemen sonra açığa vurulmuştu. Akabinde Araplar Şam ve Suriye’den Fransızlar tarafından kovulunca hedeflerini İngilizlerin hainliğinden siyonistlere yöneltmişlerdir.

1925 yılında Filistin’de ulusal Yahudi yuvası kuruldu. Siyonist yönetici Hayim Weizman 14.büyük kongrede yaptığı konuşmada arap sorununu belirleyip siyonizmin basit bir dinsel hareketten bir doktrine dönüşmesine toplumsal disiplin haline getirilmesine yol açmıştı. İlk siyonistler Marksist etkilerle toplumsal demokrasi ve felsefe geleneğinde bir devlet kurmak istiyorlardı.  19.yy sosyalistlerinin ütopyası Filistin’de daha önce kurulan kazma ve tüfekli kibbutzlarla (kolektif çiftlikler) uygulamaya geçirilmişti. Yahudi işçi sınıfı oluşturularak bu çiftliklerde iskan sağlandı. Çoğunluk Beyrut’ta yaşayan büyük toprak sahibi olan Araplardan toprak satın alınarak yapıldı ve Yahudi emekçilerinin genel konfederasyonu Histadrouth’un temeli atıldı.

Topraklarından atılan işsiz kalan Araplardan çok geçmeden kent proletaryası oluştu. Bu kitle başta ilkel ve içgüdüsel tepki gösterebiliyordu. Sadece geleneksel kaderci bir tutum içindeydiler örgütlenmelerini sağlayacak ulusal istekleri yoktu ve sanayi devrimini tamamlayamamış bir dünyada sömürge halklarının örnek sorumsuzluğuyla yaşıyorlardı.

Filistinli Araplarda önceleri önemsenmeyen Yahudi istekleri düşmanın örgütçü yanı, canlılığı ve amaçlarını geliştirmekle ilgili inanç karşısında çok geçmeden üzüntü, kuşkuyla nefrete dönüştü.  İngilizlere karşı sadece 1920, 1929 ve 1935-36’da ayaklanmışlardı…

Kudüs Müftüsü Muhammet Sait Hacı Emin el Hüsseyni ise 1929’dan beri Filistin’de Arap lideriydi. Berlin’de 4 yıl kaldıktan sonra 6 Nisan 1945’te Almanya’nın yenilgisiyle bu ülkeyi terk etmiş bir zamanlar Türk ordusunda da subay olarak yer almışsa da daha sonra İngilizler hesabına Filistin’de ajanlık yapmaya başlamıştı. Ancak İngilizlerin ihaneti ve Filistin’e Yahudi göçüyle gerçek eğilimini buldu. Kenar mahallelerde, çarşı ve köylerde örgütlenmeye, ayaklanmalara yöneldi. Gıyabında mahkum oldu, Ürdün’e geçti.  Döndüğünde listede olmadığı halde yine İngiliz Yüksek Komiserliğince boşalan Kudüs müftülüğüne atandı.

Ardından Yüksek İslam Kurulu Başkanlığı’na da seçildi ve dinsel fona yatırılmış parayı kullanma yetkisi kazandı.  Mahkemelerde, camilerde, okullarda, mezarlıklarda söz sahibi oldu. Aydınlara karşı  mesafeliyken yandaşlarını bilgisizlik kalelerinden, mahalle ile köylerden toplamayı yeğledi. 24 Eylül 1928’de halkı dinsel bağnazlığı güçlü bir protestoya çevirmeyi başarmıştı, Yom Kippour bayramında ağlama duvarında ibadet eden Yahudileri Muhammet’in gökyüzüne çıktığı yeri ele geçirmekle itham etti…

1929’da Cihad-ı Mukaddes ilanı uygulamaya geçirildi. 16 aylık bir grev başladı ve  ayaklanmaya dönüştü. Filistinli Araplar arasındaki başlayan iç savaşta 2 bin arap öldürüldü. Birçoğu İngilizce konuşan ve müftünün otoritesine boyun eğmeyecek kişilerdendi. Büyük toprak sahipleri, tüccar, öğretmenler ve memurlardı ya da otoritesine karşı çıkacak olan büyük ailelerden Naşaşibiler, Halidiler ve Dacanilerdi. Rakipler birbir temizlenmeye suikastlerle kardeş kardeşi yok etmeye başlamıştı. Araplar araplara kırdırılmıştı.

Buna karşılık Yahudi cemaatinde genç şefler ve birgün Filistin’deki en büyük güç olan toplumsal kuruluşların sayısı artarken Hacı Emin arapları aynı kaynaklardan yoksun bırakmıştı. Dinsel bağnazlık taşkınlığıyla akıl yolu boğazlanıp ülkenin en seçkin kişileri birbir cahil köylü tüfekleriyle yıldırılınca koca bir şef olacak nitelikteki kuşak korku ve sessizliğe itildi.

Berlin’den Fransa’ya gönderilen müftü Hacı Emin’in siyonist davasına  yakın Fransız başbakanı Léon Blum ve Amerikalı siyonistlerle pazarlığı sonucu 29 Mayıs 1946’da Suriye pasaportu ve sahte Amerikan askerlik belgesiyle ayak bastığı Kahire’den o zamana kadar gelinen nokta buydu. Yahudilerle Amerikalılar arasında yapılan pazarlığı Fransız dışişleri bakanı Georges Bidault bozmuştu teslim edilmesine karşılık Fransa’ya vaat edilen ABD yardımına rağmen müftü Fransız topraklarından çıkarıldı. 12 yıl sonra Fransız gazetesi Paris Press  kaçışa göz yuman ve Nürnberg savaş suçluları mahkemesinde yargılanmaktan kurtulan müftü için Fransa’nın Kuzey Afrika’da durumunun ve rolünün destekleneceği sözünü aldığını  açıklamıştı.

Müftü müttefikler arasında bir pazarlık konusu haline gelmişken yahudi tarafı ise günden güne güç kazanmaktaydı. Yahudiler Haganah adlı bir harekat birliği kurmuşlardı. 2.dünya savaşında yenilen Almanların Afrika’da kalan mühimmatını toplayan Haganah silah yönünden oldukça güçlenmişti. Ayrıca Hayim Slavine çok güçlü bir patlayıcı madde olan trinitrotolüen hazırlayıp ABD’deki ünlü ve zengin Yahudi ailelerle Ben Gurion arasında bağlantının kurulmasını sağlıyordu.

Sanenborg adlı bir enstitü kurulduktan sonra silah imalatında kullanılacak hurda makinalar toplandı.  Harlem’deki bir karargahta bu hurdalar silahlara dönüştürülüp parçalanarak İngiliz gümrükçülere bir izin belgesiyle tekstil makine parçaları deyip Filistin’e sokulması sağlandı.  Özellikle kibbutzlarda ve köylerde Haganah’ın çağrısıyla genç yahudiler de izcilik adı altında örgütlenip (Gadna) askeri eğitim alıyorlardı.

Yahudilerden iki kat fazla olan Filistinli Araplar önceleri bu gelişmelere pek aldırış etmemişlerdi. Çünkü silah bakımından beslendikleri kaynaklar çoktu. Gerilla savaşına alışkındılar bedevi soyundan gelme yeteneklerden birisi de oydu. Ancak disipline olmamak ve bilgisizlik önemli eksikleriydi.

Gelecekte Filistin’de kurulacak olan bir devletin başına geçme  planı kuran Hacı Emin El Hüsseyni ise Cihadı Mukaddes Savaşçıları adlı bir ordu teşkil etti ve Kudüs’teki dağınık köylüleri birleştirmeyi hedefledi. Futweh adlı gençlik hareketi bu orduya bağlanmıştı.

Filistinli Arapların komşuları da kendi soyundan arap devletleriydi ancak Ortadoğu’daki iki ülke Suriye ve Lübnan birer Fransız tipi parlamenter cumhuriyetti,  Suudi Arabistan, Yemen ve Ürdünlüler feodal devletlerin aşiret yapısında yaşıyorlardı. Mısır ile Irak’ta ise İngiltere’yi andıran belli belirsiz meşruti krallıklar bulunuyordu ve Kahire’yle Bağdat halifeleri de anlaşamıyorlardı. Ayrıca Irak’ın  Suriye, Suriye’nin de Lübnan toprakları üzerinde gözleri vardı. Filistin tamamen bu sorunların üstündeydi tabii üstelik Mısır’ın Süveyş Kanalı nedeniyle İngilizlerle bir meselesi de söz konusuydu…

Yahudiler arasında Roma kralı Antiochus’a başkaldıran Maccabe kardeşlerin zaferi için geleneksel Hanoukka (ışık bayramı)  kutlanırdı. Geceyi aydınlatmak için sırayla 8 ışık (menorahlar) yakılırdı. Maccabe mezarlarından Kudüs’ün merkezine meşalelerle dans ederek yürünürdü. 800 metrelik 5 dakikalık bir yürüyüştü bu ve Yahudiler için tehlikeliydi.

Aslında araplarla yahudiler arasında geleneksel dostluklar sözkonusuydu.  Örneğin İslam din adamlarına beslenen saygı yeshiva’lara yani din adamlarının toplandıkları yerlere kadar yaygındı. Sevkoth’da (klübeler bayramı) yahudiler sonbahardan kış mevsimine girdiklerinde törenlerde toz bademler sunar araplar da  paskalya sonunu kutlamak için onlara ekmek ve bal getirirlerdi. Oysa geleneklerine bağlı Kudüslü Yahudilerle Siyonist yöneticiler arasındaki ilişkilerse genellikle gergin olurdu. İngilizlerin nefret edip arapların çok çekindikleri İrgun adlı gizli siyonist örgüt yahudi topluluğunun büyük çoğunluğunca benimsenmemişti.  Zwai Leoumi’nin bir hücresinin üyelerinden oluşan bu teşkilat Vladimir Jabotinsky adlı tutucu bir siyonistin görüşleriyle yönetiliyordu ve amaçları kutsal kitapta sözü geçen İsrail devletinin bütün topraklarını ele geçirmekti.

Yahudiler Hayim Weizman’ı dostu Harry S.Truman’a gizlice gönderdiler ve üç konuda yardım istediler: Silah ambargosunun kalkması, Filistin’e göç ve paylaşım kararının desteklenmesi. Truman’ın eski iş ortağı Eddie Jacobson aracılığıyla da ilişki kurdurulup desteği sağlandı.

BM paylaştırma kararını silahlı kuvvetlere bırakmıştı.  Fransızlarla İngilizler 150 yıldır bölgede üstünlük kurmak için birbirleriyle çatıştıklarından İngilizler buna yanaşmadı.  Fransa’nın ise zaten Çin Hindi’nde sorunları vardı ve orada savaşıyordu. ABD Rusların varlığını da Ortadoğu’da istemiyordu. Yahudi devletini başta açık açık tanımamaktaki asıl nedeni Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da kazanacağı egemenlikti.

İrgun komandoları araplara saldırıp katliamlara girişmeye başlamıştı. Kadınlar bile ırzlarına geçilip çocuklarıyla beraber öldürülüyor patlayıcı maddelerle direniş gösteren bütün evler havaya uçuruluyordu. Deir Yassin Yahudi devletinin vicdanını rahatsız etti ve Filistin halkının bitmeyen felaketlerinin adeta simgesi oldu.

Kudüs’le ilgili kararlarda batılılar hristiyan ve Müslüman inancıyla bağını ileri sürüp Yahudi isteklerini arka plana iter görünüyordu. Belçika, Hollanda, Fransa hatta ABD böyle düşünüyordu. Arap-Yahudi çatışmalarını önlemek için daha sonra üç ülke Belçika, Fransa ve ABD ateşkeste arabuluculuk üstlendi.

Öte yandan Arapların yaşadıkları ülkelerden gelen aydınlar, öğrenciler Şam’ın güneyindeki vadide bir kampta çeşitli zorluklar altında toplandılar. Başlarında adamlarıyla birlikte çete reisleri ile bazı gönüllüler de vardı. Otorite ve gerçek subaylardan yoksundular beslenmeleri donatılmaları ise büyük sorundu.

Nazilerin patlayıcı madde eğitimi verdiği Abdülkadir, müftü tarafından küçük bir partizan grubunun başına getirilmişti. Araplar arasında müthiş otorite boşluğu vardı ve 3 bine yakını Kudüs’te savaşıyordu. Yarıdan çoğu müftünün yandaşıydı. Geri kalan 600 kişi Iraklı eski polislerle Lübnan asıllı polis müfettişi Münir Ebu Fadıl komutasındaki eski polislerden oluşuyordu. Düzenli arap orduları yetişmeden ciddi hedefler elde etmeyi planlayan Yahudiler İngiliz mandası Filistin’i terk edince aldıkları kararla hemen Arapların yaşadıkları bölgeleri boşaltmalarına yol açtı. Böylece tarihteki Filistinli mülteci trajedisinin ilk adımı gerçekleşiyordu. 20.yüzyılın en önemli siyasal olaylarından birisi gerçekleşmek Siyonist hareket Yahudi halkı inatla istediği için devlet kurmak üzereydi.

Balfour bildirisine “İsrail Devleti” diyerek başlayan David Ben Gurion, Tinsel, dinsel ve ulusal yanlarının Filistin topraklarında doğduğunu belirterek ulusal özgürlüğün kurulması ve yahudilerin yüzyıllar boyu atalarının varsaydığı topraklara dönmek için çalıştıklarını ifade ediyordu. Balfour’da Araplara ve bütün dünyaya çağrı yapan Gurion yeni İsrail devletinin 3 ilke üzerine kurulacağını açıklayacaktı: Özgürlük, adalet ve barış!..

Geçici kurul 14 Mayıs 1948 tarihli geçici kurulda bağımsız İsrail Devleti’ni ilan etmişti. 200 bin kişilik Mısır ordusu hemen harekete geçti. Kahire El Ezher Camii İmamı “kutsal savaş saati çaldı” diyordu. Hacı Emin’in sözcüsü Ahmet Şukeyri bütün Araplara Yahudi devletini hedef gösteriyordu. Şam’dan Suriye Ordusu tugayı Galile’ye, Lübnan ordusu Yahudi yerleşim merkezlerine saldırdı. Mısır Gazze’ye girmişti. Hristiyanlar için Kudüs önemliydi. Pentecôte Pazarı (paskalyadan sonraki yedinci Pazar) Ruhül Kudüs’ün havariler üzerine inişini kutlayan hristiyan bayramıydı. İnanışa göre Tanrı insan suretinde yeryüzüne inmişti…

Mısır birlikleri iki koldan ilerliyorlardı. Kıyıdan başkomutanları general Muavi komutasındaydılar.  Silah temin etmekte güçlük çeken İsraillilerin Negev tugayında sadece 800 askere karşılık 2 adet 20 milimetrelik top,  10 mermilik 2 davitka bulunuyordu.  Mısır kuvvetleri ise bombardıman uçak filosu destekli 10 bin askere, tank alayına ve 88’lik toplarla donatılmış alaya sahipti.  Kuzeyde Suriye ordusu 3 kibbutzu ele geçirmişti. Kudüs ise kanlı çatışmalara sahne oluyordu. Yüzyıllarca komutanların karşılaştıkları Kudüs’ün Latrun tepeleri şimdi de Yahudilerin yardımına koşmak için gelecek olanlara karşı arap mevzilerinin kontrolünde direnecekti.

Halife Ömer’in komutanlarından İbni Cebel yabani nanelerin kokulara boğduğu bu tepelerde dinlenme yolunu seçmişti. Aslan yürekli Richard’ın yaptırdığı ve daha sonra Selahattin Eyyübi’nin yerle bir ettiği kale yıkıntıları da buradaydı. Araplar Türklerin yıllar önce Allenby’in İngiliz ordusunu püskürtmeye çalıştığı siperleri temizleyip açarak yerleştiler. Yamaçlar mayınlar, dikenli tellerle kaplıydı. Tanksavarlar silahlarla korunuyordu. 3 makinalı vickers silahı  namluları ovaya dönük beklemekteydi.

Amerikan yahudisi albay David Marcus Amerikan ordusu hesabına savaşırken Normandiya çıkarmasıyla  Avrupa’daki bazı yerlerde de bulunmuştu. Gurion Latrun’u alıp Kudüs’ü açma görevini ona verdi. Judas Maccabée’den sonra  general rütbesi verilen ikinci kişiydi. Yahudi Haganah subayları kutsal kitaptan alıntıyla harekatın adını koymuşlardı: “Ben Nun” yani Ayalon vadisinde güneşin batışını durdurmak ve İsrail’in hasımlarını yoketmeyi gün ışığında tamamlamak…

30 Mayıs gecesi Ben Nun harekatının ikincisi Latrun’daki arap mevzilerinin dövülmesiyle başladı. Bedevi topları, Mısırlı Abdülaziz’in bataryaları ise Yahudi kesimini kasıp kavuruyordu. Kudüs bütün çarpışmalar boyunca kayıplarla ilgili bir karşılaştırma yapılacak olsa nazi bombardımanında Londra halkının verdiğinden beş kat fazlasını yaşamıştır. New York Times’ın muhabiri Diana Adams Schmidt 2.dünya savaşında röportaj yaptığı 4 yıl sürede tanık olduklarından daha dehşet verici bir tabloyla karşılaştığını belirtecekti.

Filistin halkı açlık ve susuzluk felaketiyle karşı karşıyaydı. Kudüs kuşatmaları boyunca halkın imdadına hep koşan hubeyza otları da kurumuş asma yaprakları haşlanıp karınlar doyurulmaya çalışılıyordu.  İsrail ordusu 3 kez Kudüs yolunu açmayı denedi. Haganah’ın Latrun’da uğradığı üç yenilgi haberi ulaştığında şehri kasvetli bir hava sarmıştı. Ölüm, açlık ve umutsuzluk kaosu arasında söylenti haline gelen bu haber Kudüs’ün sokaklarına yayılıverdi. BM arabulucusu Kont Bernadotte’nin çağrısıyla  30 günlük süre için ateşkes ilanı resmen açıklandı (Kudüs gökleri üst üste 26 gün açlıkla ve arapların top gümbürtüsüyle çınlarken Latrun tepeleri 19 yıl süreyle arap lejyonu elinde kalacaktı)…

Kral Abdullah Kudüs’e geldi. Kudüs’ü kurtaran arap lejyonu komutanı Abdullah Tell’e albay rütbesine yükseltildiğini bildirdi.

Ben Gurion BM ateşkesiyle 30 günlük solukalma fırsatı tanınmasını arapların ateşkes kararını kabul etmelerini büyük bir hata olarak görüyordu. Çünkü Ehud Avriel’in Çekoslavakya’dan gönderdiği silah yüklü gemi yola çıkmıştı, Meksika’dan gelen silah dolu başka bir şileple de Yahudiler daha da güçlenmişti. Bernadotte ateşkesin uzatılması için yeni bir girişimde bulundu ancak İsrail tarafı bunu kabul etmek için artık neden görmeyecekti. İsrail hava kuvvetlerine ABD’den satın alınan bir uçan kale sayılan B-17 bombardıman uçağı da katılmıştı. Irak ve Mısır’ın orduya kattıkları 10 bin asker dışında Arapların askeri gücünde bir değişiklik olmadı. İsrailliler ilk kez silah üstünlüğünü ele geçiriyordu…

Çarpışmalar yeniden başladığında araplar korkunç gerçekle karşı karşıya kaldıklarını anladılar. İsrail ordusu tüm cephelerde saldırıya geçecekti. Moşe Dayan komutasında birlikler Lod’u ele geçirdi. Araplar şehirden göç etmeye başladı. Nazaret ve Ramleh düşmüştü.

16 Temmuz Cuma günü gece yarısından hemen sonra Nabukadnezar’ın Kudüs surlarına saldırmasının 2500. yılında Kedem (ilkçağ) adını verdikleri silahla Yahudiler Kudüs’ün surlarını delecek ve 2 bin yıl sonra ilk kez şehri elegeçirebilecekleri saldırıya geçecekti. Abdullah Tell radyoda bütün birliklerine çağrıda bulundu:  “kutsal şehri son askerimize ve son kurşunumuza dek savunacağız bu gece kimse geri çekilmeyecek!”…

Sonraki 3 saat boyunca 500 mermilik bir çığ şehrin arap kesimine yağdı. Top mermileri her yeri yakıp yıkıyordu. Ölüler, can çekişenler şehirde her köşede birbirine karışmıştı. Muazzam bir patlama bütün bir şehri sarsarken büyük bir ışık gökyüzünü aydınlattı. Zvi Sinai karargahın balkonundan “surlar delindi! Eski Şehir’e giriyorlar” şeklinde bir sevinç çığlığı attı. Abdullah Tell ateşkesin devreye girmesiyle “bunca insanın hayatı bir hiç uğruna söndü” diyecekti.

Tell ve Moşe Dayan Kudüs’ü ayıran sınırları karşılıklı belirledi.1948 Temmuz sabahı Kudüs’e inen barış geçici olacak, şehir bir çizgiyle ikiye bölünmüş olarak kalacaktı.  1949’da Birleşmiş Milletler Teşkilatı Mısır, Lübnan, Ürdün ve Suriye’nin İsrail’le bir ateşkes anlaşması imzalamasını sağlayacaktı.

Bu anlaşmalar çarpışmaları durdursa bile savaş durumuna son vermedi.  Araplar İsrail Devletini tanımayıp reddettiklerini yok edeceklerini açıkladılar. İsraillilerin ise “bağımsızlık savaşımız” diyerek adlandırdıkları bu ihtilaf sırasında binlerce insan can verdi, 112 köyle birlikte Filistin 1300 kilometrekarelik toprağını kaybetmişti. Yahudi devletine ait olan 350 kilometrekare toprak ve 15 köy ise arap tarafında kalıyordu.

1 milyondan fazla arap göç edecekti  (BM’e göre 500-700 bin arası). David Ben Gurion ülkesinin bu sorun karşısındaki tutumunu 1948 Haziranında açıklamıştı; “terkedilmiş köylerin hemen yahudi ailelerce işgali”ni emredip gelecekte öngörülecek barış görüşmeleri çerçevesinde 100 bin göçmenin dönüşünü kabul edeceğini bildirdi. Daha sonraki İsrail hükümetleriyse  teklifin ötesine geçmeyi İsrail’in temeli için tehlike görüp reddetmişlerdir.

Öte yandan Suriye ve Irak göçmenlere kapılarını açmadı. Lübnan ülkedeki dini dengeyi bozmamak adına göçmen sayısını sınırlı tuttu. Mısır ise daracık Gazze şeridine yerleştirmekle yetindi. Fakat arap devletlerinin en yoksulu olan Ürdün Birleşmiş Milletlerin sağladığı ianeyle yaşamak zorunda kalan göçmenleri kabul etmek için ciddi bir çaba göstermişti.

Filistinli araplar 1948’den beri yerinden yurdundan göçerek kamplarda yaşamak zorunda kalmışlardır. Bütün dünyanın unuttuğu Filistinliler yaşadıklarını asla unutmadı. Bu kampların sefaletinden yeni bir kuşak doğdu. Filistin gerillaları bu kuşağın çocuklarıdır.  “Fedai”ler adıyla Ortadoğu sahnesine çıktılar.

BM arabulucusu Bernadotte 16 Eylül 1948’de Stern grubuna bağlı Siyonist tedhişçilerce öldürüldü. Mısırlı Mahmut Nukraşi Paşa ve Lübnanlı Riyad Sulh 1951 yazında vuruldular. 20 Temmuz 1951’de  bir öğle üstü Kral Abdullah Hz. Ömer Camii’ne girerken öldürüldü. Hacı Emin Hüsseyni Beyrut tepelerindeki sığınağında Kudüs’e kavuşma umuduyla yaşamını sürdürdü.

Gurion 1948’den 1963’e kadar başbakanlık yaptı. Ülkesi kendine yetecek ekonomik güce erişti, nüfusu ikiye katlandı sonra da Negev’te Sde Boker kibbutzunda basit ve sakin bir hayata başladı. Golda Meir  BM İsrail diplomasisini üstlendi. 1969’da başbakan olması istendi, oldu. 1967’de Ürdün’le çatıştılar. İşgal edilen Filistin’de gerillaların ortaya çıkışıyla şehir sokakları çınladı. Şehri bölen dikenli tellerle çevrili müstahkem yerler halkın yüreklerine taşındı.

D. Lapierre ve Larry Collins tarafından kaleme alınan birçok arşiv belgesi, günlük, mektup vs taranarak oluşan kitap siyasal ve stratejik bir kent olan Kudüs üzerine bu konuda cesaretle özveri isteyen tarihsel nitelikte büyük ve önemli bir kaynak yapıt ortaya çıkarmış. Etkileriyle güncelliğini asla yitirmeyen anlatı ihtilafın doğuşunu harita, fotoğraf ve planlarla da desteklemiş. Kudüs’ü başkent yapan büyük yahudi kralı Davut için yazılan şu mezmurun sözleriyle  bitiriliyor:

“Kudüs’ün selametini dileyin, duvarları içinde barış, sarayları içinde refah olsun”…

Kaynak: Kudüs… Ey Kudüs, Dominique Lapierre – Larry Collins, Çeviri Aydın Emeç,  E Yayınları 1973.

4 Günlük Bebek Anjiyo ile Hayata Döndü

4 Günlük Bebek Anjiyo ile Hayata Döndü

Henüz 4 günlükken ana damarında darlık olduğu ortaya çıkan bebek, zamana karşı bir yarışta hayata döndürüldü. Okan Üniversitesi Hastanesi Çocuk Kardiyolojisi Uzmanı Prof. Dr. Taner Yavuz ve ekibinin 3 saat süren müdahalesi sonucunda, bebeğin damar yoluna makara ipliğinden ince kıldan biraz kalın bir telle, damar yolundan geçilerek açıldı.unnamed (8)

Doğumundan 4 gün sonra bebeklerinin karnında şişlik şikâyeti yaşadığını fark eden aile Abant İzzet Baysal Tıp Fakültesine başvurdu. Acilen yoğun bakıma yatırılan bebeğe konulan teşhiste kalbinin kasılmadığı belirlendi.

1 gün boyunca çocuk kardiyolojisi yoğun bakım merkezi arayan aileye, Okan Üniversitesi Hastanesinde hem çocuk kardiyolojisinde hem de yenidoğan yoğun bakımda yer olduğunun bildirilmesi üzerine, bebek ambulansla Okan Üniversitesi Hastanesi yenidoğan yoğun bakım servisine getirildi.

“Hastaneye Geldiğinde Organ Yetersizlikleri Mevcuttu”

Hastaneye geldiğinde yaşam fonksiyonlarının nerdeyse durmak üzere olduğunu söyleyen Çocuk Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Taner Yavuz, “Hastanemize geldiğinde bebeğin akut kalp yetersizliği ve buna bağlı çoğul organ yetersizliği vardı. Çevreyle teması kesilmiş, uykuya meyilli, emmesi, beyin fonksiyonları ve böbrek kan akımı bozulmuştu.  Ayrıca idrar çıkaramıyor, karaciğer dolaşımının bozulmasına bağlı olarak değerleri yükselmişti.” şeklinde konuştu.

Solunum sıkıntısı yaşayan bebek acilen solunum makinesine bağlandı ve ana damar-orta kapağındaki darlığa bağlı olarak vücuda kan gitmediği saptandı. Damarlarındaki darlığın çok ciddi boyutta olması ve buna bağlı olarak kalp kasılmasında bozulma olduğu belirlendi.

“Kıldan Biraz Kalın Bir Telle Kalp Kapağından Geçildi”

Damar darlığı çok ciddi boyutta olup, damardan çok az kan geçen bebek derhal ameliyata alındı. Makara ipinden (1,8 mm) daha ince ve kıldan (0,1 mm) biraz kalın (0,3 mm) bir telle kalp kapağından geçilerek, kapakta önce 5 mm daha sonra 7 mm çapında balonlar şişirilerek kapak genişletildi. Kalp kapağı açıldıktan hemen sonra kalp kasılması düzelen bebeğin saatler içerisinde karaciğer ve böbrek işlevleri düzeldi. İdrar çıkarmaya başlayan bebek ameliyattan 1 gün sonra da solunum makinesinden ayrıldı.

Bebeklerinin mucizevi bir şekilde sağlına kavuştuğu için çok mutlu olduklarını söyleyen aile, Okan Üniversitesi Hastanesi Çocuk Kardiyolojisi Uzmanı Prof. Dr. Taner Yavuz’a ve Yeni Doğan Uzmanı Yrd. Doç Dr. Şenol Bozdağ’a çok teşekkür ettiklerini, bebeklerinin rutin kontrolleri bittikten sonra kucaklarına alacakları günü sabırsızlıkla beklediklerini ifade ettiler.