Etiket arşivi: 29

KALP KRİZİ UYKUDAYKEN DE YAKALAR!

 

Uyku düzensizliği olan ve uykusuzluk çekenlerde kalp krizi oranının daha yüksek olduğunu biliyor muydunuz? Ancak paniğe kapılmaya gerek yok. Zira sağlıklı yaşam alışkanlıkları kazanarak ve uyku kalitenizi artırarak uykuda gelişebilecek kalp krizi riskini en az seviyeye indirebilirsiniz. Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Karabulut, uyku apnesi, diyabet, yüksek tansiyon ve uyku bozukluğu ile panik ve kaygı bozukluğu olanlarda kalp krizi riskinin daha yüksek olduğunu belirtirken “Uykusu düzensiz olanlarda, sık uyananlarda, sık kabus görenlerde uykuda kalp krizi riski fazladır. Uykunun düzensiz olması, uykunun kalitesini azaltarak nabız ve kan basıncında ani değişimlere yol açar. Bu durum uykuda kalp krizine yakalanma riskini artırabilir. Uyku bozukluğu yaşayanlar bu konuda profesyonel yardım ve gerekirse ilaç desteği ile uykuyu düzene sokmalıdır” diyor. Prof. Dr. Ahmet Karabulut 29 Eylül Dünya Kalp Günü kapsamında yaptığı açıklamada, uykuda kalp krizi riskini azaltmanın 8 yolunu anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

  • Göğüs ağrısı ile yatağa girmeyin

Kalp krizleri çoğunlukla önceden bulgu veriyor. Göğüste sıkıntı hissi, göğüs ağrısı kalp krizinin en sık gözlenen bulgularından. Bu şikayetleri belirgin olan kişilerin bu halde yatağa gitmemesi ve muayene olması gerekiyor. Çünkü hafif başlayan bulgular uyku sırasında belirginleşebiliyor.

  • Akşam 9’dan sonra yemek yemeyin

Geç saatte yenilen yemekler, özellikle hamurlu tatlılar kan şekerini ve kandaki stres hormonlarını artırıyor. Özellikle kontrolsüz diyabet hastalarında risk belirgin olarak artış gösteriyor. Geç saatte acıkıyorsanız bir kase yoğurt ya da ceviz, yer fıstığı gibi bitkisel omega3 içeren besleyici atıştırmalıklardan yiyebilirsiniz.

  • Sigara içip yatağa girmeyin

Sigara kalp krizi riskini artıran temel etkenlerden biri. Sigara tiryakileri uyku öncesi genelde sigara takviyesi yaparken, bu durum kan akışkanlığı ve damar yapısında olumsuz etkilere yol açıyor. Özellikle geç saatte yenilen ağır bir akşam yemeğine sigara ya da nargile türü tütün ürünleri eklenerek yatağa girmek uykuda oluşacak kalp krizine davetiye anlamına geliyor.

  • Tansiyonunuzu ölçün

Gece düşmeyen tansiyon uyku sırasında kalbe ek yük bindiriyor. Özellikle tansiyon değerleri dengesiz olan kişilerin yatmadan önce kan basınçlarını kontrol etmesi çok önemli.

  • Uyku saatini kaçırmayın

Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Karabulut “Kaliteli uyku kalbin dostu olup, derin ve deliksiz uyku uyuyanlarda kalp krizi riski azalır. Bunun için özellikle gece 23:00-01:00 arasında uyumak çok önemlidir. Bu dönemde melatonin salınımı en üst düzeyde olup, kişinin daha kaliteli uyku geçirmesini sağlayacaktır” diyor.

  • Uyku ortamınıza düzen verin

Kaliteli bir uyku için yatılan yatağın kalitesi, ortamın nemi, toz oranı önem taşıyor. Uyku ortamınızın havalandırılması, tozdan arındırılması, ısıtma sistemi, nemin düzenlenmesi ve rahat edeceğiniz ortopedik ve hijyenik bir yatak tercih etmeniz uyku kalitenizi artırmada önemli unsurlar.

  • Ateşle yatağa girmeyin

Ateşli hastalıklar kalbin üzerindeki yükü artırıyor. Sıklıkla gece saatlerinde artan ateşe çoğu zaman uyku ve ter atma ile çözüm aranıyor. Özellikle kalp damar hastalığı için riski olanlar, yaşlılar ve kalp yetersizliği hastalarında ateşli hastalıklar uykuda kalp krizi riskini artırıyor.

  • Hastalıkları önemseyin

Özellikle uyku apnesi, depresyon, kaygı bozuklukları gibi rahatsızlıklar çoğu zaman dikkate alınmayıp tedaviden de kaçınılıyor. Oysa uyku düzenini bozan, uykuda kalp krizi riskini artıran bu durumlar için mutlaka sosyal ve profesyonel destek alınması gerekiyor. Yüksek tansiyon, diyabet, kolesterol yüksekliği gibi hastalıkların tedavilerini aksatmamanız, düzenli kontrollerinizi yaptırmanız şart.

xxxxxxxxxxxxxxxx Kutu xxxxxxxxxxxxxxxx

Uykuda kalp krizi nasıl bulgu veriyor?

Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Karabulut “En sık izlenen bulgu göğüste sıkıntı hissi ve çarpıntı ile uyanmaktır. Bu duruma genelde soğuk terleme eşlik eder. Bunun yanında boyun bölgesine yayılan göğüs ağrısı, güçsüzlük hissi, baş dönmesi ek olarak izlenebilir. Bu şikayetlerle uyanan kişilerin özellikle tuvalete giderken dikkatli olmaları önerilir. Zira, tuvalet sırasında baş dönmesi ve baygınlık gelişebilir. Şiddetli kalp krizlerinde ölümcül ritim bozuklukları tetiklenebilir. Belirtilen şikayetlerle uyanan ve şikayetlerinin şiddeti artarak devam eden kişilerin ambulans çağırması ya da en yakın sağlık kuruluşuna başvurmaları önerilir” diyor.

Kudüs… Ey Kudüs

Kudüs… Ey Kudüs

         “Seni unutursam, ey Kudüs
Sağ elim hünerini unutsun
Eğer seni anmazsam
Dilim damağıma yapışsın”

      MEZMUR-137

tamer uysalKudüs Ey Kudüs yaklaşık 4 yılda yoğun çaba ve araştırmayla ortaya çıkmış, Kudüs ve İsrail-Arap sorunu üzerine yazılı en kapsamlı kitaplardan birisiydi. Fransız ve Amerikalı gazeteciler Dominique Lapierre ve Larry Collins tarafından kaleme alınmıştı.

Üç tek tanrılı (semavi) dinin merkezi Kudüs tarih boyunca nice “kutsal savaş”lara sahne olup üzerine sayısız kitap yazılmıştır. Ulusların yolları ve tanrı kelamı kavşağının tarihine ışık tutan ve ABD, Almanya, Fransa vs. gibi ülkelerde çok satan kitapta Kore Savaşını da izlemiş Lapierre ile Ortadoğu’daki toplumsal dönüşümlerin yakın tanığı Collins  Ortadoğu, Avrupa ve Amerika’da 250 bin km yol katedildiğini ve 2 bin kişiyle konuşulduğunu belirtiyorlardı. 20 araştırmacı 500 kg belgeyi inceleyip 6 bin sayfa doküman hazırlayarak önemli bir kaynak ortaya koymuştu… 091120165884

Talmud (ibranice lamad) öğrenmek sözcüğünden gelir. Uzmanları hahamlar, hukuk doktorları, dağılmış topluluğun unutulmuş parçaları olarak yüzyıldan yüzyıla yaşamaya devam ettiler. Yoksul hayatlar dinsel kurallara göre düzenlenmişti. Torah yani yasaların, öğretilerin ayetleri ezberlenmiş ve talmud metinleri kuşaktan kuşağa aktarılmıştı.

Kutsal saydıkları Süleyman’ın yaptırdığı tapınağın kalıntısı olan ağlama duvarı 2 bin yıldır yeryüzünün bütün Yahudilerinin ona dönüp dağıldıklarına gözyaşı döktükleri yerdi. Öte yanda ise Kudüs’te Muhammed’in beyaz kısrağı üstünde gökyüzüne yükseldiği Hazreti Ömer Camii bulunuyordu. Mekke ve Medine’yle birlikte İslam’ın da en kutsal yeriydi Kudüs.

Kudüs tarih boyunca dökülen kanlarla lanetlenmiş gibiydi. Eski Yahudi tapınağının mihrabında hayvanlar kurban edilirdi. İsa burada çarmıha gerilmişti. İnsanlar buradaki duvarların diplerinde canlarını vermişlerdi.  Din adına burada cinayetler işlenmişti. Davut ve firavun, Sebnaşerib ve Nabukadnezar, Herod ve Ptolome… Titus ve Godefroy de Babullion komutasında haçlılarla Timurlenk ve Selahattin-i Eyyubi’nin askerleri… Türkler ve Allenby yönetimindeki İngiliz askerleri… Hepsi karşı karşıya gelmişlerdi.   filistin

Geçmeli Kubbeler, minareler, sur mazgalları, çan kuleleri ile rengarenk bir anıtşehirdi Kudüs. Oysa Yeruşalayim eski İbrani dilinde “barış şehri” anlamına geliyordu. İlk yerleşim bölgesi dalları evrensel barışı simgeleyen Zeytinlik Dağı yamaçlarıydı. Davut şu sözlerle yüceltmişti onu: “Kudüs’ün barış içinde yaşamasına dua edin”…

Yahudilerin asıl anayurdu Mezapotamyadaydı. Buradan kovulan İbraniler Musa yönetiminde dönüp Jedée (Yahuda) tepelerinde ilk devletini kurmuşlardı. Ancak Davud ve Süleyman yönetiminde 100 yıl kadar dayanabilmişlerdi. Asur, Babil, Mısır, Yunan ve Romalıların egemenliği altına girdikten sonra tapınakları yıkıldı. Bizans imparatoru 2.Teodosyüs ırkçı görüşle Yahudileri ayrı bir ulus varsaydı. Frank kralı Dagobert de Galya’dan onları kovmuş, 4.yy da ise Bizans İmparatoru Heraklius zamanında haçlılar  Deus Vult “Tanrı İstiyor” diyerek kılıçtan geçirmişti.

Yaşadıkları ülkelerde Yahudilere mal edinme hakkı pek tanınmazdı. Papalık para ticaretini yasakladığından tefeciliğe yöneltilmişlerdi. Kilise ortaçağda onlarla bir arada yaşamayı yasakladı. 1215’te 4.Latran konsili belli bir işaret -10 emri ifade eden rozet- taşımaları kararıyla ırkçılığı doruğa vardırdı. Fransa ve Almanya’da bu  sarı renkte bir O harfi olmuştu. Naziler ise gaz odalarına gönderecekleri Yahudileri sarı yıldızla belirlediler.KudüsünPlanı

İngiltere ve Fransa’dan sınırdışı edildiler. Veba gibi hastalıkları taşımak, çocukları öldürmekle suçlandılar. Normal hayat sürebildikleri tek yer İspanya oldu. Ancak 1492’de Kristof Kolomb’un yeni keşiflere çıktıkları yıl İspanya kraliçesi İsabella’in hıristiyan kilise ile işbirliği yapmasıyla buradan da kovulmuşlardı.

Prusya’da, İtalya’da da Yahudilere çeşitli yasaklar uygulanırdı. Talmud’u bulundurmak suçtu. Venedik’te Yahudiler Ghetto Nouvo “Yeni Dökümhane” denilen bir mahallede yaşamaya zorunlu tutuldu. Böylece evrensel sözcük haznesine katkıda bulunmuştu.

Filistin’de Yahudilerin oturduğu ilk yerleşim yeri 1860’ta kuruldu. Polonya’da kazak isyanı sırasında 100 binden fazla Yahudi soykırıma uğradı. Rusya’da Çar 2.Alexandre’nin ölümünden sonra halk tarafından resmen kıyıma teşvik edildiler -böylece yılgı ve ölüm anlamında Pogrom sözcüğü de doğdu- ve 1881-82 programından sonra Filistin’e göçmen dalgası hız kazandı. Reuven Shari, David Gryn da bunlar arasındaydı. Gryn Romalıların Kudüs’ü kuşattıkları sırada orada bulunan bir yahudinin adını almıştır: “Ben Gurion” aslan yavrusu demekti…

1885 yılında Theodor Herzl Yahudi düşmanlığı denen volkanın asla sönmeyeceğini ve ulus devletler yüzyılında gelişen milliyetçiliğin kurbanı olan Yahudilerin de ancak ulus olarak hayatlarını sürdürebileceklerini ifade eden bir görüşün tohumunu atıyordu. Dini siyonizm siyasi siyonizm olarak 100 sayfalık bir manifestoyla gerçekleşecekti adını da yine Herzl koyuyordu: “Der Judenstaat” yani Yahudi Devleti. mescidiaksaks2

Sion ibranice “seçilmiş” anlamına gelir, siyonizm ise Kudüs’teki Sion tepesinin adından geliyor. Siyonistlerin Yahudileri eski ülkelerinde toplama isteği ile 25 yy dır İsrail halkının Kudüs’le ilgili umudu…

İlk siyonist kongre 29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde toplandı ve uluslar arası yürütme kurulu belirlendi. Ulusal fon oluşturuldu. Filistin’de toprak satın almak için bir banka kuruldu. Bayraklarıyla ulusal marşlarını kabul ettiler.  Mavi-Beyaz renkler Yahudilerin  dua ederken omzuna taktıkları geleneksel ipek şal Taleth’in renkleriydi. Marşları ise simgeseldi, umut anlamına gelen Hatikvah’tı. Aynı gün akşam Herzl deftere şunları not etmişti: “Basel’de yahudi devletini kurdum. Bunu şimdi yüksek sesle söylesem evrensel bir kahkaha tufanına yol açabilirim. Belki beş yıl sonra ama kuşkusuz elli yıl sonra herkes için kesin bir gerçek olacaktır bu”…

1922 yılında Milletler Cemiyeti tarafından İngilizlerin manda yönetimine girmişlerdi. İngilizler için bu topraklar Ortadoğu’da istedikleri politikayı uygulamak için gerekli idi. Böylece İngilizleştirilmiş petrol yataklarıyla Times Nehri ve Süveyş kanalı arasında köprü kurulacaktır. 5 yy süren Türk egemenliğinden sonra Yahudiler İngilizler tarafından Filistin topraklarına getirilecekti.

29 Kasım 1947’de BM’ye bağlı 56 ülke New York banliyösü Flushing Meadows’ta toplandı. Filistin’i arap-yahudi diye ikiye bölecek  kararı alıyorlardı. Sözde 30 yıllık savaş sona erecekti. Ama umutsuzluğun kalemiyle çizilen bu paylaştırma haritası katlanılabilir bir ödünler ve kabul edilemeyecek kepazelikler karışımıydı. Kurulacak Yahudi devletinin topraklarının çoğunluğu ve neredeyse nüfusunun yarısı arap olduğu halde Filistin’in yüzde 57’si Yahudilere bırakılıyordu. Eski çağlardan beri Filistin’in bütün siyasal, ekonomik ve dinsel yaşamının çevresinde döndüğü Kudüs şehrinin yönetimi ise BM’in denetimine bırakılıyordu.  Ne Arap ne de Yahudi başkenti olmayacaktı.

2 Kasım 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Arthur James Balfour bankacı Walter Rothschild’e yazdığı “majestelerinin hükümeti” şeklinde bir hitapla başlayan mektupla Filistin’de kurulacak bir devlete ışık yakıyor ve nazi kıyımından kaçan 4554 yahudi “exodus” adlı bir gemiyle Filistin topraklarındaki bir bölgeye yerleştiriliyordu. Oysa hrıstiyan Avrupanın batı emperyalizminin baskılarına karşılık Osmanlı Devletinin kapı açtığı Yahudilerle Araplar İspanya’daki Endülüs Emevi devrinden bu yana hep barış içinde yaşamışlardı. İngilizler hak sahibi olmadıkları halde Filistin topraklarını ipotek altına alıyorlardı.

Filistin’in paylaşılmasında en fazla çabayı gösteren ABD’ydi. Bu ülkenin etkili Yahudi cemaatinin oy baskısıyla politikacılar göçle devlet kurulması yönündeki kampanyalara kayıtsız kalıyorlardı.

İlk aşamada 1.200.000 araba karşılık 250 bin yahudi bölgeye yerleştirildi. Başkan Truman BM’den Filistin’in paylaştırılması yönünde karar çıkması için Fransa’yı Amerikan yardımlarını kesmekle tehdit ediyor hatta Yunanistan, Liberya, Haiti, Filipinler bile evet oyu kullanılması için baskı görüyorlardı.  fil3

Emmanuel Cellar adlı bir ABD parlamento üyesi Başkan’a telgraf göndererek Yunanistan gibi direten ülkelerin yola getirilmelerini istiyordu. Aynı baskı Filipinlere de yapıldı paylaşım için olur istendi. Yüksek mahkemenin iki yargıcı Filipinler Devlet Başkanına “paylaştırmaya karşı çıkma kararında diretirse ülkesinin milyonlarca Amerikalı dost ve taraftarını kaybedeceğini” bildirmişlerdi. Öte yanda Liberya’da Harvey Fireston 400 kauçuk çiftliği sahibiydi, yatırımları vardı. Liberya ürünlerinin boykot edilmesiyle tehdit edildi. Haiti Cumhuriyet Başkanı ikna edilmeye zorlandı, bir Haiti temsilcisi Harlem’de siyonist ajanlarca kovalandı. Kudüs müftüsünün yeğeni Cemal Hüseyni ise 29 Kasım 1947’deki oylamada paylaşım yönünde karar alınırsa Yahudilerle savaşacaklarını açıkladı.

Siyonist marşı Hatikvah paylaşımla zafer edasında söyleniyor Dave Rothschild gibileri de barlarda kendince zaferlerini Le Şayim (şerefe) diyerek kutluyorlardı. İsrail Devletinin kurulmasıyla Tel Aviv dünyanın ilk Yahudi şehri olarak karnaval havasındaydı. 14 Mart 1948 günü İngilizler Kudüs’ten ayrılıyor, Yahudi devleti kuruluşunu ilan ediyordu. 3 bin yıldan bu yana ataları pek çok işgalcinin gidişini görmüşlerdi. Asurlular, Babilliler, Persler, Romalılar Haçlılar, Araplar ve Türkler gibi sıra İngiliz askerlerine de gelmişti…

İngiliz Sir Henry McMahon’la en büyük Müslüman yetkili Mekke Şerifi arasında 8 mektupluk yazışmayla Almanlarla müttefik olan Türklere baş kaldırılması istendi. Güya Araplara 1.dünya savaşından sonra büyük bir bağımsız devlet kurdurulacaktı. İngilizler ve Fransızlar 1917 yılında gizli bir anlaşma yapıp Araplara verilecek toprakları Fransa’ya devretti. Araplar buna bozulmuşlardı. Sir Mark Sykes ile Charles Picot arasında Moskova’da yapılan bu pazarlık bolşevikler iktidara geldikten hemen sonra açığa vurulmuştu. Akabinde Araplar Şam ve Suriye’den Fransızlar tarafından kovulunca hedeflerini İngilizlerin hainliğinden siyonistlere yöneltmişlerdir.

1925 yılında Filistin’de ulusal Yahudi yuvası kuruldu. Siyonist yönetici Hayim Weizman 14.büyük kongrede yaptığı konuşmada arap sorununu belirleyip siyonizmin basit bir dinsel hareketten bir doktrine dönüşmesine toplumsal disiplin haline getirilmesine yol açmıştı. İlk siyonistler Marksist etkilerle toplumsal demokrasi ve felsefe geleneğinde bir devlet kurmak istiyorlardı.  19.yy sosyalistlerinin ütopyası Filistin’de daha önce kurulan kazma ve tüfekli kibbutzlarla (kolektif çiftlikler) uygulamaya geçirilmişti. Yahudi işçi sınıfı oluşturularak bu çiftliklerde iskan sağlandı. Çoğunluk Beyrut’ta yaşayan büyük toprak sahibi olan Araplardan toprak satın alınarak yapıldı ve Yahudi emekçilerinin genel konfederasyonu Histadrouth’un temeli atıldı.

Topraklarından atılan işsiz kalan Araplardan çok geçmeden kent proletaryası oluştu. Bu kitle başta ilkel ve içgüdüsel tepki gösterebiliyordu. Sadece geleneksel kaderci bir tutum içindeydiler örgütlenmelerini sağlayacak ulusal istekleri yoktu ve sanayi devrimini tamamlayamamış bir dünyada sömürge halklarının örnek sorumsuzluğuyla yaşıyorlardı.

Filistinli Araplarda önceleri önemsenmeyen Yahudi istekleri düşmanın örgütçü yanı, canlılığı ve amaçlarını geliştirmekle ilgili inanç karşısında çok geçmeden üzüntü, kuşkuyla nefrete dönüştü.  İngilizlere karşı sadece 1920, 1929 ve 1935-36’da ayaklanmışlardı…

Kudüs Müftüsü Muhammet Sait Hacı Emin el Hüsseyni ise 1929’dan beri Filistin’de Arap lideriydi. Berlin’de 4 yıl kaldıktan sonra 6 Nisan 1945’te Almanya’nın yenilgisiyle bu ülkeyi terk etmiş bir zamanlar Türk ordusunda da subay olarak yer almışsa da daha sonra İngilizler hesabına Filistin’de ajanlık yapmaya başlamıştı. Ancak İngilizlerin ihaneti ve Filistin’e Yahudi göçüyle gerçek eğilimini buldu. Kenar mahallelerde, çarşı ve köylerde örgütlenmeye, ayaklanmalara yöneldi. Gıyabında mahkum oldu, Ürdün’e geçti.  Döndüğünde listede olmadığı halde yine İngiliz Yüksek Komiserliğince boşalan Kudüs müftülüğüne atandı.

Ardından Yüksek İslam Kurulu Başkanlığı’na da seçildi ve dinsel fona yatırılmış parayı kullanma yetkisi kazandı.  Mahkemelerde, camilerde, okullarda, mezarlıklarda söz sahibi oldu. Aydınlara karşı  mesafeliyken yandaşlarını bilgisizlik kalelerinden, mahalle ile köylerden toplamayı yeğledi. 24 Eylül 1928’de halkı dinsel bağnazlığı güçlü bir protestoya çevirmeyi başarmıştı, Yom Kippour bayramında ağlama duvarında ibadet eden Yahudileri Muhammet’in gökyüzüne çıktığı yeri ele geçirmekle itham etti…

1929’da Cihad-ı Mukaddes ilanı uygulamaya geçirildi. 16 aylık bir grev başladı ve  ayaklanmaya dönüştü. Filistinli Araplar arasındaki başlayan iç savaşta 2 bin arap öldürüldü. Birçoğu İngilizce konuşan ve müftünün otoritesine boyun eğmeyecek kişilerdendi. Büyük toprak sahipleri, tüccar, öğretmenler ve memurlardı ya da otoritesine karşı çıkacak olan büyük ailelerden Naşaşibiler, Halidiler ve Dacanilerdi. Rakipler birbir temizlenmeye suikastlerle kardeş kardeşi yok etmeye başlamıştı. Araplar araplara kırdırılmıştı.

Buna karşılık Yahudi cemaatinde genç şefler ve birgün Filistin’deki en büyük güç olan toplumsal kuruluşların sayısı artarken Hacı Emin arapları aynı kaynaklardan yoksun bırakmıştı. Dinsel bağnazlık taşkınlığıyla akıl yolu boğazlanıp ülkenin en seçkin kişileri birbir cahil köylü tüfekleriyle yıldırılınca koca bir şef olacak nitelikteki kuşak korku ve sessizliğe itildi.

Berlin’den Fransa’ya gönderilen müftü Hacı Emin’in siyonist davasına  yakın Fransız başbakanı Léon Blum ve Amerikalı siyonistlerle pazarlığı sonucu 29 Mayıs 1946’da Suriye pasaportu ve sahte Amerikan askerlik belgesiyle ayak bastığı Kahire’den o zamana kadar gelinen nokta buydu. Yahudilerle Amerikalılar arasında yapılan pazarlığı Fransız dışişleri bakanı Georges Bidault bozmuştu teslim edilmesine karşılık Fransa’ya vaat edilen ABD yardımına rağmen müftü Fransız topraklarından çıkarıldı. 12 yıl sonra Fransız gazetesi Paris Press  kaçışa göz yuman ve Nürnberg savaş suçluları mahkemesinde yargılanmaktan kurtulan müftü için Fransa’nın Kuzey Afrika’da durumunun ve rolünün destekleneceği sözünü aldığını  açıklamıştı.

Müftü müttefikler arasında bir pazarlık konusu haline gelmişken yahudi tarafı ise günden güne güç kazanmaktaydı. Yahudiler Haganah adlı bir harekat birliği kurmuşlardı. 2.dünya savaşında yenilen Almanların Afrika’da kalan mühimmatını toplayan Haganah silah yönünden oldukça güçlenmişti. Ayrıca Hayim Slavine çok güçlü bir patlayıcı madde olan trinitrotolüen hazırlayıp ABD’deki ünlü ve zengin Yahudi ailelerle Ben Gurion arasında bağlantının kurulmasını sağlıyordu.

Sanenborg adlı bir enstitü kurulduktan sonra silah imalatında kullanılacak hurda makinalar toplandı.  Harlem’deki bir karargahta bu hurdalar silahlara dönüştürülüp parçalanarak İngiliz gümrükçülere bir izin belgesiyle tekstil makine parçaları deyip Filistin’e sokulması sağlandı.  Özellikle kibbutzlarda ve köylerde Haganah’ın çağrısıyla genç yahudiler de izcilik adı altında örgütlenip (Gadna) askeri eğitim alıyorlardı.

Yahudilerden iki kat fazla olan Filistinli Araplar önceleri bu gelişmelere pek aldırış etmemişlerdi. Çünkü silah bakımından beslendikleri kaynaklar çoktu. Gerilla savaşına alışkındılar bedevi soyundan gelme yeteneklerden birisi de oydu. Ancak disipline olmamak ve bilgisizlik önemli eksikleriydi.

Gelecekte Filistin’de kurulacak olan bir devletin başına geçme  planı kuran Hacı Emin El Hüsseyni ise Cihadı Mukaddes Savaşçıları adlı bir ordu teşkil etti ve Kudüs’teki dağınık köylüleri birleştirmeyi hedefledi. Futweh adlı gençlik hareketi bu orduya bağlanmıştı.

Filistinli Arapların komşuları da kendi soyundan arap devletleriydi ancak Ortadoğu’daki iki ülke Suriye ve Lübnan birer Fransız tipi parlamenter cumhuriyetti,  Suudi Arabistan, Yemen ve Ürdünlüler feodal devletlerin aşiret yapısında yaşıyorlardı. Mısır ile Irak’ta ise İngiltere’yi andıran belli belirsiz meşruti krallıklar bulunuyordu ve Kahire’yle Bağdat halifeleri de anlaşamıyorlardı. Ayrıca Irak’ın  Suriye, Suriye’nin de Lübnan toprakları üzerinde gözleri vardı. Filistin tamamen bu sorunların üstündeydi tabii üstelik Mısır’ın Süveyş Kanalı nedeniyle İngilizlerle bir meselesi de söz konusuydu…

Yahudiler arasında Roma kralı Antiochus’a başkaldıran Maccabe kardeşlerin zaferi için geleneksel Hanoukka (ışık bayramı)  kutlanırdı. Geceyi aydınlatmak için sırayla 8 ışık (menorahlar) yakılırdı. Maccabe mezarlarından Kudüs’ün merkezine meşalelerle dans ederek yürünürdü. 800 metrelik 5 dakikalık bir yürüyüştü bu ve Yahudiler için tehlikeliydi.

Aslında araplarla yahudiler arasında geleneksel dostluklar sözkonusuydu.  Örneğin İslam din adamlarına beslenen saygı yeshiva’lara yani din adamlarının toplandıkları yerlere kadar yaygındı. Sevkoth’da (klübeler bayramı) yahudiler sonbahardan kış mevsimine girdiklerinde törenlerde toz bademler sunar araplar da  paskalya sonunu kutlamak için onlara ekmek ve bal getirirlerdi. Oysa geleneklerine bağlı Kudüslü Yahudilerle Siyonist yöneticiler arasındaki ilişkilerse genellikle gergin olurdu. İngilizlerin nefret edip arapların çok çekindikleri İrgun adlı gizli siyonist örgüt yahudi topluluğunun büyük çoğunluğunca benimsenmemişti.  Zwai Leoumi’nin bir hücresinin üyelerinden oluşan bu teşkilat Vladimir Jabotinsky adlı tutucu bir siyonistin görüşleriyle yönetiliyordu ve amaçları kutsal kitapta sözü geçen İsrail devletinin bütün topraklarını ele geçirmekti.

Yahudiler Hayim Weizman’ı dostu Harry S.Truman’a gizlice gönderdiler ve üç konuda yardım istediler: Silah ambargosunun kalkması, Filistin’e göç ve paylaşım kararının desteklenmesi. Truman’ın eski iş ortağı Eddie Jacobson aracılığıyla da ilişki kurdurulup desteği sağlandı.

BM paylaştırma kararını silahlı kuvvetlere bırakmıştı.  Fransızlarla İngilizler 150 yıldır bölgede üstünlük kurmak için birbirleriyle çatıştıklarından İngilizler buna yanaşmadı.  Fransa’nın ise zaten Çin Hindi’nde sorunları vardı ve orada savaşıyordu. ABD Rusların varlığını da Ortadoğu’da istemiyordu. Yahudi devletini başta açık açık tanımamaktaki asıl nedeni Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da kazanacağı egemenlikti.

İrgun komandoları araplara saldırıp katliamlara girişmeye başlamıştı. Kadınlar bile ırzlarına geçilip çocuklarıyla beraber öldürülüyor patlayıcı maddelerle direniş gösteren bütün evler havaya uçuruluyordu. Deir Yassin Yahudi devletinin vicdanını rahatsız etti ve Filistin halkının bitmeyen felaketlerinin adeta simgesi oldu.

Kudüs’le ilgili kararlarda batılılar hristiyan ve Müslüman inancıyla bağını ileri sürüp Yahudi isteklerini arka plana iter görünüyordu. Belçika, Hollanda, Fransa hatta ABD böyle düşünüyordu. Arap-Yahudi çatışmalarını önlemek için daha sonra üç ülke Belçika, Fransa ve ABD ateşkeste arabuluculuk üstlendi.

Öte yandan Arapların yaşadıkları ülkelerden gelen aydınlar, öğrenciler Şam’ın güneyindeki vadide bir kampta çeşitli zorluklar altında toplandılar. Başlarında adamlarıyla birlikte çete reisleri ile bazı gönüllüler de vardı. Otorite ve gerçek subaylardan yoksundular beslenmeleri donatılmaları ise büyük sorundu.

Nazilerin patlayıcı madde eğitimi verdiği Abdülkadir, müftü tarafından küçük bir partizan grubunun başına getirilmişti. Araplar arasında müthiş otorite boşluğu vardı ve 3 bine yakını Kudüs’te savaşıyordu. Yarıdan çoğu müftünün yandaşıydı. Geri kalan 600 kişi Iraklı eski polislerle Lübnan asıllı polis müfettişi Münir Ebu Fadıl komutasındaki eski polislerden oluşuyordu. Düzenli arap orduları yetişmeden ciddi hedefler elde etmeyi planlayan Yahudiler İngiliz mandası Filistin’i terk edince aldıkları kararla hemen Arapların yaşadıkları bölgeleri boşaltmalarına yol açtı. Böylece tarihteki Filistinli mülteci trajedisinin ilk adımı gerçekleşiyordu. 20.yüzyılın en önemli siyasal olaylarından birisi gerçekleşmek Siyonist hareket Yahudi halkı inatla istediği için devlet kurmak üzereydi.

Balfour bildirisine “İsrail Devleti” diyerek başlayan David Ben Gurion, Tinsel, dinsel ve ulusal yanlarının Filistin topraklarında doğduğunu belirterek ulusal özgürlüğün kurulması ve yahudilerin yüzyıllar boyu atalarının varsaydığı topraklara dönmek için çalıştıklarını ifade ediyordu. Balfour’da Araplara ve bütün dünyaya çağrı yapan Gurion yeni İsrail devletinin 3 ilke üzerine kurulacağını açıklayacaktı: Özgürlük, adalet ve barış!..

Geçici kurul 14 Mayıs 1948 tarihli geçici kurulda bağımsız İsrail Devleti’ni ilan etmişti. 200 bin kişilik Mısır ordusu hemen harekete geçti. Kahire El Ezher Camii İmamı “kutsal savaş saati çaldı” diyordu. Hacı Emin’in sözcüsü Ahmet Şukeyri bütün Araplara Yahudi devletini hedef gösteriyordu. Şam’dan Suriye Ordusu tugayı Galile’ye, Lübnan ordusu Yahudi yerleşim merkezlerine saldırdı. Mısır Gazze’ye girmişti. Hristiyanlar için Kudüs önemliydi. Pentecôte Pazarı (paskalyadan sonraki yedinci Pazar) Ruhül Kudüs’ün havariler üzerine inişini kutlayan hristiyan bayramıydı. İnanışa göre Tanrı insan suretinde yeryüzüne inmişti…

Mısır birlikleri iki koldan ilerliyorlardı. Kıyıdan başkomutanları general Muavi komutasındaydılar.  Silah temin etmekte güçlük çeken İsraillilerin Negev tugayında sadece 800 askere karşılık 2 adet 20 milimetrelik top,  10 mermilik 2 davitka bulunuyordu.  Mısır kuvvetleri ise bombardıman uçak filosu destekli 10 bin askere, tank alayına ve 88’lik toplarla donatılmış alaya sahipti.  Kuzeyde Suriye ordusu 3 kibbutzu ele geçirmişti. Kudüs ise kanlı çatışmalara sahne oluyordu. Yüzyıllarca komutanların karşılaştıkları Kudüs’ün Latrun tepeleri şimdi de Yahudilerin yardımına koşmak için gelecek olanlara karşı arap mevzilerinin kontrolünde direnecekti.

Halife Ömer’in komutanlarından İbni Cebel yabani nanelerin kokulara boğduğu bu tepelerde dinlenme yolunu seçmişti. Aslan yürekli Richard’ın yaptırdığı ve daha sonra Selahattin Eyyübi’nin yerle bir ettiği kale yıkıntıları da buradaydı. Araplar Türklerin yıllar önce Allenby’in İngiliz ordusunu püskürtmeye çalıştığı siperleri temizleyip açarak yerleştiler. Yamaçlar mayınlar, dikenli tellerle kaplıydı. Tanksavarlar silahlarla korunuyordu. 3 makinalı vickers silahı  namluları ovaya dönük beklemekteydi.

Amerikan yahudisi albay David Marcus Amerikan ordusu hesabına savaşırken Normandiya çıkarmasıyla  Avrupa’daki bazı yerlerde de bulunmuştu. Gurion Latrun’u alıp Kudüs’ü açma görevini ona verdi. Judas Maccabée’den sonra  general rütbesi verilen ikinci kişiydi. Yahudi Haganah subayları kutsal kitaptan alıntıyla harekatın adını koymuşlardı: “Ben Nun” yani Ayalon vadisinde güneşin batışını durdurmak ve İsrail’in hasımlarını yoketmeyi gün ışığında tamamlamak…

30 Mayıs gecesi Ben Nun harekatının ikincisi Latrun’daki arap mevzilerinin dövülmesiyle başladı. Bedevi topları, Mısırlı Abdülaziz’in bataryaları ise Yahudi kesimini kasıp kavuruyordu. Kudüs bütün çarpışmalar boyunca kayıplarla ilgili bir karşılaştırma yapılacak olsa nazi bombardımanında Londra halkının verdiğinden beş kat fazlasını yaşamıştır. New York Times’ın muhabiri Diana Adams Schmidt 2.dünya savaşında röportaj yaptığı 4 yıl sürede tanık olduklarından daha dehşet verici bir tabloyla karşılaştığını belirtecekti.

Filistin halkı açlık ve susuzluk felaketiyle karşı karşıyaydı. Kudüs kuşatmaları boyunca halkın imdadına hep koşan hubeyza otları da kurumuş asma yaprakları haşlanıp karınlar doyurulmaya çalışılıyordu.  İsrail ordusu 3 kez Kudüs yolunu açmayı denedi. Haganah’ın Latrun’da uğradığı üç yenilgi haberi ulaştığında şehri kasvetli bir hava sarmıştı. Ölüm, açlık ve umutsuzluk kaosu arasında söylenti haline gelen bu haber Kudüs’ün sokaklarına yayılıverdi. BM arabulucusu Kont Bernadotte’nin çağrısıyla  30 günlük süre için ateşkes ilanı resmen açıklandı (Kudüs gökleri üst üste 26 gün açlıkla ve arapların top gümbürtüsüyle çınlarken Latrun tepeleri 19 yıl süreyle arap lejyonu elinde kalacaktı)…

Kral Abdullah Kudüs’e geldi. Kudüs’ü kurtaran arap lejyonu komutanı Abdullah Tell’e albay rütbesine yükseltildiğini bildirdi.

Ben Gurion BM ateşkesiyle 30 günlük solukalma fırsatı tanınmasını arapların ateşkes kararını kabul etmelerini büyük bir hata olarak görüyordu. Çünkü Ehud Avriel’in Çekoslavakya’dan gönderdiği silah yüklü gemi yola çıkmıştı, Meksika’dan gelen silah dolu başka bir şileple de Yahudiler daha da güçlenmişti. Bernadotte ateşkesin uzatılması için yeni bir girişimde bulundu ancak İsrail tarafı bunu kabul etmek için artık neden görmeyecekti. İsrail hava kuvvetlerine ABD’den satın alınan bir uçan kale sayılan B-17 bombardıman uçağı da katılmıştı. Irak ve Mısır’ın orduya kattıkları 10 bin asker dışında Arapların askeri gücünde bir değişiklik olmadı. İsrailliler ilk kez silah üstünlüğünü ele geçiriyordu…

Çarpışmalar yeniden başladığında araplar korkunç gerçekle karşı karşıya kaldıklarını anladılar. İsrail ordusu tüm cephelerde saldırıya geçecekti. Moşe Dayan komutasında birlikler Lod’u ele geçirdi. Araplar şehirden göç etmeye başladı. Nazaret ve Ramleh düşmüştü.

16 Temmuz Cuma günü gece yarısından hemen sonra Nabukadnezar’ın Kudüs surlarına saldırmasının 2500. yılında Kedem (ilkçağ) adını verdikleri silahla Yahudiler Kudüs’ün surlarını delecek ve 2 bin yıl sonra ilk kez şehri elegeçirebilecekleri saldırıya geçecekti. Abdullah Tell radyoda bütün birliklerine çağrıda bulundu:  “kutsal şehri son askerimize ve son kurşunumuza dek savunacağız bu gece kimse geri çekilmeyecek!”…

Sonraki 3 saat boyunca 500 mermilik bir çığ şehrin arap kesimine yağdı. Top mermileri her yeri yakıp yıkıyordu. Ölüler, can çekişenler şehirde her köşede birbirine karışmıştı. Muazzam bir patlama bütün bir şehri sarsarken büyük bir ışık gökyüzünü aydınlattı. Zvi Sinai karargahın balkonundan “surlar delindi! Eski Şehir’e giriyorlar” şeklinde bir sevinç çığlığı attı. Abdullah Tell ateşkesin devreye girmesiyle “bunca insanın hayatı bir hiç uğruna söndü” diyecekti.

Tell ve Moşe Dayan Kudüs’ü ayıran sınırları karşılıklı belirledi.1948 Temmuz sabahı Kudüs’e inen barış geçici olacak, şehir bir çizgiyle ikiye bölünmüş olarak kalacaktı.  1949’da Birleşmiş Milletler Teşkilatı Mısır, Lübnan, Ürdün ve Suriye’nin İsrail’le bir ateşkes anlaşması imzalamasını sağlayacaktı.

Bu anlaşmalar çarpışmaları durdursa bile savaş durumuna son vermedi.  Araplar İsrail Devletini tanımayıp reddettiklerini yok edeceklerini açıkladılar. İsraillilerin ise “bağımsızlık savaşımız” diyerek adlandırdıkları bu ihtilaf sırasında binlerce insan can verdi, 112 köyle birlikte Filistin 1300 kilometrekarelik toprağını kaybetmişti. Yahudi devletine ait olan 350 kilometrekare toprak ve 15 köy ise arap tarafında kalıyordu.

1 milyondan fazla arap göç edecekti  (BM’e göre 500-700 bin arası). David Ben Gurion ülkesinin bu sorun karşısındaki tutumunu 1948 Haziranında açıklamıştı; “terkedilmiş köylerin hemen yahudi ailelerce işgali”ni emredip gelecekte öngörülecek barış görüşmeleri çerçevesinde 100 bin göçmenin dönüşünü kabul edeceğini bildirdi. Daha sonraki İsrail hükümetleriyse  teklifin ötesine geçmeyi İsrail’in temeli için tehlike görüp reddetmişlerdir.

Öte yandan Suriye ve Irak göçmenlere kapılarını açmadı. Lübnan ülkedeki dini dengeyi bozmamak adına göçmen sayısını sınırlı tuttu. Mısır ise daracık Gazze şeridine yerleştirmekle yetindi. Fakat arap devletlerinin en yoksulu olan Ürdün Birleşmiş Milletlerin sağladığı ianeyle yaşamak zorunda kalan göçmenleri kabul etmek için ciddi bir çaba göstermişti.

Filistinli araplar 1948’den beri yerinden yurdundan göçerek kamplarda yaşamak zorunda kalmışlardır. Bütün dünyanın unuttuğu Filistinliler yaşadıklarını asla unutmadı. Bu kampların sefaletinden yeni bir kuşak doğdu. Filistin gerillaları bu kuşağın çocuklarıdır.  “Fedai”ler adıyla Ortadoğu sahnesine çıktılar.

BM arabulucusu Bernadotte 16 Eylül 1948’de Stern grubuna bağlı Siyonist tedhişçilerce öldürüldü. Mısırlı Mahmut Nukraşi Paşa ve Lübnanlı Riyad Sulh 1951 yazında vuruldular. 20 Temmuz 1951’de  bir öğle üstü Kral Abdullah Hz. Ömer Camii’ne girerken öldürüldü. Hacı Emin Hüsseyni Beyrut tepelerindeki sığınağında Kudüs’e kavuşma umuduyla yaşamını sürdürdü.

Gurion 1948’den 1963’e kadar başbakanlık yaptı. Ülkesi kendine yetecek ekonomik güce erişti, nüfusu ikiye katlandı sonra da Negev’te Sde Boker kibbutzunda basit ve sakin bir hayata başladı. Golda Meir  BM İsrail diplomasisini üstlendi. 1969’da başbakan olması istendi, oldu. 1967’de Ürdün’le çatıştılar. İşgal edilen Filistin’de gerillaların ortaya çıkışıyla şehir sokakları çınladı. Şehri bölen dikenli tellerle çevrili müstahkem yerler halkın yüreklerine taşındı.

D. Lapierre ve Larry Collins tarafından kaleme alınan birçok arşiv belgesi, günlük, mektup vs taranarak oluşan kitap siyasal ve stratejik bir kent olan Kudüs üzerine bu konuda cesaretle özveri isteyen tarihsel nitelikte büyük ve önemli bir kaynak yapıt ortaya çıkarmış. Etkileriyle güncelliğini asla yitirmeyen anlatı ihtilafın doğuşunu harita, fotoğraf ve planlarla da desteklemiş. Kudüs’ü başkent yapan büyük yahudi kralı Davut için yazılan şu mezmurun sözleriyle  bitiriliyor:

“Kudüs’ün selametini dileyin, duvarları içinde barış, sarayları içinde refah olsun”…

Kaynak: Kudüs… Ey Kudüs, Dominique Lapierre – Larry Collins, Çeviri Aydın Emeç,  E Yayınları 1973.

Kızılay haftası renkli başladı

Kızılay haftası renkli başladıKızılay haftası renkli başladı (2)

 

Her yıl 29 Ekim-4 Kasım tarihleri arasında kutlanan Kızılay Haftası etkinlerle başladı. Kızılay bilincinin oluşturulması amacıyla gerçekleşen etkinlikler çerçevesinde ilk olarak Nermin – Osman Akça Ortaokulu’nda öğrencilerle buluşuldu.

 

 

Kızılay Haftası çeşitli etkinliklerle başladı. Sabah saatlerinde Nermin – Osman Akça Ortaokulu’nda öğrencilerle bir araya gelen Kızılay Denizli Şube Başkanı Erdal Otçu, program çerçevesinde öğrencilere Kızılay’ın çalışma alanları ve faaliyetleri hakkında bilgiler verdi. Öğrencilerin sıcak ilgi gösterdiği Başkan Otçu, Türk Kızılay’ının kamu yararına çalıştığına dikkat çekerek, vatandaşların destekleri ile büyümeye devam ettiğini ifade etti. Kızılay’ın sadece kan bağışı kabul eden bir kuruluş olarak algılandığını anlatan Otçu, “Kan bağışının yanında insani yardım çalışmalarında da Kızılay etkin bir rol oynamaktadır” dedi.

 

149 YILDIR VARIZ

Kızılay’ın karşılıksız sunduğu hizmetlere kamuoyu desteğinin önemine işaret eden Otçu, “1868 yılından bu yana ulusal ve uluslararası alanda her koşulda insanların acısını hafifletmeye çalışan Kızılay, ülkemizin en köklü ve güçlü yardım kuruluşudur. Bu kuruluşumuza yurt genelinde olduğu gibi Denizli’de de vatandaşlarımızın desteği azımsanmayacak kadar çoktur. Bu bilinci daha da artırmak amacıyla hafta boyunca çeşitli etkinlikler yapacağız. Bizler de Kızılay Haftası etkinliklerinde Öğrencilere ve vatandaşlarla daha içli dışlı olmak ve kendimizi anlatmak istiyoruz.  Kızılay, günümüze kadar yurtiçi ve yurtdışında milyonlarca ihtiyaç sahibine halkımızın yardım elini uzatmıştır” dedi.

4 Saatlik Mücadelenin Sonunda Vatan Sevgisi Zirveye Taşındı

9bf112fb-885a-4c7b-ad9c-58c322980b86

Sarayköy Belediye Başkanı Ahmet Necati Özbaş, tarafından Dağ Arama Kurtarma (DAK) ekibine teslim edilen dev Türk bayrağı sisli havaya rağmen 4 saatlik tırmanışın ardından 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda 2.300 metre yükseklikte dalgalandırıldı.

Sarayköy Belediyesi ve Dağ Arama Kurtarma (DAK) ekibinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikle vatan sevgisi zirveye ulaştı. 28 Ekim günü Sarayköy Belediye Başkanı Ahmet Necati Özbaş tarafından DAK ekibine teslim edilen dev Türk bayrağı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda yoğun sise rağmen 2.300 metre yükseklikte olan Babadağ’ın Kuzey Duvarı’nda açıldı.8ed396a5-08b5-452a-b868-8a43e8b62fd8 (1)

Kötü hava koşullarına rağmen azimle 2.300 metreye çıkan DAK ekibinin bu azim dolu gayretlerini anlatan DAK Başkanı Mustafa Etiman, “Değerli Başkanımız Ahmet Necati Özbaş’tan teslim aldığımız şanlı Türk bayrağımızla yola koyulduk. Hava şartlarından dolayı oluşan sisten görüş mesafesi çok dardı. Ağırlığınca teknik malzeme çantası ağırlığıyla 4 buçuk saatlik yürüyüş rotasında yön duygusunu yitirmeden geçen bir zamandı” dedi.

Çadırları yağmur altında kurduklarını belirten Başkan Etiman, “4 gözle sabah olmasını beklendik ve nihayet yolculuk başladı. Kamp alanında komuta merkezdeki bekleyen görevli arkadaş yarım saat arayla telsizle sağlanan haberleşmede koordinat bilgilerini, bulunduğumuz hava şartlarını an be an kayıt altına alınarak zirveye ulaşıldı. Zirveye yaklaştıkça güney ve güney batı istikametinden gelen rüzgar hava sıcaklığı oldukça düşüyordu. Kuzey duvarına indikçe rüzgar arkamızda kaldı. Nihayet biraz ısınmaya başladık. Artik kararımızı vermiştik. Hiçbir yükseklik bizim bayrağımız için yeterli olamazdı. Türk bayrağımızı 2.300 metrede dağların, ovaların, akarsuların, düşmanlarımızın ve dostlarımızın görmesi ve hissetmesi için açtık” diye konuştu.

Şanlı Türk bayrağını emanet eden Sarayköy Belediye Başkanı Ahmet Necati Özbaş’a teşekkür eden Etiman, “Sahibi olduğu drone ekibimize güvenerek emanet eden Bahattin Varol’a, komuta merkezde görevli olan Zeynep Etiman’a, Denizli komuta merkezde görevli olan Hilal Betül Etiman Canibey’e , Bayrak nöbetine çıkan Özgür Canibey, Mahir Coşan, Murat Gündoğdu, Bahri Dibek, Volkan Ayçiçek, Kubilay Çetinkaya, Canberk Berek ve Ahmet Gürsoy’a vermiş oldukları gayret ve özverinden dolayı teşekkür ederim.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın en anlam etkinliklerinden birinin DAK ekibi ile düzenledikleri şanlı Türk bayrağının zirveye ulaşması olduğunu belirten Sarayköy Belediye Başkanı Ahmet Necati Özbaş, “ Bayrağımıza neler yapsak yetersiz kalır. Çünkü bayrağımız uğruna nice yiğitler canını feda etti, analar evlatlarından vazgeçti. Milletimizin ölçülmeyecek kadar yüksek olan vatan sevgisiyle bayrağımız göklerden asla inmeyecek. DAK ekibimizde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda düşmana inat Türk bayrağımızı zirvede dalgalandırdı. Sisli havada büyük bir cesaret ve azimle bu onurlu görevi yerine getiren tüm ekibimize teşekkür ederim” diye konuştu.36fa0f20-ecb3-467c-a708-cdd5b4282ece

HÜRRİYETTİR CUMHURİYET

 HÜRRİYETTİR  CUMHURİYET 

       (3 yıl önce yayınlanan yazımızla bu mübarek haftayı ve haftasonunu anmış olalım)

 

 

süleyman pekinCan Yücel’in Gelibolu’da bir köydeki sünnet merasimini anlatırken söylediği şiirin son mısrası geldi aklıma:      “Sünnet değil farzdır Cumhuriyet”

91 yıl, dile kolay lâkin Cumhuriyeti anlamak istemeyenlere anlatmak zor. En azından şunu söyleyelim; hani DevletçeHükümetçe hedef koyduğunuz o 2023, Cumhuriyetimizin Kuruluşu’nun yani 1923’ün 100. yıldönümü oluyor.

  1. Yıldönümünün marşında;

         “Örnektir milletlere açtığımız yeni iz

                    İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz

                    Uyduk işte bilgiye, gidişte ülküye biz

                    Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz” dedik.

  1. Yıldönümünün marşında;

         “Aynı kandan feyz alır bunca toprak, bunca taş

                    Kılıç tutan bilekler verdi sabanla savaş

                    Tekniğin dev nabzında her adım, her dakika

                    Çarklarda aynı tempo, yüreklerde aynı marş”   dedik.

  1. yılında ise marş söylemek yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin ABD’nin yerine dünyayı yönettiği bir manzara görmek isteriz. Ekonomisiyle dev, kültürüyle öncü fakat en çok insanlığıyla dikkat çeken ve kandanirindenzulümden adeta istifra vaziyetine gelen coğrafyamıza huzur getiren bir Türkiye Cumhuriyeti..

         Washington’dan basılan düğmelerle harekete geçirilen Ortadoğu halkları kendi elleriyle kendi geleceklerini linç ediyorlar. Müslüman’ın Müslüman’a ettiğini artık gâvurların bile etmesine gerek kalmıyor.

Dinî referanslı organizasyonların iktidar olması İslâm’ın iktidar olması demek değildir. Siz dindar geçinenlerin oy yüzdelerine bakarken biz öldürülen, tecavüz ve işkence edilen Müslümanların milyon milyon sayılarına bakarız.

Müslüman’ın birinci vazifesi zulmü durdurmaktır. İşbirlikçilik ve taşeronluk; stratejik ortaklık değil düpedüz zûlme ortaklık, baş karıştırıcı Şeytan’ın izinden giderek başka ülkeleri f’Esadlama yardakçılığıdır.

Biz; inançları damarlarında yürüyenler, biz ideal ve ülkü peşinden gidenler para / makam yağınca İslamcılık rujları akanlardan değiliz. Biz bu ülkenin tüm değerlerinin ayrımsız sevdalısıyız. Ve milletimiz, Yahya Kemal’in “Mehlika Sultan’a Âşık 7 Genç” şiirindeki gibi 7 bölgesiyle bir efsuna tutulsa da biz o milleti yine de zaaf derecesinde seviyoruz.

Bir zaman birileri Atatürk’ü sevdirme adına zoraki abartılı sahneler tertip etmişti. Ki millet kurucusu ve kurtarıcısından nefret etsin. Şimdi de birileri yüreğimizi her zaman heyecana getiren Mehter’i bile sünnet eğlencesi yapmaktalar.

Biz Müslüman’ız sadece, ılımlı da değiliz aşırı da.. Biz Türk’üz ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halkın tamamıyız. Biz o ‘Sarı Zeybek’in Mustafa Kemal olarak Kurtuluş Savaşı’nı, Atatürk olarak medeniyet savaşını verenlerin-bilenlerin-sevenlerin çocuklarıyız.

Biz, hepimiz; yakılmamış, yırtılmamış birer Türk Bayrağı’yız. Ve bizim inanç dolu sinelerimizdir bu ülkenin teminatı. İmanımız gibi biliyoruz ve diyoruz ki:

“Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.”

Büyükelçi Serdar Kılıç’ın 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Mesajı

Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle Türk Amerikan toplumuna yönelik bir mesaj yayınladı.

buyukelci-serdar-kilicBüyükelçi Serdar Kılıç’ın mesajı şöyle:

Türk-Amerikan toplumunun değerli mensupları,

Cumhuriyetimizin kuruluşunun 93. yıldönümünü mutluluk ve gururla kutluyoruz.

Kahraman milletimiz tarafından Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde yürütülen Kurtuluş Savaşımız, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetimizin ilanıyla taçlanmıştır. Bu anlamlı günde, Cumhuriyetimizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını, kahraman şehitlerimizi ve gazilerimizi minnet ve rahmetle anıyorum.

Geride bıraktığımız 93 yılda ülkemiz, demokratik ve laik yapısı, evrensel değerlere bağlılığı, genç ve dinamik nüfusu ve güçlü ekonomisiyle, çatışma ve istikrarsızlık içerisinde bulunan bölgesine ilham veren, barış, istikrar ve refah yayan bir ülke konumuna erişmiştir. Tüm bu kazanımlarımızın temelinde yer alan Cumhuriyetimiz, hepimizin koruması ve yaşatması gereken en değerli ortak varlığımızdır.

Milletimiz bu bilinçle, 15 Temmuz 2016 tarihinde seçilmiş liderlerimizi, demokratik kurumlarımızı ve herşeyden önce Cumhuriyetimizi ve demokrasimizi hedef alan hain terörist darbe girişimini, her türlü siyasi ve ideolojik farklılıklarını bir yana bırakıp, birlik, beraberlik ve dayanışma içerisinde kenetlenerek bertaraf etmeyi başarmıştır. Sözkonusu darbe girişimine karşı sokaklara dökülen, darbecilerin kontrolündeki tanklara vücutlarını siper eden, kendilerine yöneltilen silah namlularına göğüs geren kahraman vatandaşlarımızdan 241’i şehit olmuş, 2 bin 194’ü de yaralanmıştır. Bu vesileyle, sözkonusu demokrasi şehitlerimizi ve gazilerimizi saygıyla anıyorum.

Türk Amerikan toplumumun siz değerli mensuplarına da, 15 Temmuz sonrası dönemde darbe karşıtı gösteriler, demokrasi nöbetleri ve imza kampanyaları gibi faaliyetler yoluyla ülkemize verdiğiniz aktif destekten ötürü şükranlarımı sunuyorum. Bu vesileyle, dış politikamızın en önemli eksenlerinden birini teşkil eden ve ortak değer, hedef ve çıkarlar temelinde şekillenen Türkiye-ABD ilişkilerinin daha da geliştirilip güçlendirilmesine yönelik değerli katkılarınız için de sizlere bir kez daha teşekkür ediyorum.

Şanlı tarihimiz, ortak hedefler doğrultusunda, birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmeyi başardığı sürece, Türk milletinin ulaşamayacağı hiçbir hedefin bulunmadığının en somut göstergesidir. Türk-Amerikan toplumunun da bu bilinçle, milletimizi birbirine düşürmeye, aramıza fitne ve fesat sokmaya çalışan ihanet şebekelerinin melce bulmasına asla izin vermeyip, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde hareket etmeyi sürdüreceğine inancım tamdır.

Bu duygu ve düşüncelerle, milletimizin bu en büyük bayramı olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı içtenlikle kutluyor, hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Serdar Kılıç

T.C. Vaşington Büyükelçisi

19 MAYIS’ÇILAR İLE 29 MAYIS’ÇILAR

 

 

 

süleyman pekinOsmanlı’da mülk Allah’ın değildir, hanedanın malıdır. Mülk Allah’ındır diyenler bile hanedan reisi olan padişahın “Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi / Zıllullah-ı fi’l-âlem” olarak mülkün yani vatan topraklarının tamamı üzerindeki tasarrufu tamdı.

Hâkimiyet / Egemenlik de mutlak olarak kaynağı ilahî ve kutsal kabul edilen sultanlara aitti. Yasama, yürütme, yargı; her ne varsa.. “Hâkimiyet Allah’ındır” diyenler bunu ancak Cumhuriyet devrinde muhalefet olarak söyleyebildiler.

Hâkimiyetin millete ait olduğunun kabulü şunun şurasında 96 yıllık bir olgu. 23 Nisan’da şehit cenazeleri gerekçesiyle kutlamadığımız Millî Hâkimiyet / Ulusal Egemenlik buydu. Lâkin artan şehit cenazeleri Düğünlere engel değildi.

23 Nisan’ı sönük 29 Nisan’ı ise gösterişli kutladık. Dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa’dan çok Halil Kut Paşa’yı yada Sakallı Nurettin Paşa’yı konuştuk. Biz de yapmıştık; sendika olarak 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yerine 20 Mart Türk Kadınlar Günü’nü kutlardık.

19 Mayıs yerine de on gün sonraki 29 Mayıs tercih edilir zira yönetici erkin eski bir alışkanlığıdır bu. Ve şimdiden bomba spekülasyonları sosyal medyada tartışılmaya başlandı. Neymiş; Anıtkabir’deki törenlerde şu olacakmış, bu olacakmış.

Olsun diye değil ama niye 29 Mayıs kutlamaları için bu senaryolar üretilmiyor. Teröristler için askerî anlamda kalpgâh olan bir mekân mı yoksa herhangi bir stadyum yada kongre merkezi mi daha kolay hedeftir?

Allah 23 Nisan kutlayanların da, 29 Nisan kutlayanların da yardımcısı olsun. 19 Mayıs’ı kutlayacakları da, 29 Mayıs’ı kutlayacakları da Allah kötülüklerden esirgesin. Her iki bayramı birliktelik bilinciyle değerlendirenlerin sayısını arttırsın. Bayramlardan bile ikilik çıkaranları Allah ıslah etsin.

Osmanlı ile Cumhuriyet birbirinin düşmanı değil devamıdırlar. Kayı boyu Osmanlı’yı kurarken bir Selçuklu misyonunun uzatmalı temsilcisi olan Karamanoğulları gibi beyliklerle uzun süre çatışmıştır. Ama biz tarihte onları birleştirmişiz. Şimdi de yapılması gereken odur; ara bulmaktır, bütünleştirici olmaktır, hem Osmanlı’ya hem de Cumhuriyet’e sahip çıkmaktır. Ve tabii ki hataları ayıklayan, yanlışları beyan eden bir bilinçle..

Bir tarihçi olarak en keyifli işlediğim konulardan biridir İstanbul’un Fethi. Fakat çok sonrasında da acıklı bir işgal var, 13 Kasım 1918’de. Hani “Fâtih Topkapı’dan şehre giriyor” diye mehter marşı yaptığımız, hani Ulubatlı Hasan’ı haklı olarak destanlaştırdığımız ‘Feth-i Mübîn’ 1915’te çeyrek milyon şehitle “Çanakkale Geçilmez” dememize rağmen 3 yıl sonra Çanakkale Boğazı’ndan geçen İngiliz – Fransız Donanması’nca resmen işgal edilmiştir. Yani 465 yıl sonra.

Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmasıyla başlayan Millî Mücadele / Ulusal Hareket başarıya ulaşmasa ve kurtulduğumuz için Kurtuluş Savaşı adını verdiğimiz ölüm – kalım savaşımız başarıya erişmeseydi bugün İstanbul’un Fethi kutlamaları yerine “Vay be! Bir zamanlar İstanbul’u bile almıştık” diye iç çekme seanslarından başka bir şansımız kalmayacaktı.

Allah’tan bir Türk Aklı varmış da Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişi planlamış. Allah’tan I.Dünya Savaşı sonlarında bile kaybedeceğini anlayan bir ekibin stratejik hamleleri olmuş. Allah’ın da yardımıyla düşmanı denize dökmüşüz de İstanbulcuğumuza 4 yıl 10 ay 23 gün sonra tekrar kavuşmuşuz.

Cepheden cepheye Allah, Atatürk’ten ve silah arkadaşlarından razı olsun!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Mesajı

92

 

Bugün, millet olarak istiklalimiz ve istikbalimiz için verdiğimiz son büyük mücadele olan Kurtuluş Savaşımızı zafere ulaştırmamızın ardından ilan ettiğimiz Cumhuriyetimizin 92’nci kuruluş yıldönümüdür.

81 ilimizde ve dünyanın dört bir yanında yaşayan tüm vatandaşlarımızın Cumhuriyet Bayramını kutluyorum.

29 Ekim 1923’te ilan ettiğimiz Cumhuriyetimizin 92’nci kuruluş yıldönümü coşkusunu, millet olarak hep birlikte paylaşıyoruz.

Cumhuriyetimizin 92 yıllık tarihi, milletimizin en zor şartlarda nasıl yeniden ayağa kalkabileceğini gösteren, geleceğimiz için bize umut veren, attığımız her adımda ders almamız gereken bir dönemdir.

600 yıllık bir cihan devletinin enkazı üzerinde yükselen genç Cumhuriyetimizi, Aziz Atatürk’ün veciz bir şekilde ifade ettiği “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarma” mücadelesini, ilk günkü heyecanla, azimle ve şevkle sürdürüyoruz.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti, sadece kendi vatandaşlarının değil, aynı zamanda bölgemizdeki ve dünyadaki tüm mağdurların, mazlumların, soydaş ve kardeş toplulukların da umut kaynağıdır.

Birliğimize, beraberliğimize, kardeşliğimize yönelik saldırıların gerisinde, Cumhuriyetimizin işte bu seviyeye ulaşmış olmasından duyulan rahatsızlık vardır.

1919’da çok zor şartlarda başlattığımız Kurtuluş Savaşımızı, 1923’te nasıl yeni devletimizin kuruluşunu ilan ederek taçlandırdıysak, bugün karşılaştığımız sıkıntıları da, inşallah, 2023 hedeflerimize ulaşarak geride bırakacağız.

Milletimizin ortak eseri olan Cumhuriyetimize sahip çıkmak, ülkemizin ve milletimizin geleceği için çalışmak, mücadele etmek, gerektiğinde fedakârlıkta bulunmak, hepimizin müşterek vazifesidir.

78 milyon vatandaşımızın her bir ferdi, bu ülkenin, Cumhuriyetin, aynı haklara sahip, ortak bir geçmişi ve ortak bir geleceği paylaşan, tasada ve kıvançta bir evlatlarıdır.

Milletimizin fertlerini kökeni, inancı, mezhebi, meşrebi, kültürü, kılık-kıyafeti üzerinden ayrıştırmaya kalkan herkes, Cumhuriyetin ruhuna, özüne ihanet içindedir.

Geçtiğimiz yıllarda, devletle milletin, tıpkı 92 yıl önce olduğu gibi, birlik ve beraberlik içinde büyük hedeflere yöneldiği bir dönemi hep birlikte inşa ettik.

Önümüzdeki dönemde, ülkemizin diğer tüm kazanımlarıyla birlikte bu mirasa da, yine hep beraber sahip çıkmalıyız.

Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’üncü yılına, hem 2023 hedeflerimize ulaşmış, hem de birliğimizi, beraberliğimizi, kardeşliğimizi en üst seviyeye çıkarmış olarak gireceğimize yürekten inanıyorum.

Bu duygularla, Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere, bu toprakları bir kez daha bizlere vatan kılan tüm gazilerimizi, şehitlerimizi rahmetle, minnetle yâd ediyorum.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.92

 

Recep Tayyip ERDOĞAN

     Cumhurbaşkanı