Etiket arşivi: 16

“Milli Merkez” şimdi ne yapacak

“Milli Merkez” şimdi ne yapacak

Nurzen Amuran sordu Milli Merkez Genel Sekreteri Haluk Dural yanıtladı

nurzenamuranNurzen Amuran: Milli Merkez, yıllardır siyaset üstü bir konumda demokrasi kültürünün zenginleşmesi için çalışan bir düşünce kuruluşu oldu. Milli bir Anayasa’nın yapılması için mücadele verdiniz, ülkeyi adım adım dolaştınız, ancak yine de Cumhurbaşkanlığı sistemi kabul edildi. Bugün bir yılı geride bırakıyoruz. Bir yıl içinde ne gibi etkinlikler yaptınız ve 2018’deki çalışma programınızda hangi konular var?

Haluk Dural: Milli Merkez, 2011 genel seçimlerinde oluşan TBMM’nde gurubu olan 4 siyasi partinin “yeni anayasa” yapma kararı ile mücadele için TBMM 1991-95 dönemi başkanı Sayın Hüsamettin Cindoruk başkanlığında 24 Aralık 2011 tarihinde Milli Anayasa Forumu-MAF olarak kurulmuştur. MAF, 23 Nisan 2013 tarihinde Ankara’da yapılan ve 15 bin delegenin katıldığı kurultayda adını Milli Merkez olarak değiştirmiş, sadece anayasa ile değil, ülkemizin tüm sorunlarıyla ilgilenme kararı almıştır. 30 Mart 2014 yerel seçimlerine kadar çeşitli il merkezlerinde 81, ilçelerde 137 ve köy ve mahallelerde 19 olmak üzere geniş katılımlı 237 toplantı düzenlenmiş, bu toplantılarda 194 değişik konuşmacı 200 bin dolayında vatandaşımızla buluşmuştur. Bu çalışmalar etkisini göstermiş ve TBMM yeni bir anayasa yapamamıştır.

Ancak 15 Temmuz 2015 Amerikancı FETÖ darbe girişiminden sonra ilan edilen ve halen devam eden Olağanüstü Hal düzeninde, AKP ve MHP işbirliği ile kısıtlı ama demokrasinin en temel belirleyici unsuru olan anayasanın “kuvvetler ayrımı” ilkesini ve parlamenter sistemi ortadan kaldıran, “başkanlık rejimi” kuran bir anayasa değişikliği yapılarak, bildiğiniz üzere şaibeli 16 Nisan 2016 halk oylaması ile kabul edilmiştir.

Milli Merkez 2017 yılında da özellikle referandum sürecinde, anayasa değişikliği ile getirilen rejim değişikliğine karşı üyelerinin etkin çalışmalarıyla çeşitli il ve ilçelerde onlarca toplantı ve etkinlikler düzenleyerek, binlerce broşür ve el ilanı dağıtarak demokrasi mücadelesine devam etmiştir.

Siyasi partilerimiz tarafından 16 Nisan referandumunun iptali yönünde yapılan hukuki girişimlerden olumlu sonuç alınamadığından, mücadele en azından 2019 Kasım ayında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlere kadar Olağanüstü Hal altında aynı kararlılıkla devam edecektir.

Bu çerçevede Milli Merkez çalışmalarına, 2018 ve takibeden yılda da, referandumda oluşan “hayır cephesi”nin birlikteliğinin güçlendirilmesi yönünde devam edecektir.

Nurzen Amuran: Sizinle Ortadoğu ve ülkemizi yakından ilgilendiren dünyadaki gelişmeleri konuşmak istiyoruz. Suriye ve Irak’ta emperyal güçlerin beklentilerine yanıt verecek gelişmeler şimdilik olmadı gibi görünüyor. Bütün bu şiddet sarmalında vekalet savaşlarını yürüten hangi ülkeler kazandı hangi ülkeler beklediklerini bulamadı?

Dural: Ortadoğu’daki gelişmeler, ABD liderliğinde İngiltere, İsrail, Almanya ve Fransa’dan oluşan emperyalist blokun bölge hakkındaki jeopolitik planlarının uygulamaya sokulmasından kaynaklanmaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasını fırsata çevirmeye kalkışan ABD, tek kutuplu ortamda dünya imparatorluğu düşlerini hayata geçirmeye kalkışmıştır. Ortadoğu’da olanları anlamak için kısa geçmişi hatırlamak gerekir.

Amerikan jeopolitiğinin yakın zamanlardaki temel ilkelerini, en açık biçimde Başkan Lyndon Johnson’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Walt W. ROSTOV sıralamıştır. Rostov’un 1960 yılında yayınlanan “The United States in the World Arena-Dünya Arenasında ABD” kitabında, bu ilkeleri şöyle ifade etmektedir:

1. Avrasya’da kurulabilecek ittifaklar ABD için tehdit oluşturur.

2. Avrasya’daki müttefikler güçlerini birleştirirlerse ABD’yi askeri olarak yenebilirler.

3. ABD bu nedenle Avrasya’da kurulacak bir ittifakın, Avrasya’ya veya ABD’yi tehdit edecek büyüklükte bir bölgeye hakim olmasını önlemelidir.

ABD, 11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere yapılan terör saldırısını bahane ederek, ABD’li stratejist Rostov’un önerileri doğrultusunda Avrasya’da oluşan ŞİÖ’nün gelişmesi ve Rusya-Çin askeri ve stratejik işbirliğinin önlenmesi için 7 Ekim 2001’de Afganistan’ı işgal etti. ABD, 12 Aralık 2002 tarihinde Dışişleri Bakanlığı Yakındoğu İşleri Bürosu bünyesinde Ortadoğu Ortaklık Girişimi adlı bir oluşum kurarak, kuzey Afrika ve Ortadoğu için çalışmalara başladı. ABD ve İngiltere, 20 Mart 2003’de Irak’ın işgaline başladı. ABD Senatosu 8 Nisan 2004 tarihinde Büyük Ortadoğu ve Ortaasya Kalkınma Kanunu (Greater Middle East and Central Asia Development Act of 2004) çıkartarak, Arap Ligine dahil 22 ve Türkiye dahil, Arap olmayan 10, toplam 32 ülkeye “demokrasi” götürme kararı aldı. ABD’nin Haziran (8-10), 2004 tarihinde Georgia’nın Sea Island kentinde toplanan G-8 zirvesine sunduğu Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi (Broader Middle East and North Africa Initiative-BMENA) planı kabul edildi. Bu plan, 11 Aralık 2004’de Fas’ın Rabat kentinde ve (11-12) Kasım 2005’de Bahreyn’de toplanan forumlardan sonra tüm dünyada Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi-GOKAP olarak anılmaya başlandı.

ABD Askerî Haberalma Dairesi’ndeki Başkan Yardımcılığı görevinden 1998 yılında emekli olan Yarbay Ralph Peters tarafından kaleme alınan “Kanlı Sınırlar-Blood borders, How a better Middle East would look” isimli bir makale ile yeni Ortadoğu haritası Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi’nin Haziran 2006 sayısında yayınlandı. Bu haritada Irak; kuzeyde Diyarbakır ve Malatya, Tunceli’yi içine alıp, Hopa’dan Karadeniz’e çıkan bir Hür Kürdistan, ortada Sünni Irak ve güneyde Şii Arap devleti şeklinde üçe bölünmüş (yani Türkiye parçalanmış), Suriye’nin Akdeniz kıyısı işgal edilerek Büyük Lübnan kurulmuş olarak gösterilmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi-BOP çerçevesinde Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilmeye başlandığı, Anglo-Amerikan destekli İsrail’in Lübnan saldırısı sırasında ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve İsrail Başbakanı Olmert’in 21 Temmuz 2006 tarihli ortak basın toplantısıyla dünyaya ilan edildi. ABD, Kuzey Afrika ülkelerinde “Arap Baharı” adı altında kanlı isyanlar başlatarak Libya’yı yok etmiş, Libya’nın yurt dışındaki bütün paralarına el koymuş, petrol bölgelerinin kontrolünü ele almıştır. Mısır’da kanlı isyanlar sonrasında önce dinci-yobaz Mursi’yi başkan yapmış, sonra askeri darbe ile iktidar olan Sisi ile anlaşmıştır.

ABD işgal ederek en az 1,5 milyon kişiyi öldürdüğü Irak’ta devlet yapısını çökertmiş, ülkeyi fiilen bölmüş, petrollere el koymuş, işini bitirdikten sonra askerlerini çekmiş olup, halen her istediği anda Irak’a asker ve silah yollamakta hiçbir güçlükle karşılaşmamaktadır. ABD ve müttefikleri, 2011’de Suriye’de silahlı bir isyan başlatmış, 40 küsur ülkeden topladıkları dinci-yobaz katil sürülerini Türkiye, Ürdün ve Suudi Arabistan üzerinden IŞİD adı altında Irak ve Suriye’ye sokarak bugüne kadar en az 500 bin kişiyi öldürmüş, altı milyon kişiyi mülteci etmiştir. ABD ve müttefikleri, kuzey Irak’taki peşmergeleri ve PKK’lıları, 29 Ekim 2014 günü AKP Hükümetinin izniyle silahlı olarak Türk topraklarına sokup, Suriye’ye sevk etmiş ve Suriye’nin kuzeyini işgale başlamıştır. Başbakan Ahmet Davutoğlu Hükümeti, Kamışlı’dan batıya doğru gelen M-4 devlet karayolunun kuzeyindeki Karakozak köyü yakınlarındaki 10 dönümlük Türk toprağındaki Süleyman Şah Türbesini ve Türk askerlerini oradan çekip, Türk toprağını PKK’ya terk ederek, PKK’nın rahat şekilde Fırat köprüsünden batısına geçip Münbiç’i işgal etmesini kolaylaştırmışlardır.

ABD, kuzey Suriye’yi işgal etmekte olan PKK=PYD’yi “ABD’nin silahlı gücü” ve“müttefiki” olarak ilan etmiş, Suriye’nin kuzeyinde Barzani bölgesinin petrol ve doğal gazını Akdeniz’e (Hatay-İskenderun üzerinden) çıkartacak bir enerji-Kürt koridoru kurmaya başlamıştır. Bu gelişme Türkiye’nin 24 Ağustos 2016’da başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı ile şimdilik durdurulmuştur.

CUMHURBAŞKANI ESAT YPG’Yİ VATAN HAİNİ İLAN EDEREK KONUMUNU BELLİ ETMİŞTİR

Amuran: Türkiye’nin bugün kırmızı çizgisi belli. PKK-PYD terör örgütünü Güneydoğu sınırında ve uluslararası arenada görmek istemiyor. Ama diğer Kürt gruplarına karşı değil. Bu konuda aynı düşünceyi benimseyen İran, Rusya ile Astana’da başlayan dayanışması Batı’yı neden tedirgin ediyor?

Dural: ABD’nin kendi kurduğu IŞİD ile mücadele ettiği iddiaları tamamen palavra olup, IŞİD’i tamamen Rusya ve İran’ın desteği ile Suriye ordusu temizlemiştir. Astana ve Soçi toplantıları ile Türkiye, Rusya ve İran arasında üçlü bir ittifak kurulmuş bulunmaktadır. Eğer Türk Hükümeti Esad ile barışırsa (ki bu ay sonunda Şam’a bir Türk resmi heyeti gideceğinden bahsedilmektedir), bu ittifak Suriye ve Irak merkezi Hükümetinin de katılımıyla beşli hale gelecektir ve İdlip’teki son IŞİD kalıntıları temizlendikten sonra Türkiye Afrin’deki PKK’yı ve giderek ittifak güçleriyle birlikte Münbiç ve kuzey Suriye’deki PKK=YPG’yi yok edeceklerdir. Nitekim Cumhurbaşkanı Esad YPG’yi “vatan haini” ilan ederek konumunu belli etmiştir. Bu gelişmelere karşı ABD, mevcudu 40 bin dolayında tahmin edilen PKK=YPG’yi düzenli ordu haline getirmek için büyük çaba göstermekte, yoğun şekilde silahlandırmakta, desteğini ve işgali sürdürmek için çoğu kuzey Suriye’de olmak üzere 14 askeri üs açmış bulunmaktadır. Suriye konusunda henüz sonuca varılmamıştır ve ABD liderliğindeki koalisyon ile beşli (netleşecek) ittifak arasında PKK=YPG’nin Suriye’den çıkartılması için henüz son kozlar oynanmamıştır.

Eğer beşli ittifak bu mücadeleyi kazanırsa, PKK=YPG ve ağabeyleri ABD ve müttefikleri kuzey Suriye’den temizlenirse, BOP çerçevesinde kurulacak Hür Kürdistan’nın enerji-Kürt koridoru ayağı kopartılmış olacaktır. Böylece ABD’nin Barzani petrol ve doğal gazını Akdeniz kıyılarından güney Avrupa’ya sevk ederek, Türk Akımı projesi ile aynı bölgeye gaz verecek olan Rusya’nın etkisini kırma planı suya düşmüş olacaktır. Ayrıca Barzani’nin denize çıkışı kurulamayınca, Irak merkezi hükümetinin ülkenin tamamında egemen olması kolaylaşacak ve ABD’nin BOP projesindeki Kürdistan devleti hayal olarak kalacaktır.

Amuran: Rusya’nın girişimleri çabaları bölgede bulunan ülkeleri gerçek bir dayanışmaya doğru götürebilir mi?

Dural: Suriye’deki gelişmeler açısından eli en güçlü olan ülke Rusya’dır. Suriye Devlet Başkanı Esad’ın kuzey bölgelerini ve Türkiye sınırını bıraktığı YPG’yi kısmen kontrol etmek ve tamamen ABD denetiminde olmasını önlemek için Rusya, YPG’ye Moskova’da temsilcilik açtırarak Türkiye, Rusya ve İran arasındaki görüşmelerin en başından beri her fırsatta, Esad ile barışmanın, ilişkilerin ve ittifakın gelişmesindeki ön şart olduğunu telkin etmiştir.

Bölgeye ve Türkiye’nin toprak bütünlüğüne olan tehdidin kaynağının ABD liderliğindeki batı emperyalizmi olduğunu özellikle 15 Temmuz Amerikancı darbe teşebbüsünden sonra anlamaya başlayan AKP hükümetlerinin, Suriye ve Irak’a uzun zaman mezhep gözlüğüyle bakmalarının yanlışlığı bölge jeopolitiğinin gerçekleri karşısında iflas etmiş, Osmanlı özlemlerinin hayalden ibaret olduğu, Atatürk’ü ve Türk Milletini 10 Kasım 2017’de keşfedenlerce de nihayet anlaşılarak, Atatürk’ün bölge merkezli politikalarına dönüş başlamıştır. Türkiye’nin 2018 Ocak ayı sonunda Soçi’de yapılacak “diyalog” toplantısına YPG’nin katılmasına kesin karşı çıkışı Rusya ve İran tarafından kabul edilmiştir. Böylece, Suriye’deki nihai çözümün, Amerikan askeri gücü olan PKK=YPG’yi ve dolayısıyla ABD ve diğer koalisyon askerlerini Suriye’den çıkartmak için elzem olan beşli ittifakın kurulmasında Suriye Devlet Başkanı Esad, YPG’yi vatan haini ilan ederek olumlu bir katkı yapmıştır.

Amuran: Suriye Devlet Başkanı Esat, “Herkesin dikkatinin sadece IŞİD’e odaklanmasının, Suriye’de hala Batı destekli terörizmin var olduğu gerçeğinden dikkati uzaklaştırma girişimi olduğunu anlamalıyız. Bu terörizmin başında El Nusra var.” diyor. Terör bu bölgede bitti mi yoksa mola mı verdi?

Dural: Fırat Kalkanı Harekâtı ile El-Bab ve daha sonra Suriye ordusunca Halep IŞİD’den kurtarılınca, aslı El Nusra olan IŞİD militanları aileleri ve silahlarıyla birlikte Hatay’ın güneyindeki İdlip kentine ve çevresine yerleştiler. İdlip güneyden ve doğudan Suriye ordusu tarafından kuşatılmış durumdadır. Ayrıca Astana’da varılan anlaşma ile Türkiye, Rusya ve İran’ın garantörlüğüne verilen“çatışmasızlık” denetimi kapsamında Hatay’dan İdlip’in kuzeyine ve PKK denetimindeki Hatay’ın doğusunda yeralan Afrin’in güneyinde Türk Ordusu şu âna kadar 3 adet gözlem üssü kurmuş bulunmaktadır.

Ayrıca, Suriye ordusu Irak sınırındaki Ebu Kemal ve biraz kuzeydeki Mayadin kentlerini ve Deyri Zor’u IŞİD’den temizledikten sonra, dinci katil sürülerinden arta kalan başıbozukların ABD özel kuvvetlerince Şam’ın doğusunda, Suriye-Ürdün-Irak sınırındaki El Tanf kentinde bulunan ABD askeri üssünde tekrar toplanmaya başladıkları yönünde bilgiler bulunmaktadır. ABD bu unsurların varlığını, Suriye’de kalma kararına gerekçe olarak göstermektedir.

Suriye Devlet Başkanı Esad’ın batı destekli teröristlerden kastı, bu IŞİD artıkları değil, güneyde Rakka’yı, Türkiye sınırında sözde kanton kurdukları Ayn Elarab, Telabyad gibi Suriye topraklarını işgal altında tutan ABD destekli PKK=PYD’dir. Şu anda Suriye’de çatışmalar önemli ölçüde azalmış görünmektedir. Soçi’de yapılacak olan diyalog toplantısında masaya, Rusya’nın Astana’da 23.01.2017 yapılan üçüncü tur görüşmelerde sunduğu federal Suriye öngören anayasa taslağı gelecektir. Eğer toplantıya katılan taraflar, Suriye’de yerleşik Kürt nüfus için (nüfusun %77-83 Arap, %7-8 Kürt, %5-6 Türk, %2 Ermeni, %1 Çerkes, %1 diğer) nüfusuyla orantılı büyüklükteki bir bölgede, muhtemelen Haseke-Kamışlı dolaylarında bir özerklikte anlaşırlarsa, PKK=PYD’nin Münbiç’ten Kamışlı’ya ve güneyde Rakka’ya kadar ABD ve koalisyon askerleri desteğinde işgal ettiği topraklardan çekilmesi istenecektir. ABD tarafından kabul edilmeyecek bu talep üzerine, ara verilmiş çatışmalar Türkiye, Rusya, İran, Suriye ittifakı ile ABD destekli PKK=PYD arasında tekrar ve çok şiddetli olarak başlayacaktır, diye düşünüyorum.

BM GENEL KURULUNDAKİ OYLAMA SONUCU TAM BİR HEZİMETTİR

Amuran: Biraz da Kudüs’ten söz edelim. BM Genel Kurulunun, ABD’nin Kudüs’ü, İsrail’in Başkent’i kabul etme kararından vazgeçme çağrısının Washington tarafından veto edilmesi beklenen bir sonuçtu. Ortadoğu da ABD ile her konuda işbirliği yapan ülkeler var. Olumlu sonuç alınabilir mi?

Dural: Kararın biraz öncesine gitmekte yarar var. Sizin de belirttiğiniz gibi ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul eden kararına karşı 19 Aralık 2017 günü toplanan 15 üyeli BM Güvenlik Konseyi’ne Mısır tarafından sunulan kınama karar tasarısı 14 kabule karşı ABD’nin vetosuyla reddedildi. ABD’nin kararının reddedilmesi için konu Türkiye ve Yemen tarafından BM Genel Kurulu’na taşındı. Tasarı 21 Aralık 2017 Perşembe günü oylandı. Tasarı, 24 ülkenin katılmadığı BM Genel Kurulunda oylamaya katılan 172 ülkenin 128’nin oyuyla kabul edilirken, 9 ülke ret ve 35 ülke çekimser oy kullandı. Oylama öncesinde ABD’nin DM Daimi Delegesi Nikki Haley, BM üyesi ülkeleri tehdit ederek, yolladığı e-posta mesajında, “ABD’nin Kudüs kararına karşı Genel Kurul’da aleyhte bir karar alınmaması için üstü kapalı tehdit içeren ifadeler kullandı ve ülkelerin Kudüs’le alakalı verdiği oyları Başkan Trump’a rapor edeceğini belirtti.” Haley e-postada “Oyunu vermeyi düşünürken Başkan’ın ve ABD’nin bu oyu kişisel bir mesele olarak algıladığını bilmeni istiyorum. Başkan oylamayı yakından takip edecek ve benden bize karşı oy kullanan ülkelerin raporunu istedi. Bu konuda bütün oyları not edeceğiz” ifadelerine de yer verdi. Haley ayrıca mesajında, ABD’nin diğer ülkelerden büyükelçiliklerini Kudüs’e taşımalarını beklemediklerini ancak ‘uygun olanın bu olduğunu düşündüklerini’ de vurguladı. ABD’li diplomat, Twitter’daki son mesajında da attığı e-postadakine benzeyen ifadeler kullandı. Haley “BM’de bizden her zaman daha fazlasını yapmamız ve vermemiz istendi. O nedenle ABD halkının isteğiyle büyükelçiliğimizin nerede olacağıyla ilgili bir karar alırken yardım ettiklerimizin bizi hedef almasını beklemiyoruz. Perşembe günü seçimimizi eleştiren bir oylama olacak. ABD isimleri bir kenara yazacak” ifadelerini kullanmıştı. ABD’nin her türlü diplomatik teamüle aykırı bu küstah tehdidi, elbette birçok ABD yanlısı bazı ülkeler üzerinde etkili olmuştur ama BM Genel Kurulundaki oylama sonucu ABD açısından tam bir hezimettir.

Amuran: Trump’ın, seçmenlerini memnun etmek için aldığı bu karar karşısında Mahmut Abbas, “Amerika’nın artık İsrail-Filistin arasında arabuluculuk yapması diye bir şey söz konusu olamaz” diyor. Bu olasılık ne derece gerçekçi olabilir?

Dural: Kanımca Mahmut Abbas’ın açıklaması doğru çıkacaktır. Ancak bunun arkasından İsrail’in Filistin’e saldırıları artacak ve İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır tarafından desteklenecektir. Çünkü Suriye’de “enerji-Kürt” koridoru açma girişimi şimdilik akamete uğrayan ABD, bölgede İsrail’i kullanarak mezhep savaşlarını körükleyecek ve İsrail tarafından desteklenen Suudi Arabistan ile İran arasında bir çatışmayı yaratabilmek için Lübnan’daki İran destekli Hizbullah’a karşı savaş açacaktır.

ABD GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERE DEVLET KREDİSİ VERMEZ

Amuran: Geçtiğimiz günlerde Trump’ın açıkladığı ulusal güvenlik stratejisi, dört temel önceliğe dayanıyor: Bu önceliklerden ikisi dikkat çekici. “güç kullanarak barışın sürdürülmesi” ve “Amerika’nın nüfuzunun arttırılması”. Bu öncelikler, ne anlama geliyor sizce?

Dural: Önce bu dört temeli söyleyelim. ABD Başkanı Donald Trump, 18 Aralık 2017 tarihinde açıkladığı ulusal güvenlik stratejisini dediğiniz gibi dört ana temele dayandırdı.

– Sınırların güvenliği,

– Amerika’nın refahını korumak ve güçlendirmek,

– Barışı güçle korumak,

– Tüm dünyada Amerika’nın etkinliğini, gücünü arttırmak…

Belgede Amerikan etkisine, değerlerine ve zenginliğine meydan okuyan Rusya ve Çin’in “rakip devletler” olarak tanımlanması, ABD’nin çok kutuplu dünya düzenini ve Rusya ve Çin’in ABD ile eşit askeri ve ekonomik güçler olduğunu kabul ettiğinin itirafıdır.

Belgede ABD’nin güvenliğini tehdit eden iki ülke olarak İran ve Kuzey Kore belirtiliyor. İran Devrim Muhafızlarının terörizmi desteklemesi nedeniyle İran’a yaptırım uygulandığını, Kore Yarımadası’nda tırmanan gerilime ilişkin olarak ise Kuzey Kore rejiminin dünyayı tehdit etmemesi için izole edilmesinden bahsedilmektedir.

Bilindiği üzere, Başkan Bush’un 17 Eylül 2002 tarihinde yayınladığı Ulusal Güvenlik Stratejik Belgesi’nde “haydut devletler-rogue states” diye bir kavram getirilmişti. Belgede yapılan tanımın aksine, bu sınıfa soktukları Libya, Irak, Suriye, İran, Kuzey Kore gibi devletler ABD’ye karşı hiçbir terörist eylemde bulunmamışlardı. Tek yaptıkları, ülkelerine ABD değer yargılarını, sinemasını, televizyon yayınlarını, dernek ve vakıflarını, bankalarını diğer bir değişle ABD casuslarını sokmamak, ABD işbirlikçiliğine izin vermemek olmuştu. Belgede“Önleyici Savaş” diye bir kavram icat ederek, terör örgütleri ile teröre başvuran haydut ve başarısız devletleri, öncelikli tehdit kapsamına alınmıştır. Buna göre Amerika, haydut veya başarısız devlet olarak değerlendirdiği bir devletten tehdit geleceğini hissederse, o devletin herhangi bir şey yapmasını beklemeden saldırarak tehlikeyi önleyeceğini ilan etmişti. Nitekim o devletlerden Libya, Irak ve Suriye’nin başına gelenler ABD’nin saldırı stratejisinin kanıtıdır. Trump’ın yayınladığı yeni Ulusal Strateji Belgesindeki “güç kullanarak barışı sürdürmek”ABD’ye boyun eğmeyen ve daha önce haydut devlet olarak tanımlanmış olan ülkelerin ABD’nin silahlı saldırısı ile çökertilmesi demektir.

Belgedeki “Amerikan Nüfuzunun Arttırılması” başlıklı bölüm öncelikle bir tespit yapmaktadır:

“Bugün ABD dünya ölçeğinde olumlu ilişkiler için rekabete girmelidir. Çin ve Rusya gelişen dünyada etkilerini arttırmak, ABD’ye karşı rekabetçi üstünlükler kazanmak için yatırımlar hedeflemektedirler. Çin, dünyada milyar dolarlık altyapı yatırımları yapmaktadır. Rusya da, Orta Asya ve Avrupa boyunca kilit enerji ve diğer altyapı yatırımları ile ekonomik etkinlik kazanmaktadır. ABD ise gelişmekte olan ülkeleri daha kötü duruma düşüren kamu yatırımlarına (özel girişimin desteklendiği) alternatifler sağlamaktadır. ABD ekonomik ilişkileri sadece pazarlara girmek için değil, ayrıca genel politik ve güvenlik ihtiyaçlarını geliştirmek için sağlam ilişkiler yaratmak amacıyla kurmaktadır.” Diğer bir deyişle Amerikan nüfuzunun arttırılmasındaki öncelik, ilişki kurulan ülkelerin kalkınma ve gelişmesi için değil, kamu yatırımları dışındaki ekonomik bağlarla Amerika’nın diğer ülkelerdeki politik ve güvenlik ihtiyaçlarının karşılanması içindir. Daha açık bir deyişle, ABD gelişmekte olan ülkelere devlet kredisi vermez, ABD patronluğundaki Dünya Bankası sanayi yatırımları için kredi vermez, özel sektörün büyütülmesi için yan kuruluşu olan Uluslararası Finans Kurumu-IFC aracılığıyla stratejik sektörler dışındaki alanlara kısıtlı kredi sağlar. Böylece, Amerikan Nüfuzunun Arttırılması demek; gelişen ülkelerde özellikle ekonomide devletin küçültülüp, özel sektörün büyütülerek kurulan ilişki ağı vasıtasıyla kamuoyu oluşturulmasında medyayı denetlemek, siyaseti etki altına almak, o ülkelerde ABD askeri üsleri kurmak, asker yerleştirmek ve bu sayede o ülkelerin ABD politikaları paralelinde denetim altına alınması demektir.

Amuran: Gelelim Türkiye-ABD ilişkilerine. ABD’nin Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi Türkiye’yi nasıl etkiler?

Dural: Ulusal Strateji belgesinde Türkiye’nin adı geçmemektedir. Ancak bundan, Türk-Amerikan ilişkilerini etkilemeyeceği anlaşılmamalıdır. Çünkü anılan belgeyi hazırlayan ekibin başındaki, Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Korgeneral Herbert Raymond McMaster, 12 Aralık tarihinde Policy Exchange adlı Londra merkezli bir düşünce kuruluşunun Washington’daki toplantısında yaptığı konuşmada, yeni Amerikan Strateji Belgesi’nin içeriği hakkında açıklamalar yapmıştır. McMaster, küresel ölçekte Amerikan çıkarlarını tehdit eden üç hususu belirtmiştir. Bunlar;

1. Rusya ve Çin, Beyaz Saray tarafından Amerika’nın müttefiklerini cesaretlendiren, uluslararası düzeni baltalayan “saptırmacı güçler” olarak görülmektedir.

2. İran ve Kuzey Kore gibi “terörü destekleyen ve kitle imha silahları geliştiren”haydut rejimler,

3. Aşırı İslamcı yapılardan gelen tehditler.

McMaster, radikal İslamcı akımların geçmişte Suudi Arabistan tarafından desteklendiğini, ancak günümüzde Katar ve Türkiye’nin ana destekçi olduğunu, Müslüman Kardeşlerin yeni modelinin Türkiye’yi Batıdan uzaklaştıran AKP olduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla, yeni belgede Türkiye’nin adı geçmese bile Türkiye, Amerikan devlet aklında artık, Amerikan çıkarlarını tehdit eden potansiyel düşman ülke olarak yer almaktadır.

S-400 HAVA SİSTEMİNİN NATO RADAR AĞINA BAĞLANMASI KONUSU TEKNİK DEĞİL SİYASİ BİR KONUDUR

Amuran: Türkiye, uzun bir zamandır kendisine ait bir hava savunma sistemi kurmak istiyordu. S-400 füze sistemi gündeme gelince “NATO Türkiye’ye Patriot füze sistemi kurmayı ve teknoloji paylaşmayı kabul etseydi NATO bağlantılı radar sistemi de kullanılabilecekti. Ama bu kabul edilmediği için Türkiye de tercihini Rusya’dan yana kullanmış oldu” denildi. S-400 Füze sistemiyle NATO uyumsuzluğu sonucu ne olur, NATO ile sorun artık sadece teknik mi yoksa siyasi midir?

Dural: ABD yapımı Patriot hava savunma füze sistemi başlıca PAC-1(MIM-104B), PAC-2(MIM-104C,D) ve PAC-3(MIM-104F) diye anılan üç seriden oluşur. Türkiye’ye teklif edilen yeni model PAC-3 füzeleri düşük hızlı, kısa menzilli bir sistemdir. Amerika hiçbir surette teknoloji paylaşımı ve ortak üretimi kabul etmemiştir. Daha da kötüsü; Wikileaks belgeleri arasında yayınlanan 13.10.2009 tarih ve 09ANKARA1472 No’lu belgede, Ankara’ya gelecek diplomatlara şöyle bir bilgi verilmekte, “PAC-3 bataryalarının NATO’nun komuta ve kontrol mimarisi içinde olacağı hatırlatılmalıdır” denmektedir. Yani Türkiye herşeye rağmen Amerika’dan Patriot hava savunma sistemi alırsa ülkemizdeki NATO erken ikaz hava savunma radar ağını kullansa bile, ülkemize yapılacak bir hava taarruzunda Patriotları ateşleme yetkisi NATO’nun Uedem/Almanya’daki Birleşik Hava Harekât Merkezi’ndeki (Combined Air Operation Center-CAOC) Amerikalı generallere ait olacaktır.

S-400’lerin Patriot’lara yapılan genel özelliklerinin mukayesesinden görüleceği üzere, S-400 yüksek irtifa hava savunma sistemi kesin üstünlüğe sahiptir.

S-400 hava savunma sisteminin NATO radar ağına bağlanması konusu, teknik değil siyasi bir konudur. Çünkü radarların menziline giren bir hava aracına, radardan dost-düşman tanımlaması (Friend or Foe-IFF) yapmak için kimlik sorgulaması yapan bir elektronik sinyal gönderilir. Hava aracındaki IFF cihazı yolladığı cevap sinyaliyle kendini tanıtır. Rusya’dan alınacak S-400 hava savunma sistemindeki radarların veri kütüphanesinde NATO ülkelerinde üretilen bütün uçak ve füzeler düşman olarak kayıtlıdır. Eğer NATO ülkeleri ilerde Türkiye’ye karşı bir hava taarruzu planlamıyorlarsa, S-400 sisteminden rahatsız olmamaları gerekir. Nitekim, Güney Kıbrıs yönetiminin Rusya’dan aldığı ama Türkiye’nin baskısı üzerine Girit adasındaki Yunan üssüne yerleştirilen S-300 sisteminden NATO ülkeleri hiç rahatsız olmamışlardır. Türkiye’nin erken ikaz hava savunma radarlarından NATO tedarikli sabit radarlar dışında, yerli olarak üretilen 470 km menzilli TRS-22XX taşınabilir radarları mevcuttur. Bu radarlarımızı birbirine bağlayan tamamen yerli imkanlarla geliştirilmiş RADNET denen veri iletişim ağımız mevcuttur. Bu taşınabilir radarlarımız RADNET üzerinden, diğer NATO sabit radarlarından ayrı olarak S-400 sistemi ile entegre edilerek, Türk hava sahası milli imkanlarla koruma altına alınabilir. Böylece, bu sistemin alınmasıyla Türkiye, stratejik bir üstünlük ve caydırıcılık elde edecektir.

Amuran: Türkiye’nin değişen dünya koşullarına karşı tarafsız dış politika ayarlarına dönme zamanı gelmedi mi? “Yurtta barış dünyada barış” ilkesinin bu süreçte en büyük güvence olduğu, sorunların şiddetle değil diplomasiyle çözülebilir olacağı bilinmelidir, değil mi?

Dural: Diplomasi, silahtan önceki ve sonraki saflarda kullanılan bir araçtır. Bölgemizdeki sorunlar, ABD liderliğindeki batı emperyalizminin bölge ülkelerine yönelttikleri silahlı saldırıdan kaynaklanmaktadır. Silahlı saldırılar diplomasiyle değil, saldırganın silahla mağlup edilmesiyle sonlandırılabilir. Bu çerçevede, Türkiye öncelikle Rusya ve İran ile oluşturduğu ittifakı, Suriye ile barışarak güçlendirmeli ve bu ittifak, Suriye’deki son IŞİD varlığı olan İdlip’teki El Nusra ile Amerika’nın silahlı gücü olan kuzey Suriye’deki PKK=PYD çapulcularını yok etmelidir. Böylece Suriye hükümetinin mevcut sınırlar içinde tam egemenliğinin yeniden tesis edilmesi sağlandıktan sonra, Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi uyarınca öncelikle komşularla, “içişlerine karışmama” şartıyla bölge ittifakları kurularak, barış içinde bir arada yaşama şartlarına dönülmelidir.

Amuran: 2017 yılında dış politikada bizim açımızdan neler gerçekleştiğinin kısa bir özetini yaptınız. Barışın egemen olduğu bir dünya özlemiyle sizin ve tüm okurlarımızın yeni yılını kutlar, verdiğiniz doyurucu bilgiler için teşekkür ederiz.

Dural: Ben de aynı dileklerle tüm okurların yeni yılını kutlarım. Ben teşekkür ederim.milli merkez logo

 

 

Canavar coştu!

“Coşan” ekonomi değil son 9 yılın zirvesine çıkan enflasyonmuş… Geçtiğimiz günlerde hükümetin bir bakanının “coşmuş bir ekonomimiz var” sözü, açıklanan enflasyon rakamlarıyla daha da bir mana kazandı! Son 9 senenin zirvesine tırmanan enflasyon, vatandaşın cebini kemirmeyi sürdürdü. Yüzde 5’e ineceği söylenen ama çift haneye takılı kalan enflasyon, Ekim ayında yüzde 2.08 olurken, yıllık enflasyon da yüzde 11.90’a çıktı. Vatandaşın cebindeki paranın erimesi hız kazandı! MASK

16 Nisan referandumundan “evet” çıkması halinde, ekonomide üst gelir grubuna geçişin önünün açılacağı, ekonomik istikrarın sağlanacağı ve piyasalardaki belirsizliklerin biteceği söylenmişti. Geçen 7 aylık dönemde ise ekonomik durum gün geçtikçe kötüleşiyor, toplumun her kesimi büyük bir sıkıntı çekiyor. “Her şey düzelecek” vaatleri ise “boş vaat” olmaktan öteye gidemiyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) Ekim’de aylık bazda yüzde 2.08, Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) yüzde 1.71 artış gösterdi. Yıllık enflasyon tüketici fiyatlarında yüzde 11.90, yurt içi üretici fiyatlarında yüzde 17.28 oldu.

VATANDAŞIN PAYINA GEÇİM SIKINTISI DÜŞECEK

TÜİK tarafından açıklanan Ekim ayı enflasyonu beklentileri aşarken, hükümetin “tek haneye düşecek” dediği yıllık enflasyon da yüzde 12’ye dayandı. Resmi enflasyon rakamları kadar bile maaş zammı alamayan kesimler ise daha şimdiden gelir kaybına uğradı. Gerçekte resmi rakamın üstünde olduğu bilinen enflasyonun “coşması”, vatandaşın cebindeki yangını körükleyecek. Bir türlü düşürülemeyen başta kırmızı et olmak üzere gıda fiyatları ve temel giderler hesaba katılınca, vatandaşın payına yine “geçim sıkıntısı” düşecek.

 

 

HANİ “EVET” ÇIKINCA HER ŞEY DÜZELECEKTİ!

Üretici kesimlerin, esnaf ve sanatkârın, tüketicilerin yaşadığı ekonomik sıkıntıları, milyonlarca işsizi ve geçim sıkıntısı çeken milyonları “bir türlü göremeyip”, ekonomiyi “borsa- döviz – faiz ”den ibaret gören politikalar, giderek ekonomiyi de iflasa götürüyor.

Yüzde 5’e inmesi yönünde hedefler konan “enflasyon canavarı” durdurulamazken, son 9 yılın da zirvesine çıktı. Tüketici fiyatları Ekim ayında yüzde 2.08 artarken, yıllık enflasyon da yüzde 11.90’a çıktı. Üretici fiyatları da Ekim’de yüzde 1.71, yıllık olarak da yüzde 17.28 arttı.

Ekim ayı itibarıyla 12 aylık ortalamalar dikkate alındığında, tüketici fiyatları yüzde 10.37, yurt içi üretici fiyatları yüzde 14.47 arttı.

GİYİM VE AYAKKABI FİYATLARI UÇTU

Ana harcama grupları itibarıyla Ekim’de, aylık bazda en yüksek artış yüzde 11.51 ile giyim ve ayakkabı grubunda görülürken, ev eşyasında yüzde 2,96, ulaştırmada yüzde 2.61, gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 1.97 ve konutta yüzde 0.94 artış kaydedildi.

Ekim’de endekste aylık bazda en fazla düşüş yüzde 1.75 ile eğlence ve kültürde gerçekleşti. Düşüş gösteren bir diğer grup ise yüzde 0.01 ile haberleşme oldu.

YILLIK ARTIŞTA ULAŞTIRMA ÖNDE

TÜFE’de yıllık bazda en yüksek artış yüzde 16.79 ile ulaştırma grubunda görüldü. Bu grubu, gıda ve alkolsüz içecekler (yüzde 12.74), çeşitli mal ve hizmetler (yüzde 12,63), sağlık (yüzde 12.21) ve ev eşyası (yüzde 11.65) izledi. Geçen ay endekste kapsanan 414 maddeden 51’inin ortalama fiyatlarında değişim olmazken, 298’inin ortalama fiyatlarında artış, 65’inin ortalama fiyatlarında ise düşüş görüldü.

16 NİSAN ve TÜRKİYE EKONOMİSİ

 

 

savas-yildizPiyasalar, 16.04.2017  tarihine endekslenmiş durumda. Referandum dan “EVET” çıkacağı beklentisi  ile ekonomik  durumda  düzelme olacağı yönünde iyimser beklentiler var. Bu beklentilerin ne kadar gerçekçi olduğunu sorgulamak gerekir.

 

15 Temmuz’daki başarısız darbe girişiminin olumsuz etkileriyle yurt içinde ekonomik aktivite önemli ölçüde baskı altında kalmıştır. Bu dönemde kamu sektörünün büyümeyi destekleyici yönde attığı adımlar ekonomik faaliyetlerde ki daralmayı sınırlandırmıştır. Yılın son çeyreğinde ise öncü veriler ekonomik aktivitede kısmi bir toparlanmaya işaret etmektedir. Kamu kesiminin bu dönemde de ekonomiye sağladığı desteğini sürdürdüğü izlenmektedir.

 

İşsizlik 7 yılın Zirvesine Çıktı !

 

İşsizlik oranı 2016 yılı Aralık döneminde %12,7 oldu. 2016 yılında işgücü piyasası 2008’den

bu yana en kötü performansını sergilemiştir. Aralık / 2016 dönemine ilişkin işgücü istatistiklerine göre işsizlik oranı yıllık bazda 1,9 puan artarak %12,7 ile yaklaşık 7 yılın en yüksek seviyesine çıkmıştır. Aralık 2016’da bir önceki yılın aynı dönemine kıyasla 4,8 puan artan genç nüfustaki işsizlik oranının %24 düzeyine ulaşması da öne çıkan bir gelişme olmuştur.

 

Enflasyon 9 yılın Zirvesine Çıktı ! 

 

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı Mart ayı verilerine göre, enflasyon Ekim 2008’den beri en yüksek seviye olan yüzde 11.29’a yükseldi. 

 

Türkiye’de enflasyon Mart ayında beklentilerin üzerinde artarak neredeyse 9 yılın zirvesine çıktı. Mart ayı fiyat artışları beklentilerin üzerinde gerçekleşti.

Mart ayında üretici fiyatlarının % 1.04, tüketici fiyatlarının % 1.02 oranında artması, Yılın ilk 3 ayında üretici fiyatlarının % 6.38, tüketici fiyatlarının % 9.34 artması, Yıllık fiyat artışının, üretici fiyatlarında % 16.09, tüketici fiyatlarında % 12.53 oranında artış göstermesi, yüksek bir fiyat artışıdır. Yurt içi üretici fiyatlarında % 16.09 oranındaki yıllık yükseliş, büyük bir yükseliş. Bu yükselişin zamanla tüketici fiyatlarına yansıyacak. Tüketici fiyatlarındaki yıllık artış şimdilik % 11.29 oranında.

Tüketici fiyatları enflasyonu Mart ayında giyim ve gıda fiyatlarındaki artışla beklentilerin  üzerinde yükselerek yaklaşık 9 yılın zirvesine çıktı. Yılın ilk 3 ayında ulaştırma fiyatları % 6.74 oranında yükseldi. Yıllık artış % 17.69 oldu. Enflasyon zamları ile meydana gelen fiyat artışları, dar ve sabit gelir düzeyine sahip halkın gelirindeki artışın üzerine çıkmış durumda. Bu durumun, dar ve sabit gelirli kesimde alım gücünün erimesine, yaşam düzeyinin gerilemesine yol açtığı başka bir deyişle fakir halkın daha da fakirleştiğinin göstergesidir.

 

Ekonomistler TL’nin performansının para politikasına yön vereceği görüşünde.

 

Kasım’daki toplantısında Ocak 2014’ten bu yana ilk kez politika faizini artıran TCMB, Aralık ayı toplantısında faiz oranlarında değişiklik yapmamıştır.

 

TCMB Ocak ayından beri uyguladığı likidite politikalarıyla ortalama fonlama faizini 300 baz puan arttırdı. 2017 yılında en fazla değer kaybına uğrayan gelişmekte olan ülke para birimlerinden biri olan TL, son günlerde dolara karşı değer kazanarak kayıplarının bir kısmını geri almıştı.

 

TL’nin performansı etkili olacak

Ekonomistler TL’nin referandum sonrası performansının TCMB’nin 26 Nisan’da yapılacak Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısındaki kararına yön vereceğini söyledi.

Londra merkezli Nomura’dan ekonomist İnan Demir “Enflasyonun baz etkisi nedeniyle önümüzdeki dönemde yükselmeye devam etmesini bekliyoruz. Ancak 26 Nisan’daki PPK toplantısında enflasyon görünümü değil, referandum sonrası TL’nin performansı etkili olacak. TL sabit kalırsa, PPK’nın enflasyonun zirve yapacağı beklentisiyle faizleri sabit tutmasını bekliyoruz” dedi. (http://www.dw.com/tr/enflasyon-85-yılın-zirvesinde/a-38265913)

 

Sonuç olarak ; 2017 yılında, yüksek çıkan üretici fiyatları endeksindeki yüksek değerler, enflasyonun yüksek seyredeceğinin yani gelecek zamların göstergesi olmaktadır. Gıda, tekstil, ulaşım da meydana gelen fiyat artışlarının halkın cebindeki parayı erittiği dolayısıyla fakir halkın daha da fakirleştirdiği yüksek enflasyonun sonuçlarındandır. Diğer taraftan, genç nüfustaki işsizlik oranının yüksek olması da önemli bir sorun olmaya devam etmektedir.

 

Siyasi otorite, ekonomiyi canlı tutmak için çeşitli teşvikler ve vergi afları ihdas ederek, bütçe içi ve dışı harcamalarda ve kamu bankaları kredilerinde artışa giderek  ekonomideki sorunları aşmaya çalışmaktadır.

 

Hal böyle iken, 16 Nisan da sandıktan “EVET” çıkarsa, Cumhurbaşkanı Recep

Tayyip Erdoğan’ın elinde 17 Nisan da mevcut ekonomik durumu tersine çevirecek, sihirli bir sopasının olmadığı kuşkusuzdur.

 

Bağımsız Denetçi

Savaş Yıldız

16 NİSAN VE ÖTESİ

fevzi yurtoğluMillet olarak, 1923’den sonra en önemli günlerden birisini daha  16 Nisan’da hep birlikte yaşayacağız. Şimdi, farklı bir tutum izleyerek, sizleri 17 Nisan 2017’ye taşımak istiyorum. Önce neticenin “Hayır” çıkması halinde genel duruma bir bakalım;
Atatürk- İnönü arasında başlayarak 95 yıldır devam eden C.başkanı-Başbakan çekişmesine, kısaca iki başlı-çatışmalı yönetime devam edilecektir. Meclis; koalisyon görüşmeleri, bakanlık pazarlıkları, güven oylaması ve gensoru gibi görüşmelerle uğraşacak ve ülke yine büyük zaman kaybedecektir. Bu dönemde ekonomi ve yatırımlar ise diken üzerinde bekleyecektir.
“Cumhuriyetimizi tek adam idaresinden kurtardık” diyecek CHP ve yakınları, sevinç yumağına dönüşecektir. Bu yumağın bir ucuna da HDP ile birlikte Pkk oturacak ve “Faşizme, diktatörlüğe izin vermedik” diyeceklerdir. Mutluluk halkasının diğer ucunda ise yaş pastasıyla FETÖ’cüler oturacaktır. Hapisteki cuntacılar, Pkk’ya sırtını dayayan vekiller ve teröristler de bu dalgaya katılacaktır. Halkını öldüren eşkiyalar bir ‘genel af’ beklentisi içinde olacaktır. Tüm Avrupa ve Yahudiler; “İslâmın yükselişini durdurduk” narâsını atacaktır. Ayrıca, Avrupa başkentleri hain toplulukların omuz omuza uzun yürüyüşlerine sahne olacaktır. Ve bu görüntüleri manşetten verecek ülkemizdeki kartel basını ve kalemşörleri de bu demokrasi bayramına dahil olacaktır. Atillâ’nın, Fatih’in ve Atatürk’ün ölümünde, (bence öldürülmelerinde) ve Abdülhamit’in tahtan indirilmesinde bayram yaptıkları gibi. 15 Temmuz’da ‘dili bir yerine kaçan’ ABD sevinçle; “Türk iradesine saygılıyız” beyanatını verecektir!
Seçilme izni verilmeyecek 18-25 yaş arası 8 milyon gencimiz, Türk-İslâm dünyası, Filistin halkı ve milyonlarca mülteci de üzülecektir. 2 bin km.karelik alana huzur getiren Fırat Kalkanı Harekât’ının devamı tartışılacaktır. Kazanan CHP’nin isteyeceği erken genel seçim, ülkemize güç kaybettirecek, dolar ve enflasyon yükselecektir. Ardından ekonomi sekteye uğrayacak ve işsizlik artacaktır.
16 Nisan’da sandıktan “Evet” çıkarsa;
Türkiye, aksayan sistemi düzeltme iradesine ve yeniliklere açık olduğunu tüm dünyaya gösterecektir. Özal, Demirel, Türkeş ve Yazıcıoğlu’nun muratları gerçekleşecektir. Dolar düşecek, borsa yükselecektir. CHP’de Kılıçdaroğlu’nun koltuğu sallanacak, ancak daha millî politikalar üretilecek ve önce memleket diyen Bahçeli’nin oyu artacaktır. “Haçlılar aslında iyidir” diyen Fetö ve Pkk militanlarının kökü kazınacaktır. Her geçen gün nüfusu katledilerek azaltılan Türklerin yoğunlukla yaşadığı Musul-Kerkük hattında etkin politikalar yürütülecektir. 54 yıldır bizi kapısında bekleten tek dişi kalmış Batı ile, yüzyıllardır sadece petrol ve toprak merkezli düşünen Haçlı-Yahudi ittifakı ile bağımız kopma noktasına gelecektir. İyi de olacaktır.
7 Nisan’da Suriye İdlip’te katil Esat’ın kullandığı ‘kimyasal gaz’a karşı sahte harekat düzenleyen ABD, Orta Doğu’da yıllardır öldürülen müslümanlara ve Afrika’da açlıktan kıvrananlara sessiz kalan Avrupa Birliği şimdi ‘Hayır’da birleştiler. Çıkacak “Evet” kararı sonrası, kanlı ittifakın “matruşkalar gibi”yeni oyunlar kuracaklarından da hiç kuşkumuz yoktur!
Vatikan merkezli Haçlı-Yahudi Birliği’nin iki yüzlülüğünün ve pis politikalarının iyice gün yüzüne çıkmasından sonra, rotamızın Doğu’ya, tek güvenli sınırlarımız ve güçlü tarih-inanç bağlarımız bulunan “uyutulan dev” Türk-İslâm Dünyası’na çevrilmesi, Rusya ve Çin ile de yeni politikalar üreteceği kuvvetle muhtemeldir.
Türkiye’nin yakın tarihinde “Atatürk, Menderes, Özal ve Erdoğan” tek iradesinde büyük hamlelere imza attığı herkesçe malumdur. 1961’de ise, İnönü-Demirel arasında 7 ay süren koalisyon hükümetiyle ilk kez tanışmıştık. Sonrasında kriz ve kavgaların eksik olmadığı, ortalama ömrü 16 ay olan 20 hükümet gördük. Halen Avrupa’yı da kasıp kavuran bu koalisyonlar dönemi, ülkemizde 16 Nisan ötesinde bitecektir. Hükümet kurmak için aylarca beklenmeyecek ve seçim haftası Bakanlar Kurulu ve herkes işbaşında olacaktır.
Evin reisi, gemi kaptanı ve maçın hakemi gibi, her seçim sonrasında da ülkenin tek lideri olacak ve hedeflere daha hızla ulaşılacaktır.
Bu “Evet-Hayır”düğümünü Türk Milleti iradesiyle çözecektir. Ancak, ülkemize hangi sistem gelirse gelsin, hepimiz, tüm görevlerimizi üstün bir ahlâk anlayışı ve bilimin ışığında ve kardeşlik içinde yerine getirmeliyiz. Millî üretime-tüketimine, eğitimin millî olmasına daha fazla ağırlık verilmeli, karınca gibi çalışkan, arı gibi üretken olmalı ve bol bal yapmalıyız! Esen kalın

TMMOB Bilgisayar Mühendisleri Odası SEÇSİS Raporu Yayınlandı

Her Yönüyle Seçsis Raporu Yayınlandı. Türkiye Mühendisleri Odası 16 Nisan’da yapılması planlanan referandum, seçim güvenliği ve  seçsis uygulaması ile bir basın duyurusu hazırladı. TMMOB’den yapılan yazılı açıklamada şu ifadelere önemle vurgu yapıldı:

 

Hepimizin bildiği gibi seçimler, parlamenter demokrasilerde tüm yurttaşların görüşlerinin parlamentoda temsil edilmesinin aracıdır. Yurttaşların kendilerini özgürce ifade etmesini, istençlerini parlamentoya yansıtabilmesini sağlayan seçimler, demokratik yaşamda önemli bir yer tutmaktadır. Seçim ve sandık güvenliğinin, hesap verebilirlik ve saydamlık gibi en temel demokratik ilkeler çerçevesinde sağlanması, seçimlerin adil bir ortamda gerçekleştirilmesinin önkoşuludur. Bu önkoşul, yasama erki olan meclisin, seçmen kayıtlarının oluşturulması ve seçimlerin düzenlenmesine ilişkin yasaları yapması; seçimlerin bu yasalar doğrultusunda bağımsız ve özerk bir kurumca yürütülmesi; tüm seçim sürecinin yargı denetiminde olmasını gerektirir. Ülkemizde seçimlerin yönetimi ve yürütülmesi, Anayasanın 79. maddesinde “E. Seçimlerin genel yönetim ve denetimi” başlığı altında hükme bağlanmıştır. Bu madde “Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma görevi”nin bağımsız bir yargı organı olan Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından yerine getirilmesini hükmetmektedir. 298 sayılı “Seçimlerin Temel Hükümleri Ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun” ise tüm seçim sürecine ve seçmen kayıtlarının düzenlenmesine ilişkin esasları içermektedir. İlgili kanun, bu raporun konusu olan Seçim Bilişim Sistemi (SEÇSİS) uygulamasının yasal dayanağını oluşturmaktadır.SECSİS-Aciklama

TMMOB Bilgisayar Mühendisleri Odası (BMO), kamu kurumu niteliğinde meslek örgütüdür; kamuoyunu meslek alanımızla ilgili konularda aydınlatmak hem sorumluluğumuz hem de ana görevimizdir. Bu bağlamda, daha adil, demokratik ve güvenli bir seçim uygulaması için yaklaşan referandum öncesi, ülkemizde seçimlerin gerçekleştirilmesinde kullanılan kamu bilişim sistemi SEÇSİS’i her yönüyle değerlendirerek kamuoyunu doğru bilgilendirmek, üyelerimizde ve yurttaşlarımızda oluşan kafa karışıklıklarını ve kaygıları gidermek amacıyla görevlendirilen SEÇSİS Çalışma Grubumuz tarafından “Her Yönüyle SEÇSİS” Raporu hazırlandı.

BMO SEÇSİS Çalışma Grubu, kamuoyuyla paylaşılan ve Yüksek Seçim Kurulu Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğü temsilcileriyle yapılan görüşmeden edinilen bilgiler ışığında SEÇSİS’i bilişim uygulamalarının gizlilik, bütünlük ve kullanılabilirlik yani güvenlik ilkelerine göre değerlendirerek saptama ve önerilerini raporlaştırdı.

Raporumuz, sistemin sahibi ve yürütücü olan YSK’nin sistemin gizlilik ve güvenliğini gözeterek kamuya açtığı ve kamuoyuyla paylaştığı bilgilere, çalışma grubumuzun YSK ile yaptığı görüşmelere dayanarak ve mesleki-teknik birikimimizle yaptığımız değerlendirmeler sonucunda hazırlanmıştır. Raporumuzda dile getirilmeyen ya da açık bırakıldığı düşünülen noktaların YSK’ce tamamlanacağı kanısındayız. Özenli bir çalışmayla üretilen raporumuzun, üyelerimiz ve kamuoyunun SEÇSİS konusunda güvenilir kanallardan, doğru bilgileri edinmesi kapsamında önemli bir işlevi olduğunu, bu açıdan bir başvuru kaynağı olarak değerlendirileceğini düşünüyoruz.

SEÇSİS Nedir?

SEÇSİS, ülkenin siyasi gündemini ve nüfusun yaklaşık %70’ini (seçmen sayısı/nüfus) doğrudan ilgilendiren, seçimle ilgili her türlü veri, bilgi ve belgenin toplandığı, üretildiği, saklandığı, raporlandığı ve paydaşlarca paylaşıldığı bir bilişim sistemi olarak tanımlanmaktadır. Ölçeği, etki alanı, bilişim altyapısı açısından ülkemizin çok büyük önem taşıyan kamu bilişim uygulamalarından biri olup Elektronik Seçim Yönetim Sistemi olarak da adlandırılmaktadır. Kimi ülkelerde parlamento ya da yerel yönetim seçimlerinde, bazı kamu ya da özel kesim kuruluşlarında ve sivil toplum örgütlerinde değişik amaçlarla elektronik seçim (e-seçim) ya da internet kullanımıyla seçim (i-seçim) yapılmaktadır. Bu seçimlerde oy kullanma ve/ya da oy sayım süreçleri de elektronik aygıtlarla ve çevrimiçi gerçekleştirilebilmektedir. Buna karşın SEÇSİS’te oy kullanımı ve sayımı elektronik araçlarla ya da aygıtlarla yapılmamaktadır. Seçim süreçlerinde oy kullanma ve oy sayımı dışında kalan işlemlerin yürütülmesi ve ilgili çıktıların üretilmesinde bilişim teknolojilerinin kullanılmasını sağlayan SEÇSİS, elektronik seçim (e-seçim, i-seçim) sistemi değildir. İletişim altyapısı, donanım, sistem yazılımları, veritabanı, uygulama yazılım(lar)ı katmanlarından oluşan SEÇSİS’in uygulama yazılımı, YSK tarafından hazırlanan SEÇSİS Uygulama Yazılımı Teknik Şartnamesi esas alınarak yapılan açık ihaleyi kazanan HAVELSAN A.Ş. firmasının kurduğu proje ekibince geliştirilmiştir.

Sonuç ve Öneriler

Seçim Bilişim Sistemi (SEÇSİS), yasal düzenlemeler çerçevesinde, Türkiye özgünlüğünde tasarlanıp geliştirilmiş bir kamu bilişim uygulamasıdır. TMMOB Bilgisayar Mühendisleri Odasının kuruluş ve var oluş nedenlerinden biri de kamu adına kamuya hizmet sağlayan kamu bilişim uygulamalarını incelemek, etki alanı çok geniş olan bu tür bilişim sistemlerini hem mesleki açıdan hem de doğurdukları sonuçlar ve yurttaşlardaki etkileri yönüyle değerlendirerek bulgu ve saptamalarını kamuoyuna açıklamaktır.

SEÇSİS’in paydaşları olan Yüksek Seçim Kurulu, kamu kurumları, siyasi partiler, basın kuruluşları ve yurttaşlarımızın her şeyden önce ülkemizin demokratik ilkelerle yönetilmesi anlayışını benimsemesi; ülkemize özgü bu bilişim uygulamasının sağlıklı ve doğru verilerle, güvenli çalışması için sorumluluk üstlenmesi gerektiği açıktır. Bu bölümde dile getirilen önerilerin, ilgili kamu kurumları ve siyasi partilerce bu sorumluluk çerçevesinde dikkate alınması beklenmektedir.

Yüksek Seçim Kurulu’na Önerilerimiz

  • YSK, SEÇSİS’le yapılan işlemlere ve sistemde yaşatılan verilere (seçmen sayısı, sandık sayısı, seçim sonuçları vb.) ilişkin bilgilendirmeyi zamanında yaparak kamuoyunda kuşku ve kaygılara yol açacak durumların önüne geçmelidir. Bu amaçla seçim takviminin temel aşamalarında (seçmen kütüğünün oluşması, askı listesinin oluşması, seçmen sayısının kesinleşmesi, sandık bölgelerinin belli olması vb.) duyurular gecikmeden yapılmalıdır.
  • SEÇSİS ve veri alışverişinde bulunduğu diğer sistemler, başta BMO olmak üzere kamu incelemesine açılmalıdır. Konu uzmanlarının, akademisyenlerin, siyasi parti temsilcilerinin yer aldığı bir kurulca yapılabilecek bu incelemelerde, uygulama yazılımıyla genelgelerde tanımlanan işleyiş ve iş süreçlerinin birebir örtüştürülmesi ve sistemin tüm bileşenleriyle bütünleşik olarak kullanılabilirliğinin gözden geçirilmesi sağlanmalıdır.
  • Adres Kayıt Sisteminden (AKS’den) elde edilen adres verileri üzerinde ilgili seçmen adreslerinin yerleşim yeri olup olmadığını doğrulayan denetimler yapılmalıdır.
  • Seçmen kütüklerindeki, özellikle adreslerde gözlemlenen yığınsal yerleşim yeri değişikliklerinin nedenleri belirlenmeli, bu nedenler sayılarıyla birlikte kamuoyuna açıklanmalıdır.
  • Muhtarlıklara dağıtılan askı listeleri, hem ada/soyadına hem de adreslere göre iki ayrı liste olarak sıralanıp dökülmelidir. Bu sayede seçmenlerin aynı binada oturan diğer seçmenleri doğrulayabilme olanağı yaratılmalıdır.
  • Sandık kuruluna, sandık seçmen listesinin YSK’nin partilerle paylaştığı dökümle aynı olduğunu saptaması ve bu durumu belgelemesini zorunlu kılacak yasal düzenleme yapılmalıdır.
  • Mükerrer oy kullanımını engellemek ve kullananları saptamak için gereken düzenlemeler ilgili genelgelerle yapılmalıdır.
  • Sandık alanlarında görevli kolluk güçleri, bina sorumluları ve ulaştırma personelinin kesinleşen sandık seçmen listelerinde yer almaları (bu kişilerin ikamet ettikleri sandık bölgelerindeki listelerden çıkarılmaları) uygulamasının 16 Nisan 2017’deki halkoylamasında başlatılacağı bilinmektedir. Bu düzenleme, ilgili genelgeye eklenmelidir
  • Sayım sonuçları üzerinde yapılan işlemler; hangi konularda itirazlar olduğu ve bu itirazlar sonucunda ne tür değişiklikler yapıldığı, sandık ayrımında ve ilçe, il, ülke geneli istatistikleriyle kamuoyuna açıklanmalıdır.
  • Sandık sonuç tutanaklarının sisteme girişi sırasında hatalı girişleri en aza indirecek, daha kapsamlı geçerlilik kontrollerinin yapılması (örneğin sandıktaki seçmen sayısından belli oranda az/çok oy sayısı, geçersiz oy sayısının seçmen sayısının belli bir oranından daha çok olması/olmaması vb.) sağlanmalıdır.
  • Sistemde dönemsel olarak sızdırmazlık ve performans (yük, stres) testlerinin yapıldığı SEÇSİS tanıtım dokümanlarında belirtilmelidir.
  • Sistemin kullanılabilirliği (erişime sürekli açık kalması) için alınan önlemler SEÇSİS tanıtım dokümanlarında belirtilmeli ve kamuoyuna açıklanmalıdır.
  • Yangın, sel, saldırı vb. nedenlerle merkezdeki “veri merkezi”nin (İng. data center) çalışamaz hale gelmesi durumunda SEÇSİS’in kesintisiz çalışmasını sağlayacak FKM (Felaket Kurtarma Merkezi) altyapısı hızla oluşturulmalıdır.
  • İl/İlçe seçim kurullarındaki bulunan masaüstü bilgisayarlarda Windows işletim sisteminin yer aldığı belirtilmektedir. Lisans maliyetini ortandan kaldırmasıyla kamu yararını sağlanması ve daha güvenli bir işletim sistemi olması sebebiyle taşrada bulunan masaüstü bilgisayarlara Pardus ya da GNU/Linux bir işletim sistemi kurulmalıdır.

Kamu Kurumlarına Önerilerimiz

  • İçişleri Bakanlığı, MERNİS’teki kimlik, AKS’deki adres verilerinin geçerliliğini ve doğruluğunu sağlayacak denetimleri yapmalıdır.
  • İçişleri Bakanlığı, kimlik ve adres kayıtlarında oluşan yığınsal değişikliklerin nedenleri (yurttaşlığın yitirilmesi/kazanılması, ölümler, yerleşim yeri değişikliği vb.) ve sayılarını belirterek kamuoyuyla paylaşmalıdır.
  • YSK’ye seçmen kütüğünü oluşturmak için veri aktaran tüm kamu kurumları, aktardıkları verinin yapısına (İng. metadata) ilişkin bilgileri (veri setleri ve öğeleri) ve bunların sayısal dökümünü kamuoyuna duyurmalıdır.
  • Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), seçim gününde internet iletişim altyapısının kesintisiz çalışmasını sağlayacak önlemleri almalıdır.
  • Kamu kurumları özgür yazılım ve açık kaynak kodlu teknolojilerinin (işletim sistemleri, veritabanı yönetim sistemleri, uygulama yazılımları vb.) kamu bilişim sistemlerinde ve projelerinde kullanımının yaygınlaştırılması için gereken geçiş planlamasını yapmalıdır.

Siyasi Partilere Önerilerimiz

  • Siyasi partiler, başta YSK’deki temsilcileri olmak üzere il seçim kurulunda, ilçe seçim kurulunda ve sandık kurulunda görev alan temsilcilerini yasal düzenlemeler, seçim süreçleri ve SEÇSİS’in işleyişi konusunda ayrıntılı olarak bilgilendirmelidir.
  • Siyasi partiler, sandık kurulunda ve ilçe seçim kurulunda görev alan temsilcilerini, uygulamadaki riskleri ve önlemlerini kavrayarak gereken girişimi anında yapmaları için eğitmelidir.
  • Siyasi partiler, kendi bilişim uygulamalarını geliştirerek SEÇSİS’ten alınan verilerdeki tarihsel değişiklikleri izlemeli; kuşku uyandıran durumları, nedenlerini ortaya koyabilecek biçimde anlamlandırarak kamuoyuyla paylaşmalıdır.
  • Sandık başındaki sandık seçmen listesiyle, YSK’den SİPPORT üzerinden elde edilen sandık seçmen listesi karşılaştırılmalıdır.
  • Oy kullanan seçmenin kimlik bilgileriyle sandık seçmen listesindeki bilgileri dikkatle karşılaştırılmalıdır.
  • Sandık kurulunca imzalanmış sandık sonuç tutanağının kopyası alınarak saklanmalıdır.
  • Siyasi partiler, YSK’den alınan sandık (oy) sayım verilerini kendi bilişim uygulamasında tutmalı, YSK’nin yayımladığı geçici/kesin seçim sonuçlarıyla bu verileri karşılaştırmalı, tutarsızlıkları -varsa- belirleyerek kamuoyuna açıklamalıdır.
  • Siyasi partiler, kendi teşkilatlarından elde edemeyip SSPS üzerinden ulaştığı taranmış ıslak imzalı tutanakları da kendi sistemlerine girerek YSK’nin yayımladığı geçici/kesin seçim sonuçlarıyla karşılaştırmalı, tutarsızlıkları -varsa- belirlemeli, genel toplamlar üzerinde sağlama yapmalı ve bulgularını kamuoyuna açıklamalıdır.
  • Yürürlükteki yasal düzenlemelere göre oylar sayılıp SEÇSİS’e girildiği sırada saptanan tutarsızlıklara en geç seçim gününden bir sonraki gün saat 15.00’e dek (yaklaşık 35 saat içinde) itiraz edilebilmektedir. Bu -kısa- süre, siyasi partilerin seçim sonuçları üzerinde sağlıklı karşılaştırmalar yapmasını zorlaştırmaktadır. Siyasi partiler, meclisin yasama erki olduğundan hareketle “itiraz süresinin yeterli uzunlukta olması gereğini” meclis gündemine getirebilmelidir.

Yurttaşlara Önerilerimiz

  • Yurttaşlar, herşeyden önce, görüşlerin ve istençlerin parlamentoda temsil edilebilmesinin bir aracı olan seçimlerde sandığa giderek oyunu kullanmalı, seçim sürecinin aktif bir parçası olarak yurttaşlık görevlerini yerine getirmelidir.
  • Yurttaşlar, yanıltıcı ve önyargılı yorumlarla yönlendirilmekten kaçınmalıdır. SEÇSİS ve seçim süreçleri konusunda YSK’nin ve güvenilir kurumların yayın ve duyurularından yararlanılarak doğru bilgi alınmalıdır.
  • Gereken durumlarda SEÇSİS ve seçim sürecine ilişkin bilgiler, yurttaşların bilgi edinme hakkı çerçevesinde doğrudan YSK’den alınmalıdır. (Bu amaçla YSK’nin internet sitesinden başvuru yapılabilmektedir.)
  • Seçimlerin sağlıklı yapılması amacıyla duyarlı yurttaşlarca kurulan oluşumlarda görev alınmalı, sorumluluk üstlenilmelidir.
  • Yurttaşlar askı listesini (seçmen bilgilerini) -aynı bina içindekilere bakarak- kontrol etmelidir.
  • YSK’nin SEÇSİS aracılığıyla sağladığı teknolojik olanaklardan yararlanılmalı, kurumun internet sitesindeki seçmen sorgulamasıyla hem seçmen bilgileri doğrulanmalı, hem de oyun kullanılacağı sandığın bilgisi ve seçmen bilgi kâğıdı alınmalıdır.
  • YSK’nin sağladığı iletişim olanakları değerlendirilmeli, YSK’den SMS ve/ya da e-postayla bilgi alınarak seçim takvimi doğrultusunda seçmenlere düşen görevler yerine getirilmelidir.

Basın-Yayın Kuruluşlarına Önerilerimiz

  • Basın-yayın kuruluşları ve çalışanları, yanıltıcı ve önyargılı yorumlarla yönlendirilmekten kaçınmalıdır. SEÇSİS ve seçim süreçleri konusunda YSK’nin ve güvenilir kurumların yayın ve duyurularına erişilerek doğru bilgi alınmalıdır.
  • Basın-yayın kuruluşları ve çalışanları, SEÇSİS ve seçim sürecine ilişkin yorumlarını olgulara dayalı somut bilgilerle yapmalıdır.
  • Basın-yayın kuruluşları ve çalışanları, seçim süreçlerindeki sorunların kaynaklandığı noktaları doğru saptamalı, bu amaçla BMO’nun açıklamalarından da yararlanarak kamuoyunu doğru bilgilendirmelidir.

 

Ankara Valisi Ercan Topaca, Siyasi Parti İl Başkanları İle Bir Araya Geldi

 

16 Nisan 2017 tarihinde yapılacak olan Anayasa Değişikliği Halkoylaması öncesinde Ankara Valisi Sayın Ercan Topaca, siyasi parti il başkanlarını kabul etti.ankara1

Ankara Valisi Sayın Ercan Topaca’nın başkanlığında 8 Mart 2017 Çarşamba günü saat 11.00’de Ankara Valiliği toplantı salonunda gerçekleşen toplantıya Vali Yardımcısı Kemal Karadağ, İl Jandarma Komutanı Tuğgeneral Mehmet Artar, İl Emniyet Müdürü Mahmut Karaaslan ve siyasi parti il başkanları katıldı.ankara

Toplantı sonunda bir değerlendirme yapan Vali Ercan Topaca, gerekli güvenlik tedbirlerinin alınarak halkın özgür iradesinin sandığa yansımasını sağlamanın önemine değinerek, 16 Nisan’da gerçekleştirilecek ‘Anayasa Değişikliği Halkoylaması’nın ilimiz ve ülkemiz için hayırlı olmasını, barış, huzur ve güven ortamı içerisinde gerçekleşmesini temenni etti.

Vali Ercan Topaca, katılımlarından dolayı siyasi parti il başkanlarına teşekkür ederek hatıra fotoğrafı çektirdi.ankara3

Kömürün Yarattığı Hava Kirliliği Tarımı Etkileyecek!

 

tarim-temaTEMA Vakfı Edirne İl Temsilcisi Şirin Çoğal  16 Ekim Dünya Gıda Günü dolayısıyla yaptığı basın açıklamasında şunları söyledi;TEMA Vakfı 16 Ekim Dünya Gıda Günü’nde kömürlü termik santrallerin Türkiye’nin tarım arazilerine olan etkilerine dikkat çekiyor. Son 13 yılda 2,4 milyon hektar tarım arazisinin kaybedildiğine vurgu yapan TEMA Vakfı Edirne İl Temsilcisi Şirin Çoğal, “Bu rakam Türkiye’deki tarım topraklarının yaklaşık %10’una tekabül ediyor. Son dönemde benimsenen kömür odaklı enerji politikaları nedeniyle Türkiye tarımının geleceği için tablo karanlık görünüyor. Tarımsal açıdan önemli bölgelerimiz olan Adana, Çanakkale ve Konya Havzası büyük kömür yatırımları ile karşı karşıya. Kömür ve linyitle çalışan termik santrallerin insan sağlığına, doğaya ve tarım arazilerine verdiği zararlar büyük” dedi.
Tüm Türkiye’de 80’e Yakın Termik Santral Yapılması Planlanıyor.

“Tüm Türkiye’de 80’e yakın termik santral yapılması planlanıyor” diyen Çoğal, her biri 150-200 km çaplı bir alanı etkileyecek olan bu santrallerin yaratacağı hava kirliliğinin 15 milyon hektar tarım alanını olumsuz etkileyeceğini vurguladı. Türkiye’nin önemli tarım alanlarını barındıran Çanakkale’de işletmedeki 3 santrale ek 13 santral yapılmasının planladığının altını çizen TEMA Vakfı Edirne İl Temsilcisi  Çoğal, bölgede meydana gelecek hava kirliliğine ve etkilerine dikkat çekti.

Tarımsal gelir kaybı yaşanacak

TEMA Vakfı’nın Çanakkale için bir modelleme çalışması yaptığını belirten Çoğal, elde edilen sonuçlara göre yeni santrallerin hayata geçmesiyle bölgedeki hava kirliliğinde yıllık ortalama düzeylerin %50-%150 oranlarında artacağını aktardı. Bu kirliliğin 1400 km2’lik bir alana etki edeceğini ifade eden Çoğal, bu tahminlere göre tarımsal gelirlerin 3 milyar TL’yi aştığı Çanakkale’de hava kirliliğinin önemli verim kayıplarına neden olacağını söyledi.

İklim değişikliğini tetikliyor

Hava kirliliğinin yanı sıra kömürlü termik santrallerden kaynaklanan başka bir önemli sorun ise iklim değişikliği. Kömürlü termik santraller, ürettikleri elektrik miktarına göre en fazla sera gazı salan tesisler. Kömür odaklı enerji politikalarına devam eden Türkiye, iklim değişikliğinin etkilerinden en fazla etkilenecek ülkelerden biri. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli raporları, Türkiye’de yıllık ortalama sıcaklığın 2,5 ila 4 derece arasında artacağını gösteriyor. Raporlara göre bu artış Ege’de ve Doğu Anadolu’da 4 derece, iç bölgelerde ise 5 dereceyi bulacak. Türkiye daha sıcak, daha kurak ve yağışlar açısından daha belirsiz bir iklim yapısına sahip olacak. Önlem alınmaz ise doğal varlıklara doğrudan bağımlılığı nedeniyle iklim değişikliğinden en fazla tarım sektörü etkilenecek.
Birleşmiş Milletler’in gündeminde de tarım var

Birleşmiş Milletler (BM), 17 başlıkta 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ni belirledi. Bunlar içerisinde öncelikli olarak yoksulluk ve açlığın bitirilmesi yer alıyor. Hedeflerin neredeyse tamamı, sürdürülebilir üretim-tüketim desenleri, iklim değişikliği ve etkileri ile mücadele, dayanıklı kentler, herkes için su, sağlıklı yaşam gibi başlıklarla tarımın önemine vurgu yapıyor. Bu hedeflerin 15’incisi toprak bozulumunun engellenmesini kapsıyor. Açlığın bitirilmesi ve gıda güvencesi için tarımsal üretimin etkin ve sağlıklı bir şekilde devam ettirilmesi ana koşul. TEMA Vakfı Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi kapsamındaki etkin rolüyle** uluslararası gündemi yakından takip etmeye ve gerekli çalışmaları yapmaya devam ediyor.

**TEMA Vakfı Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi’ne dünya genelinden akredite olan yaklaşık 300 sivil toplum örgütünü temsil eden STK Paneli’nin beş üyesinden biridir.

Umut Yeşertiyoruz!edirne-tema

Şirin Çoğal
TEMA Vakfı Edirne İl Temsilcisi

7.Kocaeli Kitap Fuarı Kapılarını Açıyor

7.kitap7. Kocaeli kitap fuarı 16 Mayısta kapılarını kitap severlere açıyor.bir çok yayınevinin katılacağı fuarda yüzlerce yazar da okuyucularıyla buluşacak. türkiyede yazılan ilk kitap olan psikolojik terörün el kitabı olan mobbing de yaparım kariyer de kitabının yazarı erhan sarıca da ilk defa okuyucularıyla buluşacak. yazar ayrıca soma da maden faciasında ve askerde şehit olan babaların çocuklarının duygularını yaz dığı bu adam benim babamla da okuyucularıyla kucaklaşacak. ayrıca twitterda hectek olan pelda hakkındada merak edilenleri açıklamayı düşünüyor. sahi neydi bu pelda ? hafta boyu orada olacağız imza günü 19 mayıs saat 14,00 söyleşide aynı gün olacak.Okurlarımıza ve Kitap Dostlarına duyurulur.Haberi sevdiklerinizle paylaşın.

Haber Yusuf Ünel